Almanya’dan "Suriye‘de kazanan Türkiye" yorumu

Suriye’deki gelişmelerin yol açabileceği yeni bir mülteci krizi ve Türkiye ile olası işbirliği Berlin’den yapılan açıklamaların merkezinde yer alıyor.

Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esat ve rejimini, özellikle 2011 yılında başlayan iç savaştan bu yana sert bir şekilde eleştiren, Esat’ı sistematik insan hakları ihlalleri ve savaş suçları işlemekle suçlayan Berlin’den, konuyla ilgili gelen ilk tepkiler de bu tutumu vurgular nitelikte.

Scholz’dan Suriye’de siyasi çözüm çağrısı

Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esat'ın ülkesini terketmesinin ardından yaptığı açıklamada, Suriye’de hukuk devletinin yeniden inşa edilmesini umduğunu söyledi. Esat’ın kendi halkını yıllarca acımasızca baskı altına aldığını ifade eden Scholz, "Sayısız cana mal oldu ve milyonlarca insanı Suriye'den kaçmaya zorladı, bunların bir kısmı Almanya'ya sığındı" dedi.

Başbakan, Suriye halkının büyük bir acı yaşadığı belirtilerek, Esat rejiminin sona ermesinin olumlu bir gelişme olduğu ifade etti. Olaf Scholz açıklamasında, "Şimdi, Suriye'de hızla hukuk ve düzenin yeniden tesis edilmesi gerekiyor. Tüm dini topluluklar ve azınlıkların hem şimdi hem de gelecekte korunması şart. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararı doğrultusunda siyasi bir çözümün hala mümkün" diye görüşlerini ifade etti.

Scholz açıklamasında, "Gelecekte Suriye'yi yönetecek kişiler, tüm Suriyeliler’e onurlu ve bağımsız bir yaşam sunup sunmadıklarına, ülkenin egemenliğini dış müdahalelere karşı savunup savunmadıklarına ve komşularıyla barış içinde yaşayıp yaşamadıklarına göre değerlendirilecek" dedi.

 

İsyancıların Şam'a girdiği Esat'ın terkettiği Suriye'de son 24 saatte yaşananlar

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Esat rejiminin devrilmesini "Büyük bir rahatlama" olarak nitelendirdi, ancak Suriye’deki şiddetin yeniden bir tırmanışa geçmemesi konusunda uyarıda bulundu.

Bakan Baerbock, yaptığı açıklamada "Ülke, hangi biçimde olursa olsun, başka radikallerin eline geçmemelidir” diyerek Suriye’deki etnik ve dini azınlıkların korunmasının önemine dikkat çekti.

"Kürtler, Aleviler ve Hristiyanlar gibi etnik ve dini azınlıkların kapsamlı bir şekilde korunması sağlanmalı ve gruplar arasında bir uzlaşı sağlanmalıdır” ifadelerini kullanan Baerbock, "Eğer hem iç hem de dış aktörler nihayet Suriyeliler’in yararına hareket ederse, yıllardır beklenen ancak bir o kadar da zor olan barış yolu başlayabilir" dedi. Baerbock, Almanya’nın Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Quad Grubu (ABD, Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya) ve Türkiye gibi Suriye’nin komşuları dahil bölgesel aktörlerle yoğun temas halinde olduğunu belirtti.

 

AfD: "Yeni göçmenlere kapılar kapalı"

Almanya'da yaşayan Suriyeli göçmenlerin sayısı, Suriye'deki iç savaşın başlamasından bu yana önemli ölçüde arttı. 2023 yılı itibarıyla, Almanya'da yaklaşık 1 milyon 280 bin Suriyeli kökenli kişi yaşayor. Bunların yaklaşık 900 binin göçmen statüsünde olduğu biliniyor. Almanya, 2015 ve 2016 yıllarında Suriye'deki iç savaştan kaçan onbinlerce mülteciye kapılarını açtı. Ancak son gelişmeler bu göçmenlerin konumunu da gündeme taşıdı.

Nitekim göçmen karşıtı Almanya için Alternatif Partisi lideri ve başbakan adayı Alice Weidel, hükümete çağrıda bulunarak, Suriye’den gelebilecek yeni göçmenlerin ülkeye alınmayacağının duyurulmasını istedi.

Weidel, "Suriye'den Avrupa'ya yönelik olası göç hareketleri bağlamında, Almanya'nın şu net mesajı vermesi gerekiyor: "Sınırlarımız kapalı, artık kimseyi kabul etmiyoruz!" diye konuştu.

Muhalafetteki Hristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU) dış politika sözcüsü Andrea Lindholz verdiği demeçte, Almanya'nın son yıllarda insani yükümlülüklerini fazlasıyla yerine getirdiğini belirterek, Suriyeli mültecilerin kabulünün durdurulmasını talep etti. Lindholz, Suriye'de bir gün barış sağlanması durumunda, birçok Suriyeli’nin korunma ihtiyacının ve dolayısıyla Almanya'daki oturma haklarının sona ereceğini de ifade etti.

Hristiyan Birlik Partisi’nin (CDU) dış politika sözcüsü Norbert Röttgen de Suriye’deki rejim değişikliğini "Ülke ve insanlar için büyük bir kurtuluş. Esat’ın cehennemi 13 yılın ardından sona erdi" sözleriyle yorumladı.

Esat’ın devrilmesinin en büyük kazananın Türkiye olduğunu öne süren Röttgen, "Erdoğan bu başarıyı iç politikada da kullanmaya çalışacaktır. Türkiye’deki üç milyon Suriyeli’yi geri göndermek için Suriye’nin parçalanmamasına büyük bir ilgi duyuyor" ifadelerini kullandı.

Almanya’daki Suriyeli mültecilerin de ülkelerine dönüp dönmeyeceği konusunda henüz bir şey söylemenin erken olduğunu belirten Röttgen, "Ancak şu an istikrar için bir momentum var. Avrupa’nın şimdi Türkiye’ye yaklaşması ve işbirliği imkanlarını araştırması gerekiyor" dedi.

CDU Federal Meclis Dış Politika Sözcüsü Jürgen Hardt, Beşar Esat'ın devrilmesinin ardından kısa vadede yeni bir mülteci dalgası beklemediğini belirtti.

"Şu an için ikinci bir büyük mülteci dalgasını olası görmüyorum. Halep‘te böyle bir durum yaşanmadı" şeklinde konuşan Hardt, bu ihtimalin tamamen gözardı edilemeyeceğini ifade etti ve "Eğer gruplar arasındaki görüşmeler –ki bu görüşmelerin devam ettiği anlaşılıyor– başarısız olursa ve iç savaş daha da yoğunlaşırsa, yeni bir mülteci dalgası ihtimali göz ardı edilemez" dedi.

Hardt, bu yeni ve dinamik durum karşısında federal hükümeti, AB içinde hızlı bir koordinasyon sağlamaya çağırdı. Ayrıca, Suriye'nin 19-20 Aralık'ta düzenlenecek Avrupa Konseyi toplantısında öncelikli bir konu olması gerektiğini vurguladı.

SPD dış politika uzmanı Ralf Stegner, "Esat rejiminin sonunun gelmesi iyi bir şey. Ancak, milisler de istediğimiz türden insanlar değil. Verdikleri sözleri tutmayacaklarından endişe duyuluyor. Almanya insani yardım konusunda sorumluluk üstlenmek zorunda kalacak" diye konuştu. Türkiye ile yeni bir göç anlaşması ve Suriyeli mültecilerin geri gönderilmesi taleplerine karşı tavır koyan Stegner, "Hızlı kararlar bize bir fayda sağlamaz. Suriye’de şu anda Esat’ın destekçileri gibi başka insanlar da tehlike altında. Ancak insaniyet herkes için geçerlidir" ifadelerini kullandı.

Almanya Federal Meclisi Dışişleri Komitesi Başkanı sosyal demokrat SPD’li Michael Roth, Esat'ın Şam'dan kaçmasının ardından, "kanlı seküler diktatörlüğün yerine dini-fundamentalist bir diktatörlüğün geçmemesi" konusunda uyardı. Roth, açıklamasında, Suriye'nin çok etnikli ve çok dinli bir devlet olduğunu belirterek, ülkenin "barış, uzlaşma ve istikrar için gerçek bir şansı hak ettiğini" ifade etti.

Almanya’nın önde gelen terör uzmanı Peter R. Neumann, Suriye’deki rejim değişikliği sonrası belirsizliklere dikkat çekti.

"Esat artık tarih oldu, Suriye özgür mü?" sorusunu gündeme getiren Neumann, "Kimse şimdi ne olacağını bilemiyor" dedi. Esat’ı devirenlerin hedefinin bir İslam devleti kurmak olduğunu iddia eden Neumann, Suriye’nin geleceğiyle ilgili üç olası senaryo sunarak, ülkenin iki veya üç otonom bölgeye ayrılabileceğini, iç savaşın yeniden alevlenebileceğini ya da iç savaş sonrası bir bölünmenin gerçekleşebileceğini belirtti.

Göç meselesine de değinen uzman, "Suriyeli mülteciler ülkelerine dönebilecek mi, yoksa olası bir iç savaş nedeniyle daha fazla insan mı kaçacak?” sorusunu gündeme getirdi.

Yeni bir mülteci dalgasının daha olası olduğunu ifade eden Neumann, terör tehdidinin de yeniden ortaya çıkabileceğini vurguladı; hatta IŞİD’in bu durumdan yararlanarak yeniden güç kazanabileceğine dikkat çekti.

Neumann açıklamasını, "Esat’ın devrilmesi elbette olumlu bir gelişme" diyerek noktaladı, ancak bu değişimin büyük bir tehlike içerdiğini ifade etti ve "Yeni iktidar sahipleri demokrat değil" diyerek, yeni rejimin demokrasiye uzak olduğunu söyledi.

 

Nina Rieke

Angela Merkel’in anılarını anlattığı yeni kitabında Erdoğan ayrıntıları

Almanya’nın ilk kadın başbakanı olan ve 16 yıl boyunca ülkeyi yöneten Angela Merkel, anılarını anlattığı kitabıyla yeniden gündemde.

"Freiheit. Erinnerungen 1954–2021" (Özgürlük. Anılar 1954–2021) adını taşıyan 736 sayfalık kitap, Merkel’in eski Doğu Almanya’da geçen çocukluğundan başlayarak, 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla dinamik kazanan siyasi kariyerine ve Almanya Başbakanı olduktan sonra dünya liderliği dönemine kadar olan süreci kapsıyor.

Kitap, "dünyanın gelmiş geçmiş en güçlü siyasetçi kadını" olarak akıllarda kalan Merkel’in uzun yıllar boyunca en yakın danışmanı ve asistanı olan Beate Baumann ile birlikte kaleme alındı ve 30’dan fazla ülkede aynı anda satışa sunuldu.

Kitap, sadece bir liderin anıları değil, aynı zamanda modern Almanya’nın tarihine ışık tutan bir eser olarak değerlendiriliyor. Kitabın Türkçe çevirisi henüz bulunmuyor.

Angela Merkel kitabında Almanya’nın küresel finansal kriz, Avrupa’nın borç ve göç krizleri ile COVID-19 pandemisi gibi kritik dönemlerde nasıl yönetildiğini ve bu süreçlerdeki kararlarının perde arkasını detaylı bir şekilde anlatıyor.

Ayrıca eski ABD Başkanı Barack Obama, Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron gibi dünya liderleriyle olan ilişkileri de kitapta geniş yer buluyor.

Göçmen sorununa ilişkin anlaşma süreci de kitapta

Angela Merkel kitabında, göreve başladığı 2005’ten sonra tam 12 kez ziyaret ettiği Türkiye’den ve uluslararası toplantılarda sayısız kez biraraya geldiği Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a da uzun bir bölüm ayırmış.

Kitabın 528’inci sayfasından başlamak üzere, Merkel özellikle 2015 yılındaki göçmen krizi sonrasında Erodğan’la olan temaslarını ve anılarını anlatıyor.

Merkel kitabında Erodğan’la olan temaslarını ve anılarını anlatıyor.

25 Eylül 2015’de New York’ta Birleşmiş Milletler Zirvesi’nde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la biraraya geldiğini ve göçmenler konusunda ortak bir çalışma grubu kurma kararı aldıklarını anlatan Merkel, 18 Ekim 2015’de İstanbul’a giderek Cumhurbaşkanı’nın yanısıra dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu ile buluştuğunu yazıyor.

O toplantılarda göçmen krizi ile ilgili eylem planı hazırladıklarını belirten Merkel, "Erdoğan için göçmen sorununda birlikte çalışmanın karşılığında vize serbestisi çok önemli bir meseleydi" ifadesini kullanıyor.

Merkel İstanbul ziyaretiyle ilgili tartışmalara ayrıntılı şekilde yer veriyor

Kitabında, İstanbul ziyaretinin Yıldız Sarayı’ndaki bölümünün Almanya’da tepkilere neden olduğunu belirten Angela Merkel, Erdoğan’la o dönemki anılarını şöyle anlatmaya devam ediyor:

"İstanbul ziyaretim sert bir şekilde eleştirildi. Bundan iki sandalye, daha doğrusu iki altın taht sorumluydu. Birine Erdoğan oturdu, diğerine ben oturdum. Sadece fotoğrafçıların kesitleri için değil, sohbetimiz sırasında da bu koltuklarda oturduk. Bunlar harika diye düşündüm, ancak bunun dışındaki duruma odaklanmadım. Bunun yerine içerik açısından neyi başarmak istediğime odaklandım. Ama sonradan "Bir resim bin kelimeye bedeldir" şeklinde, Erdoğan'ın karşısında sarayında bir hükümdar gibi sindiğim ve gerekirse kendimi onun önünde yerlere bile çökebileceğim yazıldı. Türkiye ile daha fazla mülteciyi bizden uzak tutabilecek bir anlaşma imzalamak üzereydik. Daha da kötüsü, ziyaret Türkiye'deki parlamento seçimlerinden iki hafta önce gerçekleştiği için, ziyaretimi Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi'ne seçim yardımı sağlamak için kullanmakla da suçlandım.”

Angela Merkel anılarında bu ziyareti ve eleştirileri ayrıntılı şekilde anlatırken kitabında şu ifadeleri kullanıyor:

“Eleştirileri terbiyesizce, kısmen sahtekarca buldum. Bir yandan sağdan sola politikacılar, haklı olarak Ege, Yunanistan, Balkan rotaları, Avusturya üzerinden Kuzey Avrupa'ya doğru sığınmacı hareketlerini organize etmememi ve kontrol edebilmek için elimden gelen her şeyi yapmam gerektiğini söylüyorlardı. Öte yandan "Ankara'daki otokratla işbirliği yapma, eğer yapacaksan seçimlere daha uzak bir zamanda olsun" diyorlardı. Bu ucuz bir tutumdu. Haritaya ve Ege'deki gerçeklere bakıldığında, gelişmeleri düzenlemenin ve kontrol etmenin ancak Türkiye ile mümkün olduğu, gecikmeye yer olmadığı görülüyordu. Geriye kalan her şey bir yanılsamaydı ve ben yanılsamalara teslim olmadım. Denizde kaçakçılara karşı hiçbir tutarlı eylem, iç sınırlarımızda hiçbir yoğun kontrol ve gözetleme, bazılarının inandığı gibi hiçbir yüksek ve uzun çit, sınırı geçen insan sayısını azaltamazdı. AB ile Türkiye arasında bir anlaşma olmasaydı, ölümüne yola çıkan insan sayısını kalıcı ve sürdürülebilir bir şekilde azaltmak ve böylece Ege'deki korkunç ölümlere son vermeyi başaramazdık.”

 

“Erdoğan anlaşma olduğunda çok nazik davrandı, görüş ayrılıklarında ise aleyhte konuşurdu”

Türkiye’nin o dönem Balkan rotasından gelen birçok mülteci için en önemli geçiş ülkesi olduğunu hatırlatan Merkel, “Türkiye'nin, eğer Avrupa bu zorluğun üstesinden gerçekten gelmek istiyorsa, oynayacağı önemli bir rol vardı. Bu yüzden bu ülkenin cumhurbaşkanıyla müzakere ettim ve Erdoğan'ı sadece mülteci politikasında değil, tüm siyasi yelpazede rol alabilecek bir siyasetçi olarak algıladım. Aramızda bir anlaşma olduğunda çok nazik davrandı ve bana "sevgili dostum" dedi. Görüşayrılıklarımız olduğunda ise, bitmek bilmeyen bir şekilde her türlü çelişkiyi ön plana çıkararak, aleyhte konuşurdu. Bu durum işlerin oldukça uzamasına neden oluyordu” ifadelerini kullanıyor.

Eski Almanya Başbakanı Merkel kitabında bir gözlemini de şu sözlerle paylaşıyor:

“Bu arada benim gözlemlerime göre, otokratik eğilimlere sahip siyasetçilerin tipik bir özelliği: Gerektiğinde sonsuz zamanları oluyor. Simultane çeviri yerine çeviri ardıl olarak yapılıyor."

Davutoğlu ile görüşmelerine de değiniyor

Angela Merkel, AB- Türkiye göçmen eylem planının uygulanması konusunda daha sonra dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu'yla daha fazla müzakere yürüttüğünü de aktarıyor.

Merkel kitabının 531’inci sayfasında, Davutoğlu’ndan, "dünyaya açık, deneyimli ve tarihi açıdan bilgiliydi. Mükemmel İngilizce, biraz da Almanca konuşuyordu" cümleleriyle bahsediyor.

Angela Merkel’in kitabında yer alan iki fotorafta, Yıldız Sarayı’ndaki Cumhurbaşkanı Erdoğan’la buluşmasına ve eski Başbakan Davutoğlu ile Brüksel’de gerçekleşen bir toplantıya yer veriliyor.

Merkel kitabında Cumhurbaşkanı Erdoğan’la olan temaslarına da değiniyor.

Angela Merkel, göreve başladığı 2005’ten sonra tam 12 kez ziyaret ettiği Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine olumlu bakmadı ve destek olmadı. Ama her zaman Türkiye’nin öneminin bilincinde olarak, diplomasi kanallarını açık tuttu.

2016’da imzalanan ve göçmenlerin Ege üzerinden Yunanistan’a geçişlerini hedefleyen Mülteci Anlaşması’nı yönlendiren, Doğu Akdeniz’de, Yunanistan'ın hukuksuz adımları yüzünden yaşanan gerilimde Almanya‘yı arabulucu olarak konumlandıran Merkel, Ankara tarafından da takdir edilen bir lider oldu.

Merkel, özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile kurduğu diyaloğu iki ülke arasında yaşanan tüm gerginliklere rağmen her zaman devam ettirdi; hükümetleri sırasında iki ülke arasındaki ticaret hacmi büyüdü, işbirliği güçlendi.

Merkel’in dünya liderleriyle olan ilişkileri ve Trump’la karşılaşması

Angela Merkel, ABD'de 5 Kasım’da yapılan seçimleri kazanan Donald Trump ile ilk başkanlık dönemindeki karşılaşmalarını da detaylı bir şekilde anlatıyor.

Trump'ı, "dünyayı bir emlak imarcısı gözüyle gören ve kazanan her şeyi alır zihniyetine sahip biri” ifadeleriyle tanımlayan Merkel, Trump'la 17 Mart 2017’de ilk kez biraraya geldiği görüşmeyi anlatarak, Trump'ın kendisiyle el sıkışmayı reddettiğini ve amacının “kendisini aşağılamak” olduğunu aktarıyor.

Başkan olduğu ilk dönemde Donald Trump’ın Paris İklim Anlaşması'ndan çekilmesini engellemek için Katolik dünyasının lideri Papa Francis'e danıştığını ve onun "Onun önünde eğil, eğil, eğil, ama kırılmadığından emin ol" şeklindeki öğüdünü uyguladığını belirtien Merkel, 2017 seçiminde Hillary Clinton’nun, ABD'deki son başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti'nin adayı Kamala Harris'in kazanmasını yürekten istediğini; "Kamala Harris’in rakibine karşı seçimleri kazanarak ABD’nin ilk kadın başkanı olmasını çok arzuladım" sözleriyle ifade ediyor.

Merkel Putin’le tecrübesini de anlatıyor

 

Eski Almanya Başbakanı Merkel, Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin ile olan deneyimlerini de paylaşıyor.

2007 yılında Soçi'de yapılan bir toplantıda Putin'in, Merkel’in köpeklerden korktuğunu bilmesine rağmen, kendi köpeğini toplantı salonunda serbest dolaştırarak, kendisini korkutmaya çalıştığını ve bunu bir "güç oyunu" olarak nitelendirdiği anlatıyor.

Ayrıca, Putin'in 2007 Münih Güvenlik Konferansı'ndaki konuşmasını eleştirerek, bölgesel çatışmaların çözülmemiş olmasına ve özeleştiri eksikliğine dikkat çekiyor.

Merkel, 2008 yılında Ukrayna'nın NATO üyeliğini engelleme kararını da savunuyor. Merkel, bu kararın Rusya'nın askeri bir yanıt vermesini önlemek amacıyla alındığını ve o dönemde Ukrayna halkının çoğunluğunun NATO üyeliğini desteklemediğini belirtiyor.

Merkel, bu konuyla ilgili pasajda, "Ben Ukrayna ve Gürcistan’a MAP statüsü (üyelik öncesi konum) verilerek (Rusya lideri) Putin’den korunmasının tamamen hayal ürünü olduğunu düşündüm hep. Bu gerçekten tamamen hayaldi" görüşüne yer veriyor.

Merkel’e 2021’de başbakanlıktan ayrılması ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrası, görevi süresince Putin’e karşı yeterince sert olmadığı konusunda eleştiriler yöneltilmişti.

Anı kitabında, 2015 yılındaki göçmen krizi nedeniyle aldığı kararların iç politikaya yansımasını da detaylı bir şekilde ele alınıyor.

Merkel, Almanya'nın sınırlarını 2015 sonbaharında gelen Suriyeli ve Afgan göçmenlere açık tutma kararını savunarak, bu adımın insani bir zorunluluk olduğunu vurguluyor.

Ayrıca, tarihe mal olan, "Wir schaffen das" ("Bunu başarabiliriz") ifadesinin arkasındaki motivasyonunu ve bu söylemin Almanya'da yarattığı tartışmaları da kitabında değerlendiriyor.

Merkel, bu dönemde Avrupa Birliği'nin dayanışma içinde hareket etmediğini dile getirerek, mülteci krizinin yalnızca ulusal değil, uluslararası bir sorun olduğunu belirtiyor.

Kitapta, bu süreçte Türkiye’de dahil diğer Avrupa ülkeleriyle yapılan görüşmeler ve AB'nin ortak bir çözüm bulma çabaları da detaylandırılıyor.

Merkel, bu süreçte Almanya içinde karşılaştığı eleştirileri ve özellikle sağ popülist göçmen karşıtı AfD partisinden gelen siyasi baskıları da samimi bir şekilde paylaşıyor, bu tepkilere karşı verdiği yanıtları ve kriz yönetimi stratejilerini anlatıyor.

 

Angela Merkel kamuoyu ile yeniden buluşacak

"Özgürlük. Anılar 1954–2021", kuşkusuz Merkel hayranlarının ve siyasi tarih meraklılarının ilgisini çekecek, onun liderlik dönemindeki önemli kararlarının arka planını aktaran önemli bir eser.

2021’de görevi bıraktıktan sonra inzivaya çekilen ve kamuoyundan uzak duran Merkel, görevinden ayrılmadan verdiği son röportajlarından birinde, başbakanlıktan ayrıldıktan sonra, bol bol uyumayı, kitap okumayı, eşinin çok sevdiği patates çorbası pişirmeyi ve erikli kek yapmayı hayal ettiğini söylemişti.

Geride kalan 3 yılda, başbakanlık yıllarında da oturmayı tercih ettiği, ünlü Bergama Müzesi’nin hemen karşısındaki kendi mütevazı apartman dairesinden Almanya ve dünya siyasetini izlemeye devam eden Merkel, şimdi kamuoyu ile yeniden buluşarak, kitabının tanıtımı için gelecek hafta Almanya’da ve yurtdışında düzenlenecek okuma etkinliklere katılacak.

Eski Almanya Başbakanı Merkel’in bu kapsamda 2 Aralık’ta başkent Washington’da eski ABD Başkanı Barack Obama ile birlikte bir sohbet etkinliğine katılması bekleniyor.

 

Nina Rieke

2025 Berlin Film Festivali’nin açılış filmi belli oldu!

 

2025 Berlin Film Festivali’nin açılış filmi belli oldu! Tom Tykwer, Berlin Film Festivali’ne geri dönüyor. Run Lola Run, Cloud Atlas ve Drei filmlerinin ünlü Alman yönetmeni, 75. Berlin Uluslararası Film Festivali’nin açılışını yeni filmi Das Licht (The Light) ile yapacak.

Tom Tykwer, yenilikçi anlatım teknikleri ve görsel tarzıyla tanınan, çağdaş Alman sinemasının önde gelen isimlerinden biridir.

‘Babylon Berlin’ yönetmeninin 2016 yapımı ‘A Hologram for a King’den bu yana çektiği ilk filmde Tala al Deen, Lars Eidinger ve Nicolette Krebitz rol alıyor. Film, Engels ailesinin, ebeveynler Tim (Eidinger) ve Milena (Krebitz), ikizleri Frieda (Elke Biesendorfer) ve Jon (Julius Gause) ile Milena’nın oğlu Dio’nun (Elyas Eldridge) hikâyesini anlatıyor. Aile yıllardır birbirinden ayrı yaşamaktadır, ta ki Suriye’den gelen gizemli bir kadın olan hizmetçi Farrah (Al-Deen) hayatlarına girip uzun zamandır saklı kalmış duyguları gün yüzüne çıkarana kadar. Farrah, ailenin hayatını temelden değiştirecek kendine ait bir planın peşindedir.

Tykwer Berlinale’nin açılışını üçüncü kez yapıyor. Tykwer 2002’de Heaven ile festivali başlatmış ve 2009’da The International ile Berlinale’nin açılışını yapmıştı.

Uluslararası alanda en çok tanınan çalışmaları arasında "Lola rennt" (1998), "Heaven" (2002), "Das Parfum – Die Geschichte eines Mörders" (2006), "The International" (2009) ve Wachowski Kardeşler ile birlikte yönettiği "Cloud Atlas" (2012) bulunmaktadır. Ayrıca, 2017'den itibaren yayınlanmaya başlayan ve büyük beğeni toplayan Alman televizyon dizisi "Babylon Berlin"in ortak yaratıcısıdır.

Tom Tykwer, 23 Mayıs 1965'te Wuppertal, Almanya'da doğmuş Alman film yönetmeni, senarist ve bestecidir. Küçük yaşlardan itibaren sinemaya ilgi duyan Tykwer, 11 yaşında amatör Süper 8 filmleri çekmeye başladı. Berlin'e taşındıktan sonra Moviemento Sineması'nın program direktörlüğünü üstlendi. 1994 yılında Stefan Arndt, Wolfgang Becker ve Dani Levy ile birlikte X Filme Creative Pool GmbH adlı film yapım şirketini kurdu.

 

Berlinale 13-23 Şubat 2025 tarihleri arasında gerçekleşecek. Carol ve Far From Heaven filmlerinin yönetmeni Todd Haynes 2025 uluslararası jürisine başkanlık edecek.

 

Nina Rieke

Alman ekonomisinde iflas fırtınası

Almanya’da tüm veriler ekonominin bu yıl üst üste ikinci kez küçüleceğine işaret ediyor. Almanya, 2023'teki yüzde 0,3'lük düşüşün devamı olarak 2024'te daralması öngörülen tek G7 ekonomisi konumunda.

Konjonktürel ve yapısal faktörler, bürokrasideki hantallık ve kalifiye eleman eksikliği Alman ekonomisinin üzerinde ağır bir yük oluşturuyor.

Durgunluk son aylarda özellikle gıda fiyatlarında hayat pahalılığı ve otomotiv sektöründe işten çıkarmalar ekseninde yoğunlaştı. Nitekim Avrupa’nın en büyük otomobil tekeli Volkswagen’in üç fabrikayı kapatacağı, on binlerce işçiyi işten çıkaracağı öğrenildi.

Aynı zamanda her geçen gün artan iflaslar da endişeye neden oluyor. Almanya'da şirket iflasları, yüksek maliyetler ve talep daralması nedeniyle hızla artmaya devam ediyor. Ekim ayında şirket iflas başvurularında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 22,9’luk artış kaydedildi.

İflas eden şirket sayısı yüzde 23 arttı

Almanya Federal İstatistik Ofisi'nin (Destatis) verilerine göre, Haziran 2023'ten bu yana aylık iflas başvuru oranları çoğunlukla çift haneli artış gösterdi.

İflas başvuruları, mahkemelerin ilk kararlarından sonra istatistiklere yansıdığı için başvuru tarihleri genellikle üç ay öncesine dayanıyor. Buna rağmen, iflas eden şirketlerin sayısı finansal kriz sonrası görülen en yüksek seviyeye ulaştı.

Destatis’e göre, 2024'ün ilk sekiz ayında 14 bin 403 şirket iflas başvurusunda bulundu. Bu, 2023'ün aynı dönemine kıyasla yaklaşık yüzde 23’lük artışı temsil ediyor. Alacaklıların talepleri toplamda 2,4 milyar Euro olarak kaydedildi. Bu rakam bir önceki yılın aynı döneminde 1,8 milyar Euro olmuştu.

 

Volkswagen uzun süren baskının ardından Şincan Uygur Özerk Bölgesi'ndeki fabrikalarını satıyor

20 bin şirketin iflas edeceği öngörülüyor

2024 yılında 20 binden fazla şirketin iflas edeceği tahmin ediliyor. Almanya'da son dönemde ekonomik zorluklar nedeniyle iflas eden şirketler arasında Münih merkezli Avrupa'nın üçüncü büyük tur operatörü FTI, ülkenin önde gelen büyük mağaza zinciri Galeria, moda sektörünün tanınmış markalarından Esprit ve Avrupa'nın en büyük kereste fabrikalarından biri olan Ziegler Holding bulunuyor.

En çok iflas, ulaşım ve depolama sektörlerinde kayda geçerken, bunları taşeron şirketlerin faal olduğu çeşitli hizmet branşlarının takip ettiği bildirildi. En az iflas bildiriminin ise enerji tedariki branşından geldiği kaydedildi.

Uzmanlar, olumsuz konjonktürel rüzgarlar ve yapısal değişiklikler gibi nedenlerle büyümede zorluk çeken Alman ekonomisinde, tüketici davranışlarındaki değişime ayak uyduramayan ya da yeni teknolojilere adapte olamayan şirketlerin pazar paylarını kaybederek iflas riskini arttırdığını ifade ediyor.

Gayrimenkul milyarderi Benko, yatırımcıları milyarlarca Euro zarara uğrattı

Bu arada İtalyan yetkililer, geçen yıl sonunda iflas eden emlak ve perakende imparatorluğu Signa Grubu'nun kurucusu Avusturyalı iş insanı René Benko hakkında tutuklama emri çıkardı.

Trento Savcılığı, Trentino ve Güney Tirol bölgelerinde emlak spekülasyonlarıyla ilgili yürütülen soruşturma kapsamında bu kararı aldı.

Soruşturma, Benko'nun kamu yöneticilerinin seçim kampanyalarını finanse ederek gayrimenkul projeleri için imtiyazlar ve kolaylıklar elde ettiğini iddia ediyor.

Bu kapsamda, Riva del Garda Belediye Başkanı Cristina Santi ve Bozenli iş insanı Heinz Peter Hager de dahil olmak üzere sekiz kişi ev hapsine alındı.

İtalyan yetkililer, Benko dışında toplamda 77 kişi hakkında soruşturma yürütüyor. Suçlamalar arasında suç örgütü kurma, yolsuzluk, ihale yolsuzluğu, siyasi partilere yasa dışı finansman sağlama ve dolandırıcılık bulunuyor.

Avusturya medyasına göre, İtalya‘nın tutuklama emri Avusturya'da uygulanmayacak. Avusturya’da yaşayan Benko'nun avukatı Norbert Wess, müvekkilinin ulusal ve uluslararası yetkililerle tam işbirliği yapmaya devam edeceğini ve tüm iddiaların asılsız olduğunu kanıtlayacağına inandığını belirtti.

René Benko, iş dünyasındaki hızlı yükselişinin ardından Signa Holding'i kurarak dünyanın en büyük özel gayrimenkul şirketlerinden birini oluşturdu. Ancak şirketin iflası Avusturya ve Almanya'da bankalar ve sigorta şirketleri de dahil olmak üzere birçok yatırımcıyı milyarlarca Euro zarara uğrattı. Signa Holding, iflas başvurusunda bulunduğunda yaklaşık 14 milyar Euro borç altındaydı.

 

Nina Rieke

Almanya’da Suriyeli mülteci dalgası endişesi

Suriye'deki iç savaşın yeniden alevlenmesiyle yeni bir mülteci dalgasının yaşanabileceği endişesi taşıyan Almanya, özellikle Türkiye üzerinden gelebilecek göç akınlarına karşı önlem alma arayışına girdi.

Şubat ayında yapılacak erken genel seçimde birinci olmasına kesin gözüyle bakılan Hristiyan Birlik CDU/CSU’nun dış politika sözcüsü Jürgen Hardt, yaptığı açıklamada, "Özellikle içinde cihatçıların da bulunduğu karmaşık muhalefetin bölgede nasıl davranacağı belirsiz olduğu için Suriye’den Avrupa ülkelerine bir kaçış potansiyeli" olduğunu belirtti.

Hardt, tüm olası kaçış ve göç güzergahların Suriye'nin kuzeyinden Türkiye'ye doğru ilerlediğini belirterek, Türkiye'nin merkezi rolüne dikkat çekti.

Dış politika sözcüsü, "Yeni Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, Türkiye ile hızlı bir şekilde yeni bir göç anlaşması yapmalıdır" şeklinde çağrıda bulundu ve Alman hükümetinin yaşanan seçim kaosu nedeniyle bu süreçte çok az etkili olacağına inandığını belirtti.

CDU/CSU Suriyeli mülteciler için Türkiye’yi işaret etti

CDU/CSU‘nun iç politika sözcüsü Alexander Throm ise Suriye'den gelebilecek mültecilerin Almanya'ya alınmasına karşı çıktı. Throm, "Kuzey Suriye'de cihatçı grupların ilerlemesi nedeniyle kaçış hareketleri olursa, bu durum ülke içindeki güvenli bölgelerde veya komşu ülkelerde gerçekleşmelidir" dedi.

Throm, "Uluslararası mülteci hukuku, öncelikle komşu ülkelerin sığınak ülkeleri olarak sorumluluk taşıdığını temel bir ilke olarak görüyor. Güvenliğe kısa yol ve vatanlarına kısa dönüş ilkesi geçerli olmalıdır" diye konuştu.

Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinin öncelikle Ukrayna'dan gelen mültecilerden sorumlu olduğunu belirten siyasetçi, "AB ile karşılaştırıldığında Almanya, en fazla Ukraynalı mülteciyi kabul eden ülke" ifadesini kullandı.

Throm, "Bu grubun dışında, birliğin talep ettiği gibi daha önce güvenli ülkelerde sığınma başvurusunda bulunabilecek kişilerin sınırda geri gönderilmesi gerekiyor" şeklinde konuştu.

 

Erdoğan: “Suriye’de son yaşananlar Türkiye’nin haklılığını teyit ve tescil etmiştir”

SPD: "Suriye’deki uzlaşma süreci göç dalgasını önler, bu Türkiye’nin de yararına olur"

Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) uluslararası politikalar sözcüsü Nils Schmid de Suriye'deki İslamcı grupların ilerleyişi bağlamında, ülkede bir siyasi müzakere süreci çağrısında bulundu.

Schmid, uzlaşma sürecinin "Suriye'nin tüm bölgelerini kapsaması, farklı grupların uzlaşmasını teşvik etmesi ve bunların siyasi katılımını bir anayasa reformuyla güvence altına almasının önemli" olduğunu söyledi. Bir uzlaşma için ilk adım olarak Schmid, Suriye'nin Cumhurbaşkanı Beşar Esat'dan siyasi tutukluların serbest bırakılmasını talep etti.

Schmid ayrıca "Bir uzlaşma süreci, yeni bir göç dalgasının önlenmesine de yardımcı olabilir" dedi ve bunun Türkiye'nin de çıkarına olacağını vurguladı.

FDP Meclis Grubu'nun dış politika sözcüsü Ulrich Lechte de öncelikle komşu ülkelerin olası mültecilerden sorumlu olduğunu düşündüğünü belirtti.

"Bu ülkelerden Türkiye 3 milyon, Lübnan 1,5 milyon ve Ürdün 1,3 milyon mülteci alarak ülke dışına kaçan Suriyelilerin üçte ikisini zaten kabul etti" diyen Lechte, yeni bir dalga öncesi ek destek ve uluslararası yardım çağrısında bulundu.

"2015 yılında Avrupa'ya mülteci akını, UNHCR gibi yardım kuruluşlarının fonlarının tükenmesi nedeniyle başlamıştı" görüşünü savunan Lechte, "Umarım Başbakan Olaf Scholz, seçim kampanyasına rağmen, gerekli adımları atmak ve yardım sağlamak için biraz sağduyuya sahiptir" diye konuştu.

Yeşiller Meclis Grubu'nun iç politika sözcüsü Lamya Kaddor ise Suriye'deki son tırmanışın yeni bir mülteci dalgası yaratacağını söyledi.

Mültecilerle ilgili olarak zaten gergin olan Alman belediyelerindeki durumun daha da kötüleştirebileceği öngörüsünde bulunan Yeşiller Partili politikacı, "İnsanlar başlangıçta Suriye içindeki çevre bölgelere kaçacaklar. Ancak uzun vadede, süregelen umutsuzluk ve şiddetli çatışmalar birçok insanı ülkeden Almanya’ya doğru kaçmaya zorlayabilir. Bu gelişme, zaten şu anda bile sınırlarının kapasitesinde çalışan Alman belediyelerini daha büyük zorluklarla karşı karşıya bırakabilir" görüşünü dile getirdi.

 

Suriye muhalefet lideri: “Amaç Esat’ı siyasi çözüme zorlamak; Türkiye operasyonun parçası değil”

Almanya, Suriyeli sığınmacıları geri göndermeyi tartışıyordu

Suriye’deki gelişmeler ve yeni bir göçmen dalgası endişesi, Almanya’da seçim öncesi gündemi belirleyecek konulardan biri olacak gibi görünüyor.

Başbakan Olaf Scholz, Mayıs sonunda Mannheim'de biri polis üç kişinin ölümüne yol açan ve Suriyeli bir sığınmacı tarafından yapılan bıçaklı saldırı sonrasında Suriyeli suç işleyen göçmenlerin sınır dışı edilmesinde daha ciddi kararlılık sergilemek istediklerini duyurmuştu.

Bu açıklamadan kısa bir süre sonra, Münster Yüksek İdare Mahkemesi 16 Temmuz 2024 tarihinde aldığı bir kararda, Suriye'deki bazı bölgelerin artık güvenli olduğuna ve sivillerin ciddi bir hayati tehlike altında olmadığına dikkat çekerek, Almanya'da Suriyelilere genel bir koruma hakkı bulunmadığına hükmetti. Mahkeme, kararında, "Suriye’de insanların yaşamları artık genel olarak tehdit altında değil. Sivillerin saldırılarda ölmeleri beklenmiyor ve güvenli bölgelerin yeterli olduğuna ilişkin yeterli deliller var" dedi.

Bu karar, Almanya'da Suriyeliler için sınır dışı uygulamaları ve bazı durumlarda koruma statüsü taleplerinin reddedilmesi için dönüm noktası olarak yorumlandı. Hükümetteki sosyal demokrat SPD, bu karar sonrasında sınır dışı işlemlerinin hızlandırılacağını duyurdu.

Suriyeli göçmenler, Alman kamuoyunda en çok tartışılan konulardan biri. Özellikle Almanya için Alternatif (AfD) Partisi, Suriyeli göçmenler konusunu sıkça kullanarak göçmen karşıtı söylemler geliştiriyor ve bu göçmenlerin Almanya'nın sosyal ve ekonomik yapısına zarar verdiğini iddia ederek, sınır dışı edilme politikalarını savunuyor.

AfD’nin oy oranını sürekli olarak artırması sonucunda ise son aylarda diğer partiler de benzer söylemlerle göçmenlerin geri gönderilmesini ve Suriye'de güvenli bölgelerin oluşturulmasını savunan açıklamalara imza attılar. Böylece ülkede siyasi atmosfer sığınmacılara ve göçmenlere karşı daha sertleşti.

Federal İstatistik Dairesi'nin son verilerine göre Almanya'da, çoğunluğu 2015 sonrasında gelen yaklaşık 1,2 milyon Suriyeli yaşıyor. Türkiye ile Mülteci Mutabakatı gibi alınan önlemlere rağmen Suriyeliler Almanya'ya gelmeye devam ediyor. 2024 yılının ilk yarısında iltica başvurusunda bulunan Suriyeli sayısı 37 bin 633 olarak kayıtlara geçti.

 

Nina Rieke

Almanya'da Başbakanlık adayları netleşti

Almanya 23 Şubat 2025 tarihinde yapılacak erken genel seçimlere odaklanmış durumda. Bu seçimler, yalnızca ülkenin iç siyasi dengelerini değil, aynı zamanda Avrupa'nın ekonomik, sosyal ve diplomatik yönelimlerini de etkileyecek bir dönemeç olarak görülüyor.

Uzun süredir Avrupa Birliği'nin lokomotif ülkelerinden biri olan Almanya, enerji geçişi, iklim değişikliğiyle mücadele, göç politikaları ve uluslararası diplomasi gibi küresel meselelerde liderlik rolü üstleniyor.

Bu bağlamda, yeni seçilecek başbakanın ve hükümetin bu politikaları hangi yönde geliştireceği ya da değiştireceği büyük bir merak konusu.

Seçime katılan partiler ve adaylar, ülkenin ekonomik istikrarından sosyal uyuma, Avrupa Birliği içindeki liderlik rolünden uluslararası ilişkilerdeki pozisyonuna kadar pek çok konuda farklı görüşler ortaya koyuyor.

Özellikle Hristiyan Demokrat Birlik (CDU/CSU), Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller Partisi ve Almanya için Alternatif (AfD) gibi öne çıkan partiler ve adayları arasındaki yarış, siyasi atmosferi giderek daha hararetli hale getiriyor.

Başbakanlık koltuğu için mücadele eden adaylar arasında, mevcut Başbakan Olaf Scholz (SPD), muhafazakar Hristiyan Birlik (CDU) lideri Friedrich Merz, Yeşiller'in adayı Robert Habeck ve göçmen karşıtı AfD'nin eş başkanı Alice Weidel yer alıyor.

Başbakanlık için dört aday yarışacak

Önümüzdeki seçimler yalnızca Almanya için değil, Türkiye ile olan ilişkiler açısından da kritik önemde.

İLGILI HABERLER

Almanya’da erken seçim tarihi belli oldu: 23 Şubat

Almanya’daki Türk diasporasının yanısıra mülteci politikaları, ekonomik işbirlikleri ve NATO içindeki stratejik ilişkiler, adayların ve partilerin politikalarında önemli yer tutuyor.

Seçimin ardından Almanya’nın, Türkiye ile ilişkilerde nasıl bir yol izleyeceği hem iki ülkenin halkları hem de küresel siyaset için belirleyici olacak.

Başbakan adayı çıkaracaklarını ilan eden diğer 3 parti adaylarını kavgasız-çatışmasız açıklarken, sosyal demokrat SPD aday seçimi konusunda sancılı bir dönemden geçti ve son olarak adayını açıkladı. SPD, erken seçimlerde Olaf Scholz’u yeniden başbakan adayı olarak belirledi.

Scholz daha önceden, kamuoyunda partisinin düşen oy oranlarına ve kendisine duyulan güvenin azalmasına rağmen, seçimde yeniden başbakan adayı olacağını ilan etti.

Ancak, parti tabanından Scholz’un yerine Federal Savunma Bakanı ve Almanya’da halkın en sevdiği politikacı olarak görülen Boris Pistorius’un aday gösterilmesi için baskılar arttı.

Yapılan anketlerde halkın büyük çoğunluğunun Olaf Scholz'un yeniden aday olmasını istemediği ortaya çıktı. Alman kamu yayıncısı ZDF'nin anketine katılanların yüzde 74'ü, Scholz'un yeniden SPD'nin başbakan adayı olmasını istemediğini belirtti.

Buna rağmen, SPD yönetimi Scholz’un adaylığında ısrarcı oldu. Pistorius ise geride kalan hafta sonunda, partisine zarar vermemek adına aday olmayacağını duyurarak tartışmalara son verdi.

Olaf Scholz (SPD)

Olaf Scholz başbakan olarak görevde bulunduğu 3 yıllık sürede, Türkiye ile ilişkilerde dengeli bir yaklaşım benimsedi. Görev süresi boyunca, ekonomik işbirliğinin yanısıra, mülteci krizi ve bölgesel güvenlik konularında Türkiye ile diyalog ve işbirliğini sürdürdü. Scholz ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki ilişkiler, karşılıklı ziyaretler ve diplomatik temaslarla şekillendi.

İki lider, ikili ilişkileri güçlendirmek ve uluslararası meselelerde işbirliğini artırmak amacıyla 17 Kasım 2023’de Berlin’de, son olarak da 19 Ekim 2024‘de İstanbul’da bir araya geldi.

Scholz’un döneminde, Almanya'nın Türkiye'ye yönelik silah ihracatında artış yaşandı ve 2024 yılında 103 milyon Euro değerinde 69 ihracat izni verildi.

Her iki liderin, özellikle Ortadoğu'daki çatışmalar konusunda farklı yaklaşımlar sergilemeleri dikkat çekti. Scholz, İsrail'in kendini savunma hakkını vurgularken, Erdoğan İsrail'e yönelik sert eleştirilerde bulundu.

Olaf Scholz, 14 Haziran 1958'de Osnabrück'te doğdu. Hukuk eğitimi aldı ve iş hukuku alanında avukat olarak çalıştı. 1985-1988 yılları arasında SPD Gençlik Kolu (Jusos) Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yaptı.

2001-2011 yılları arasında Hamburg Eyaleti'nde çeşitli pozisyonlarda bulundu; 2011-2018 yılları arasında Hamburg Belediye Başkanı olarak hizmet verdi. 2018-2021 yılları arasında Federal Maliye Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptı. 2021 yılında Almanya Başbakanı olarak seçildi.

Friedrich Merz (CDU)

Ana muhalefetin büyük kanadı CDU, daha geçen Eylül ayında parti liderin Friedrich Merz‘in, normal şartlarda gelecek yıl Eylül‘de yapılması planlanan genel seçimlerde başbakan adayı olacağını duyurdu.

Merz, eski Başbakan Angela Merkel’i ve şimdiki Başbakan Olaf Scholz‘u sığınmacılar politikalarında en sert eleştiren siyasetçilerden biri olarak tanınıyor.

Düzensiz göçün engellenmesi, gelen göçmenlerin sayısının kontrol altında tutulması ve yasadışı göçle mücadele için Almanya’nın sınırlarının daha iyi korunması gerektiğini savunan CDU adayı, Müslüman göçmenlerin entegrasyonu konusunda daha sıkı önlemler alınmasını da talep ediyor.

Özellikle "siyasi İslam" ve radikal İslamcı gruplar hakkında endişelerini sıklıkla dile getiren Merz, Türkiye'nin AB'ye tam üyelik perspektifinin bulunmadığı görüşünde.

Konuyla ilgili değişik açıklamalarında, Türkiye ile ilişkiler konusunda İngiltere ile yapılan ticaret anlaşmasının belli ölçüde örnek alınabileceğini savunan Merz, sığınmacılara evsahipliği yaptığı için Türkiye’ye daha çok mali yardım yapılmasından yana bir tutum benimsemişti.

Merz aynı zamanda, Türkiye'nin NATO üyeliğini ve stratejik önemini vurgulayarak, iki ülke arasındaki ekonomik ve güvenlik işbirliğinin sürdürülmesi gerektiğini savunuyor.

Friedrich Merz, 11 Kasım 1955'te Brilon'da doğdu. Hukuk eğitimi aldıktan sonra yargıç ve avukat olarak çalıştı. 1989-1994 yılları arasında Avrupa Parlamentosu'nda, 1994-2009 yılları arasında ise Alman Federal Meclisi'nde milletvekili olarak görev yaptı.

2000-2002 yılları arasında CDU/CSU Meclis Grubu Başkanlığı yaptı. 2009 yılında aktif siyasetten çekilerek özel sektörde çeşitli üst düzey pozisyonlarda bulundu. 2022 yılında CDU Genel Başkanı seçildi ve aynı yıl CDU/CSU Meclis Grubu Başkanı oldu.

Robert Habeck (Yeşiller)

Yeşiller Partisi, 23 Şubat 2025'te düzenlenecek erken genel seçimde, başbakan adayı olarak Ekonomi Bakanı Robert Habeck'i belirledi.

Habeck, Wiesbaden kentindeki parti kongresinde delegelerin yüzde 96'sının oyunu alarak aday oldu. Habeck sosyal adalet, iklimin korunması, enerji güvenliğini seçim kampanyasına taşımak istediğini ifade etti.

Robert Habeck'in Almanya'daki popülaritesi son dönemde dalgalanmalar yaşadı. 2022 yılında Yeşiller Partisi'nin önde gelen isimlerinden biri olarak, Ekonomi ve İklim Koruma Bakanı olarak görev yaparken, kamuoyunda yüksek bir beğeni oranına sahip olan Habeck, son 2 yılda ülkenin en eleştirilen siyastçilerinden biri oldu.

Bunun nedenleri arasında, enerji politikaları ve ekonomi yönetimine yönelik eleştiriler, ayrıca bakanlıkta yakın akrabaların işe alınmasıyla ilgili bazı skandalların etkisi yer aldı.

Robert Habeck, partisinin genel çizgisine bağlı kalarak, Türkiye ile ekonomik ve enerji alanlarında işbirliğini desteklerken, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bazı politikalarını ve açıklamalarını eleştirdi, insan hakları ve demokrasi konularında iyileştirmeler yapılması gerektiğini savundu.

Ekonomi Bakanı sıfatıyla Türkiye ile ilişkilerde ekonomik işbirliği ve enerji alanlarında ortak projelere odaklanan Habeck, Ekim 2023'te Türkiye'ye gerçekleştirdiği ziyarette, iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin güçlendirilmesi amacıyla temaslarda bulundu.

Robert Habeck, 2 Eylül 1969'da Lübeck'te doğdu. Felsefe ve edebiyat eğitimi aldı; 2000 yılında edebiyat doktorasını tamamladı. Eşiyle birlikte çocuk kitapları ve romanlar yazdı.

Habeck, 2009-2012 yılları arasında Schleswig-Holstein Eyalet Meclisi'nde milletvekili olarak görev yaptı. 2012-2018 yılları arasında Schleswig-Holstein Çevre, Tarım ve Enerji Bakanı olarak hizmet verdi. 2018-2022 yılları arasında Yeşiller Partisi Eş Başkanı olarak görev yaptı. 2021 yılında Federal Ekonomi ve İklim Koruma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak atandı.

Alice Weidel (AfD)

Almanya için Alternatif (AfD) partisinin eş genel başkanları Tino Chrupalla ve Alice Weidel, erken seçim kararı alınmasıyla, Weidel'in başbakan adayı olması konusunda anlaşmaya vardılar.

Bu karar, partinin resmi organlarının onayının ardından resmiyet kazanacak. Weidel, ekonomi alanındaki uzmanlığı ve etkili iletişim becerileriyle partinin kamuoyundaki imajını güçlendirirken, özellikle, televizyon tartışmalarındaki performansları ve net söylemleriyle dikkat çekiyor.

Alice Weidel, Almanya'daki göç politikalarına ve İslam’a yönelik sert eleştirileriyle tanınıyor. AfD’nin adayı, daha sıkı sınır kontrolleri ve göçmenlere yönelik kısıtlamalar talep ederek, güvenlik endişeleri olan seçmenlerin desteğini kazanıyor.

Öte yandan, mevcut hükümetin ekonomik politikalarını eleştirerek, özellikle orta sınıfın vergi yükünün azaltılması ve küçük işletmelerin desteklenmesi gerektiğini savunarak, ekonomik kaygıları olan seçmenler arasında karşılık buluyor.

Ancak, AfD'nin son dönemdeki yükselişi ve anketlerde yüzde 20’lere varan oy oranlarına rağmen, partinin diğer siyasi partilerle koalisyon kurma olasılığı düşük görünüyor. Bu durumun Weidel'in başbakan olma şansını sınırlandırdığı yorumu yapılıyor.

Weidel, AfD'nin genel politikaları doğrultusunda, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı çıkıyor ve Almanya'nın Türkiye ile ilişkilerinde eleştirel bir tutum sergiliyor.

Ayrıca Weidel, Almanya'daki Türk diasporası ve göçmen politikaları konusunda daha katı önlemler alınmasını savunuyor. Özellikle, 2018 yılında Türk asıllı futbolcular Mesut Özil ve İlkay Gündoğan'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmelerini sert sözlerle eleştirmesiyle akıllarda kalan Weidel, bu durumu Almanya'ya sadakat eksikliği olarak nitelendirmişti.

Alice Weidel, 6 Şubat 1979'da Gütersloh'ta doğdu. Ekonomi alanında eğitim aldı ve 2011 yılında doktorasını tamamladı. Çin'de bir süre çalıştıktan sonra Almanya'ya döndü ve 2013 yılında AfD'ye katıldı.

2017 yılında AfD'nin federal seçimlerdeki eş başbakan adayı oldu ve aynı yıl Bundestag'a seçildi. 2022 yılında AfD Eş Genel Başkanı olarak seçildi.

Anketler ne diyor?

Son kamuoyu yoklamaları, Hristiyan Birlik partilerinin (CDU/CSU) oy oranının yüzde 33 ile birinci sırada bulunduğunu, dolayısıyla Friedrich Merz’in başbakanlığa en yakın isim olduğunu gösteriyor.

Aşırı sağcı popülist Almanya için Alternatif (AfD) Partisi yüzde 19 ile ikinci sırada yer alırken, SPD yüzde 15 ile üçüncü sırada bulunuyor. Yeşiller Partisi'nin oy oranı ise yüzde 11 olarak belirtiliyor.

 

Nina Rieke

Bir Alman vatandaşı Rusya'da sabotaj suçlamasıyla tutuklandı

Almanya’nın Hamburg kentinde yaşayan 57 yaşındaki Nikolai G.‘nin, Rusya'nın karadan bağlantısı olmayan, Baltık Denizi kıyısında Litvanya ve Polonya arasında yer alan toprağı Kaliningrad'a Polonya’dan giriş yaparken tutuklandığı açıklandı. Rus kaynaklar, sınırda yapılan aramada, Nikolai G.’nin aracında yarım litre sıvı patlayıcı bulunduğunu, patlayıcının bir şampuan şişesinde gizlendiğini belirtti. Rus iç istihbarat servisi FSB'nin açıklamasında, zanlının patlayıcıyı ve patlamayı gerçekleştirme talimatını Hamburg'da yaşayan bir Ukrayna vatandaşından aldığı öne sürüldü. Nikolai G.’nin "suikast hazırlığı ve patlayıcı ticareti" suçlamalarıyla tutuklandığı duyuruldu.   Sabotaj, vatana ihanet ve terör suçlamaları artıyor

Rusya'nın Şubat 2022’de Ukrayna'ya saldırısıyla başlayan savaşta sabotaj, vatana ihanet ve terörizmle ilgili tutuklamalar Rusya genelinde artmış durumda. Son yıllarda özellikle ABD vatandaşı birçok kişi, Rusya'da ağır suçlamalarla tutuklandı. Washington, Rusya'yı yurtdışında tutuklu bulunan vatandaşlarının serbest kalmasını sağlamak için Batılı ülkelerin vatandaşlarını "rehin almakla” suçluyor.

Bu son olay, Almanya ile Rusya arasındaki ilişkilerde de gerilimin artmasına neden olacak bir gelişme olarak tanımlanıyor. Almanya’nın iç güvenlik istihbarat örgütü olan Federal Anayasa Koruma Teşkilatı, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi sürerken "Rusya’nın Almanya’ya karşı casusluk faaliyetlerinin yoğunlaştığını" açıklamış, buna neden olarak Almanya’nın Rusya’ya yaptırımlar uygulamasını ve Ukrayna’yı askeri olarak desteklemesini göstermişti.

Berlin’de yapılan değerlendirmelerde, Nikolai G.‘nin tutuklanmasının, Başbakan Olaf Scholz’un geçen Cuma Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin ile Aralık 2022’den bu yana ilk kez telefon görüşmesi yapmasından sonra gerçekleşmesine dikkat çekiliyor. Scholz, görüşmede Ukrayna’daki savaşı kınayarak Putin’i savaşı sona erdirmeye ve Rus birliklerini geri çekmeye çağırdı. Scholz, ayrıca Putin’e kalıcı bir barışın sağlanması için Ukrayna ile müzakereler yapılması çağrısında bulundu. Bunun hemen ardından Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Putin’in, ülkesinin balistik füze saldırılarına uğraması halinde, buna nükleer silahla yanıt verilmesine olanak sağlayan doktrini onaylamasının kendilerini korkutamayacağını söyledi.

Almanya’dan da Rusya’ya sabotaj suçlaması

Öte yandan Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius, Baltık Denizi’nde Finlandiya ile Almanya’yı birbirine bağlayan denizaltı telekomünikasyon kablosunun kesilmesini "sabotaj" olarak tanımladı ve "Hiç kimse bu kabloların kazara kesildiğine inanmıyor. Henüz bilmesek de bunun bir sabotaj olduğunu varsaymak zorundayız" şeklinde konuştu.

Bakanın, "Avrupa güvenliğinin sadece Rusya'nın Ukrayna’ya karşı saldırganlık savaşından değil, aynı zamanda kötü niyetli aktörlerin hibrit savaşı nedeniyle de tehdit altında olduğunu" ifade etmesi, Almanya’nın sabotajla ilgili dolaylı olarak Rusya’yı suçladığı şeklinde yorumlara neden oldu.

Finlandiya merkezli telekomünikasyon şirketi Cinia tarafından yapılan resmi açıklamaya göre, Finlandiya ile Almanya arasında deniz altı iletişimini sağlayan "C-Lion1" isimli fiber optik kabloda ciddi hasar meydana geldi ve bağlantı kesildi. Yaklaşık 1173 kilometre uzunluğundaki veri kablosundaki kopukluk internet bağlantısında yavaşlamalara yol açtı.

Bu arada Çin bandıralı yük gemisi Yi Peng 3’ün de bu hasarlardan sorumlu olabileceği öne sürüldü. Alman basınında bugün çıkan haberlere göre, iddiaların merkezinde yer alan Yi Peng 3 adlı gemi, son günlerde olağandışı bir rota izlemesiyle dikkati çekti. Geminin peşine takılan iki Danimarka savaş gemisi, Çin bandıralı gemiyi durdurarak el koydu. Geminin kaptanının Rus uyruklu olduğu öğrenildi.

Bu gelişmeler üzerine Almanya Federal Polisi de harekete geçti. Soruşturmaya destek vermek amacıyla Almanya Federal Polisi'ne ait bir kıyı güvenlik gemisinin kısa süre içinde bölgeye hareket edeceği belirtildi. Konuyla ilgili iddiaları yanıtlayan bir Çin hükümet yetkilisi, Çin'in sorumluluklarını her zaman yerine getirdiğini ve Çin gemilerinden ilgili yasalara titizlikle uymalarını istediğini vurguladı. Yetkili, Çin'in su altı altyapısının korunmasına büyük önem verdiğini sözlerine ekledi.

 

Nina Rieke

Almanya’da kadına yönelik şiddet artıyor

Almanya Federal Kriminal Dairesi (BKA), ilk kez kadınlara yönelik suçlarla ilgili özel bir rapor hazırladı. Ülke genelinde son on yıl içinde elde edilen verileri derleyen rapor, aile içi şiddet, cinsel saldırılar ve psikolojik şiddet vakaların kayıtlara geçen sayısının son yıllarda önemli ölçüde yükseldiğini ortaya koyuyor.

Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser tarafından bugün tanıtılan "Kadınlara Yönelik Spesifik Cinsiyet Suçları" başlıklı rapora göre, özellikle cinsel suçlar son on yılda büyük oranda arttı, son iki yıl içinde ise iki katına çıktı.

Veriler; tecavüz, bedensel zarar, insan kaçırma suçlarından cinayete kadar varan suçların çarpıcı bir şekilde arttığını gösteriyor. Verilere göre, ev içi şiddet mağdurlarının yüzde 70'i kadın. En çarpıcı sayılardan biri, geçen 2023 yılında toplam 938 kadına yönelik eşleri, partnerleri veya eski eşleri tarafından cinayet girişimi oldu, bunlardan 360‘sı yaşamını yitirdi. Bu rakam 2022’de 133 olarak kayıtlara geçmişti.

2023’te kadın ve genç kızlara yönelik 52 bin 330 cinsel suç işlendi. Bu rakam 2022 yılında 49 bin 284 olarak kayıtlara geçmişti. 2022’ye göre bu suçlarda yüzde 6,2 artış olduğu belirlendi.

Aile içi şiddette de artış olduğu bilgisi de paylaşılan bir başka veri oldu. Raporda geçen yıl 180 bin 715 kadının aile içi şiddete uğradığı ve bu rakamın bir yıl önce 171 bin 76 olduğuna yer verildi. Kişisel özgürlüğe karşı işlenen suçlardan (insan kaçırma, reşit olmayanların kaçırılması, çocuk ticareti, özgürlükten yoksun bırakma, zorla evlendirme vb.) mağdur olan kadın sayısı 2014 yılında 105 bin 223 iken, 2023 yılında yüzde 41 artışla 148 bin 15’e çıktı. Kadın düşmanı önyargılarla işlenen siyasi kaynaklı suçlarda da yüzde 56,3'lük artış yaşandı. Bu alandaki suçlarda kaydedilen 322 vakanın yaklaşık yarısını hakaret suçu oluştururken 29 şiddet suçunun önemli bölümünü yaralama oluşturdu.

Cinsel saldırı ve tacize uğrayanların yarıdan fazlasının 18 yaşın altında olduğu vurgulanan raporda, kadınlara yönelik dijital şiddetteki artış özellikle vurgulandı. Bir önceki yıla göre yüzde 25'lik bir artışla, 2023'te 17 bin 193 kadın sosyal medya üzerinden mağdur edildi.

"Almanya açısından utanç verici bir durum"

Raporu yorumlayan Federal İçişleri Bakanı Nancy Faeser, “Biz kadına yönelik her türlü şiddete karşıyız” derken, suçluların hak ettikleri en ağır cezaya çarptırılmasını ve şiddete uğrayan kadınlara daha fazla yardım edilmesini istedi.

Rapordaki sayıları "Almanya açısından utanç verici bir durum" olarak tanımlayan Federal Kadın ve Aile Bakan Lisa Paus da, "Kadınların korunmaya ve daha iyi bilgilendirmeye ihtiyaçları var. Bu alanda önlemlerin arttırılması kaçınılmaz. Bunun için de ortak bir yasa tasarısı hazırladık. Federal Meclis’teki tüm demokratların, kadınların daha iyi korunmasını içeren bu tasarının yasalaşmasına destek vermesini bekliyorum" diye konuştu.

Kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda uzmanlar, daha fazla farkındalık yaratılması gerektiğini vurguluyor. Kadın hakları savunucuları, hükümetten acil önlemler almasını talep ediyor. Yasal düzenlemelerin güçlendirilmesi, şiddet faillerinin cezalandırılmasının sağlanması ve kadınların güvenliğini arttıracak politikaların hayata geçirilmesi gerektiği ifade ediliyor. Ayrıca, şiddet mağdurlarına yönelik destek mekanizmalarının güçlendirilmesi, bu sorunun çözümünde kritik bir öneme sahip olarak tanımlanıyor.

Almanya’da son yıllarda kadına yönelik şiddetin artışında birçok faktörün etkili olduğu ifade ediliyor. Ekonomik zorluklar, işsizlik oranlarının

yükselmesi ve sosyal izolasyon, özellikle pandemi dönemi sonrasında ev içi şiddet olaylarının artmasına neden olan başlıca etkenler arasında yer alıyor.

Uzmanlar, bu durumun kadınların ekonomik bağımsızlıklarını kaybetmeleriyle de bağlantılı olduğunu belirtiyor. Ekonomik bağımsızlık, kadınların şiddet içeren ilişkilerden çıkabilme yeteneklerini doğrudan etkiliyor.

Failler arasında göçmenlerin ve Alman olmayanların oranı artarken, Alman faillerin oranında da son on yılda artış olduğu gözlemleniyor.

 

Nine Rieke

Mustafa filmi Almanya ve Avrupa yolunda

Mustafa Kemal Atatürk’ün çocukluk yıllarını konu alan Mustafa filmi, ara tatilde çocukların ilgisini çekti ve Avrupa’da da izleyiciyle buluşmaya hazırlanıyor.

 

Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün çocukluk yıllarını konu alan animasyon filmi Mustafa, 25 Ekim'de Türkiye’de vizyona girerek izleyiciyle buluşmaya başladı. Türkiye genelinde 300’den fazla sinema salonunda gösterime giren film, üç haftadır sürdürdüğü vizyon serüveninde 300 bin izleyiciye ulaştı.

Ara tatilde çocuklar için özel bir ilgi odağı olan Mustafa, tatil süresince yoğun bir şekilde öğrenci kitleleriyle buluştu. Çocuklar bu tatilde Atatürk’ün çocukluk yıllarını konu alan bu yapımla, keyifli bir öğrenme deneyimi yaşama fırsatı buldu. Mustafa, özellikle ara tatil döneminde çocuklar arasında en çok izlenen film olarak dikkat çekti.

 

Avrupa’da yaşanan yasak girişimi

 

Tarihçi yazar Erol Mütercimler’in danışmanlığında hazırlanan ve Atatürk’ün yaşamını animasyon formatında anlatan bu ilk yapım olan Mustafa, Avrupa'daki Türk çocuklarıyla buluşmaya hazırlanıyor. Film, Türkiye’de vizyona girdiği tarihlerde Avrupa’da da gösterime girmeye hazırlanıyordu; ancak bazı kesimlerin yasaklama çabaları nedeniyle bu süreç sekteye uğramıştı.

 

Avrupa’da gösterim tarihi netleşti

Avrupa’daki bu engelleme girişimi, Türkiye’de geniş bir yankı uyandırdı ve siyasetten sanat dünyasına kadar birçok isim #MustafamaDokunma etiketiyle tepki gösterdi. Gelişen tepkiler sonucunda yapımcılar Avrupa’daki dağıtımcılarla yeniden anlaşma sağladı ve 14 Kasım 2024 tarihi için vizyon programı kesinleştirildi. Mustafa filmi, 14 Kasım itibarıyla Almanya ve Avusturya’daki sinema salonlarında izleyicisiyle buluşacak.

 

Türkiye’de gösterimler sürerken yeni filmler yolda

 

Avrupa gösterimlerinin yanı sıra Türkiye’deki gösterimlerine de devam eden Mustafa, 290’dan fazla salonda sinemaseverlerle buluşmayı sürdürüyor. Bir seri olarak planlanan bu animasyon yapımının gelecek bölümleriyle de Atatürk’ün hayatı farklı dönemlere ayrılarak aktarılacak. Kemal adlı ikinci filmde Atatürk’ün gençlik yılları, ardından yetişkinlik ve son dönemi olmak üzere üç yeni yapım daha izleyiciyle buluşacak.

 

Nina Rieke

Almanya’da erken seçim tarihi belli oldu: 23 Şubat

lmanya'da Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve muhalefetteki birlik partilerinin (CDU/CSU) iki gündür süren görüşmeler sonrasında mutabakata vardığı erken seçim tarihi, meclisteki FDP ve Yeşiller partileri tarafından da destek buldu.

Yeni seçimlerin yolunun açılması için Başbakan Olaf Scholz’un güvenoyu oylamasına gitmesi gerekiyor.

Konuyla ilgili haberlere göre Scholz, 16 Aralık’ta meclisten güvenoyu isteyecek.

Almanya’da başbakanın mecliste güvenoyu istemesi ve Federal Meclis’i feshetme konusu Anayasa'nın 68. maddesinde düzenleniyor. Buna göre başbakan güvenoyu isteme kararı aldıktan 48 saat içinde oylama yapılması şart. Bu durumda Federal Meclis’te oylama 18 Aralık’ta yapılacak.

Scholz, üçlü koalisyon hükümetindeki liberal FDP’li bakanlarla yolunu ayırmasından sonra, şu anda azınlık hükümeti olarak görev başına bulunuyor. Meclisteki aritmetiğe göre, Scholz’un güven oylamasında onay alması imkansız görünüyor. Bu oylama sonrasında, Anayasa'nın 39. maddesi devreye girecek. Bu maddede "Federal Meclis'in feshedilmesi halinde 60 gün içinde yeni bir seçim yapılır" deniliyor.

Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeier’in başbakanın önerisiyle meclisi en geç 21 gün içinde feshetmesi ve seçim tarihini duyurması gerekiyor.

Taraflar anlaştığı için Steinmeier’in 23 Şubat tarihini onaylayarak, seçim günü olarak duyurmasına kesin gözüyle bakılıyor.

Almanya'da normal şartlar altında seçim 28 Eylül 2025'te yapılacaktı.

Koalisyonun sonu, erken seçime neden oldu

Olaf Scholz’un başbakanlığındaki hükümet, koalisyon ortağı Hür Demokrat Parti (FDP) lideri ve Maliye Bakanı Christian Lindner’in görevden alınmasıyla büyük bir krize girdi.

FDP’nin diğer bakanlarının hükümetten çekilmesi, koalisyonun çoğunluğunu kaybetmesine neden oldu ve erken seçim taleplerini gündeme getirdi. Scholz önce erken seçimlerin Mart ayında yapılmasını önerdi.

Ancak muhalefet partileri, özellikle Hristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU), erken seçimlerin bir an önce yapılmasını talep etti. CDU lideri Friedrich Merz, seçimlerin Ocak ayında yapılabileceğini savunarak sürecin hızlandırılmasını istedi.

Aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) lideri Alice Weidel de "ülke için gereken yeni başlangıcın mümkün kılınması için" Scholz'dan derhal güven oylamasına gitmesini talep etti.                           

Anketlerde yükselen parti: AfD

Bu arada Berlin’de yaşanan siyasi krizle ilgili yapılan son kamuoyu araştırmasına göre, gelişmelerden en karlı çıkan taraf ırkçı Almanya için Alternatif Partisi (AfD) oldu.

Ülkenin en çok satan gazetesi Bild tarafından yaptırılan ankete göre, Scholz’un partisi Sosyal Demokratlar (SPD) yüzde 15,5’lik oy oranı ile geçen haftaya göre değişiklik göstermedi.

Birlik Partileri (CDU/CSU) yüzde 32,5 ile yüzde 0,5’lik puan artışı kaydetti. Yeşiller 1 puan kazanarak yüzde 11,5’e ulaştı. En büyük ilerleme yaşayan ise AfD oldu.

AfD, Ekim ayında yapılan anketlere kıyasla 1,5 puan artışla yüzde 19,5 seviyesine yükseldi. Bu, partinin son dönemdeki en yüksek oy oranlarından biri olarak dikkat çekiyor.

Koalisyonunun sona ermesinden sonra FDP’nin oy oranı yükseliş trendine girdi. Bu, liberallerin kıl payı da olsa yüzde 5’le yeniden Federal Meclis’e girme şansına sahip olabileceği anlamına geliyor.

Nine Rieke

 

Berlin Film Festivali, Elon Musk'ın X'inden ayrılma kararı aldı

Dünyanın en prestijli film festivallerinden biri olan Berlin Uluslararası Film Festivali, Elon Musk'ın sosyal medya platformu X'ten ayrıldığını açıkladı.

 

Berlinale olarak da bilinen Berlin Film Festivali, sosyal medya platformunda geçirdiği 15 yılın ardından 31 Aralık'ta X'ten ayrılacağını duyurdu.

 

Şu anda 133.000'ü aşkın takipçisi bulunan festival, 13-24 Şubat 2025 tarihleri arasında gerçekleştirilecek 75'inci edisyonu için artık resmi bir X varlığına sahip olmayacak.

 

 

Açıklamada, "Berlinale, 31 Aralık 2024 tarihinde X’e veda etmeye karar verdi. Bunca yıldır bizi burada takip ettiğiniz için teşekkür ederiz. Berlinale ile ilgili her şeyle Instagram, Facebook, LinkedIn, YouTube ve web sitemiz üzerinden bağlantıda kalın. Orada görüşmek üzere! #Berlinale" denildi.

Festival, X'ten ayrılma kararıyla ilgili daha fazla açıklama yapmadı, ancak Elon Musk'ın 2022'de Twitter'ı satın almasının ardından platformda dezenformasyon ve küfürlü içerikteki artış göz önüne alındığında, bu hareket, ilerici bir Avrupa kültür kurumu olan Berlinale için anlamlı bir adım gibi görünüyor.

Nina Rieke

 

Almanya-Türkiye Ortak Geliştirme Fonu: Yılın desteklenecek filmleri açıklandı

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından, İstanbul Film Festivali kapsamında gerçekleşen Köprüde Buluşmalar, Medienboard Berlin-Brandenburg ve Hamburg Schleswig-Holstein Film Fonu işbirliğiyle oluşturulan ve finanse edilen Almanya-Türkiye Ortak Yapım Geliştirme Fonu’nun 2024 yılı sonuçları açıklandı.

Köprüde Buluşmalar, Medienboard Berlin-Brandenburg ve Hamburg Schleswig-Holstein Film Fonu işbirliğiyle 2011 yılında hayata geçirilen Almanya-Türkiye Ortak Yapım Geliştirme Fonu, Almanya ve Türkiye ortak yapımı ve çekimlerine henüz başlanmamış uzun metraj filmleri desteklemeyi amaçlıyor. Bu yıl 14. kez düzenlenen fona, iki ülke arasında uzun metraj ortak yapım projeleri başvurdu. Yapılan değerlendirme sonucunda, 2024 yılında 7 projenin desteklenmesine karar verildi.

Destekleneceği açıklanan projeler:

  1. Bu Güzelliğin Bir Parçası, Yönetmen: Burak Çevik, Ortak yapımcılar: Fol Films, Schiwago Film GmbH
  2. Gerçek Bir Kadın, Yönetmen: Eylem Kaftan, Ortak yapımcılar: Kolor Productions, Zischlermann Filmproduktion GmbH
  3. İlahi Zehir, Yönetmen: Nehir Tuna, Ortak yapımcılar: Tuna Film, Red Balloon Film GmbH
  4. İskeletin Türküsü, Yönetmen: Murat Uğurlu, Ortak yapımcılar: Rubikon Film, Klinker Film
  5.   Mutlu Bir YuvaYönetmen: Nazlı Elif Durlu, Ortak yapımcılar: Istos film, Achtung Panda! GmbH
  6. Onu Ellerinden Tanıdım, Yönetmen: Ömer Çapoğlu, Ortak yapımcılar: Liman Film, JYOTI Film GmbH
  7. Ölüleri Yakma Cemiyeti, Yönetmen: Mahmut Fazıl Coşkun, Ortak yapımcılar: MFC Film, Studio Zentral GmbH

Nina Rieke

Almanya’da siyasi deprem: Üçlü koalisyon sona erdi

Almanya’da bir dönem sona erdi. Başbakan Olaf Scholz’un, koalisyon ortağı Hür Demokrat Parti FDP lideri ve Maliye Bakanı Christian Lindner'i görevden almasıyla birlikte, SPD, Yeşiller ve FDP'den oluşan üçlü koalisyon sonlandı.

Başbakan Scholz’e yakın kaynaklardan, başbakanın Ocak ayında Federal Meclis’ten güven oyu isteyeceği, çoğunluğu bulamaması durumunda ise Mart ayında erken seçime gidileceği öğrenildi.

Son haftalarda koalisyon ortakları arasında yaşanan kriz ve ciddi anlaşmazlıklar, son 48 saatte Christian Lindner'in ekonomide dönüşümü hedefleyen "Temel Ekonomi Belgesi" ile koalisyonun sonunu getirdi. Bu belgede bürokrasinin azaltılması, yenilenebilir enerji sübvansiyonlarının düşürülmesi ve emeklilerin çalışmaya teşviki gibi öneriler yer alırken, Başbakan Scholz, FDP’nin önerilerinin kabul edilemeyeceğini ve şantaj olarak gördüğünü belirterek, Lindner'i görevden aldı. Bu gelişmeyle birlikte FDP'nin hükümetten ayrılması netlik kazandı.

Scholz Lindner’i görevden alma hamlesiyle FDP’den önce davrandı. FDP’nin, Berlin’de bu akşam Başbakanlık’ta gerçekleşen Koalisyon Komisyonu'nu terk etmeyi, yarın ise SPD ve Yeşiller ile olan koalisyon sözleşmesini feshetmeyi ve bakanlarını geri çekmeyi planladığı öğrenildi. Scholz’un ise Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeier’le konuşarak, koalisyon hükümetini sonlandırmayı hedeflediğini söylediği, ardından Lindner’i görevinden alarak, FDP ile ortaklığı bitirdiği anlaşıldı. Akşam saatlerinde basın toplantısı düzenleyen Scholz, FDP ile uzlaşmak için son ana kadar çalıştığını, ancak bunun başarısız olması üzerine Maliye Bakanı Lindner’i görevden aldığını duyurdu. Alman ekonomisinin zor bir dönemden geçtiğini söyleyen Scholz, FDP’nin tavrının hükümetin işleyişini ve ekonomik kalkınmayı olumsuz etkilediğini belirterek, "Almanya'nın istikrarlı bir yönetime ihtiyacı var. Lindner, bunu boykot etti. Bu nedenle, hükümetin etkin çalışmasını sağlamak adına gerekli adımları attım" dedi.

"Lindner’e olan güvenimi kaybetttim" diyen Scholz, "Koalisyonda daha fazla işbirliği için güven temeli yok" şeklinde konuştu. Scholz, ABD’de Donald Trump’ın seçilmesine atıfta bulunarak, "Bu dönemde Almanya’da hükümetin uyum içinde çalışması hayati önem taşıyor" ifadesini kullandı.

Erken seçim Mart ayında

SPD ve Yeşiller’den oluşan mevcut koalisyon, FDP’nin hükümetten ayrılmasıyla azınlık durumuna düşmüş durumda.

Ülkede siyasi kriz yaratan bu gelişme, Almanya’yı önümüzdeki dönemde nasıl bir sürecin beklediği sorusunu gündeme getirdi. Bundan sonra ne olacağı konusunda ise çeşitli senaryolar konuşuluyor.

Başbakan Scholz, Lindner’in ve partisi FDP’nin hükümetten ayrılması sonrasında, bu yıl sonuna kadar azınlık hükümeti olarak görev başında kalacaklarını ve Almanya’yı ilgilendiren temel konularda ana muhalefet Birlik Partileri CDU/CSU’nun desteğini isteyeceğini duyurdu.Olaf Scholz, 15 Ocak 2025 tarihinde Federal Meclis'te güvenoyu talep edeceğini açıkladı. Scholz eğer güvenoyu alamazsa, Almanya Anayasası'nın 68. maddesi uyarınca Cumhurbaşkanı, Meclis'i feshederek 60 gün içinde erken seçim kararı alacak. Bu durumda, erken seçimlerin en geç 16 Mart 2025 tarihine kadar yapılması gerekecek.

Koalisyon neden dağıldı?

Koalisyon hükümetindeki ortaklar, özellikle iklim politikaları, sosyal harcamalar, enerji dönüşümü ve dijitalleşme gibi temel konularda uzun süredir fikir ayrılığı içindeydi. Son dönemde iç ve dış politikada yaşanan anlaşmazlıklarla daha da sarsılan koalisyon hükümeti, en küçük ortak liberal FDP'nin koalisyon ortaklarından farklı bir çizgi izlemesiyle derinleşti.

FDP lideri Christian Lindner'in, hükümetin ekonomik politikalarına olan itirazları ve Yeşiller'in enerji konusundaki katı tavrı, hükümeti ciddi anlamda köşeye sıkıştırdı.

Hükümet içindeki en büyük anlaşmazlık alanlarından biri ekonomi politikaları oldu. FDP, vergi ve kamu harcamaları konusunda daha muhafazakâr bir yaklaşımı savunurken, Yeşiller ise sosyal ve çevresel harcamalara daha fazla kaynak ayrılmasını talep etti. FDP, ek borçlanmaya karşı çıkarken, Yeşiller yeni yatırımcılara devlet desteği sağlamayı hedefleyen bir fon önerdi. Ancak FDP, borçlanmanın önüne geçilmesi gerektiğini savunarak bu öneriyi geri çevirdi.

Savunma harcamaları ve Almanya'nın NATO'ya olan taahhütleri de hükümet ortakları arasında görüş ayrılığına yol açan bir diğer konu oldu. Başbakan Olaf Scholz’un partisi SPD ise bu çatışmalarda arabuluculuk rolünü üstlenmeye çalıştı, ancak anlaşmazlıkların büyümesi ve üç parti arasında uyumlu çalışma kültürünün sağlanamaması, koalisyonun sonunu getirdi.

Erken seçimde AfD‘nin güçlenmesi bekleniyor

Koalisyon partnerleri arasındaki sürtüşmeler, Almanya halkının hükümette yer alan partilere olan güvenini zayıflattı.

Bu yıl yapılan eyalet seçimlerde, koalisyondaki partiler kısmen hezimet boyutunda oy kaybına uğrarken, yapılan kamuoyu yoklamaları, koalisyon ortaklarının Almanya çapında da büyük oranda oy düşüşü yaşadıklarını gösteriyor. FDP’nin yüzde 5 seçim barajını aşma ihtimali çok az gözükürken, muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birlik (CDU/CSU) yaklaşık yüzde otuz iki oy alarak en güçlü parti konumunda.

Aşırı sağ Almanya için Alternatif Partisi (AfD), yaklaşık yüzde on sekiz oy ile ikinci sıraya yükselmiş durumda ve bu partinin ciddi bir çıkışta olduğunu gösteriyor. Sosyal Demokrat Parti (SPD) ise üçüncü sırada yer alarak yüzde 16 oy alabilecek bir durumda. Yeşiller Partisi’nin oy oranı ise yaklaşık yüzde on seviyesinde.

 

Nine Rieke

ABD başkanlık seçimleri Almanya-ABD ilişkilerini nasıl etkileyecek?

ABD yarın başkanını seçmeye hazırlanırken, Almanya’da kamuoyu bu önemli seçimin transatlantik ilişkilerde nasıl bir etki yaratabileceğini sorguluyor.

Almanya’nın ABD’ye bağımlı ekonomi ve güvenlik politikaları dikkate alındığında, Demokrat aday Kamala Harris ile Cumhuriyetçi Donald Trump arasındaki farkların Almanya’ya olası etkileri dikkat çekiyor.

ABD-Almanya ilişkileri, eski Başkan Trump’ın "Önce Amerika" politikaları ve şimdiki Başkan Joe Biden’ın transatlantik ortaklığı güçlendirmeye yönelik çabaları arasında gidip gelen yılların ardından bu seçimle birlikte yeniden bir yön belirleyecek.

Siyasi partiler ve Alman kamuoyunun ABD seçimlerine bakışı

Eski Başkan Donald Trump'ın yeniden aday olması ve Demokrat Parti’den Kamala Harris’in aday olarak öne çıkması, Berlin’deki parti merkezilerinde ve Alman kamuoyunda farklı tepkilere yol açtı.

Alman siyasetinde giderek ağırlığı hissedilen göçmen karşıtı Almanya için Alternatif Partisi (AfD), Trump’ın olası zaferi ile ikinci döneminde Almanya’nın da güvenlik ve göçmen politikalarında daha sert adımlar atabileceğini savunurken, sosyal demokrat SPD ve Yeşiller, Harris’in başkanlığının daha işbirlikçi bir atmosfer sağlayabileceğine inanıyor.

SPD’li Başbakan Olaf Scholz, Temmuz ayında bir açıklama yaparak, tarafını belli etmişti. Scholz, Demokrat Partili adayı "ne yaptığını çok iyi bilen, donanımlı ve tecrübeli bir siyasetçi" olarak nitelendirmiş ve seçimi kazanma şansının yüksek olduğunu belirtmişti.

ABD'nin bir "süper güç ve dünyanın en güçlü ülkesi" olduğunu dile getiren Almanya başbakanı, "Orada olan şeyler dünya üzerindeki tüm ülkeler için çok önemli, özellikle de ABD'nin Avrupa'daki en yakın müttefiki Almanya için" ifadelerini kullanmış ve bu ortaklığın "ABD'de kimin başkan olduğuna bağlı olamayacağını" da söyleyerek, Trump’ın Başkanlığı ihtimalini de açık bırakmıştı.

Muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) lideri Friedrich Merz, başkanlık seçimleri konusunda doğrudan bir aday ismi favorisi olarak belirtmedi. Ancak, verdiği bir röportajda, Donald Trump'ın yeniden seçilmesi durumunda Almanya'nın daha hazırlıklı olması gerektiğini ve Trump'ın politikalarına karşı daha stratejik bir yaklaşım benimsemesinin mantıklı olacağını ifade etti.

Berlin’deki analizciler, CDU’nun genel olarak Trump’a daha yakın olduğu görüşünde. Nitekim CDU’nun önde gelen isimlerinden Jens Spahn, Trump’ın seçilmesinin güvenlik açısından daha verimli olacağı şeklinde bir açıklama yaptı ve Trump’ın uluslararası krizlerde “öngörülebilir” bir lider olduğunu savundu.

Aşırı sağ parti AfD ise Trump’a destek veren en güçlü gruplardan biri. AfD’nin önde gelen isimleri, Trump’ın sert dış politika adımlarını ve göçmenlere karşı söylemlerini ön plana çıkarırken, Trump’ın "Önce Amerika" ve göç politikaları, AfD'nin Almanya’da benimsediği "Almanya’nın çıkarları öncelikli olmalı" ve göçmen karşıtlığına dayalı ideolojileri ile örtüşüyor.

Sosyal medyadaki yorumlarda da Trump’ın Almanya’daki aşırı sağcı kesimlerde adeta bir ikon haline geldiği görülüyor.

Yeşiller Partisi ise, başkanlık seçimlerinde Demokrat aday Kamala Harris'i desteklediğini açıkça ilan etti. Parti liderleri, Harris'in çevre politikaları ve uluslararası iş birliğine verdiği önemi vurgulayarak, onun seçilmesinin transatlantik ilişkiler ve iklim değişikliğiyle mücadele açısından olumlu olacağını belirtti.

2024 ABD Başkanlık Seçimleri öncesinde Almanya'da kamuoyunun eğilimleri ise siyasete kıyasla çok daha net bir favoriyi ortaya çıkarıyor. Son aylarda yapılan tüm anketler, Demokrat aday Kamala Harris'in Alman kamuoyunda geniş bir destek bulduğunu gösteriyor.

Temmuz 2024'te Forsa tarafından gerçekleştirilen bir ankete göre, Almanların yüzde 79'u Harris'i desteklerken, sadece yüzde 13'ü Donald Trump'ı tercih ediyor.

INSA tarafından bundan kısa bir süre önce yapılan bir başka ankette, Almanlar’ın yüzde 61'i Harris'in ABD başkanı olmasını isterken, yüzde 16'sı Trump'ı destekliyor. 

Almanlar neden Harris kazansın istiyor?

Almanlar’ın büyük çoğunluğunun Trump'ı yerine Harris’i desteklemesi, Trump’ın başkanlık dönemindeki politikalarının Almanya ve ABD ilişkileri üzerinde yarattığı olumsuz etkilerle ilişkilendiriliyor.

Trump’ın 2017-2021 arasındaki başkanlık dönemi, Almanya için hem ekonomik hem de güvenlik alanında birçok zorlukla geçti. Trump, Almanya’nın NATO bütçesine katkısının yeterli olmadığını sıklıkla vurgularken, Almanya’nın ticaret fazlasını hedef alarak gümrük vergilerini arttırtı. Özellikle Alman otomotiv sektörü ve çelik sanayi, Trump’ın ek gümrük vergilerinden büyük zarar gördü.

Trump yönetiminin, 2017’de Paris İklim Anlaşması'ndan çekilme kararı da, çevreye duyarlı Alman kamuoyunda büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Almanya, iklim değişikliğiyle mücadeleyi temel bir küresel sorun olarak görüyor; Trump'ın bu anlaşmadan çıkması, Almanya'da küresel iklim çabalarını baltalayan bir hamle olarak değerlendirildi.

Trump’ın popülist ve kutuplaştırıcı söylemleri de Almanya’da geniş bir kesim tarafından olumsuz karşılandı. Alman siyasetinde genel olarak uyum ve uzlaşma ön planda olduğundan, Trump’ın iletişim tarzı Alman halkına itici geldi.

Buna karşılık 2021'de Joe Biden'ın başkanlık koltuğuna oturmasıyla birlikte, Almanya-ABD ilişkilerinde olumlu bir dönüşüm yaşandı. Biden, transatlantik bağları güçlendirmeyi ve müttefiklerle iş birliğini artırmayı hedeflediğini vurguladı.

Temmuz 2021'de eski Başbakan Angela Merkel'in Washington ziyareti sırasında Biden, Almanya-ABD ilişkilerinin "demirden" olduğunu söyledi. Kamala Harris'in olası başkanlığının da ABD ile Almanya arasındaki ilişkileri güçlendireceğini ve küresel meselelerde daha uyumlu bir işbirliği ortamı yaratacağı eğilimi hem siyasette hem de Alman basınında ağır basıyor.

Harris'in, Joe Biden gibi Almanya ile işbirliğini önemseyen bir dış politika izlemesi beklenirken, Demokrat adayın iklim değişikliği, ticaret ve güvenlik gibi küresel meselelerde çok taraflı işbirliğini desteklemesi, Almanya'nın uluslararası sorunların çözümünde ortak hareket etme isteğiyle örtüştüğü dikkat çekiyor.

Harris'in, Trump dönemindeki korumacı ticaret politikalarının aksine, serbest ticareti ve ekonomik iş birliğini teşvik eden bir politika izlemesi beklentisi de Almanya'nın ihracata dayalı ekonomisi için olumlu bir perspektif sunuyor.

Nina Rieke

Almanya'da cinsiyet değiştirmek artık yasal

Almanya’da 1 Kasım Cuma günü yürürlüğe girecek yeni yasayla yetişkinler, mahkeme onayı olmadan isim ve cinsiyet değişikliği yapabilecek.

Almanya Federal Meclisi'nin 12 Nisan'da kabul ettiği "Kendi Kaderini Tayin Hakkı Yasası", trans bireylerin cinsiyet kimliklerini resmi olarak tanıma ve değiştirme sürecini kolaylaştıracak önemli bir adım olarak değerlendiriliyor.

Yeni yasa, ismini ya da cinsiyetini değiştirmek isteyen herkes için geçerli olacak. 18 yaşından büyük bireyler, nüfus müdürlüğüne başvurarak kayıtlarını erkek, kadın ya da Alman yasalarındaki “üçüncü cinsiyet” olarak değiştirebilecek. Kişiler ayrıca bürokratik tüm işlemlerde cinsiyetle ilgili herhangi bir kaydın bulunmamasını da talep edebilecek.

Yasanın amacı ayrımcılığını önlemek

Yasanın amaçlarından biri, cinsiyet değiştirmiş kişilere karşı ayrımcılığı önlemek. Örneğin, pozitif ayrımcılıktan yararlanmak isteyen bir kadın, kendini erkek olarak yazdırabilecek ve yasalar önünde ona erkek gibi davranılacak. Yasa gereği, cinsiyet ve isim değişimi yılda sadece bir kez yapılabilirken, bazı özel durumlarda birden fazla kez değiştirme imkânı da olacak.

Cinsiyetini ve adını değiştiren kişiye, eski adıyla hitap edenlere 10 bin Euro’ya kadar para cezası kesilebilecek. Bir iş başvurusu sürecinde kişinin eski isminin ya da cinsiyetinin araştırılması da cezai işleme neden olabilecek.

Bir erkeğin kendini kadın olarak yazdırıp spor müsabakalarına katılıp katılmayacağına ilgili spor branşlarının üst yapıları karar verecek. Tuvalet, yüzme havuzu ve sauna gibi alanlarda cinsiyet değiştirenlerin hangi bölümleri kullanabileceğine de ilgili kurum ya da tesis karar verecek.

Bu arada sığınmacılar, oturma izinleri iki ay içinde sona ermediği takdirde, kimliklerindeki cinsiyet hanesinde değişiklik yapılması için başvuruda bulunabilecek.

14-18 yaş arasındaki gençler ise ebeveynlerinin veya yasal vasilerinin onayı ile başvuru yapabilecek. 14 yaşından küçük çocuklar için başvurular ebeveyn veya vasileri tarafından yapılmak zorunda olacak.

Yasa ile birlikte, cinsiyet değişikliği başvurularında istenen doktor raporu ve mahkeme onayı zorunluluğu kaldırılırken, cinsiyet değişikliği için ameliyata gerek olmayacak.

Mevcut "Cinsiyet Değiştirme-Transseksüel Yasası"na göre, cinsiyetini değiştirmek isteyenler, en az iki psikologdan rapor getirmek ve ayrıntılı özel sorulara yanıt vermek zorundaydı.

Trump, cinsiyet değiştirilmesine karşı

Cinsiyet ve isim değişikliği olanağı Almanya’dan önce başka Avrupa ülkelerinde de uygulanmaya başlandı.

Daha önce İsviçre, İrlanda, Belçika, Portekiz ve Norveç benzer uygulamalara başlarken, 2022 yılında İspanya, 16 yaşından itibaren sadece nüfus idaresine başvuru yaparak kimliklerinde cinsiyet değişikliği yapılmasını sağlayan bir yasaya onay verdi.

İsveç Parlamentosu da 17 Nisan 2024’te insanların yasal cinsiyetlerini değiştirmelerini kolaylaştıracak bir yasayı kabul etti.

Bu yasayla yasal cinsiyeti değiştirme yaşı 18'den 16'ya inerken, yasanın Temmuz 2025’te yürürlüğe girmesi bekleniyor.

ABD'de cinsiyet değiştirmek yasal olarak mümkün. Ancak süreç eyaletten eyalete farklılık gösteriyor. Çoğu eyalette doğum belgesi ve ehliyet gibi kimlik belgelerinde cinsiyet değişikliği yapılabiliyor. Bazı eyaletler ise cinsiyet değişikliği için tıbbi veya psikolojik tedavi görüldüğüne dair sağlık yetkililerinden belge talep ediliyor.

Cumhuriyetçi Parti başkan adayı Donald Trump, seçilmesi halinde cinsiyet değiştirme kavramını "her yaşta" teşvik eden olanakları durdurmaları için federal kurumlara talimat vereceğini söylemişti. Trump, erkek ve kadın dışındaki üçüncü cinsiyeti reddediyor.

 

Nine Rieke

Avrupa kış saati uygulamasına geçiyor; Türkiye ile saat farkı artıyor

Avrupa bu haftasonunda kış saati uygulamasına geçiyor. 27 Ekim Cumartesi’yi 28 Ekim Pazar’a bağlayan gece, saatler Avrupa ülkelerinin çoğunda 03.00'te bir saat geri alınacak.

Ancak 2016 yılında kalıcı yaz saati uygulamasına geçen Türkiye’de ise bu uygulama devam edecek. 30 Mart 2025’e kadar sürecek kış saati uygulaması nedeniyle, Türkiye ile Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, İtalya, İsveç, İsviçre ve Danimarka arasındaki saat farkı 1’den 2’ye, İngiltere ile 3’e çıkacak.

Yaz-kış saati uygulaması Avrupa Birliği'nde 2001'den bu yana zorunlu. AB yasaları uyarınca, 28 AB ülkesinin vatandaşları her mart ayının son pazar günü saatleri bir saat ileri alıyor. Kışın da saatler ekim ayının son pazar günü bir saat geriye çekiliyor.

Uygulama, AB iç piyasasının daha düzenli çalışmasını ve enerji tüketimini azaltmayı amaçlıyor.

Ancak uzmanlar uygulamanın arzulanan miktarda enerji tasarrufu sağlamadığını savunuyor. Ayrıca AB'nin en büyük ticaret ortaklarından Çin ve Rusya gibi ülkeler de yaz-kış saati uygulaması kullanmıyor.

Gün ışığından daha fazla yararlanmak için yapılan düzenlemenin, teknolojinin geldiği noktanın ihtiyaçlarına cevap veremediği, uluslararası görüşmelerle, yolculukların ayarlanmasında, faturalandırmalarda olumsuz etkilerinin daha ağır bastığı belirtiliyor. Yapılan bilimsel araştırmaların saat değişiminin insan sağlığı üzerinde olumsuz etkileri olduğunu ortaya çıkardı.

Nitekim Almanya’da her üç bir kişiden biri, saatlerin değişmesi sonrasında uykusuzluk ve huzursuzluk gibi sağlık sorunları ile karşılaştığını belirtiyor.

Yıllarca gündemi belirleyen bu tartışmalar sonrasında, bazı Avrupa ülkeleri 2018 yılında Avrupa Parlamentosu’nda farklı saat uygulamasından vazgeçilmesi için teklif verdi.

Yapılan oylamada Avrupa Parlamentosu vekillerin ezici çoğunluğu, tek saat uygulamasına geçilmesinden yana oy kullandı. Bu kararı üstlenen Avrupa Birliği, üye ülkelere 2020’ye kadar yaz ve kış saati arasında bir tercihte bulunmayı ve 28 Mart 2021’den itibaren de tek saat uygulamasına geçmeyi tavsiye etti. Ancak tavsiye kararı henüz hiçbir ülke tarafından hayata geçirilmedi.

İlk uygulama 1916 yılında Almanya’da

Temelde gün ışığından faydalanmak için ortaya çıkan yaz/kış saati uygulaması fikri 1760'lı yıllara dayanıyor.

Saatlerin kışın geri alınması yazın da ileri alınmasıyla gün ışığından daha çok faydalanılacağını öne sürerek bu işin mucidi olarak tarihe geçen isim ise, o dönemde Thomas Jefferson ve John Adams ile Amerika’nın Bağımsızlık Bildirgesi’ni hazırlayan Fizikçi Benjamin Franklin.

Franklin, Fransa'ya elçi olarak yollandığı dönemde Paris halkının mum israfını önlemesi ve gün ışığından daha çok yararlanması için saatlerin kış aylarında bir saat geri alınmasını önerirken, bu fikri uygulayan ilk ülke 1916’da Almanya oldu.

Daha sonra başka ülkeler de enerji kaynaklarından tasarruf hedefiyle uygulamayı başlattı. 1973’deki petrol krizi sonrasında hemen tüm Avrupa ülkeleri yılda iki kez saat değişimini hayata geçirdi.

Ancak uygulamanın Avrupa genelinde standart hale gelmesi 1981’de oldu. O dönemdeki düzenlemeyle her yılın mart ayının son pazar günü saatler bir saat ileri alınırken, ekim ayının son pazar günü de bir saat geriye alınması kararlaştırıldı. Türkiye ise 1972’ten sonra sürdürdüğü yaz ve kış saati değişikliğini Ekim 2016’da sonlandırdı. Türkiye'de yedi yıldır sürekli olarak yaz saati uygulanıyor.

Nine Rieke

Almanya’da ırkçı AfD’yi kapatma davası gündemde

Almanya'da son dönemde aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi'nin (AfD) yasaklanması yeniden gündeme geldi. Tartışmalar, AfD’nin göçmen karşıtı politikaları ve artan oy oranı nedeniyle daha da yoğunlaştı.

AfD’nin yasaklanması, Almanya'da demokrasinin korunması ve aşırı sağın yükselişinin engellenmesi açısından önemli bir adım olarak görülüyor. Ancak bu yasaklama girişimi, çeşitli zorluklar ve tartışmalarla karşı karşıya. Giderek radikalleşen göçmen karşıtı politikaları ve popülist söylemleri ile dikkat çeken parti, özellikle göçmen konusunu sürekli olumsuz işleyerek oy oranını arttırıyor.

Diğer taraftan AfD’nin göçmenleri toplu halde sınır dışı etme planları ve aşırı sağcı söylemleri, Almanya’da büyük tepkilere yol açtı. Bu durum, AfD’nin yasaklanması tartışmalarını yeniden alevlendirdi.

Son olarak bir grup milletvekili eyalet seçimlerinde oy oranını yükselten AfD’ye karşı kapatma davasını gündeme getirdi. Mecliste AfD dışında diğer dört partiden 37 federal milletvekilinin hazırladığı önergede Federal Meclis’in AfD’nin yasaklanması için Anayasa Mahkemesi’ne başvurması talep ediliyor.

Sosyal Demokrat Parti (SPD), Hıristiyan Demokratik Birlik Partisi (CDU), Yeşiller ve Sol Parti’den (Die Linke) milletvekilleri, AfD’yi özgürlükçü ve demokratik temel düzeni ortadan kaldırmayı hedeflemekle suçluyor. Başvuruda, AfD’nin bu düzene karşı “aktif, savaşçı ve saldırgan” bir tutum sergilediği belirtiliyor. Özellikle, AfD’nin parti liderlerinin göçmenler, Müslümanlar ve LGBTQ gruplar hakkında yaptığı birçok açıklamanın, insan onuruna aykırı olduğu belirtiliyor.

Milletvekillerinin önerisinin, Kasım ayında oylanıp kabul edilmesi durumunda Federal Meclis ile Federal Hükümet’in ortak bir şekilde Anayasa Mahkemesi’ne başvurması gerekiyor. Ancak Başbakan Olaf Scholz ve muhalefetteki Hristiyan Demokrat CDU’nun lideri Friedrich Merz, AfD’ye karşı “kapatma davası” açılmasına temkinli yaklaşıyor.

AfD'nin yasaklanmasının ters etki yaratabileceği ve demokrasinin temel değerlerine zarar verebileceği konusunda uyarılarda bulunan Scholz, demokrasi içinde bir partiyi yasaklamanın “çok zor bir karar” olduğunu dile getirmişti. Merz de, yasak davasının yıllarca süreceğini ve bunun da AfD’nin işine yarayacağı uyarısında bulundu.

Almanya'da halk ise AfD'ye yönelik olası bir yasak konusunda bölünmüş durumda. Son anketlere göre, yüzde 46'lık bir kesim yasaklamayı uygun bulmuyor, yüzde 42'si ise destekliyor.

Almanya’da parti yasaklamak kolay değil

Almanya’da parti yasaklamak çok zor bir hukuki süreci beraberinde getiriyor. Ülkede şimdiye kadar Anayasa Mahkemesi tarafından, ilki 1952'de nasyonal sosyalist Reich Partisi (SRP), ikincisi 1956 yılında Almanya Komünist Partisi (KPD) olmak üzere iki parti kapatıldı.

Anayasa’ya göre ırkçılık ve yabancı karşıtlığı gibi gerekçeler parti kapatılması için yeterli görülmüyor. Anayasa’nın 21. maddesi, "Bir partinin hedefleri ve partiye mensup olan kişilerin davranış ve eylemleri, özgürlükçü-demokratik düzeni yok etmeyi amaçlıyorsa, devletin varlığını tehlikeye sokup anayasaya aykırı eylemlerde bulunuyorsa mahkeme parti kapatabilir" diyor. Ancak bunun ispatlanması için çok sayıda somut delil gerekiyor.

Almanya Anayasa Mahkemesi, istihbarat raporlarında "Neonazi ve Türk düşmanı" olarak da tanımlanan Nasyonal Demokrat Parti’nin (NPD) kapatılmaması yönünde karar vermişti. 2017’de görülen davada Anayasa Mahkemesi karara gerekçe olarak, partinin "Nasyonalsosyalizm ile düşünsel yakınlık içinde ve anayasaya aykırı hedefleri bulunsa da şu anda amaçlarını başarıya ulaştırmasının mümkün olmamasını ve demokratik sistemi yıkabilecek yönde somut göstergelerin de bulunmamasını" gösterdi. Karar, NPD ve benzeri partilerin ifade özgürlüğü kalkanının ardına sığınıp, nefret ve ırkçılığı körükleyebilecekleri şeklinde yorumlanırken, Federal Meclis anayasada bir değişiklik yaparak, yasaklanmadığı halde NPD’ye partilere seçim döneminde verilen mali desteği kesti.

Anketlerde AfD ikinci sırada

Gelecek yıl gerçekleşecek Federal Meclis seçimleri için yapılan anketlere göre AfD, yüzde 19 ile ikinci sıradaki yerini koruyor.

Birlik Partileri CDU/CSU yüzde 31 ile en güçlü parti olmaya devam ederken, Scholz’un partisi SPD ise yüzde 16'da görünüyor. Parti liderlerinin istifasının açıklanmasının ardından Yeşiller yüzde 13'te bulunurken bu yıl başında kurulan milliyetçi-sol BSW partisi yüzde sekize ulaşmış durumda. Liberal FDP ve Sol Parti ise yüzde beş barajını aşamıyor.

AfD'nin yasaklanması tartışmaları, Almanya'da demokrasinin korunması ve ırkçı aşırı sağın yükselişinin engellenmesi açısından önemli bir konu olarak gündemde kalmaya devam edeceğe benziyor. Bu tartışmalar, Almanya'nın siyasi geleceği ve demokratik değerleri açısından kritik bir öneme sahip. AfD'nin yasaklanması girişimi, hukuki zorluklar ve siyasi tepkilerle karşı karşıya kalsa da Almanya'da aşırı sağa karşı güçlü bir direnç olduğunu gösteriyor.

Nien Rieke

Batı Balkan ülkeleri Avrupa Birliği üyeliği peşinde

Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un ev sahipliğinde düzenlenen Batı Balkan Ülkeleri Konferansı'na Arnavutluk, Bosna Hersek, Kuzey Makedonya, Kosova, Karadağ ve Sırbistan başbakanlarının yanısıra Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve AB Dönem Başkanı Macaristan'ın Başbakanı Victor Orban katıldı.

Batı Balkanlar'daki altı ülkenin AB üyelik süreci ve bu yöndeki diplomatik çabalar, Almanya'nın öncelikleri arasında yer alıyor.

Açılış konuşmasında Batı Balkan ülkelerinin AB’ye katılımına ilişkin çalışmaların sürdüğünü ve bu ülkelerinin AB’ye ait olduklarını hatırlatan Scholz, "Avrupa Birliği ancak Batı Balkan ülkelerinin AB'ye katılmasıyla tamamlanmış olur" dedi.

2014 yılında Almanya’nın öncülüğünde başlatılan ve AB’nin Batı Balkanlar’ın üyelik perspektifine bağlılığının bir göstergesi niteliğinde olan "Berlin Süreci" adıyla tanımlanan sürecin çok olumlu ilerlediğini ifade eden Scholz, "Aynı zamanda yapılacaklar listesi hala çok uzun" diye konuştu. Batı Balkanlar'da ülkeler arasında sınır ötesi trafiği ve ulaştırma altyapısını geliştiren hareketlilik anlaşmalarına atıfta bulunan Başbakan Scholz, 6 ülke arasındaki anlaşmazlıkların çözülmesinin önemli olduğunu hatırlatarak, Sırbistan ve Kosova arasındaki “normalleşme sürecine yeni bir dinamik getirilmesi” çağrısında bulundu.

Rusya-Ukrayna savaşının bölgede istikrarsızlığa yol açabileceği endişesiyle son aylarda Batı Balkanlar’a yönelik diplomatik çabalarını arttıran Scholz, "Belgrad ve Priştine'deki dostlarımıza şunu söylemek istiyorum: barışçı ve müreffeh bir geleceğe giden yolda geçmişin sizi engellemesine izin vermeyin. AB'ye girmenin tek yolu, halihazırda varılmış olan anlaşma ve mutabakatların tam olarak uygulanmasından geçer" dedi.

Kosova ve Sırbistan arasındaki gerilimin son zamanlarda artmasına neden olan gelişme, Kosova'nın Sırp mallarına yönelik ithalat yasağı getirmesi oldu. Kosova hükümeti ayrıca, Sırp kimlik belgelerine sahip kişilerin Kosova'ya giriş yaparken geçici belgeler taşıma zorunluluğu getirdi. Bu karar da son iki yıl boyunca Sırp azınlık bölgelerinde protestolar ve yolların kapatılmasına yol açtı.

Batı Balkan ülkeleri ticari açıdan AB’ye bağımlı

Buluşmada ele alınan konuların başında, "Orta Avrupa Serbest Ticaret Anlaşması‘nın (CEFTA") uygulanmasının geldiği öğrenildi. Bu anlaşma, Avrupa Birliği'ne üye olmayan Orta ve Güneydoğu Avrupa ülkeleri arasında ticaret engellerini azaltarak serbest ticaretin teşvik edilmesini amaçlıyor.

Zirveye katılan Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, CEFTA konusunda nihai bir anlaşmaya varılması durumunda, ülkesinin 2030 yılına kadar AB üyeliğine hazır hale geleceğini açıkladı. Rama, ülkeler arasında ithalat, ihracat ve mal dolaşımında bürokratik işlemelerin azaltılması ve iş gücü piyasasına serbest erişimin kolaylaştırılmasını hedeflediklerini açıkladı.

Batı Balkan ülkelerinin toplam ticaret hacimlerinin yaklaşık yüzde 75’ini AB üyesi ülkelerle yapılan ticaret oluşturuyor ve bunun büyük çoğunluğu da Almanya ile gerçekleşiyor. Berlin Süreci'nden övgüyle söz eden Rama, Rusya’nın Ukrayna‘yı işgalinden bu yana "Batı Balkan ülkelerinin üyelik sürecinin hız kazandığını" ifade ederken, "Avrupa Birliği, Batı Balkanlar'ın jeopolitik stratejisinin sadece teoride iyi değil, pratikte de önemli olduğunu fark etti. Çünkü bölge AB için ne kadar önemliyse AB de altı ülke için o kadar önemlidir" diye konuştu.

Zirvede, 6 ülke ile diğer AB ülkeleri arasında öğrenci değişimi ve Batı Balkan ülkelerinin eğitim kurumlarına erişimin kolaylaştırılmasını içeren bir anlaşmanın imzalandığı açıklandı. Bu anlaşma, akademik yeterliliklerin ve üniversite derecelerinin karşılıklı tanınmasını kolaylaştırmayı, öğrencilerin hareketliliğini ve bölgedeki diğer ülkelerin üniversitelerinde eğitim alma fırsatlarını kolaylaştırmayı amaçlıyor. Bölge ülkelerinde gençler arasında yüksek olan işsizlikle mücadelede akademik ve mesleki açıdan eğitimin önemli bir rol oynaması nedeniyle gençlere Almanya tarafından yardım sözü verilmişti.

Zirve öncesinde, Batı Balkan ülkeleri ile AB arasındaki işbirliğinin derinleştirilmesi amacıyla bir dizi konunun ele alındığı bakan düzeyinde çeşitli toplantılar düzenlendi. İçişleri Bakanları toplantısında yasadışı göç ve organize suçlara karşı işbirliği ele alınırken, Ekonomi Bakanları toplantısında bölge ülkelerinin enerji dönüşümü ve ticaret engellerinin ortadan kaldırılması tartışıldı. Dışişleri Bakanları ise yabancı yatırımlar ve iyi komşuluk ilişkileri için standartların geliştirilmesi konusunda mutabık kaldı. Bugünkü zirvede, Romanlar’ın durumunun iyileştirilmesi mevzuatı üzerinde uyum sağlanması konusunda da anlaşmaya varılması bekleniyor.

Batı Balkan zirvelerden ilki, Almanya eski Başbakanı Angela Merkel’in davetiyle 28 Ağustos 2014'te Berlin’de yapılmıştı.

Nina Rieke

Almanya’daki Ukrayna’ya yardım zirvesi iptal edildi, Zelenski Berlin'e gidecek

ABD Başkanı Joe Biden'ın Almanya ziyaretini iptal etmesinin ardından Cumartesi günü Ramstein'da yapılması planlanan Ukrayna Yardım Zirvesi’nin de düzenlenmeyeceği açıklandı. Almanya'nın güneybatısında bulunan Ramstein'deki ABD hava üssünde, yakında görevden ayrılacak olan Biden‘ın, Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve İngiltere Başbakanı Keir Starmer’in katılımıyla Ukrayna‘ya desteklerinin nasıl devam edeceği mesajını vermesi bekleniyordu. Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski’nin de zirveye katılması öngörülüyordu.

Alman hükümetinden yapılan açıklamada, Zelenski’nin Cuma günü daha önceden planlanmayan bir ziyaret kapsamında Berlin’e gelerek, Başbakan Scholz ile görüşeceği bildirildi. Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeier ile de görüşecek Zelenski’nin temaslarında iki hafta önce New York'ta ABD Başkanı Biden'a sunduğu "Barış Planı" hakkında bilgi vereceği öğrenildi.

Zelenski, Biden’la yaptığı görüşme sonrasında, Ukrayna'nın Rusya'yı askeri olarak nasıl baskı altına alabileceği ve Rusya lideri Vladimir Putin'in müzakere masasına oturmaya nasıl zorlanabileceği stratejisi hakkında plan hazırladığını duyurmuştu. Alman hükümetine yakın kaynaklar, Zelenski’nin Scholz’la yapacağı görüşmede planın detaylarını tanıtacağını ifade etti. Ukrayna liderinin Rus varlıklarının dondurulması, ekonomik yaptırımlar, Ukrayna'nın yeniden inşası, askeri ve ekonomik destek ve Batı'nın sağladığı silahlarla Rusya'daki askeri hedefleri vurma iznini içeren 5 maddelik bir strateji hazırladığı belirtildi.

Scholz’un barış girişiminin Rusya’ya toprak bırakılmasını dışlamadığı iddia ediliyor

Yaptığı açıklamalarda Rusya’nın vurulmasına karşı çıkan Scholz, geçen ay Moskova yönetiminin katılacağı ikinci bir barış konferansı yapılması çağrısında bulunmuştu. Alman hükümetine yakın kaynaklar, bu barış girişiminin Minsk anlaşmalarını örnek alan bir plan çerçevesinde ilerleyebileceğini ve Ukrayna topraklarının bir kısmının Rusya’ya devredilmesini dışlamadığını öne sürdü. Ayrıca Scholz‘un, Kasım ayında Brezilya’da düzenlenecek G20 zirvesi öncesinde Putin’le bir telefon görüşmesi yapmayı hedeflediği de geçen hafta Alman basınında büyük yankı uyandırdı. Yapılan yorumlarda, Scholz‘un iki yıldır yüz yüze konuşmadığı, Aralık 2022'den bu yana da telefonda konuşmadığı Rus liderle temas kurarak, barış konferansı için somut adım atılmasını sağlamayı hedeflediği ifade edildi. Scholz’un girişiminin, diğer Batılı müttefiklerle ve Ukrayna lideriyle bağlantı kurularak hayata geçirildiği tahmin ediliyor.

Bu arada Zelenski‘nin, Berlin ziyaretinden önce Cuma sabahı Vatikan'da Papa Franciscus tarafından kabul edileceği, burada yarım saatlik bir görüşme planlandığı öğrenildi. Zelenski’nin Berlin’den sonra ise Londra ve Paris’e geçeceği ifade edildi.

Zelenski’den AB’ye çağrı: Avrupa’nın tüm demokratik uluslarını alın

Hırvatistan’ın Dubrovnik kentinde düzenlenen Ukrayna-Güneydoğu Avrupa Zirvesi’ne katılan Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski, Avrupa Birliği’ni (AB) tüm kıtayı birleştirmeye ve "Avrupa’nın tüm demokratik uluslarını üye olarak kabul etmeye" çağırdı.

Avrupa’daki birliğin mümkün olduğunca sağlam kalması gerektiğini vurgulayan Zelenski, "Bugün Avrupa birleşemezse barış içinde olması da gerçekleşmeyecek. Bu yüzden başlatılan katılım süreçlerinin bir sonuca varması gerekiyor" dedi.

Zelenski, sadece Ukrayna’nın AB’ye katılımını değil, yıllardır AB’ye katılmayı bekleyen Balkan ülkelerinin de katılımını destekledi.

"AB, Avrupa’nın tüm demokratik uluslarını, burada bulunan tüm ülkeleri dahil etmeli" diyen Ukrayna lideri, "Avrupa’da kimsenin Balkanlar’ın istikrarının ne kadar önemli olduğunu hatırlatmasına gerek olmadığını" belirtti.

Türkiye’den Rusya-Ukrayna müzakerelerine destek

Görüşmelere Zelenski ve Hırvatistan Başbakanı Andrej Plenkovic’in yanı sıra Arnavutluk, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Yunanistan, Kosova, Moldova, Karadağ, Kuzey Makedonya, Romanya, Sırbistan, Slovenya ve Türkiye’den devlet ve hükümet başkanları ile dışişleri bakanları katıldı. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı temsilen toplantıda yer aldı. Fidan'ın zirvedeki konuşmasında, Ankara’nın Rusya-Ukrayna müzakerelerine verdiği desteği ve Türkiye'nin diplomatik çabalarını vurguladığı belirtildi.

 

Nine Rieke

Almanya Başbakanı Scholz, Putin’le görüşmeyi planlıyor

Almanya Başbakanı Olaf Scholz'un iki yıl aradan sonra Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin ile görüşmeyi planladığı bildirildi.

Alman basınında çıkan haberlere göre, Scholz iki yıldır yüz yüze konuşmadığı, Aralık 2022'den bu yana da telefonda konuşmadığı Rus liderle temas kurmayı düşünüyor.

Başbakanlığa yakın kaynaklardan alınan ve Alman basınında büyük yankı uyandıran haberlere göre, Scholz, önümüzdeki Kasım ayında Brezilya’da düzenlenecek olan G20 zirvesi öncesinde Putin’le bir telefon görüşmesi yapmayı hedefliyor.

Scholz, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı başlamadan önce Putin’le sık sık iletişim kurmuş ve askeri operasyondan vazgeçirmek için çaba sarf etmiş, ancak savaşın başlamasıyla birlikte diplomatik temaslarını dondurmuştu.

ABD Başkanı Joe Biden ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron gibi diğer Batılı devlet ve hükümet başkanları da savaşın başlamasından bu yana Putin ile telefonda görüşmedi.

Scholz için, “Batılı devletlerin barış girişimlerinin sözcüsü” yorumu yapılıyor

Olaf Scholz’un Vladimir Putin ile yapmayı planladığı görüşmenin ana konularının, Ukrayna’daki savaş ve Avrupa’nın enerji güvenliği olması bekleniyor. İtalyan La Repubblica gazetesi, Alman hükümetinin Minsk anlaşmalarını örnek alan bir barış planı hazırladığına dair bir haber yayımlamıştı.

Bu plana göre, Ukrayna’nın bazı topraklarının Rusya’ya devredilmesi ihtimali göz ardı edilmiyordu. Scholz’un girişiminin, diğer Batılı müttefiklerle bağlantı kurularak gerçekleştiği tahmin ediliyor.

Olası bir görüşmenin, ABD Başkanı Joe Biden‘in 10 Ekim’de Berlin’e yapacağı ziyarette de ele alınacağından yola çıkılıyor. Biden görevden ayrılmadan önce Avrupa'ya yapacağı son ziyarette ayrıca, 12 Ekim'de Almanya'da Ramstein formatında Ukrayna'nın müttefiklerinin katılacağı bir toplantıya başkanlık edecek.

Scholz’un girişiminin, Zelenski’nin Batı’ya sunduğu “zafer planı” ile ilişkisi


Geçen hafta Washington’da bir araya gelen Biden ve Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenski’nin savaşın diplomatik, ekonomik ve askeri yönlerini ele aldıkları ve ekiplerine bir sonraki adımlar konusunda yoğun istişarelere başlama talimatı verdikleri öğrenilmişti.

Zelenski’nin Biden’e bir "zafer planı" sunduğu, bu plan çerçevesinde Ukrayna’ya silah yardımlarının artırılması ve güvenlik garantilerinin sağlanmasını talep ettiği de açıklanmıştı. Olaf Scholz’un girişiminin, Zelenski’nin Batı ülkelerine sunduğu “zafer planı” ile örtüştüğü ifade ediliyor.

Vladimir Putin ise Ukrayna’daki çatışmayı sona erdirmek için belirli şartlar öne sürmüş durumda. Putin, Kırım, Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetleri, Zaporojye ve Herson bölgelerinin Rusya toprakları olarak tanınmasını, Ukrayna’nın tarafsız bir statüye sahip olmasını ve NATO üyeliğinden vazgeçmesini şart koşuyor.

Scholz’un planladığı telefon görüşmesinin başarıya ulaşıp ulaşmayacağı konusunda Alman medyasında çıkan yorumlarda, Almanya’nın bir yandan Ukrayna’ya silah yardımlarını sürdürmesi, diğer yandan diplomatik yollarla çözüm arayışında bulunması, dengeli bir politika izlediğine işareti olarak tanımlanıyor.

Savaşın başında Kiev'e yardımda isteksiz kalmakla eleştirilen Almanya, halihazırda ABD'den sonra Ukrayna ordusunun en büyük destekçisi konumunda. Scholz, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırgan tutumunu eleştirmeye devam ederken, 9 Eylül’de verdiği bir röportajda, Ukrayna'daki savaşı sonlandırmayı amaçlayan gelecekteki bir barış konferansına Rusya'nın da dahil edilmesi gerektiği konusunda Zelenski ile hemfikir olduklarını söyledi.

Scholz ayrıca, çatışmanın çözümüne yönelik çabaların arttırılması çağrısında bulundu ve "Şu anda bu savaş durumundan mevcut izlenimden daha hızlı nasıl çıkabileceğimizi tartışmamız gerektiğine inanıyorum" dedi.

Nine Rieke

Kuzey Akım boru hattına sabotajla ilgili yeni iddialar

Alman medyasındaki haberlere göre, Baltık Denizi’ndeki Kuzey Akım boru hatlarına Eylül 2022’de yapılan saldırının emrini Ukrayna Ordusu’nun eski Başkomutanı Valerie Zaluzhny onayladı ve operasyonu, Ukrayna Savunma Bakanlığı Ana İstihbarat Bölümü’nden Roman Çervinski yönetti.

Baltık Denizi’ndeki Kuzey Akım boru hatlarına yönelik 26 Eylül 2022’de yapılan sabotajın sorumluları ve failleri hâlâ kesin olarak belirlenemedi. İsveçli ve Danimarkalı yetkililerin olaya ilişkin soruşturmalarını geçen şubat ayında kapatmasının ardından, geriye sadece Alman savcılığının yürüttüğü soruşturma kalmıştı.

Alman medyasında çıkan ve söz konusu soruşturmaya atıfta bulunan haberlere göre operasyonun maliyetinin yaklaşık 300 bin doları olduğu ve özel kaynaklardan finanse edildiği öğrenilirken, Roman Çervinski’nin sabotaj eylemi için çoğunluğu sivil dalgıçlardan bir ekip oluşturduğu belirlendi.

Gaz boru hattı kollarını yok etme operasyonuna bir kaptan, iki dalgıç, iki dalgıç yardımcısı ve bir doktor olmak üzere toplam altı kişinin katıldığı daha önce yapılan soruşturmalarda ortaya çıkmış, Alman Federal Savcılığı’nın geçen haziran ayında, yakın zamana kadar Polonya'da ikamet ettiği düşünülen bir Ukraynalı dalgıç hakkında yakalama emri çıkardığını açıklanmıştı.

Washington Post gazetesinde yer alan bir haberde, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı'nın (CIA) saldırıdan bir yıl önce, Ukrayna özel harekât kuvvetlerinden oluşan altı kişilik bir ekibin Kuzey Akım boru hattına saldırı planladığına dair istihbarat elde ettiği ve bilgiyi Almanya ve diğer Avrupa ülkeleriyle de paylaştığı iddia edilmişti.

İsveç’in Bornholm Adası’na yakın bölgedeki sabotajda, denizin 150 metre altındaki borulardaki patlama sırasında Richter ölçeğine göre 2,2 büyüklüğünde bir sarsıntı meydana gelmişti.

Zelenski’nin operasyondan haberi olmadığı iddia ediliyor

Konuyla ilgili yeni belgelere göre, söz konusu saldırı Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski’nin bilgisi haricinde düzenlendi.

Bu olayla ilgili olarak Zelenski’nin doğrudan bir açıklaması bulunmamakla birlikte, Ukrayna’nın bu tür bir operasyona karıştığını reddettiği biliniyor.

Rus doğalgazını Baltık Denizi altından Almanya'ya taşımak üzere inşa edilen boru hatlarına düzenlenen sabotajla ilgili geçmişte çeşitli teoriler ve iddialar ortaya atıldı.

Rusya, patlamaların arkasında Amerika Birleşik Devletleri'nin olduğunu öne sürerken, Washington suçlamaları reddediyor.

Yapımı 20 milyar dolara ve 15 yıldan fazla bir süreye mal olan boru hatları, Rus gazına bağımlılığı arttırarak Avrupa'nın enerji güvenliği için risk oluşturduğu uyarısında bulunan ABD ve bazı müttefikleri tarafından eleştiriliyordu.

Patlamalar, Kremlin'in Şubat 2022'de Ukrayna'yı geniş çaplı işgalinin ardından Avrupa'nın Rus enerji kaynaklarıyla bağlantısını kesmeye çalıştığı sırada meydana geldi.

Patlamalar sonucunda, Almanya’ya doğal gaz tedarikinde büyük bir eksiklik oluştu, ardından kış aylarında Avrupa genelinde enerji fiyatlarında yaşanan artış Almanya’da enerji krizine dönüştü.

Nine Rieke

Almanya’da eyalet seçimini kazanacağı tahmin edilen aşırı sağcı AfD, sosyal demokrat SPD’nin ardından ikinci oldu

Almanya’da başkent Berlin’i çevreleyen Brandenburg eyaletinde yapılan seçimi Sosyal Demokrat Parti (SPD) kazanırken, aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) Partisi yüzde 29,8’le ikinci sırada yer aldı. Haziran ayında yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ülkenin doğu eyaletlerinde birinci parti çıkan göçmen karşıtı AfD, üç hafta önce Thüringen eyaletindeki seçimde birinci, Saksonya eyaletinde ise ikinci olmuştu. 2013’ten beri Brandenburg Eyalet Başbakanı olarak görev yapan Dietmar Woidke’nin partisi SPD ise oyların yüzde 31,1’ini alarak yarışı ilk sırada tamamladı.

Anketlerde AfD az farkla SPD’nin önünde görünüyordu. SPD’nin kalesi olarak bilinen Brandenburg’da 2019’da yapılan seçimlerde SPD yüzde 26,2 ile birinci, AfD ise yüzde 23,5 ile ikinci sırada yer almıştı.

Seçim sonuçlarına göre, bu yılın başında Sol Parti’den ayrılanların kurduğu milliyetçi-sosyalist, Rusya yanlısı BSW yüzde 12,3‘le üçüncü, Hristiyan Demokrat CDU yüzde 11,8 ile dördüncü oldu. Yeşiller yüzde 5 oy alırken, Sol Parti ve liberal FDP yüzde 5’lik barajın altında kaldı ve eyalet meclisine giremedi.

Eyalet meclisinde yer alacak CDU, SPD, Yeşiller ve BSW daha önce antidemokratik ve ırkçı eğilimleri nedeniyle AfD ile ortaklık kurmayacaklarını açıklamışlardı. Bu durumda bu partiler arasında koalisyon oluşturulacağı tahmin ediliyor.

Başbakan Scholz rahat nefes aldı

Başbakan Scholz'un eyaletin başkenti Postdam‘da ikamet etmesi ve eyaletin yıllardır SPD tarafından yönetilmesi Brandenburg'da yapılacak seçimi önemli kılıyordu. İki Almanya’nın birleştiği 1990 yılından beri Brandenburg’da aralıksız iktidarda olan ve tüm seçimlerden en güçlü parti olarak çıkan SPD'nin, Thüringen ve Saksonya eyalet seçimlerinden sonra burada da başarısız olması halinde Başbakan Scholz'un da büyük yara alabileceği ve Federal Meclis’te güven oylamasına gitmek zorunda kalabileceği yorumları yapılıyordu. Eyalet Başbakanı Woidke, seçmenleri kendi ve partisi SPD lehine harekete geçirmek amacıyla AfD'nin seçimi kazanması halinde aktif politikayı bırakacağını ilan etmişti.

SPD, izlediği stratejiyle Brandenburg’da birinci parti olmayı başardı ancak 2021’den bu yana federal hükümette birlikte yer aldığı Yeşiller Partisi ve Hür Demokratik Parti (FDP) bir kez daha başarısız sonuçlar elde etti. Yeşiller, Saksonya’da da sadece yüzde 5,1’lik bir oy oranına ulaşırken Thüringen'de meclise girmeyi dahi başaramadı. FDP ise Brandeburg’da olduğu gibi bu iki eyalette de meclise giremedi.

Hükümetin geleceği tartışılıyor

Berlin’deki koalisyon hükümeti, sürekli kendi içindeki kavgalarla ve anlaşmazlıklarla boğuşan bir ortaklık tablosu yansıtırken, yapılan tüm kamuoyu araştırmaları ve son seçim sonuçları üçlü hükümetin halk tarafından onaylanmadığını gösteriyor. Bazı yorumcular, hükümetin Eylül 2025’te yapılacak genel seçime kadar ayakta kalamayacağını, erken seçimin şart olduğunu ifade ediyor. Ancak Brandenburg seçiminde SPD’nin birinci sırada yer alması nedeniyle Olaf Scholz‘un biraz olsun rahat bir nefes aldığı ve erken seçime gitmeyeceği görüşü de dile getiriliyor. Son kamuoyu yoklamalarına göre, Almanya’da bu hafta sonu genel seçim olsa Birlik Partileri CDU/CSU yüzde 33, AfD yüzde 20, SPD yüzde 14, Yeşiller yüzde 10, BSW (Birlik Sahra Wagenknecht) yüzde 10, FDP yüzde 4 ve Sol Parti yüzde 2,5 oy alacak görünüyor.

AfD ikinci güç haline dönüştü

Brandenburg seçimlerinin sonuçlanmasıyla Almanya’da genel seçim için geriye sayım da başladı. Ülkede 28 Eylül 2025'te genel seçime gidilecek. Son kamuoyu yoklamaları, AfD'nin ülke çapında CDU'nun arkasında ikinci parti olduğunu gösteriyor.

Euro Bölgesi'ndeki mali krize tepki olarak 2013'te kurulan, 2015’teki mülteci krizinde oy oranlarını artırmaya başlayan AfD, uzun süre tepki oylarının verildiği bir parti olarak görüldü. Ancak bu yıl Avrupa Parlamentosu, ardından Saksonya, Thüringen ve son olarak Brandenburg‘da meclis seçimlerini birinci veya ikinci sırada tamamlayarak artık bir protesto partisi olmadığını, tersine Alman siyasetinin kalıcı ve belirleyici bir aktörü haline dönüştüğünü kanıtladı. Yapılan analizler, seçim kampanyalarında hükümetin özellikle göç ve mülteci politikaları ile Ukrayna politikasını eleştiren AfD’nin seçmenler tarafından inandırıcı bulunduğuna, partiye bilinçli olarak oy verildiğine işaret ediyor.

 

Nine Rieke

Almanya’da muhafazakarların başbakan adayı: Friedrich Merz

Almanya’da ana muhalefetin büyük kanadı CDU Genel Başkanı Friedrich Merz, normal şartlarda gelecek yıl 25 Eylül'de yapılacak genel seçimlerde başbakan adayı olacağını duyurdu.

CDU’nun ”kardeş partisi” CSU lideri Marcus Söder ile sürpriz bir basın toplantısı düzenleyen Merz, bu konuda kararı kendi aralarında görüşüp aldıklarını açıkladı.

Seçimlerden sonra iktidarı devralmaya hazırlandıklarını ve bu sürecin iyi yürütülebilmesi için başbakanlık adaylığı kararının açıklanmasının öne çekildiğini söyleyen Merz, CDU/CSU’nun hedefinin, özellikle ekonomi politikasında hızlı ve yerinde kararlar almak olduğunu vurgularken, "İç ve dış güvenlik başta olmak üzere, göçmen sorunu da dahil farklı alanlarda reformları hayata geçirmeye kararlıyız" diye konuştu.

Merz, sığınmacılar konusunun seçimin ana konusu haline dönüşmemesini umut ettiğini de açıkladı.

3 Ekim'de ilan edilmesi bekleniyordu

CDU’ya yakın kaynaklar, Merz’in başbakan adaylığı kararını 22 Eylül’de Brandenburg eyaletinde yapılacak seçimlerden sonra, en geç de İki Almanya’nın Birleşme Günü 3 Ekim’de ilan edeceğini bildirmişti.

Ancak dün Hıristiyan Demokrat Birlik Partili (CDU) Kuzey Ren Vestfalya Eyalet Başbakanı Hendrik Wüst, başbakan adayı olmayacağını ve Merz’in muhafazakâr kanadın başbakan adayı olmasına tam destek verdiğini ilan etti.

Wüst, CSU Genel Başkanı ve Bavyera Başbakanı Markus Söder’e dolaylı bir biçimde adaylık planlarından vazgeçme önerisinde bulundu. Daha önce yapılan bir açıklamada Friedrich Merz’in yarın Türkiye’ye giderek, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la görüşeceği açıklanmıştı.

Merz’in İstanbul’da Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile bir araya geleceği de belirtilmiş, ancak geçen hafta sonunda ziyaretin ertelendiği açıklandı.

Berlin’de yapılan yorumlarda, ertelemeye Merz’in başbakanlık adaylığını erkenden açıklama kararının neden olabileceği dillendirilmişti.

Almanya için Alternatif (AfD) partisinin aday çıkarıp, çıkarmayacağı netleşmedi

Merz’in, SPD’li Başbakan Olaf Scholz ile ve Yeşiller'den Federal Ekonomi ve İklim Koruma Bakanı Robert Habeck’e karşı yarışması bekleniyor.

Son eyalet seçimlerinde büyük oranda oy kazanan, Almanya çapında ikinci parti konumunda olan ırkçı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin başbakan adayı çıkarıp, çıkarmayacağı ise henüz netleşmedi. Seçimleri kazanması halinde Friedrich Merz, Almanya’nın 10. başbakanı olacak.

Kamuoyu yoklamaları, Merz’in başbakanlığa yakın olduğunu gösteriyor. Anketlere göre, Birlik partileri yüzde 33 oranında destek alıyor. Bu oran, mevcut üç partili koalisyon hükümetinin (SPD+Yeşiller+liberal FDP) toplam oy oranından daha yüksek. AfD’nin oy oranı yüzde 19.

Nine Rieke

Almanya sınırlarında kontroller başlıyor

Son bir ay içinde Mannheim ve Solingen kentlerdeki aşırı İslamcı terör saldırıları Almanya'nın göçmen politikalarını değiştirmesine neden oldu; hükümet düzensiz göçü engellemek ve sığınmacı sayısını sınırlandırmak için katı önlemler alarak, harekete geçti. Göçmen düşmanlığıyla suçlanan ve giderek güçlenen sağ popülist AfD’nin en güçlü ikinci parti konumuna yükselmesi sığınmacılarla ilgili tartışmaları daha da alevlendirirken, hükümet şaşırtıcı bir hamleyle önümüzdeki altı ay boyunca Almanya’nın toplam 3 bin 900 km. uzunluğundaki tüm sınırlarından kara yoluyla girişlerde kontrollere başlanmasını kararlaştırdı.

İçişleri Bakanı Nancy Faeser, şimdiye kadar sınır kontrollerinin yapıldığı Polonya, Çek Cumhuriyeti, İsviçre ve Avusturya’ya ek olarak Fransa, Lüksemburg, Hollanda, Belçika ve Danimarka sınırlarında da geçici kontrollerin başlatılacağını açıkladı.

Pazartesi günü itibariyle kara yoluyla gelmek isteyenler için yeni bir dönem başlıyor. Almanya ve AB vatandaşları ile Almanya'da oturumu olan Türk vatandaşlarının kimlik göstermeden sınırlardan geçmesi askıya alınacak. Schengen vizesi olanlar da havalimanlarındaki gibi gerekli belgeleri göstererek giriş yapabilecekler; buna karşılık ülkeye giriş hakkı bulunmayanlar daha önce bulundukları ülkeye geri gönderilecek. Sınırda kimliği tespit edilemeyen ve geri gönderilemeyenlerin başka bir ülkede iltica başvurusu yapıp yapmadıklarını belirleyebilmek için de bu kişiler geçici süreyle mülteci merkezlerinde alıkonulacak. Kontroller için Almanya'nın tüm kara sınırlarında, sabit ve mobil kontrol noktaları oluşturulabilecek.

Scholz’dan AB ülkelerine sitem

Almanya Başbakanı Olaf Scholz, sınır kontrollerinin genişletilmesini, diğer AB ülkelerinin Dublin 2 olarak bilinen sistem kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmemesiyle gerekçelendirdi.

Almanya’yı tek başına hareket etmekle ve Schengen Anlaşması‘nı devre dışı bırakmakla suçlayan Polonya ve Avusturya gibi bazı AB komşularının eleştirilerine atıfta bulanan Scholz, "Elbette Avrupa hukukuna uyacağız, ancak yine de sınır kontrollerini arttırmak zorundayız. Maalesef komşularımız yapmaları gerektiği gibi hareket etmiyorlar; bu da gerçeğin bir parçası" dedi.

Mültecilerin çoğunun kara yoluyla Almanya sınırına geldiğini ve bu süreçte koruma başvurularını yapmaları gereken birçok Avrupa ülkesinden transit geçebildiklerini hatırlatan Almanya Başbakanı, "Bu durumlarda sığınmacılara, ‘Sığınma işlemini yapman gereken yerde yap’ dememiz gerekiyor" diye konuştu. Polonya Başbakanı Donald Tusk, Alman hükümetinin kararını "kabul edilemez" olarak nitelendirmiş, Avusturya hükümeti de Almanya'nın geri göndereceği kişilerin kabul edilmeyeceğini duyurmuştu.

Dublin Anlaşması, Avrupa Birliği üyesi ülkeler arasında sığınma başvurularının hangi ülke tarafından değerlendirileceğini belirliyor. Anlaşma sığınmacıların AB’ye ilk adım attıkları ülkede sığınma sürecini başlatmalarını öngörüyor. Ancak çok sayıda sığınmacının ilk girdikleri AB ülkeleri olan Bulgaristan, İtalya ve Yunanistan yerine, Almanya’ya başvuru yaptıkları, söz konusu ülkelerin sığınmacıları kayıt altına almadan Almanya yönünde özellikle Avusturya ve Polonya gibi komşu ülkelere gitmelerine izin verdikleri biliniyor.

Almanya İçişleri Bakanı: “Kontroller rastgele yapılacak”

Bugün yaptığı bir açıklamayla alınan kararı savunan Almanya İçişleri Bakanı Faeser ise, Pazartesi günü genişletilmiş sınır kontrolleriyle "düzensiz göçü daha da azaltmak, insan kaçakçılarını engellemek, suçluları yakalamak, radikal İslamcıları tespit ederek, durdurmak" istediklerini söyledi. Geçici sınır kontrolleriyle ilgili olarak AB Komisyonu’na bildirimde bulunduklarını söyleyen Faeser, sınırlarda kontrollerin rastgele yapılacağını ve uzun kuyruklara ve tıkanmalara neden olmayacağını öne sürdü. Polis Sendikası ise, Almanya’nın özellikle Fransa, İsviçre, Avusturya ve Polonya sınırlarında uzun kuyruklar oluşacağından yola çıkıyor; bu da sınır bölgelerinde yaşayanlar için diğer ülkede çalışmak ya da oturmak isteyenler için çok yaygın bir durum.

 

Nine Rieke

Alman ordusuyla ilgili olumsuz rapor: "Olası bir savaşa ancak yıllar sonra hazır olunabilir"

Rusya'nın Ukrayna'ya saldırmasının ardından Almanya, savunma politikalarında değişikliğe gitme ve ordusu Bundeswehr'i (Almanya Silahlı Kuvvetleri) yeniden yapılandırma kararı aldı.

Son yıllarda teknik olarak büyük sorunların yaşanması sonrasında, savunma yetkinliğini güçlendirmek için askeri harcamalarını rekor düzeyde arttırma kararı alan Alman hükümeti, ülkenin en geç 2029 yılına kadar savaş kabiliyetine hazır hale gelmesini hedef olarak ilan etti.

Kiel Dünya Ekonomisi Enstitüsü’nün (IfW) hazırladığı "Avrupa ve Almanya'nın Rusya'ya karşı yavaş silahlanması" başlıklı rapor, Alman yetkililerin bu konudaki kaygılarının haklı olduğunu kanıtlıyor.

Almanya'nın geçmiş yıllardaki askeri küçülme politikaları nedeniyle silahlanma düzeyinin mevcut uluslararası tehditlere cevap veremediği vurgulanırken, ülkenin Rusya'nın artan tehditleri karşısında ciddi şekilde yetersiz kaldığı, nitekim olası bir savaşta Rusya’nın, Almanya’nın yıllık mühimmat üretimini yalnızca 70 gün içinde harcayabileceği ifade ediliyor.

Almanya'nın bir sıcak savaşa ancak uzun yıllar sonra hazır olabileceği saptanan raporda, hükümet tarafından yapılan savunma harcamalarının yetersiz olduğu, tedarik hızının da çok düşük kaldığı belirtilirken, mevcut tedarik hızıyla, Almanya'nın 2004 yılındaki askeri yeteneklerine dönmesinin onlarca yıl süreceği tahmin ediliyor.

100 milyar Euro'luk fon yetersiz kaldı

Almanya Silahlı Kuvvetlerden Sorumlu Parlamento Komisyonu da savunma konusundaki adımların yetersiz kaldığını bundan kısa bir süre önce saptamıştı.

Komisyon, Ukrayna'daki savaşın patlak vermesinin ardından oluşturulan 100 milyar Euro’luk özel fona rağmen Alman ordusunun hala yeterli ekipman yoksun olduğunu belirlemiş, buna örnek olarak cephane, yedek parçalar, telsiz ekipmanı, tank, gemi ve uçak eksikliğini göstermişti.

Orduya ait helikopterlerin, savaş uçaklarının ve tankların büyük bölümünün bakım ve yedek parça eksikliği yüzünden görev yapamayacak durumda olduğu biliniyor.

Uzmanlar, yıllarca izlenen tasarruf politikaları nedeniyle yatırım yapılmayan Alman ordusunun hareket kabiliyetini yitirdiğini, subay ve astsubay eksikliği nedeniyle eğitimlerin zor yapıldığını ve tatbikatların bile iptal olmasının artık olağan bir durum haline geldiğini belirtiyor.

Başbakan Olaf Scholz, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden birkaç gün sonra, 27 Şubat 2022'de daha fazla askeri harcamayla desteklenen daha iddialı bir savunma politikası izleneceğini duyurmuş ve Alman ordusunun yenilenmesi için 100 milyar Euro’luk özel bir fon ayrılacağını açıklamıştı.

Almanya, modern silahlar satın almak için oluşturulan fonun yanısıra, NATO'nun ulusal GSYİH'nın en az yüzde 2'sini savunmaya harcama hedefine ulaşmayı da taahhüt etti. Ancak başta Savunma Bakanı Boris Pistorius olmak üzere ordunun önde gelen isimleri, ayrılan fonun yetersiz kaldığını, ayrıca Bundeswehr‘in geleceğe hazırlıklı olabilmesi için orduda yapısal reformlar yapılması gerektiğini sıklıkla vurguluyor.

Orduda asker eksikliği sürüyor

En büyük sorunlardan biri de Alman ordusunun personel eksikliği. 2023 sonu itibarı ile Alman ordusunda asker sayısı 181 bin 514. 2031'e kadar asker sayısını 203 bine çıkarmayı hedefliyor, ancak bu hedefe ulaşmanın mevcut şartlar altında zor olabileceği ifade ediliyor.

Pistorius, zorunlu askerliğin kaldırılmasını geçmişte bir "hata" olarak nitelendirmiş, ancak bunun hızlı bir şekilde yeniden uygulanabilecek bir şey olmadığını da belirtmişti. Almanya'da zorunlu askerlik, 55 yıl yürürlükte kaldıktan sonra Temmuz 2011’de kaldırılmıştı. Personel sıkıntısının giderilmesi için zorunlu askerliğe geri dönülmesi düşünülürken, Savunma Bakanı Pistorius açığı gidermek için, Alman pasaportu olmayanların da askerliğe kabul edilmesini tartışmaya açmıştı.

Ülkede yaşayan ancak henüz vatandaşlık hakkı kazanmayan ikinci ya da üçüncü kuşak göçmenlerin askere gidebilmesi için çalışmalar yapıldığını duyuran bakan, ülkedeki göçmenlerin yanısıra, diğer Avrupa Birliği ve NATO ülkeleri vatandaşlarının da Alman ordusunda askerlik yapması konusuna yönelik titiz bir araştırma yapıldığını bildirdi.

Bakanın bu yılın başında yaptığı öneri, aylardır Alman siyasetinde tartışılıyor. Muhalefet de fikre temelde açık oldukları mesajını verdi, ancak bu konuda da henüz somut bir karar alınmış değil.

Nine Rieke

 

Almanya ve İran arasında diplomatik kriz

Temmuz ayının son günlerinde, Almanya'nın, İran rejiminin Avrupa'daki propaganda merkezi olarak gördüğü Hamburg İslam Merkezi'ni yasaklamasına misilleme olarak İran da Salı günü Tahran’daki Alman Dil Enstitüsü’nü kapattı

Hamburg’daki yasaklama kararı sonrasında, Alman hükümetini "kışkırtıcı" olmakla suçlayan ve "karşılığı olacak" tehdidinde bulunan İran, başkent Tahran'da faaliyet gösteren Alman Dil Enstitüsü'nün faaliyetlerini yasaklayarak, okulu kapattı. Tahran polisi enstitünün faaliyet gösterdiği binayı mühürledi.

İran medyası, kararın, Hamburg’daki merkezin ve toplam 4 Şii camisinin kapatılmasına misilleme olarak alındığını yazdı. İranlı yetkililer, enstitünün "yasadışı faaliyetleri ve mali ihlalleri" nedeniyle kapatıldığını bildirdi ve “Ülke yasalarını ihlal eden, çok sayıda yasadışı eylemde bulunan ve kapsamlı mali ihlallerde bulunan Alman hükümetine bağlı yasadışı merkezlerin iki şubesi adli makamların talimatıyla kapatıldı” şeklinde bir açıklama yaptı.

Alman hükümeti 24 Temmuz’da, ülkedeki Şii cemaatinin merkezi sayılan, aşırılık propagandası yapmak ve İran hükümetinin "paravanı" olmakla suçladığı Hamburg İslam Merkezi'ni ve merkeze bağlı kuruluşları kapatmıştı. Alman İçişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, "İran dini liderliğinin doğrudan bir temsilcisi olan merkez, sözde 'İslam Devrimi' ideolojisini Almanya Federal Cumhuriyeti'nde saldırgan ve militan bir şekilde yaymakta ve bunu gerçekleştirmek niyetiyle hareket etmekteydi" denildi.

1962 yılında, Ayetullah Humeyni taraftarları tarafından kurulan merkez, uzun süredir Almanya'nın iç istihbarat servisi BND tarafından yakında takip ediliyordu.

Berlin’den İran Büyükelçisi’ne sözlü nota

Almanya, İran’daki dil enstitüsünün kapatılmasını kınadı. Almanya Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, enstitünün zor şartlar altında insanların dil öğrenimi için kişisel çaba sarf ettiği popüler ve tanınmış bir buluşma yeri olduğu, İran ve Almanya'daki insanlar arasındaki bağı güçlendirmeyi de amaçladığı belirtildi.

Açıklamada, "İran güvenlik makamlarının Tahran Alman Dil Enstitüsü'ne yönelik eylemlerini kınıyoruz. Bunun hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Dil alışverişi karşılıklı anlayışın temelidir" denildi ve eğitimin yeniden başlamasına derhal izin verilmesi çağrısı yapıldı.

Kapatma kararına tepki olarak, İran'ın Berlin büyükelçisi Dışişleri Bakanlığı'na çağrıldı. Alman Büyükelçiliği'nin internet sitesinde yer alan bilgiye göre kapatılan dil enstitüsü, İranlılar’ın Alman diline aşina olması amacıyla 1995 yılında başkent Tahran'da kuruldu. Enstitünün A1’den C2 seviyelerine kadar dil kursları verdiği okulda 85 kişinin görev yaptığı öğrenildi.

Ekonomik ilişkiler sürüyor

Bu arada, yükselen diplomatik gerilime ve Batılı devletlerin son dönemde İran'a karşı sıkılaştırılan yaptırımlarına rağmen Almanya'nın bu ülkeye ihracatı artması dikkat çekiyor.

Almanya'nın İran'a ihracatı yılın ilk çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 22,1 artarak, 241 milyon Euro’ya yükseldi. İhracat açısından İran, Almanya'nın önemli ticaret ortakları arasında Kolombiya'nın ardından ve Kuzey Makedonya'nın önünde 64. sırada yer aldı; İran ithalatta ise 91. sırada yer buldu.

Almanya'da İran ile iş yapan küçük ve orta ölçekli şirket sayısı bin civarında. Bunlardan 130 kadarının İran'da şubesi var. Aralarında Alman devi Siemens'in de bulunduğu bazı çok uluslu şirketler, ABD yaptırımlarından çekinerek İran'dan çekilmişti., İran'a ihracatın büyük bölümü küçük ve orta ölçekli şirketler tarafından gerçekleştiriliyor.

Nina Rieke

Almanya’da siyasi deprem: Türkler tedirgin

Almanya'da 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana ilk kez aşırı sağcı bir parti, bir eyalet seçimini kazandı. 2013’de kurulan ve son yıllarda oy oranını sürekli arttıran Almanya için Alternatif (AfD) Partisi, ülkenin doğusunda bulunan iki eyalette yapılan seçimlerde büyük bir zafer elde etti.

Thüringen eyaletinde AfD, oyların yüzde 32,8'ini elde ederek birinci parti oldu. CDU yüzde 23,6 ile ikinci, Rusya yanlısı sol-milliyetçi BSW yüzde 15,8 ile üçüncü, Sol Parti yüzde 13,1 ile dördüncü oldu.

Berlin’deki federal hükümetin ortaklarından sosyal demokrat SPD'nin yüzde 6,1, Yeşiller'in yüzde 3,2 gibi çok düşük sonuçlar alması da dikkat çekti. Hükümetin bir diğer ortağı FDP, yüzde 5’lik barajın altında kaldı.

Saksonya eyaletinde merkez sağda yer alan Hıristiyan Demokrat Birliği (CDU) oyların yüzde 31,9’unu alırken, AfD oyların yüzde 30,6'sını alarak ikinci parti oldu. Yeni kurulan BSW ise yüzde 11,8 oy alarak 3. oldu.

SPD yüzde 7,3’lük oy alırken, Yeşiller yüzde 5,1 oranında oy topladı. FDP burada da meclise giremedi.

Koalisyon hükümetinin hezimeti sonrası ne olacak?

Aşırı sağcı AfD’nin seçimlerde büyük bir başarı elde etmesi, başkent Berlin’de şok etkisi yarattı. Seçimleri değerlendiren SPD’li Başbakan Olaf Scholz tüm partilere, AfD'yle birlikte hareket etmeme çağrısı yaptı. Seçim sonuçlarını "acı verici" olarak değerlendiren Scholz, AfD'nin yükselişinin endişe verici olduğunu belirtti ve "Ülkemiz bu durumu kabullenmemeli. AfD, Almanya'ya zarar veriyor, ekonomiyi zayıflatıyor ve toplumu bölüyor" ifadelerini kullandı.

Erken seçim isteyen AfD lideri Alice Weidel, "Bu sonuçlardan sonra Scholz’un koalisyon ortaklarıyla birlikte bavullarını toplayıp koltukları boşaltmaları gerekmektedir" derken, AfD’nin dışlanması durumunda daha da büyüyeceğini ifade etti. Almanya’nın en tartışmalı aşırı sağcı politikacılarından biri olan, AfD’nin Thüringen örgütü lideri Björn Höcke, "AfD, Thüringen'de halkın partisi oldu. Almanya çapında değişime ihtiyacımız var ve değişim ancak AfD ile gelecek" dedi.

Erken seçim çağrılarına destek veren Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi CDU Genel Başkanı ve Bavyera Eyalet Başkanı Markus Söder, seçim sonuçlarını "Alman demokrasisi için bir dönüm noktası" olarak tanımladı. Söder, "Bu seçim sonucu hepimiz için gerçek bir son uyarı olmalı. Her zamanki gibi işimize, normal gündeme dönemeyiz. Scholz ve hükümeti bir siyasi harabeye yol açtı. Hemen istifa etmeli ve erken seçimin önünü açmalı" dedi. Söder, Birlik Partileri CDU ve CSU’nun başbakan adayı olmaya hazır olduğunu da söyledi.

Seçimde büyük bir hezimet yaşayan liberal FDP’nin Genel Başkan Yardımcısı Wolfgang Kubicki, "Bu sonuçlarla Berlin’deki koalisyon meşruiyetini kaybetti” diyerek partisinin koalisyondan çekilmesini istedi. Kubicki, "Bu koalisyon ülkeye zarar verdiği gibi, kesinlikle FDP’ye de zarar veriyor" diye konuştu.

Almanya’nın önde gelen siyasi köşe yazarları ve yorumcuları, seçim sonuçlarının federal hükümet için bir facia olduğunu ve koalisyon hükümetinin seçmenin güvenini kaybettiğini belirtiyor.

Berlin’de yapılan analizlerde, dünkü sonuçların koalisyondaki istikrarsızlığı daha da arttıracağı ifade edilirken, erken seçim tartışmalarının 22 Eylül'de Brandenburg eyaletinde yapılacak bir diğer yerel seçim sonrasında ivme kazanacağı belirtiliyor.

Kamuoyu araştırmalarına göre AfD, Brandenburg'da da ilk sırada. Yorumlarda, SPD’nin ve koalisyon ortaklarının burada da hezimete uğramaları durumunda Scholz, güven oyu istemek zorunda kalacak. Almanya normal şartlar altında 28 Eylül 2025'te genel seçime gidecek. Son kamuoyu yoklamaları, AfD'nin ülke çapında CDU'nun arkasında ikinci parti olduğunu gösteriyor.

Almanya’daki Türkler sonuçlardan tedirgin

AfD partisinin İslam karşıtı ve ayrımcı söylemleri, Almanya’daki Türkler ve Müslümanlar için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Bu nedenle AfD’nin yükselişi, Almanya’daki Türk toplumunun geleceği için endişe verici bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Aynı zamanda AfD'nin seçimlerdeki başarısı, Alman toplumu içinde göçmenlere ve özellikle İslam dinine karşı her geçen gün tırmanan hoşnutsuzluğu arytıracağa benziyor. Bu gidişattan en fazla etkilenecek olan grupların başında da Türkler geliyor.

VOA Türkçe’ye seçim sonuçlarını değerlendiren Almanya Türk Toplumu Başkanı Aslıhan Yeşilkaya Yurtbay, sadece AfD’nin değil, merkez partilerin de AfD’nin tezlerini kopyaladığını belirterek, gidişatı tehdit edici olarak tanımladı.

Yurtbay, "Göçmenlik geçmişi olan biz ‘yeni’ Almanlar için bu sonuçlar şok edici ve korkutucu, çünkü evimizi ve buradaki geleceğimizi sorgulatıyor. Benim kuşağımdan pek çok insan şimdiden Almanya'yı terk etmeyi planlıyor" dedi.

Almanya’daki Türk lobisinin tanınan isimlerinden Kenan Kolat, göçmenlerle ilgili tartışmaların Alman siyasetindeki gelişmeleri belirlediğini belirterek, son zamanlarda yaşanan terör saldırılarının AfD’nin işine geldiğini belirtiyor ve şöyle konuşuyor:

"Göçmen konusu gündemde en üstteki yerini koruyor. Cihatçı kesimlerin Almanya'da yaptıkları eylemler toplumda büyük korku yarattı. Bu da katı ve sert politika izleyen partilere oyların akmasına yol açtı. Son yıllarda artan benim ‘refah şovenizmi’ diye nitelediğim yaklaşımın da etkili olduğunu görüyorum. Sosyal haklarda gerileme ve insanların gelecek kaygılarının artması insanları sığınacak bir liman arayışına yönlendiriyor. Tüm bu gelişmeler Almanya'da yaşayan Türkler’in geleceği açısından zor bir durum oluşturuyor. Buna bir çare, Alman siyasetine çok daha fazla katılım. Bu yıl yürürlüğe giren Çifte Vatandaşlık Yasası sayesinde Türk vatandaşlığından çıkmadan Alman vatandaşlığına geçmek olanaklı hale geldi. Daha aktif politika yapmamız gerekiyor."

Yeşiller Partisi’den Bavyera Eyaleti Milletvekili Cemal Bozoğlu ise, gelişmelerin sadece göçmenleri değil, Alman toplumunu tehdit eden bir boyutu olduğuna dikkat çekti ve şöyle konuştu:

"Almanya’nın gelecek 20 yılını belirleyecek olan politik tercihler Saksonya ve Thüringen eyalet seçimleri ile ortaya çıktı. Artık faşizm darbelerle gelmiyor. Sistem adım adım değiştirilerek, toplum ikna edilerek otoriter bir rejim kuruluyor. Almanya için böyle bir sürecin başındayız. Gelecek dönemin siyasi tercihi ya faşizm soslu otoriter rejim ya da demokrasi olacak. Almanya bugünden itibaren eski Almanya değil."

Nina Rieke

 

Almanya bıçaklı saldırının ardından sığınmacı politikasını sertleştiriyor

23 Ağustos’ta Solingen’de düzenlenen ve üç kişinin ölümüne, 8 kişinin yaralanmasına yol açan terör saldırısından sonra Alman hükümeti, mülteci politikasının sertleştirilmesini kararlaştırdı.

Bıçaklı terör saldırısından sonra tartışılan önemli konuların başında gelen bıçak taşımaya sınırlama getirilmesi, önlem paketinde yer aldı. Silah mevzuatı alanında yapılması planlanan değişiklikle, kamusal alanda bıçak yasağı genişletilecek. Bu kapsamda, halka açık etkinliklerde, spor müsabakalarında bıçakların tamamen yasaklanmasına karar verildi. Aynı durum otobüsler ve trenler için de geçerli.

Mayıs ayında Mannheim’da, ardından Solingen’de gerçekleşen terör olaylarında zanlıların bıçak kullanması, ayrıca bıçaklı saldırı vakalarında yabancı kökenli zanlıların oranının çok yüksek olması bu konudaki tartışmaları alevlendirmişti. Federal Kriminal Dairesi'nin (BKA) verilerine göre, Almanya genelinde 2022’de 8 bin 160, 2023'te de 8 bin 951 bıçakla yaralama vakası kaydedildi.

Dublin II sığınmacılarına mali yardım kesiliyor

Solingen saldırganı Isa el Hassan’ın bir AB ülkesi olan Bulgaristan üzerinden Almanya’ya gelerek iltica başvurusunda bulunduğunun, ardından Bulgaristan’a iade edilme süreci uzadığı için insani nedenlerle geçici oturum izni verildiğinin ortaya çıkması, Dublin II Anlaşması’nı da bir kez daha gündeme getirmişti.

Federal Hükümet, yeni önlemler paketinde, sözkonusu anlaşmanın da öngördüğü gibi sığınma başvurusunda bulunanların ilk ayak bastıkları AB ülkesine geri gönderilmesi gerektiğine vurgu yaparak, bu kişilere Almanya’da bulundukları süre içinde mali yardım verilmeyeceğini duyurdu.

Ülkeye başka bir AB ülkesi üzerinden giriş yapan ve orada kayıtlı olan mültecilerin yardımları büyük ölçüde azaltılacak. Nakit mali yardım ve ödeme kartı verilmeyecek; sadece asgari düzeyde yatak-ekmek-sabun, yani yiyecek, yatacak yer, ecza malzemeleri gibi temel harcamaları karşılanacak.

Ülkelerine tatile giden mülteciler, statülerini kaybedecek

Hükümet ayrıca kendi ülkelerinde tatile giden mültecilere karşı da harekete geçiyor. Buna göre, koruma hakkı tanınan tüm kişiler, ailevi bir neden olmaksızın (örneğin akrabalarının cenazesi) kendi ülkelerine seyahat ederlerse iltica statülerini kaybedecekler. Son zamanlarda çok sayıda Suriyeli ve Afgan mültecinin bayramlarda ülkelerine uçtukları yönünde çıkan haberler, Alman kamuoyunda tepkilere neden olmuştu.

Kararlaştırılan önlemler arasında, polise verilen yetkilerin arttırılması da geliyor. Polis, bu kapsamda, neden göstermeden kuşku uyandıran kişileri rastgele kontrol edebilecek.

Radikal İslamcı kişi ve oluşumlara karşı mücadelede de güvenlik makamlarına daha fazla yetki verilmesi hedefleniyor. Bu önlemler çerçevesinde, yüz tanıma için internet verilerinin biyometrik karşılaştırması ve yapay zeka kullanımının yoğunlaştırılması amaçlanıyor. Ayrıca radikal İslamcı örgütlerden ayrılmak isteyenlere özel olanaklar sunulması hedefleniyor.

Sözkonusu önlemler paketi, Başbakan Olaf Scholz, İçişleri Bakanı Nancy Faeser, Başbakan Yardımcısı Robert Habeck ve Adalet Bakanı Marco Buschmann arasındaki görüşmelerin sonucunda kararlaştırıldı. Paket, önümüzdeki hafta başında muhalefetteki Hristiyan Demokrat CDU ve federal eyaletlerin temsilcilerinin de katılacağı bir zirvede tartışıldıktan sonra yürürlüğe girecek.

Nine Rieke

Solingen saldırısı Almanya’yı değiştiriyor

Suriyeli sığınmacı İssa Al Hassan'ın Solingen kentinde bir festivalde üç kişiyi öldürmesi ve saldırıyı terör örgütü IŞİD'in üstlenmesi Almanya’da siyasetin gündemini değiştirdi. Eyalet seçimleri öncesi siyasi hava gerginleşirken, siyasetçiler Almanya’nın kapılarını sığınmacılara kapatmayı tartışıyor.

Geçen Cuma akşamı gerçekleşen ve 65 ve 56 yaşlarındaki iki erkek ile 56 yaşındaki bir kadının yaşamlarını yitirdiği terör saldırısının zanlısı olarak gözaltına alınan İssa Al Hasan sorgulanmak üzere Federal Başsavcılığın bulunduğu Karlsruhe kentine götürüldü.

Konuyla ilgili tartışmalar, Suriyeli sığınmacının, yasalara göre çoktan sınır dışı edilmiş olması gerektiğinin ortaya çıkması ile daha da kızışırken, zanlının sınırdışı kararı tebliğ edilmeden ortadan kaybolduğu, ardından da kendisine yeni bir tebligat gönderilmediği ortaya çıktı.

Almanya Başbakanı Olaf Scholz saldırgana karşı "kızgın ve öfkeli" olduğunu söyledi. Olayın yaşandığı yeri ziyaret eden Scholz, "Tüm imkânlarımızı kullanarak bu ve benzer olayların ileride yaşanmaması için kararlı adımlar atmaktayız. Başvuruları kabul edilmeyenlerin ve ağır suç işleyen sığınmacıların sınır dışı edilmelerinin hızlandırılması yolunda gereken yasal değişiklikler yapılacak. Düzensiz göçün engellenmesi için yeniden devreye soktuğumuz sınırlarda kontrolleri sürdürmeye de kararlıyız" dedi.

Ana muhalefetteki Hristiyan Demokrat CDU Genel Başkanı Friedrich Merz bir adım daha ileriye giderek, Almanya’nın kapılarını Suriye ve Afganistan’dan gelecek sığınmacılara tamamen kapatmasını istedi.

"Bizim kurallarımıza ve yasalarımıza uymayan Almanya’yı terk etmeli" diyen Merz, Scholz’un bu konuda atacağı adımlara destek vereceklerini açıkladı. Sosyal Birlik Partisi (CSU) Genel Başkanı Markus Söder, sınırdışı kararı olanların derhal gönderilmesini talep etti.

Göçmen ve İslam karşıtı Alman için Alternatif partisi AfD’nin eş başkanı Alice Weidel de, göçmenlere karşı sert önlemler alınmasını ve sınırların kapatılmasını talep etti. Weidel, koalisyon hükümeti ve CDU‘nun göç konusunda sınıfta kaldığını iddia ederek, partisinin hükümete gelmesi durumunda, göçmenlerin ülkeye girişinin beş yıl boyunca engelleneceğini duyurdu.

AfD’nin Solingen’deki saldırıyı önümüzdeki hafta sonunda Saksonya ve Thürüngen eyaletlerinde yapılacak seçimler öncesinde kampanyalarında kullanmaya başlaması dikkat çekti. Göçmenlerin sınır dışı edilmesi talebini merkezine alan AfD'nin, Solingen saldırısını her iki eyalette de oylarını artırmak için fırsat olarak gördü.

Almanya, sınırlarını kapatmayı tartışıyor

Almanya’da son yıllarda ülkeye sığınmacı olarak giriş yapan radikal İslamcılar tarafından benzer pek çok saldırı düzenlendi.
19 Aralık 2016’da Berlin’deki Noel Pazarı’nda Anis Amri adındaki sığınmacı tarafından düzenlenen saldırıda 13 kişi hayatını kaybetmişti.

Son olarak geçen 31 Mayıs’ta, Afganistan’dan gelen bir mülteci tarafından Mannheim’de gerçekleştirilen bıçaklı saldırıda 29 yaşındaki bir polis öldü. Bu kez ise Suriyeli İssa Al Hasan’ın Bulgaristan üzerinden Almanya’ya gelerek iltica başvurusu yapması, ancak başvurusunun inandırıcı bulunmayarak reddedilmesi sonrasında iade süreci uzadığı için insani nedenlerle geçici oturum izni verilmesi olayı başka bir boyuta taşıdı ve Dublin II Anlaşması'nı da bir kez daha gündeme getirdi.

Bu anlaşmaya göre sığınma başvurusunda bulunanların ilk ayak bastıkları AB ülkesine geri gönderilmesi gerekiyor. Nitekim CDU, Solingen saldırısından sonra Dublin II Anlaşması'nın hızla hayata geçirilmesini talep etti. Daha önce de Scholz, düzensiz göçmenlerin geldikleri ülkelerle göç anlaşmalarının imzalanmasıyla birlikte iltica başvurularının Avrupa Birliği (AB) dışındaki üçüncü ülkelerde ya da transit ülkelerde incelenmesini önermişti.

Federal İstihbarat Servisi'nin eski Başkanı August Hanning, Yunanistan’a giriş yapan sığınmacıların kolaylıkla başka ülkelere geçiş yaptıklarını öne sürerek, bu ülkeyle Schengen Anlaşması'nın askıya alınmasını önerdi.

Saldırıya Türk göçmenlerden tepkiler

Olayın kamuoyu ve medyada Müslümanlar’a yönelik önyargıları artıracağı yönündeki yorumlar tedirginliğe neden olurken, saldırı Almanya’daki Türk göçmenler arasında da tepkileri beraberinde getirdi.

Solingen kentinin bulunduğu Kuzey Ren Vestfalya Türk Topluluğu Başkanı Serhat Ulusoy, "Bu saldırı sadece üç kişinin yaşamına mal olmadı, tüm göçmenlere, Almanya’ya sığınanlara zarar verdi. Göçmen kökenli olanlar bu bağlantıda gelişen tartışmalardan olumsuz etkilenecek. İnsanlar genelleştirilerek zan altında bırakılıyor. Bu iyi bir gidişat değil" şeklinde bir açıklama yaptı.

Almanya’daki en büyük Müslüman çatı örgütü olan Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB), saldırının ardından kınama mesajı yayımladı.

"Solingen'de hayatını kaybedenlerin yasını tutuyoruz" başlığı ile yayımlanan mesajda, "Dayanılmaz bir kayıp yaşayan yakınlarına ve en içten dileklerimizle acil şifalar dilediğimiz yaralılara başsağlığı diliyoruz. Böyle zamanlarda, toplum olarak hepimizin hayatını paramparça eden anlamsız şiddetle yüzleşmek için birbirimize daha da yakınlaşıyoruz" denildi.

İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) tarafından ise, "Solingen’deki korkunç saldırı hepimizi derinden sarstı. Acımızı yaşarken, toplum olarak bölünmeye izin vermemeli ve güçlü yönlerimize odaklanmalıyız. Bununla birlikte, bu tür vahşet eylemlerinin ardından sıklıkla olduğu gibi, peşin hükümlere varıldığını üzüntüyle duyuyoruz. Bugün tüm iltica politikasını rafa kaldırmayı ya da temel insan haklarının göz ardı edilmesini isteyen herkes, aslında tam da failin olmamızı istediği yerde durduğunun farkına varmalıdır" açıklaması yapti.

Oktoberfest’e özel önlemler

Solingen kentinde gerçekleşen saldırı nedeniyle Münih'te 21 Eylül-6 Ekim tarihlerinde düzenlenecek Bira Festivali (Oktoberfest) etkinliği için güvenlik önlemleri artırılacağı açıklandı.

Dünyanın en büyük festivali olan, geçen sene 7,2 milyon ziyaretçiyi ağırlayan Oktoberfest’e halihazırda uygulanan yüksek güvenlik önlemlerine ek olarak, bıçak ve cam şişe yasağı, ayrıca sırt çantası taşınmaması gibi yasaklar getirileceği haber alındı.

 

Nine Rieke

Alışveriş alışkanlıkları değişirken Alman moda devinden iflas bayrağı

Almanya'da iflas eden ya da kapanış ilan eden şirketlere her gün yenileri ekleniyor. Son olarak Avrupa'da moda dünyasının tanınmış isimlerinden Esprit, Almanya'daki 57 şubesini kapatacağını, 1300 çalışanını da işten çıkaracağını açıkladı.

Avrupa'da, Türkiye dahil toplam 124 şubesi bulunan moda devi yıllardır krizdeydi. Merkezi Düsseldorf yakınlarındaki Ratingen'de ve Hong Kong'da bulunan şirket, 2020'de de çalışanlarının yaklaşık üçte birini işten çıkarmış ve 100 şubesini kapatmıştı.

Belçika ve İsviçre'deki Esprit yan kuruluşları da Mart 2024'te iflas başvurusunda bulunmuştu.

Uzun yıllardır Türkiye’de de üretim yaptıran Esprit'in İstanbul ve İzmir'deki mağazaları ile marka bayiliği verdiği mağazaların durumu hakkında henüz bir açıklama yapılmadı.

Almanya'da ekonomik kriz etkisini sürdürüyor

Dünya çapında yaklaşık 40 ülkede faaliyet gösteren Esprit'i bu duruma getiren neden, Almanya’da düşük tüketici güveni, Ukrayna’daki savaş ve yüksek enerji maliyetleri gibi olumsuz makroekonomik koşullar şeklinde sıralanıyor.

Bu faktörler, satışların düşmesine ve maliyetlerin artmasına katkıda bulunurken, son yıllarda klasik mağaza konsepti yerine internet üzerinden alışverişin giderek artması da bir başka neden.

Tüketici alışkanlıkları ile ilgili analizciler, internet üzerinden satışa yoğunlaşmak yerine mağazalara ağırlık veren şirketlerin ayakta kalacağına inanmıyor ve Esprit tarzındaki şirketler için herhangi bir umut görmüyor.

İflaslarda yüzde 41'lik artış

Geçen Haziran ayında, Almanya'da iflas eden orta ve büyük ölçekli şirketlerin sayısının enflasyon, zayıflayan talep, artan maliyetler ve faiz oranlarıyla bu yılın ilk yarısında 2023'ün aynı dönemine göre yüzde 41 arttığı bildirildi.

Avrupa'nın üçüncü büyük tur operatörü FTI ve büyük mağaza zinciri Galeria gibi önde gelen isimlerin yanısıra, emlak şirketleri, otomotiv tedarikçileri ve makine mühendisliği şirketleri iflaslardan özellikle etkilendi.

Kredi kuruluşu Creditreform da yılın ilk yarısında ülkede yaklaşık 11 bin iflas vakası kaydedildiğini, böylece iflasların son 10 yılın en yüksek seviyesine ulaştığını açıkladı.

 

Nine Rieke

Almanlar, Angela Merkel’i özlüyor

Almanya’yı 16 yıl başbakan olarak yöneten Angela Merkel, "dünyanın gelmiş geçmiş en güçlü siyasetçi kadını" olarak akıllarda kalırken, bugün 70 yaşına bastı.

Almanların büyük bir çoğunluğu, sessiz, gösterişsiz ve kararlı özellikleriyle bilinen Merkel’i özlüyor ve onun yönetimindeki dönemin daha iyi olduğuna inanıyor.

Eski başbakanın doğum günü nedeniyle yapılan bir ankette, katılımcılarının yüzde 61’i, Merkel’den sonra Almanya’da durumun kötüleştiğini düşündüklerini belirtti. Ankete katılanların yüzde 58’i ise "Merkel dönemini özlüyoruz" diyor.

Çalkantılı dönemlerde uzlaşmacı kişiliği ile hem Almanya’da hem de uluslararası siyasette iz bırakan Angela Merkel, 1954'te Hamburg'da papaz bir baba ve öğretmen bir annenin kızı olarak dünyaya geldi.

Babasının Doğu Almanya’ya (DAC) göç etmesi sonrasında, çocukluk ve gençlik yıllarını sosyalist rejimde geçiren Merkel kendi siyasi hayatına, Berlin Duvarı'nın yıkılmasının ardından DAC’ta kurulan yeni hükümetin sözcü yardımcısı olarak başladı.

İki Almanya’nın birleşmesi sürecinde, Hıristiyan Demokrat Birliği CDU bünyesinde etkin siyasete atılan Merkel, 2 Aralık 1990'da federal milletvekili seçildi ve dönemin başbakanı Helmut Kohl‘ün hükümetinin 1991-1994 yıllarında Kadın ve Gençlik Bakanlığı görevinde bulundu.

Merkel’e en büyük desteği de, halefi ve akıl hocası Helmut Kohl verdi. Merkel, kendisini "siyasi kızım" olarak tanımlayan Kohl’ün adının karıştığı yasadışı bağış skandalı sonrasında, gözyaşına bakmadan onu koltuğundan ederek, 2000 yılında en büyük destekçisinin yerine aday oldu. CDU Başkanı seçildiğinde Angela Merkel 46 yaşındaydı.

Alman medyasının tanınan yorumcuları o dönemdeki siyasi kehanetlerinde Merkel’in parti başkanlığına seçilmesi sonrasında bu pozisyonda çok kısa bir süre kalabileceğini, o zamana kadar muhafazakâr erkeklerin sözünün geçtiği CDU’da başarısız olacağını ve silinip gideceğini öne sürmüşlerdi. Ancak bunun tersini kanıtlayan, Kohl’ün 1998’de kaybettiği seçimden yedi yıl sonra da partisini 51 yaşında yeniden iktidara taşıyan Merkel, Almanya'nın ilk Doğu Alman kökenli, ilk kadın ve en genç başbakanı olarak göreve başladı.

Dünya görüşü, yetiştiği sosyalist Doğu Almanya’daki planlamacı sistemle biçimlenen Merkel, kısa sürede ekonomik ve sosyal konulardaki bilgisi ve diplomasi alanındaki başarıları ile kendini kabul ettirdi. Genel başkanlığı, sonra da başbakanlığı döneminde CDU’yu modernleştiren Merkel, kadınların siyasi ve ekonomik arenada daha fazla rol üstlenmesine katkıda bulundu ve partinin kapılarını CDU’nun o zamana kadar barışık olmadığı göçmenlere de açtı, onları sosyal demokrat SPD’den daha önce parti yönetimine aldı. Çok sayıda Türk kökenli de CDU’da önemli sorumluluklar üstlendi. Hem Almanlar hem de göçmenler, Merkel’e başbakanlık yaptığı yıllarda büyük bir saygıyla Almanca’da anne anlamına gelen ”Mutti” şeklinde seslendi.

Krizleri çözen siyasetçi

Merkel iktidarına kadar ekonomisi çok cılız büyüyen, hatta o aralar "Avrupa’nın hasta adamı" olarak nitelenen Almanya, onunla birlikte büyüme sürecine girdi. Almanya’nın kişi başına milli geliri Merkel dönemindeki 15 yılda yüzde 16 arttı. İşsizlik yüzde 11’lerden yüzde 3’lere geriledi. Göreve başladıktan kısa bir süre sonra, tüm Avrupa'yı sarsan 2008 mali depreminde, Merkel sadece yalnızca Almanya'yı yönlendirmekle kalmadı, aynı zamanda Euro‘yu ayakta tutmayı başardı.

Euro Bölgesi’nin başta Fransa olmak üzere diğer ülkeleri, bu süreçte Merkel’in pragmatik ve kararlı tutumuyla tanıştı. Merkel’in karşısına çıkan belki de en büyük sorun, 2015’teki göçmen krizi oldu. Göçmen ve mültecilerin Avrupa’ya akın ettiği o dönemde Merkel, Almanya’nın sınırlarını açma kararı aldı ve 1 milyondan fazla mülteci Almanya’ya giriş yaptı. Almanların bir bölümü bu kararı pek olumlu karşılamadı.

Merkel’in mülteci politikası, çok sayıda uzmanın hemfikir olduğu biçimde, Almanya’da aşırı sağı güçlendirdi ve 2017 seçimlerinde yabancı ve İslam karşıtı AfD, sandıktan üçüncü parti çıktı. AfD, bugün ise siyasi arenada ikinci parti konumunda.

Angela Merkel, siyasi hayatının bir diğer derin krizini Şubat 2020’de Avrupa’ya ulaşan Covid-19 pandemisinde yaşadı. İspanya ve İtalya’yı iflasın eşiğine, AB’yi de dağılmanın eşiğine getiren pandeminin ilk aylarında, Almanya’yı başka Avrupa ülkelerinin borçlarına ortak eden 750 milyar Euro tutarındaki yardım paketini onayladı.

Türkiye ile zor, ama kesintisiz ilişki

Angela Merkel, göreve başladığı 2005’ten sonra tam 12 kez ziyaret ettiği Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine olumlu bakmadı ve destek olmadı. Ama her zaman Türkiye’nin öneminin bilincinde olarak, diplomasi kanallarını açık tuttu. 2016’da imzalanan ve göçmenlerin Ege üzerinden Yunanistan’a geçişlerini hedefleyen Mülteci Anlaşması’nı yönlendiren, Doğu Akdeniz’de, Yunanistan'ın hukuksuz adımları yüzünden yaşanan gerilimde Almanya‘yı ara bulucu olarak konumlandıran Merkel, Ankara tarafından da takdir edilen bir lider oldu.

Merkel, özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile kurduğu diyaloğu iki ülke arasında yaşanan tüm gerginliklere rağmen her zaman devam ettirdi; hükümetleri sırasında iki ülke arasındaki ticaret hacmi büyüdü, iş birliği güçlendi.

Nina Rieke

 

Avrupa’nın futboldaki kralı İspanya

14 Haziran’da Münih’te başlayan ve dört haftadır futbolseverlere unutulmaz anlar yaşatan Avrupa Futbol Şampiyonası (EURO 2024), dün akşam Berlin Olimpiyat Stadı'nda İspanya-İngiltere karşılaşmasıyla sona erdi. İspanya'ya şampiyonluğu getiren golleri 47. dakikada Nico Williams ve 86. dakikada Mikel Oyarzabal attı. İngiltere'nin tek golü ise 73. dakikada Cole Palmer'dan geldi.

İspanya, 17. kez düzenlenen Avrupa Şampiyonası'nda dördüncü kez kupaya uzanarak turnuvayı en fazla kazanan takım ünvanını elde etti. İspanyollar, turnuvada Hırvatistan, İtalya, Arnavutluk, Gürcistan, Almanya, Fransa ve son olarak İngiltere'yi mağlup etti ve oynadığı tüm maçları kazandı.

Turnuvanın en iyi futbolcusu İspanya'dan orta saha oyuncusu Rodri (Rodrigo Hernandez Cascante) seçildi. En iyi genç oyuncu ödülü ise Avrupa Şampiyonası tarihinin en genç oyuncusu, İspanya’nın 17 yaşındaki yıldızı Lamine Yamal'a verildi. Maç sonrası düzenlenen törende, İspanyollar’ın kaptanı Morata, kupayı İspanya Kralı 6. Felipe ve UEFA Başkanı Aleksander Ceferin’den alarak, büyük bir coşkuyla kaldırdı. Takım arkadaşları ve taraftarlarının eşlik ettiği kutlamaya stattaki havai fişekli gösteri de renk kattı.

Avrupa Futbol Şampiyonası, 2032’de Türkiye ve İtalya’da düzenlenecek

Avrupa Futbol Şampiyonası'nda üst üste ikinci kez finalde mücadele eden İngiltere ise yine mutlu sona ulaşamadı. Turnuva tarihinde ikinci finalini oynayan İngilizler, bir kez daha sahadan üzgün ayrıldı. İngilizler için bir teselli, dört yılda bir düzenlenen turnuvanın bundan sonraki ayağının 2028’de kendi ülkelerinde ve İrlanda’da yapılacak olması. İngiltere son olarak 1996’daki Avrupa Şampiyonası’na ev sahipliği yapmıştı. 2032 Avrupa Futbol Şampiyonası'na ise Türkiye ve İtalya ortak ev sahipliği yapacak. Her ülkeden beş olmak üzere maçların yapılacağı 10 kentin Ekim 2026’ya kadar belirleneceği duyurulmuştu.

Türkiye, EURO 2024’den umutlu ayrıldı

EURO 2028, Türkiye için olumlu bir bilançoyla sona erdi.

Hollanda’ya yenilerek turnuvaya çeyrek finalde veda eden A Milli Futbol Takımı, genç kadrosuyla turnuvanın son sekiz takımı arasına girdi ve başta 2026 Dünya Şampiyonası olmak üzere gelecek turnuvalar için umut verdi.

İtalyan teknik direktör Vincenzo Montella yönetimindeki Türkiye, EURO 2024'te oynadığı beş maçın üçünü kazanırken, ikisinden mağlubiyetle ayrıldı. Milli Futbol Takımı, çeyrek final maçları sonunda attığı sekiz golle turnuvanın en golcü dördüncü takımı oldu. Ay-yıldızlı ekibin beş maçta kaydettiği sekiz gole, yedi farklı oyuncu imza attı. Milli takımın EURO 2024'te oynadığı maçlarda Merih Demiral (2), Mert Müldür, Arda Güler, Kerem Aktürkoğlu, Hakan Çalhanoğlu, Cenk Tosun ve Samet Akaydın fileleri havalandırdı.

Bu arada Avusturya maçında Merih Demiral'ın attığı gol sonrasında bozkurt işareti yapması ve iki maç ceza verilmesi yoğun tartışmalara neden oldu. Alman İçişleri Bakanı Nancy Faeser’in sert açıklamaları ile birlikte, Türkiye ile Almanya arasında diplomatik bir krize neden olan olay sonrasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Hollanda ile çeyrek final karşılaşmasını tribünden izledi. Erdoğan, bu karşılaşmaya gelmek için Azerbaycan ziyaretini iptal etmişti.

Sınır kontrolleri sona eriyor

Öte yandan turnuvada güvenlik açısından çok büyük bir sorun yaşanmadı. Şampiyona öncesinde, radikal İslamcı grupların terör saldırıları planladığı ve holiganların olay çıkarabileceği şeklinde gelen duyumlar sonrasında Almanya, turnuva boyunca sınır kontrolleri uygulamasına geçmişti.

7 Haziran'dan düne kadar süren uygulamada, haklarında tutuklama kararı bulunan 600’den fazla kişi yakalandı, kaçak olarak sığınmacı sokmaya çalışan 150’nin üzerinde insan taciri gözaltına alındı, 3 bin 200 yasadışı giriş engellendi ve 100'den fazla futbol holiganının girişine izin verilmedi.

Federal Polise göre izinsiz girişlerin yaklaşık üçte biri Fransa, Belçika, Lüksemburg, Hollanda ve Danimarka sınırlarının yanı sıra deniz ve hava trafiğinde tespit edildi. Federal İçişleri Bakanı Nancy Faeser, Avrupa Şampiyonası sonrasında ülke çapında sınır kontrollerinin sürdürülmesinin planlamadığını duyurdu.

Bakanlık sözcüsü, sınır kontrollerinin uygulanmasının sadece geçici olarak planladığını ve uzatılmasının düşünülmediğini, sadece 26 Temmuz-11 Ağustos tarihleri arasında yapılacak Paris 2024 Yaz Olimpiyat Oyunları nedeniyle yalnız Almanya-Fransa sınırlarında kontrollerin yapılacağını duyurdu.

Muhalefetteki Birlik Partileri CDU/CSU ve koalisyonun küçük ortağı FDP ise sınır kontrollerine son verilmesini eleştirerek, sınır kontrollerinin özellikle insan kaçakçılarına ve izinsiz giriş deneyen göçmenlere karşı faydalı olduğunu öne sürdü.

Nine Rieke

 

Türkiye A Milli Futbol Takımı, Euro 2024'te çeyrek finale çıkmak için Avusturya karşısında

A Milli Futbol Takımı, Avrupa Futbol Şampiyonası (EURO 2024) son 16 turunda bu akşam saat 22.00’de Avusturya ile karşılaşıyor.

Almanya'nın Leipzig şehrindeki Red Bull Arena’da oynanacak maçın galibi ilk sekiz takım arasına girerek çeyrek finale yükselecek. Maçı Portekizli hakem Artur Soares Dias yönetecek.

Maçın 90 dakikalık normal süresi berabere biterse, dün akşamki Portekiz-Slovenya maçında olduğu gibi, uzatmalara gidilecek; eşitlik yine bozulmazsa penaltı atışları yapılacak.

Kazanan Hollanda ya da Romanya ile eşleşecek

Kazanan takım, çeyrek finalde Hollanda-Romanya eşleşmesinin galibiyle 6 Temmuz Cumartesi günü Berlin Olimpiyat Stadyumu’nda karşı karşıya gelecek.

A Milliler’de sarı kart cezalıları kaptan Hakan Çalhanoğlu ve Samet Akaydın bu akşam forma giyemeyecek. Buna karşılık, sarı kart cezası nedeniyle Çek Cumhuriyeti mücadelesinde forma giyemeyen Abdülkerim Bardakçı formasına kavuşacak.

Avusturya’da ise sarı kart cezalısı Patrick Wimmer oynamayacak.

A Milli Takım Teknik Direktörü Vincenzo Montella'nın Avusturya mücadelesinde kaleyi Mert Günok'a emanet etmesi bekleniyor.

Geri dörtlüde Mert Müldür, Merih Demiral, Abdülkerim Bardakcı ve Ferdi Kadıoğlu'nun, orta üçlüde İsmail Yüksek, Kaan Ayhan ve Orkun Kökçü'nün, kanatlarda Arda Güler ve Kenan Yıldız'ın forması giymesi beklenirken, ileri uçta formaya yakın isim ise Barış Alper Yılmaz olarak tanımlanıyor.

Avusturya güçlü bir ekip

Milli takım, Portekiz, Gürcistan ve Çek Cumhuriyeti ile birlikte yer aldığı F Grubu’nu 6 puanla ikinci bitirdi.

Avusturya ise grup aşamasının sürprizini yaparak, Fransa, Hollanda ve Polonya ile mücadele ettiği D Grubu’nu 6 puanla lider tamamladı.

Futbol otoriteleri ve takımı yakından takip eden muhabirler, Avusturya’yı EURO 2024'ün en güçlü takımlarından biri olarak tanımlıyor.

Özellikle sağlam orta sahası ile dikkat çeken takımın Alman antrenörü Ralf Ranknick’in tutkulu, heyecan verici, yılmayan güçlü bir ekip oluşturduğu ifade ediliyor.

A Milli Takım Teknik Direktörü Vincenzo Montella da son basın toplantısında, "Avusturya’ya karşı birkaç ay önce bir maçımız oldu. İyi bir takım, belki de en iyi takım olduklarını düşünüyorum. Çok agresif, pres yapan ve geçiş pozisyonları harika olan bir takım. Her anlamıyla bütün bir takım" diye konuştu.

Mart ayında Viyana’da oynanan hazırlık maçında Avusturya, sahadan 6-1 galip ayrılmıştı.

Avusturya Teknik Direktörü Ralf Rangnick ise, Türkiye'nin duygusal bir takım olduğunu belirterek, "Duyguların yoğun yaşandığı bir takım. Oyuncularımızın enerjisinin sahaya yansıması gerekecek. Yüreğimizi sahaya koymamız gerekecek" dedi.

İki ülke A milli takımları arasında yedisi Türkiye, 10’u da Avusturya’da yapılan 17 maçta Avusturya 9, Türkiye 7 galibiyet alırken, sadece bir maç berabere bitti.

Alman kamu kanallarında sadece bu maç şifreli

Leipzig’de gerçekleşecek müsabakanın Alman kamu televizyonlarında şifreli yayınlanması kararı, gelen tepkilere rağmen değişmedi.

Kamu vergileri ile finanse edilen ARD ve ZDF televizyon kanalları son 16 turundaki sekiz müsabakadan yedisini şifresiz yayınlama kararı aldı. Ancak Türkiye-Avusturya maçının yayın hakları Magenta TV adlı ücretli televizyona devredilerek, yayın şifrelendi.

İzlemek isteyenlere bu kanala abone olmaları koşulu getirildi. Karar Almanya’da Türkler arasında büyük infiale neden oldu ve Türk örgütlerinden birbiri ardına protesto açıklamaları geldi.

Fakat söz konusu TV kanalları, alınan kararın değişmeyeceğini duyurdu. Maçın şifreli gösterilmesi nedeniyle, karşılaşmanın oteller, kafeler, spor kulüpleri ve toplu gösterim alanlarında izlenmesi de engellenmiş oldu.

Nina Rieke

 

Türkiye-Avusturya maçı öncesi tepki çeken karar

Avrupa Futbol Şampiyonası EURO 2024‘de A Milli Futbol Takımı'nın Çek Cumhuriyeti'ni 2-1 yenip son 16 takım arasına girmesi, Almanyalı Türkler arasında büyük sevince neden olurken, maç sonrası coşku tüm ülke sokaklarına taştı.

Maçın bitiş düdüğüyle birlikte meydanlara koşanlar ve maçı kurulan dev ekranlarda izleyenler biraraya gelip, gecenin ilerleyen saatlerine kadar kutlama yaptı. Gözler şimdiden 2 Temmuz akşamı Avusturya ile oynanacak ikinci tur maçına çevrildi.Ancak Türkiye’nin katıldığı EURO 2024 maçlarını büyük bir tutkuyla seyreden Almanyalı Türkler'in maç izleme sevinci ve heyecanı bu kez kursaklarında kalacağa benziyor. Bunun nedeni, maçların yayın haklarını ellerinde tutan Alman televizyon kanalları ARD ve ZDF’nin Türkiye maçını şifreli kanaldan yayınlayacak olması.

Sözkonusu devlet kanallarının son 16 turunda diğer 7 maçı şifresiz yayınlamaları, ancak Leipzig’de oynanacak Avusturya-Türkiye müsabakasını ek para verilmesi koşulu olan Magenta TV adlı şifreli kanaldan yayınlama kararı Türkler arasında hayal kırıklığına ve büyük bir infiale neden oldu.

Magenta TV’nin telif hakkı nedeniyle karşılaşma kafe, bar, spor kulüpleri ve salonları, oteller ve birçok şehirde kurulu toplu gösterim alanlarında da gösterilemeyecek.

Almanya‘da kamu finansmanı ile gelir sağlayan televizyon kanalları ARD ve ZDF için hane başına aylık 18,60 Euro ya da senelik 223,20 Euro ödeme yapılıyor. Ülkede yaşayan herkes, TV ve radyo hizmeti almasalar dahi kamu yayınlarından yararlanabilmek için bu ücreti ödemek zorunda.

Alman Televizyon Kurumu‘nun yaklaşık 1 milyon Türk göçmenin yaşadığı hanelerden yıllık olarak 223 milyon Euro gelir etmesine rağmen, Türkler'in maçı kendi finanse ettikleri kanallarda izleyemeyecek olmasına karşı tepkiler dile getirilmeye başlandı.

Almanya’daki Türkler'in en büyük çatı örgütü Almanya Türk Toplumu Başkanı Gökay Sofuoğlu VOA Türkçe’ye yaptığı açıklamada, maçın gösterilmemesini skandal olarak tanımlayarak, Türk kökenlilerin protestosunun haklı olduğunu belirtti.

Sofuoğlu, "Türkiye-Avusturya maçının şifreli TV lerde verilecek olması, yıllardır bu ülkede her türlü vatandaşlık sorumlululuklarını yerine getirmesine rağmen ve bunun yanında GEZ adlı aidatları ödeyen vatandaşlarımız açısından anlaşılmaz bir durumdur. ARD ve ZDF bu maçı vermeliydi. Milyonlarca insanı şifreli televizyona mahkum etmemiliydi. Hangi mantıkla, ki ben herhangi bir mantık göremiyorum, bu kararı almış olurlarsa olsunlar, bir an önce bu hatalarından vazgeçmeli ve maçı şifresiz yayınlamalıdır" dedi.

Almanya Türk Toplumu eski Genel Başkanı Kenan Kolat; "Karar kabul edilemez. Kararın önceden alındığı açık. Bu yanlıştan dönülmeli. Almanya Türk Toplumu olarak spordan sorumlu olan İçişleri Bakanı Nancy Freser'e hitaben bir mektup kaleme alındı. Verilen mesaj çok kötü" değerlendirmesinde bulundu.

Almanya Türk Vatandaşları Konseyi Başkanı Prof. Yaşar Bilgin, alınan kararın Türkler'in uyum sürecini baltalama hedefi olduğunu söyledi ve "Bu siyasi bir karar. Aynı zamanda siyasi bir hata. Maçı biz istediğimiz her yerde seyredebilmeliyiz. Fakat bu bir dışlamadır. Bu tutum bizim Almanya’ya bağımızı baltalar. Sevinç ve hüzünde bir arada olması gerken toplumu ikiye bölmek çok yanlış" diye konuştu.

Federal Parlamento eski milletvekili Özcan Mutlu, X üzerinden yayınladığı mesajda, "Bu cehalet mi, kibir mi, yoksa ne? Almanya'da 3 milyon Türkiyeli yaşıyor. Vergilerini ve lisans ücretlerini ödüyorlar. Avusturya-Türkiye EM maçı Almanya'da yayınlanmayacak. Bu utanç verici!" dedi.

Çeşitli lobi örgütlerinde vatandaşlara yapılan çağrılarda, sosyal medya üzerinden ARD ve ZDF’in protesto edilmesi ve maçı şifresiz olarak yayınlamaları yönünde çağrı yapılması istendi.

Sözkonusu iki kurumdan resmi bir açıklama yapılmazken, Bild gazetesine konuşan bir ARD yetkilisi, ön eleme turunda da dört maçın MagentaTV‘de şifreli olarak yayınlandığını, sözkonusu kanalın son 16 turu maçlarından birini de şifreli gösterme hakkı olduğunu ve bu maçın Avusturya – Türkiye karşılaşması olarak belirlendiğini açıkladı.

Magenta TV’den yapılan açıklamada ise, "Avusturya-Türkiye özel maçının keyfini çıkarmak isteyen herkes, aylık olarak iptal edilebilen Flex sürümünde MagentaTV'yi çevrimiçi olarak izleyebilir. Maçın başlamasından kısa bir süre öncesine kadar beklememenizi tavsiye ederiz. Bu tarifenin aylık ücreti 10 Euro'dur. " denildi.

Millilerin hazırlıkları sürüyor

Leipzig’te oynanacak karşılaşmaya Türk futbolseverlerin yoğun ilgi göstermesi bekleniyor. Türkiye saati ile 22.00’de başlayacak mücadele TRT 1 ekranlarından canlı olarak yayınlanacak.

Bu arada Milli Takım, Hannover şehrine bağlı Barsinghausen kasabasındaki kamp merkezinde Teknik Direktör Vincenzo Montella yönetiminde dün ve bugün yaptığı antremanlarla hazırlıklarını sürdürdü.

Antrenmanların basına kapalı bölümünde Avusturya maçının taktiği üzerinde durulduğu öğrenildi. Bu mücadelede Türkiye'den 2, rakip Avusturya'dan ise 1 oyuncu kart cezalısı olduğu için forma giyemeyecek.

Hakan Çalhanoğlu ve Samet Akaydin, Avusturya maçında yer almayacak. Avusturya Milli Takımı'nda ise Hollanda karşısında turnuvadaki ikinci sarı kartını gören Wimmer, son 16 turunda cezalı duruma düştü.

Almanya’da vatandaşlık yasası yürürlüğe girdi

Almanya’da vatandaşlığına geçiş ve çifte vatandaşlıkta kolaylık sağlayacak yasa bugün yürürlüğe girdi.

Ülkede yaşayan göçmenlerin, özellikle de Türkler’in hayali olan çifte vatandaşlık hakkı, uzun tartışmalardan sonra nihayet uygulanmış oldu.

“Vatandaşlık hukukunun modernizasyonu” başlığını taşıyan 61 sayfalık yasayla artık çifte vatandaşlık mümkün hale geldi. Diğer bir ifadeyle Alman vatandaşlığı için başvuranlar, önceki vatandaşlıklarını bırakmak zorunda kalmayacak.

Aranan şartları taşıyan göçmenler, birden çok vatandaşlığa sahip olabilecek. Bu hak özellikle Alman vatandaşlığını alabilmeleri için Türk vatandaşlığından çıkması şart koşulan Türk göçmenler için önemli bir dönüm noktası.

Ülkedeki en büyük göçmen grubunu oluşturan Türkler’in bu haktan yararlanmasına izin verilmemesi uzun yıllardır hararetli tartışmalara neden oluyordu. Yeni düzenlemeyle, Türkler kendi vatandaşlığından feragat etmeden Alman vatandaşı olabilecek.

Uyum gösterenlere 3 yılda vatandaşlık

Yeni uygulamada vatandaşlığa kabul süreci de hızlanıyor.
Bu kapsamda geçmişte sekiz yıl yasal olarak ikamet etmiş olma şartı beş yıla indiriliyor. Hatta, iktisadi ve sosyal bakımdan uyum sürecinde üstün başarı gösterenlere, Almanya’ya geldikten üç yıl sonra başvuru imkânı tanındı.

Yasa değişikliği, yabancı anne babanın Almanya’da doğan çocuklarının doğrudan Alman vatandaşlığına sahip olmasına da imkan tanıyor. Tek koşul, ebeveynlerden birinin beş yıldan fazla Almanya’da düzenli olarak ikamet etmesi ve daimi oturuma sahip olması.

Almanya’da doğanlar otomatikman Alman olacak

Bir önceki yasa yabancıların çocuklarına çifte vatandaşlık hakkı tanıyordu ancak 23 yaşına geldiğinde çocuğun iki vatandaşlıktan birini tercih etmesi gerekiyordu.

Ayrıca önceki dönemde Alman vatandaşlığına geçtikten sonra Türk vatandaşlığını kaybedenler de yeniden Türk vatandaşı olabilecek.

Türk yetkililer, yeni yasa sayesinde toplam 600 bin kişinin yeniden Türk vatandaşlığına başvurmasının önünün açıldığını belirtiyor. Türk vatandaşlığını çıkma izniyle kaybedenler, ana veya babalarına bağlı olarak Türk vatandaşlığını kaybetmiş olan ve ergin olmalarından itibaren üç yıl içinde seçme hakkını kullanmayan Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarasına sahip çocuklar ile Türk Vatandaşlığı Kanunu'nun 25’inci maddesine göre vatandaşlıklarını kaybedenler başvuru yapabilecek.

Almanya’ya yaptığı katkılar göz önünde bulundurularak, birinci göçmen kuşağa istemesi halinde Alman vatandaşlığı zorluk çıkarılmadan verilecek. Dil yeterliliği olarak, kişinin günlük yaşamda Almanca konuşabilmesi yeterli olacak. 1974’ten önce Almanya’ya gelen misafir işçi kuşağı vatandaşlık testinden de muaf tutulacak.

Antisemitlere ve çok eşle evlilere vatandaşlık yok

Yasa, Alman vatandaşlığına geçişte bazı kısıtlamalar da öngörüyor. Buna göre, "Başvuru sahibinin antisemitik bir tutum sergilediğine dair deliller" söz konusuysa, vatandaşlığa kabulü söz konusu olamayacak. Ayrıca ırkçı, yabancı düşmanı veya insanlık dışı suçlar işlediği kanıtlanan kişilere de Alman vatandaşlığı verilmeyecek. Çok eşli kişilerle, "davranışlarıyla, anayasanın kadın ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu ilkesini ihlal ettiklerini ortaya koyan" kişiler de vatandaş olamayacak.

204 bin kişi vatandaşlık bekliyor

Federal Alman İstatistik Dairesi’nin verilerine göre, 2023’de Almanya’da 210 bin 100 kişi vatandaşlığa kabul edildi; 157 farklı milletten kişiye Alman vatandaşlığı verildi.

Alman vatandaşlığına geçenler listesinde ise Suriye, Türkiye, Irak, Romanya ve Afganistan vatandaşları ilk beş sırada yer aldı ve vatandaşlığa kabul edilenlerin yarısından fazlasını oluşturdu. 204 binden fazla vatandaşlık başvurusu hâlâ işlem sürecinde; yeni yasanın yürürlüğe girmesiyle muhtemelen yüz binlerce kişinin vatandaşlık için başvuru yapması bekleniyor.

Nine Rieke

Alman iç istihbaratı raporunda Türkiye'ye casusluk suçlaması

Almanya’da iç istihbarattan sorumlu Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı bu hafta 2023 yılı raporunu açıkladı. 408 sayfalık raporda, Türk istihbaratının Almanya’daki faaliyetlerine ve PKK tarafından işlenen suçlara yer verildi.

Raporda Türkiye, Rusya, Çin ve İran gibi, Almanya topraklarında gizli istihbarat ve casusluk çalışmaları yapan ülkeler arasında gösterildi.

“Siyasi karar alma süreçlerini etkileme hedefi”

Federal İçişleri Bakanı Nancy Faeser ve Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Thomas Haldenwang tarafından tanıtılan 408 sayfalık raporda geçen yıllara kıyasla Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) ismine yer verilmezken, ilgili bölümde "Türkiye Cumhuriyeti'nin İstihbarat Servisleri" başlığı altında, söz konusu servisler için çalışanların Almanya’da etkili bir çalışma içerisinde oldukları ifade edildi.

Bu oluşumların “Almanya’daki siyasi, askeri ve teknolojik konularla yakından ilgilendiği” saptamasının yer aldığı raporda, istihbarat örgütlerinin Almanya'daki Türkiye kökenli derneklere nüfuz etme faaliyetlerine yoğunlaştığı, hedefin ise ülkedeki siyasi karar süreçlerini etkilemek olduğu belirtiliyor.

"Türkiye Cumhuriyeti'nin İstihbarat Servisleri" için çalışanların, AK Parti’ye muhalif kişi ve gruplara odaklandığı öne sürüldü.

Almanya’daki Türk lobisinin merkezlerinin ve diplomatik temsilciliklerin Türk istihbarat servislerine gizli bilgi toplama konusunda “elverişli fırsatlar” sunduğu iddia edildi.

“PKK’nın Almanya’da 14 bin üyesi var”

Raporda, başta terör örgütü PKK olmak üzere Almanya’da faaliyet gösteren Türkiye bağlantılı çeşitli örgütlerle ilgili ayrıntılı veri ve bilgiler de yer alıyor.

PKK’nın faaliyetlerinin 22 Kasım 1993'te Almanya’da yasaklandığı, Avrupa Birliği’nde (AB) 2002'den beri terör örgütleri listesinde yer aldığı anımsatılırken; PKK tarafından işlenen suçların 2022’de 262 olarak kayıtlara geçtiği, 2023’te ise yüzde 9,2 artışla 286’ya çıktığı belirtildi.

Raporda PKK’nın "bağış kampanyası" adı altında 2023’te 16 ila 17 milyon Euro arasında haraç topladığı da belirtiliyor.

PKK’nın "Avrupa’da artık şiddetten uzak bir görüntü sergilemeye çalıştığı, ancak Türkiye’de terör saldırılarına devam ettiği" bilgisi de yer alıyor.

PKK’nın Almanya’da 14 bin üyesinin bulunduğunu belirten raporda, terör örgütü olarak sınıflandırılan örgütünün, Almanya'daki aşırılık yanlısı yabancı örgütler arasında en fazla üyeye sahip olduğu belirtiliyor.

Raporda, Almanya’da faaliyet gösteren Türkiye bağlantılı Hizbullah, Milli Görüş Hareketi, Furkan, Ülkücüler, DHKP-C, TKP/ML ve MLKP gibi örgütlerle ilgili iç istihbarat servisinin saptamalarına da yer veriliyor.

 

Nina Rieke

Türkiye EURO 2024'teki ilk maçına bu akşam çıkıyor

Almanya'nın ev sahipliğinde düzenlenen EURO 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda heyecan son sürat devam ederken, Türk Milli Takımı ilk maçında bu akşam Gürcistan’la karşılaşacak.

İtalyan Vincenzo Montella yönetiminde dokuzuncu kez sahaya çıkacak olan Ay Yıldızlılar’ın maçı, BVB Dortmund Stadı'nda Türkiye saatiyle 19.00'da başlayacak.

UEFA'dan açıklanan bilgiye göre karşılaşmayı Arjantinli hakem Facundo Tello yönetecek. Tello, turnuvada Avrupalı olmayan tek hakem.

Montella: "Tek amacımız kazanmak, iyi oynamak"

F Grubu’nda yer alan Türkiye, Gürcistan'ı yenerek turnuvaya galibiyetle başlamayı ve grubunun en güçlü takımı Portekiz karşısına moralli çıkmayı hedefliyor. Milli takım, gruptaki ikinci müsabakasını 22 Haziran Cumartesi günü Portekiz’le Dortmund'da, üçüncü karşılaşmasını ise 26 Haziran Çarşamba günü Çek Cumhuriyeti ile Hamburg'da oynayacak.A Milli Futbol Takımı'nın teknik direktörlüğünü İtalyan Vincenzo Montella yapıyor.

A Milli Futbol Takımı'nın teknik direktörlüğünü İtalyan Vincenzo Montella yapıyor.

Maç öncesi son basın toplantısını yapan Milli Takım Teknik Direktörü Montella, "Hayallerimiz büyük, adımlarımız küçük olmalı" diye konuştu.

Gürcistan’ın sanıldığı kadar kolay yenilecek bir ekip olmadığını ifade eden Montella, "Çok zor bir takım. Fiziksel oynayabilen bir takım. Maçta da bunu göstermek isteyecekler. Bizim için kolay bir maç olmayacak. Sabırlı olmamız lazım. Dengemizi kaybetmemeliyiz ve sürekli organize halde kalmalıyız. Gürcistan Milli Takımı’na saygım sonsuz" dedi.

Montella, Türk nüfusunun yoğun olduğu Almanya'da sahaya çıkacak olmanın gurur verici olduğunu da belirterek, "Türk taraftarların yoğunlukta olması önemli bir sorumluluk. Onların karşısında oynamak gurur verici. Bayrağımızı da gururlandırmamız gereken bir maç. Önceki maçlarımıza baktığınızda belli bir sürede Türkiye’de yaşamış bir insan olarak söylüyorum, kararlılık çok önemli. Oyuncuların başından sonuna kadar mücadele etmesi çok önemli. Tek amacımız kazanmak, iyi oynamak" değerlendirmesini yaptı.

 

A Milli Futbol Takımı'nın kaptanı Hakan Çalhanoğlu
A Milli Futbol Takımı'nın kaptanı Hakan Çalhanoğlu

Kaptan Hakan Çalhanoğlu da, "EURO 2024 bizim için çok önemli. En büyük amacım ve hayalim, ülkemize başarı getirmek. Bu turnuva için hislerim gerçekten çok yüksek" ifadelerini kullandı.

Salih Özcan da basın toplantısında, çok özel bir maça çıkacaklarını, turnuvaya iyi başlamak istediklerini söyledi. Özcan, "Gürcistan karşılaşmasının zor olacağını düşünüyorum. İlk 10-15 dakika disiplinli oynamalı ve basit hatalar yapmamalıyız. Kendi planımızı uygularsak büyük ihtimalle maçı alırız" dedi.

Türkiye, Gürcistan karşısına favori olarak çıkıyor

Türkiye’nin sahaya Mert, Kaan, Merih, Abdülkerim, Ferdi, Salih, Hakan, Arda, Kenan, Kerem, Barış Alper kadrosu ile çıkması bekleniyor.

Ay Yıldızlılar’ın rakibi Gürcistan, play-off'ta Yunanistan'ı eleyerek tarihinde ilk kez Avrupa Futbol Şampiyonası'nda mücadele etme hakkı kazanmıştı.

İki ekip 6. kez karşı karşıya gelecek. Son maçlarını 24 Mayıs 2012'de Salzburg'da oynayan iki milli takım, 12 yıl sonra yeniden karşılaşacak.

Futbol uzmanları, Türkiye’nin çok daha deneyimli ve bu nedenle bu akşamki maçta favori olduğunu belirtiyor. Avrupa Futbol Şampiyonası’nda 1996, 2000 ve 2008, 2016 ve 2020 olmak üzere beş kez mücadele eden A Milli Takım, en önemli başarısını Fatih Terim yönetiminde 2008'de yarı final oynayarak elde etmişti. A Milliler, EURO 2000'de ise Mustafa Denizli ile çeyrek final oynamıştı. İtalya'nın kupayı kaldırdığı son Avrupa Şampiyonası'nda Ay Yıldızlılar gruptan çıkamamıştı.

 

39 yaşındaki Portekizli Cristiano Ronaldo, 6. kez Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılıyor.
39 yaşındaki Portekizli Cristiano Ronaldo, 6. kez Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılıyor.

Türkiye’nin yer aldığı F Grubu’nun bugünkü diğer karşılaşmasında Portekiz, Çek Cumhuriyeti ile karşı karşıya gelecek. Leipzig kentindeki mücadelede, Portekiz’de 39 yaşındaki Cristiano Ronaldo, kendisine ait rekoru geliştirerek 6. Avrupa Şampiyonası’na çıkacak.

Nine Rieke

 

Almanya’da EURO 2024 öncesinde güvenlik alarmı

Dünyanın ikinci, Avrupa'nın en büyük futbol turnuvası Avrupa Futbol Şampiyonası EURO 2024 yarın akşam Almanya'nın İskoçya ile Münih'te oynayacağı maçla başlayacak.

Final karşılaşması ise 14 Temmuz'da Berlin'deki Olympiastadion'da oynanacak.

Türkiye’nin de katılacağı turnuvanın başlamasına saatler kala, futbol severlerin heyecanı artarken, ev sahibi Almanya güvenlik açısından zor bir görevi üstlenmiş durumda.

EURO 2024 boyunca Almanya, stadyumlarda 2 milyon 700 bin seyirci, taraftar alanlarında ise 12 milyon kadar insanın bulunacağını tahmin ediyor.22 Mart'ta Rusya’nın başkenti Moskova’da 137 kişinin öldüğü terör saldırısını üstlenen terör örgütü IŞİD'in Horasan kolunun Avrupa Futbol Şampiyonası sırasında Berlin, Münih ve Dortmund şehirlerinde saldırı düzenlenmesi çağrısının yanı sıra, holiganların olası şiddet eylemleri ve siber saldırı ihtimali güvenlik birimlerini alarma geçirdi.

Turnuva, bir ay boyunca personel ve lojistik açısından polis ve diğer güvenlik birimlerini 24 saat ayakta tutacağa benziyor.

Almanya sınırlarında bir ay boyunca kontrol var

Güvenlik önlemlerinin en önemi parçası, turnuvanın ilk gününden itibaren uygulanacak ve turnuvanın sonuna kadar uygulanacak olan "geçici sınır kontrolleri".

Avrupa Futbol Şampiyonası’na yönelik hazırlıkların son durumunu değerlendiren spordan da sorumlu İçişleri Bakanı Nancy Faeser, "Şampiyona sırasında polis tüm Alman sınırlarında kontroller yapacak, havaalanlarını ve tren istasyonlarını korumak için önlemler alacak. Çok dikkatli ve hazırlıklıyız. 2006 Dünya Kupası da böyle bir özel durumun üstesinden başarıyla gelebileceğimizi göstermişti" dedi.

Faeser, Alman yetkililerin olası terör tehditlerine, siber saldırılara, holiganların şiddet eylemlerine ve cezai suçlara karşı ek güvenlik önlemleri aldığını da vurguladı.

Almanya, ülkede düzenlenen son büyük turnuva 2006 Dünya Kupası’nda holiganların girişini engellemek için, Schengen Anlaşması’nı geçici bir süre kaldırarak, sınır kontrolü uygulamasını devreye sokma kararı almıştı.

Almanya'nın hepsi AB üyesi olan Çek Cumhuriyeti, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, İsviçre, Fransa, Avusturya, Polonya ve Danimarka ile sınırı bulunuyor. Turnuva boyunca tüm kara, hava, deniz ve demiryolu trafiği federal polis tarafından korunacak; ülkenin sınırlarından geçerken gerekli seyahat belgelerini eksiksiz yanlarında bulundurmaları gerekecek.

IŞİD "haçlıları hedef alın" çağrısı yaptı

Moskova’daki terör saldırısında kısa bir süre sonra, "Horasan’ın sesi" adlı IŞİD propaganda dergisinde, Almanya’da olduğu betimlenen boş bir futbol stadyumu önünde kamuflaj üniformalı ve makineli tüfekli bir kişinin fotoğrafı yer alırken, Berlin, Dortmund ve Münih şehirlerinin isimlerinin sıralandığı ve altında "O zaman son golü at" başlığı ile üç kentin hedef gösterildiği belirlendi.

Benzer terör tehditleri, geçtiğimiz ay Şampiyonlar Ligi çeyrek finallerinden önce de IŞİD’in propaganda kanalları aracılığıyla yayılmış, İngiltere'den Emirates, Fransa'dan Parc de Prince ve İspanya'dan Metropolitan Arena ile Santiago Bernabeu stadyumlarının paylaşıldığı görselde "Hepsini öldür" ifadeleri kullanılmıştı.

Alman basınında çıkan haberlere göre, Alman güvenlik makamları takibe aldıkları radikal İslamcı çevrelerde "bir hareketlilik olduğunu" tespit etmiş durumda. Bu durum, turnuva boyunca terör saldırısı olasılığının artığının bir göstergesi olarak yorumlanıyor.

Holiganlar da endişeye neden oluyor

Avrupa’daki en önemli futbol turnuvasında 24 takım, Almanya'nın toplam 10 kentindeki stadyumlarda mücadele edecek.

Stadyumlarda çok sıkı kontroller yapılacak; içeriye silah ya da patlayıcı sokulamaması için üç aşamalı bir güvenlik önlemi alınacak. İlk bariyer olarak otomobiller güvenlik kontrolünden geçirilecek. İkincisi, taraftarların çantalarının aranması; üçüncüsü de biletlerinin okutulması olacak. Stadyumların çevresinde her maç, 800 ila bin 300 polis görevlendirilecek.

Bu sayı, hangi takımların maçı olduğuna göre değişecek. Bu şampiyona için daha önce başvurulmamış bir uygulamaya giden Almanya, turnuvaya katılan, Türkiye de dahil tüm ülkelerden yaklaşık 300 güvenlik uzmanını da ülkeye davet etti. Söz konusu uzmanlar, Neuss kentinde bulunan Uluslararası Polis İşbirliği Merkezi'nde bir araya gelerek, olası taşkınlıkları ve olayları birlikte değerlendirerek, alınacak önlemeleri masaya yatıracak.

Şampiyonun maçlarının oynanacağı stadyumlardan biri de Münih Stadyumu.
Şampiyonun maçlarının oynanacağı stadyumlardan biri de Münih Stadyumu.

İngiliz hükümeti, 1600 taraftarın pasaportuna el koydu

Futbol dünyasında sıklıkla gündeme gelen holiganlara yönelik de güvenlik önlemleri alındı. Alman holiganların yanı sıra, özellikle İngiliz, Polonyalı ve Sırp holiganlar son yıllarda statlarda ve sokaklarda çıkardıkları olaylarla tanınıyor ve korkuya neden oluyor.

Bu konuda sicili kabarık fanatik İngiliz taraftarının olay çıkarmasını engellemek için, İngiliz hükümetinin geçmişteki şiddet olayları nedeniyle statlara giriş yasağı bulunan 1600'ü aşkın İngiliz taraftarın turnuva sırasında Almanya'ya seyahat etmesinin engelleyeceği, bu nedenle pasaportlarına el konulduğu öğrenildi.
Alman güvenlik birimleri turnuvadaki ilk sınavını 16 Haziran Pazar günü oynanacak olan Sırbistan-İngiltere mücadelesinde verecek. Sırp holiganlar da kabadayı ve şiddet yanlısı olarak biliniyor.

Bu nedenle maçın oynanacağı Gelsenkirchen kentinde kırmızı alarm verildi. UEFA tarafından "yüksek riskli" olarak değerlendirilen maç için güvenlik önlemleri arttırılırken, maç gününde 1300 ekstra polis görevlendirildi.

Ay-yıldızlılar ise ilk maçında Gürcistan ile 18 Haziran Salı günü Dortmund'da karşılaşacak. Türk milli takımı, gruptaki ikinci maçını 22 Haziran Cumartesi günü Portekiz ile Dortmund'da, üçüncü karşılaşmasını ise 26 Haziran Çarşamba günü Çek Cumhuriyeti ile Hamburg'da oynayacak. Bu maçlar öncesinde ya da stadyumlarda olay çıkmasını önlemek için 800 polis görev yapacak.

 

Nina  Rieke

 

Euro 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası öncesinde Almanya‘da terör endişesi

Euro 2024 için geri sayım devam ediyor. Türkiye’nin de katılacağı turnuvanın başlamasına beş haftadan az bir süre kala, futbol severlerin heyecanı artarken, Alman güvenlik birimlerinin terör eylemleri olabileceği konusundaki endişeleri de artıyor.

Mart ayında Moskova‘da 137 kişinin öldüğü terör saldırısını üstlenen terör örgütü IŞİD'in Horasan kolunun Avrupa Futbol Şampiyonası sırasında Berlin, Münih ve Dortmund şehirlerinde saldırı düzenlenmesi çağrısı bu konudaki kaygıların çoğalmasına neden oldu.

Örgütün "Horasan’ın sesi" adlı propaganda dergisinde, boş bir futbol stadyumu önünde kamuflaj üniformalı ve makineli tüfekli bir kişinin fotoğrafı yer alırken, Berlin, Dortmund ve Münih şehirlerinin isimleri sıralandığı ve altında "O zaman son golü at" başlığı ile 3 kentin hedef gösterildiği belirlendi.

Benzer terör tehditleri, geçtiğimiz ay Şampiyonlar Ligi çeyrek finallerinden önce de IŞİD’in propaganda kanalları aracılığıyla yayılmış, İngiltere'den Emirates, Fransa'dan Parc de Prince ve İspanya'dan Metropolitan Arena ile Santiago Bernabeu stadyumlarının paylaşıldığı görselde "Hepsini öldür" ifadeleri kullanılmıştı.

Alman basınında konuyla ilgili çıkan haberlere göre, Alman güvenlik makamları takibe aldıkları radikal İslamcı çevrelerde "bir hareketlilik olduğunu" tespit etmiş durumdalar. Bu durum turnuva boyunca terör saldırısı gerçekleştirme olasılığının artığının bir göstergesi olarak yorumlanıyor.

Geçtiğimiz aylarda Almanya'daki IŞİD yandaşlarına yönelik çok sayıda baskın düzenlenmiş, Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, IŞİD-Horasan örgütünün Almanya için de büyük bir tehdit oluşturduğunu ifade etmişti.

Faeser, Moskova saldırısı sonrasında, tehditlere karşı hazırlıkları yükselttiklerini belirtmiş ve "Turnuva sırasında, potansiyel şiddet aktörlerinin girişini önlemek için Almanya'nın sınırlarında geçici sınır kontrolleri yapacağız" ifadesini kullanmıştı.

Almanya'nın Çekya, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, İsviçre, Fransa, Avusturya, Polonya ve Danimarka ile sınırı bulunuyor.

Türkiye'nin gruptaki rakipleri belli oldu.
Almanya 2006 Dünya Kupası’na holiganların girişini engellemek için de Schengen Anlaşması’nı geçici bir süre kaldırarak, sınır kontrolü uygulamasını devreye sokma kararı almıştı.

Ayrıca Alman güvenlik makamlarının, Euro 2024 finallerinde Ukrayna milli futbol takımını korumak için diğer 23 katılımcı takımdan çok daha kapsamlı önlemler alacağı da öğrenildi.

Radikal İslamcı örgütlere katılanların yüzde 25’i kadın

Öte yandan Alman hükümeti tarafından kısa bir süre önce yapılan bir açıklamaya göre, 2011 yılından itibaren Suriye ve Irak'a giderek IŞİD gibi radikal İslamcı örgütlere katılanların sayısı bin 150'yi buldu.

Hükümetin tespitlerine göre, radikal İslamcı örgütlere katılanlardan yüzde 25'inin kadın olduğu, ayrıca söz konusu toplam bin 150 kişiden 650'si Alman vatandaşı olduğu, 273'ünün çifte vatandaşlığı bulunduğu saptandı.

Suriye ve Irak'a gidenlerden 153'ün Almanya’da yerleşik Türk vatandaşı, 35’nin ise hem Alman hem de Türk vatandaşı olduğu duyuruldu.

Suriye ve Irak'taki bir radikal İslamcı örgüte katılıp, Almanya‘ya geri dönenlerin sayısı ise 2023 sonu itibarı ile 312 olarak belirlendi.

İstihbarat ve güvenlik birimlerinin verilerine göre 2019'dan sonra Suriye ve Irak'a gidişler büyük oranda azaldı.

 

Nina Rieke

Almanya’da CDU’nun göçmen politikaları sertleşiyor

Almanya’da ana muhalefetin büyük kanadı Hıristiyan Demokrat Birlik Parti CDU’nun başkent Berlin’de düzenlenen 36. kongresinde partinin genel başkanı Friedrich Merz, tek aday olarak delegelerin yüzde 89,8’inin oyunu alarak koltuğunu korudu.

Merz 972 geçerli oydan 873’ünü, Linnemann da 889’unu aldı. Friedrich Merz‘in, 2025 yılında yapılacak genel seçimlere muhafazakâr kanadın başbakan adayı olarak katılması bekleniyor. Merz, seçilmesinden sonra yaptığı açıklamada, Olaf Scholz yönetimindeki koalisyon hükümetini ülkenin geleceğini ve özgürlüğü tehlikeye atmakla suçladı.

Almanya’nın eski başbakanı CDU’lu Angela Merkel‘in davetli olduğu halde katılmadığı kurultaya göçmenler, sığınmacı politikaları ve İslam konularının damga vurması dikkat çekti.

Almanya‘da 9 Haziran’da yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde siyasi atmosfer kızışırken, politikacılara yönelik saldırılar tedirginliğe yol açıyor. (FOTO-ARŞİV)
İlgili Haberler

Almanya'da Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde siyasilere peş peşe saldırılar

"Özgürlükte yaşam - Almanya’yı güvenli bir biçimde geleceğe taşımak" başlıklı "Temel İlkeler Programı" adlı siyasi programını yeniden belirleyen CDU’nun sözkonusu konularda bundan sonra çok daha sert bir çizgi izlemeyi planladığı anlaşıldı.

Bu kapsamda, Frierich Merz’in 2000’li yılların başında gündeme getirdiği ve o dönemde sert tartışmalara yol açan "Öncü Kültür" önerisi yıllar sonra yeniden parti programına girdi. Programın "Almanya’nın öncü kültür cesaretine ihtiyacı var" bölümünde, ülkede yaşayan göçmenlerin uyması gereken öncü kültür, "Her bireyin onuruna saygı göstermek, özgürlükçü demokratik hukuk devletini kabullenmek, devlet ve kilisenin ayrılığı, kadın ve erkek eşitliği, saygı ve hoşgörü, azınlıkların korunması" olarak tanımlandı. "İsrail’in var oluş hakkını kabullenmek" de öncü kültür ve Alman vatanadaşı olmak için koşul olarak tanımlandi.

CDU’lu milletvekili Serap Güler, "Öncü Kültür" önerisinin "Almanya’da birarada yaşamayı düzenlemeyi hedeflediğini" söyledi ve "Esasında gerçekten harika bir anayasamız var. Ancak tüm sorunlara cevap vermeye, bir göç toplumunda vatandaşların birarada yaşamasını düzenleyen yeni yaklaşımlara ihtiyaç var. Buna İsrail'in, Almanya’nın devlet politikası prensibi olarak var olma hakkının tanınması da var. Burada yaşamak isteyen, buraya gelmiş olan herkes bu varlık prensibine saygı duymalı ve kabul etmeli" dedi.

CDU, İngiliz hükümetinin Ruanda planını uygulamayı hedefliyor

CDU’nun programında, ülkenin kabul edeceği sığınmacı sayısının yılda 200 binle sınırlandırılması talep edildi ve düzensiz göçün engellenmesi için Avrupa’nın sınırlarının daha sıkı kontrol edilmesi istendi.

Avrupa Birliği (AB) ülkelerine sığınmak isteyenlerin işlemlerinin “güvenli üçüncü ülkelerde” yapılmasına imkân kılınması ve başvuruları kabul edilenlerin üye ülkelere adil bir biçimde dağıtılması da programa girdi. Buna göre, Avrupa'ya sığınma başvurusunda bulunan herkes sığınma prosedürüne tabi tutulmak üzere önce güvenli üçüncü ülkelere gönderilecek. İltica prosedüründen olumlu bir sonuç alınması halinde, başvuru sahibi bulunduğu ülkede kalacak.

Sözkonusu yöntem, İngiltere‘nin denemekte olduğu Ruanda modeline benziyor. İngiltere hükümetinin Birleşmiş Milletler'in yanısıra insan hakları örgütlerinin sert tepkisine neden olan tartışmalı yasasına göre, belgesiz göçmenlerin Ruanda'ya sınırdışı edilmesi ve sığınma başvurularının kabul edilmesi halinde dahi Ruanda'da kalmaları hedefleniyor.

"İslamcılık Almanya’ya ait değil"

71 sayfalık programda yer alan Müslümanlar ve İslam’la ilgili ifadeler ise tepki çekmeye devam ediyor. CDU, "Müslümanlar Almanya’nın ve toplumumuzun dini çeşitliliğinin bir parçasıdır. Değerlerimizi paylaşmayan ve liberal toplumumuzu reddeden İslamcılık Almanya’ya ait değildir" ifadelerini kullanırken, Almanya İslam Konseyi Başkanı Burhan Kesici, “Bu ifade çok sorunlu. Müslümanlar’ın damgalanmasına ve onlara yönelik düşmanlığın artmasına yol açacak. CDU toplumu bölüyor ve Müslümanlar’ı ötekileştiriyor" değerlendirmesine bulundu.

Anketlere göre CDU seçimleri kazanabilir

Almanya’da yapılan son kamuoyu yoklamalarına göre, şu anki SPD, Yeşiller ve FDP koalisyonu çoğunluğu kaybetmiş görünüyor. Yapılacak bir seçimde, CDU ve kardeş partisi Hristiyan Sosyal Birlik CSU’nun oy oranının yüzde 30 olacağı ve Hıristiyan Birlik Partileri olmadan hükümet kurma imkanı bulunmadığı ortaya çıkıyor.

Son haftalarda yapılan analizlerde, Olaf Scholz hükümetinin bir dizi konuda yaşanan sorun nedeniyle büyük bir kriz içinde bulunduğu ve en geç 9 Haziran’daki Avrupa Parlamentosu seçimlerinden sonra dağılabileceği iddiaları gündeme geldi. Bu durumda, Birlik Partileri’nin başbakan adaylığına Friedrich Merz’i göstereceği tahmin ediliyor.

 

Nina Rieke

Kürt yönetmen Ayşe Polat'a Almanya'da üç ödül

Yönetmen Ayşe Polat’ın 'Cumartesi Anneleri'nden ilhamla çektiği 'Kör Noktada' filmine Alman Film Ödülleri’nde üç dalda ödül verildi. Polat, ödülünü 'adalet ve özgürlük için cesurca mücadele eden tüm kadınlara' ithaf etti.

Almanya’nın sinema ve sanat alanında prestijli ödüllerinden biri olarak kabul edilen Alman Film Ödülleri sahiplerini buldu. Kürt yönetmen Ayşe Polat, yazıp yönettiği 'Kör Noktada' filmi ile en iyi yönetmen, en iyi yapım ve en iyi senaryo dallarında üç ödül aldı. Polat ödülünü 'adalet ve özgürlük için cesurca mücadele eden tüm kadınlara' ithaf etti.

'YILMAZ GÜNEY BENİM USTAM'

‘Kör Noktada’ filminin yapımcısı Mehmet Aktaş, törene gönderdiği mesajda ödülünü Yılmaz Güney’e adadı. Yılmaz Güney için "Benim ustam" diyen Aktaş, şu ifadeleri kullandı: "O, benim ustam ve yol göstericim. Filmleri ve yaşamıyla beni sinema dünyasına kazandırdı."

İKİ KÜRT YÖNETMEN DAHA ÖDÜL ALDI

Berlin’de geçen cuma düzenlenen törende Polat'ın yanı sıra Kürt kadın yönetmenler Soleen Yusef ve Milena Aboyan da farklı dallarda ödüller aldı. Duhoklu olan Soleen Yusef'in 'Başarmak' adlı filmi 'En İyi Çocuk Filmi' ödülüne, Suriyeli yönetmen Milena Aboyan’ın 'Elaha' filmi ise 'En İyi Yapım' ve 'En iyi kadın başrol' ödüllerine layık görüldü.

'KÖR NOKTADA', OĞLU KAÇIRILAN KÜRT BİR ANNEYİ ANLATIYOR

Kars'ta çekilen politik gerilim filmi ‘Kör Noktada’ oğlu JİTEM tarafından kaçırılan ve kaybedilen Kürt bir anneyi konu alıyor. Yıllardan beri her cuma oğlunun kaybolduğu gün pişirdiği çorbanın aynısını pişirerek oğlunun anısını yaşatan Hatice Ana’nın hikayesi belgesel film tarzında çekildi.Film, İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 42’ncisi düzenlenen İstanbul Film Festivali’nde en iyi film, en iyi senaryo ve en iyi kurgu ödüllerine layık görülmüştü.

Geçtiğimiz Şubat ayında 'Berlinale Encounters' bölümünde dünya prömiyerini yapan 'Kör Noktada' filmi, Berlin Film Festivali'nin de açılış filmi olmuştu.

Nina Rieke

“Almanya’daki siber saldırıların sorumlusu Rus istihbaratı”

Almanya’da Ocak 2023’te yapılan siber saldırının arkasında Rusya’nın olduğu ortaya çıktı.

Almanya son yıllarda çok sayıda siber saldırıların hedefi oldu. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşının başlamasından bu yana siber saldırılar yoğunlaşırken, geçen yıl Ocak ayında büyük firmaların, havalimanlarının, devlet dairelerinin ve sosyal demokrat SPD partisinin internet sitelerine saldırılar düzenlemişti.

Söz konusu siber saldırılar, Berlin yönetiminin Ukrayna'ya Leopar II tanklarını göndermeye karar vermesinin ardından gerçekleşmiş, o dönemde yapılan tahmin ve analizlerde saldırıların misilleme olarak Rusya merkezli hacker grupları tarafından düzenlendiği öne sürülmüştü.

Alman hükümetinin, Dışişleri Bakanlığı bünyesindeki birimler öncülüğünde yapılan araştırmalar, söz konusu siber saldırının Rus askeri istihbarat servisi GRU tarafından yönlendirildiğini ve APT28 adlı hacker grubu tarafından gerçekleştirildiğini belgeleyerek, ortaya çıkardı.

Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, konuyla ilgili haberleri doğrulayarak, "Rus devlet destekli bilgisayar korsanları Ocak 2023’de Almanya'ya siber ortamda saldırdı. Bu kesin bilgi. SPD’ye yapılan saldırı, Alman devletine yapılan bir saldırıdır" derken, dolaylı bir biçimde Rusya’ya yaptırım uygulanacağı tehdidinde bulundu ve "Böyle bir şey kabul edilemez ve bu sonuçsuz kalmayacak” dedi.

Berlin’deki kaynaklar, Rusya’nın Almanya Büyükelçisi Sergey Netschajew'in Alman Dışişleri Bakanlığı’na çağrılarak, nota verilerek uyarılacağını haber verdi. Baerbock yaptırımların neler olabileceği konusunda açıklama yapmadı.

Geçmişte benzer vakalarda, sorumlu ülkenin büyükelçisinin resmi olarak uyarılmasından sonra, Avrupa Birliği'nin bireylere veya kuruluşlara seyahat yasakları ve mal varlıklarına yönelik yaptırımlar gündeme gelmişti.

NATO gelişmelerden endişeli

NATO'nun en önemli karar alma organlarından Kuzey Atlantik Konseyi tarafından konuyla ilgili yapılan yazılı açıklamada, "NATO’nun siber saldırı bilgilerini derin endişe ile izlediği" dile getirildi.

Yapılan açıklamada "Rusya’nın düşmanca faaliyetlerinden" bahsedilirken, siber saldırıların Almanya, Estonya, Letonya, Litvanya, Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Birleşik Krallık'a karşı düzenlendiği ifade edildi.

Açıklamada, "Bu olaylar, Rusya'nın Avrupa-Atlantik bölgesinde yürüttüğü faaliyetlerin bir parçası. Bunlar arasında sabotaj eylemleri, şiddet eylemleri, siber ve elektronik manipülasyonlar, dezenformasyon kampanyaları ve diğer hibrit operasyonlar bulunuyor" denildi ve söz konusu faaliyetlerin "ittifak ortaklarının güvenliği için bir tehdit oluşturduğu" belirtildi.

APT28, 2016 seçiminde Demokratlara da saldırmıştı

Federal Anayasa Koruma Teşkilatı’na göre, Rus askeri istihbarat servisi GRU tarafından yönlendirilen APT28 grubu, 2004'ten beri siber casusluk alanında aktif.

Alman istihbaratı tarafından, "dünya çapındaki en aktif ve tehlikeli siber aktörlerden biri" olarak sınıflandırılan APT28, 2015 yılında Federal Meclis’e düzenlenen saldırının da sorumlusu olarak tanımlanıyor. O dönemde, Rusya kaynaklı bir siber grubun Federal Meclis‘in bilgisayar sistemine saldırdığı, bu saldırıda dönemin Başbakanı Angela Merkel olmak üzere çok sayıda milletvekillerinin elektronik postlarından belgeler kopyaladığı ortaya çıkmıştı.

Merkel'in bilgisayarından 16 GB'lik belge kopyalandığı, ele geçirilen e-postalarda 2012-2015 yıllarındaki yazışmaların bulunduğu belirtilmişti. Moskova yönetimi, Berlin'den yapılan suçlamaları kabul etmediğini duyurmuştu.

APT28’in 2016 yılında da Amerika’da yapılan Başkanlık seçimleri öncesi Demokrat Parti’ye siber saldırıda bulunduğu da iddia ediliyor.

ABD yönetimi, Rus hackerlerin, Demokrat Başkan adayı Hillary Clinton'ın seçim kampanyası ekibine ait elektronik postaları sızdıran siber korsanların arkasında olduğu öne sürerken, ABD istihbaratına göre, bu saldırı nedeniyle seçim Cumhuriyetçi aday Donald Trump'ın lehine değişmişti.

ABD istihbarat kurumlarının konuyla ilgili raporlarında Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin'in "emri bizzat verdiği" iddia edilmişti.

 

Nina Rieke

Almanya‘da koalisyon hükümeti dağılmanın eşiğinde

Alman hükümetinin küçük ortağı FDP'nin talepleri Berlin’de kulisleri karıştırdı, koalisyonun bozulabileceği iddia ediliyor.

Almanya’da siyasi sahnede hareketli günler yaşanıyor. Koalisyon hükümetinde yer alan liberal Hür Demokrat Parti‘nin (FDP), yeni sosyal ve ekonomik talepleri, hükümetin geleceğini tehlikeye atan bir duruma neden oldu.

Önümüzdeki hafta sonunda olağan kurultaya gitme hazırlıklarını sürdüren FDP, 12 maddelik bir ekonomik plan oluşturdu. Kurultayda kabul edilmesine kesin gözüyle bakılan plana göre, vatandaşlar sosyal yardımlarda büyük kesintiler ve emeklilik yaşının yükselmesiyle karşılaşacak.

FDP’nin en radikal önerilerinden biri, Almanya'da hiç çalışmamış, bir yıldan fazla işsiz kalmış veya çalışmasına rağmen çok az para kazanan kişilere maddi destek olarak bilinen "Vatandaşlık Parası" adlı yardımda kesintiye gidilmesi. Buna göre, kendisine teklif edilen makul bir işi haklı bir neden olmaksızın reddedenlerin aldıkları yardımlarda, derhal yüzde 30’luk bir kesinti yapılması isteniyor.

Önümüzdeki üç yıl boyunca sosyal yardımları dondurmak isteyen FDP, "yardımların tamamen iptal edilmesine kadar varan" daha katı yaptırımların da gündeme gelmesini talep ediyor. Daha önce Almanya‘da yapılan sosyal yardımın fazla olduğunu ve bunun da ilticayı özendirdiğini ileri süren FDP, mültecilerin geldikleri ülkelere para göndermesinin engellenmesini de gündeme getirmişti.

FDP‘nin önerileri arasında 63 olan erken emeklilik yaşının kaldırılması da var. Planda, 71 yaşına kadar çalışılması öngörülürken, bu kalifiye eleman açığı ve demografik değişimlerle gerekçelendiriliyor. Liberallerin istekleri arasında yenilenebilir enerji sübvansiyonlarının kademeli olarak kaldırılması da bulunuyor.

Sosyal kesinti taleplerine tepkiler

FDP’nin radikal önerileri koalisyonda kriz yarattı. Başbakan Olaf Scholz’un partisi sosyal demokrat SPD Genel Başkanı Lars Klingbeil, FDP'nin ekonomiyi emekçilerin ve sosyal yardımla yaşamak zorunda olan tabakaların sırtından iyileştirmeye çalıştığını ve buna izin vermeyeceklerini belirtti.

Liberallerin planını reddeden SPD Genel Sekreteri Kevin Kühnert "FDP‘nin ekonomik konsepti esas olarak sorumsuzca bir şekilde çalışanları aşağılamaktan ibarettir" dedi. Sosyal demokrat siyasetçi Helge Lindh, "Eğer FDP bu konuda ciddiyse ve bu planı şimdi uygulamaya niyetliyse o zaman bu plan, koalisyondan ayrılma beyanı gibi okunmalı" şeklinde konuştu.

Yeşiller adına yapılan açıklamada da, "FDP tamamen az kazananlara ve çalışanlara alaycı bir yaklaşım sergiliyor. Yeşiller'le böyle bir "soğuk siyaset" mümkün değildir" denildi. Muhalefetteki Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) lideri ve Bavyera Başbakanı Markus Söder ise FDP'nin önerilerini "koalisyonun sonu deklarasyonu" olarak nitelendirdi.


FDP’nin önerileri koalisyonun sonu mu?

Berlin’de yapılan yorumlarda, ekonomik krizden çıkamayan Almanya’da, FDP’nin yeni planı ile hükümetteki partiler arasındaki ideolojik uçurumların daha da derinleşeceği ve koalisyonun bozulmasının artık an meselesi olduğu iddia ediliyor.

Almanya Başbakanı Olaf Scholz
Almanya Başbakanı Olaf Scholz

Özellikle seçmeninin büyük bölümünü yitiren FDP’nin, hükümetten ayrılmak için ideal bir zamanlama peşinde olduğu öne sürülüyor. 2021'de hükümete koalisyon ortağı olarak katılan FDP, daha sonra yapılan Berlin, Aşağı Saksonya ve Saarland'daki eyalet parlamentosu seçimlerinde yüzde 5 barajını aşamamış, federal seçimden bu yana Almanya genelinde, potansiyel oy oranı yarı yarıya azalarak yüzde 6'nın altına düşmüştü.

FDP lideri Christian Lindner’in hükümetten ayrılarak 2025’deki genel ya da öncesinde yapılacak bir erken seçime muhalefet partisi olarak girmeyi hedeflediği belirtiliyor. FDP’nin koalisyondan ayrılması durumunda, erken seçime gidilebileceği tahmin ediliyor.

Muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birliği Partisi (CDU) Genel Başkanı Friedrich Merz bundan kısa bir süre önce "Bizim bu hükümete güvenimiz kalmadı. Bu hükümet ne kadar erken giderse, halkın o kadar çok yararına olur" diyerek erken seçimden yana olduklarını söylemiş ve "Scholz telefon ederse erken seçimi görüşmeye hazırız" demişti. Yasama döneminin sonu beklenmeden erken seçime gidilebilmesi için, Başbakan Scholz’un güven oyu istemesi, yeterli oyu alamaması durumunda Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in Federal Meclis’i feshetmesi gerekiyor.

 

Nina Rieke

İlker Çatak Oscar’a uzanıyor

Sinema sektörünün en prestijli ödülü olarak kabul edilen Oscar’da ilk Türkiye kökenli aday olan Almanya vatandaşı İlker Çatak, ödül törenine saatler kala VOA Türkçe’nin sorularını yanıtladı.

Los Angeles Dolby Tiyatrosu'nda düzenlenecek olan Oscar akşamını bu kez Almanya da heyecanla bekliyor.

Alman aktris Sandra Hüller, "Anatomy of a Case" dramasındaki başrolüyle En İyi Kadın Oyuncu kategorisinde aday gösterilirken, Alman-Türk yönetmen İlker Çatak "Das Lehrerzimmer" (Öğretmenler Odası) filmleriyle "En İyi Yabancı Film" kategorisinde aday gösterildi.

Alman sinemasının usta yönetmeni Wim Wenders de, Perfect Days (Mükemmel Günler) adlı filmiyle yine "En İyi Yabancı Film" kategorisinde Japonya adına Oscar’da yarışıyor. 2023 Cannes Film Festivali’nde prömiyer yapan film, gündelik hayatta güzelliği bulmak üzerine dokunaklı ve şiirsel bir yapıt olarak tanımlanıyor.

Berlin doğumlu İlker Çatak’ın filmi ise doğrudan Almanya’yı temsil ediyor. 2015 yılında Hamburg Medya Okulu’nda öğrenciyken mezuniyet projesi olarak çektiği "Sadakat" adlı filmi ile "En İyi Yabancı Film" kategorisinde "Altın Öğrenci Oscarı"nı kazanan Çatak, bu kez ana kategorilerde Oscar’a aday gösterilen ilk Türkiye kökenli yönetmen olarak yer alıyor.

Kısa filmlerinin ardından üç uzun metrajlı filmi olan Çatak‘ın "Öğretmenler Odası” dördüncü filmi. Prömiyerini geçen yıl iki ödül kazandığı Berlin Film Festivali Berlinale’nin Panorama Bölümü’nde yapan film, "En İyi Film" dalında 2023 Alman Film Ödülü’nü de kazandı.

Öğretmenler Odası, filmde de Almanya’yı temsil ediyor

"Öğretmenler Odası", Almanya‘daki eğitim sistemini ve göçmen gençlerin sorunlarını irdeleyen bir film. Filmin hikayesi, Almanya’da bir hırsızlık olayı çerçevesinde kendisi de göçmen olan Polonyalı genç ve idealist bir kadın öğretmenle bir Türk kökenli göçmen öğrenci arasındaki sorunlara yoğunlaşıyor. İlker Çatak okulu bir mikrokozmos olarak kullanarak toplum dinamiklerini, önyargıyı ve ırkçı yaklaşımları tespit ediyor.

VOA Türkçe’ye konuşan yönetmen, Almanya’da öğretmenlerin, öğrencilerin ve velilerin durumunu ele alırken, dikkatleri özellikle saygınlığını yitiren bir meslek olan öğretmenliğe çekmek istediğini belirtiyor:

"Oscar'a aday gösterilmem, filmin görünürlüğünün artmasına yol açtı. Bu sayede çok saygı duyduğum öğretmenlik mesleğinin daha fazla ilgi görmesinin ve üzerinde konuşulmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. İnsanlar öğretmenlerin her gün neler yaptığını, ne kadar az maaş aldıklarını ve ne kadar çok çalıştıklarını görecekler. Umarım öğretmenlerin statüsü yaşadıkları sıkıntılar yeniden gözden geçirilir. Onlar bizim geleceğimizden sorumlular. Yaptıkları iş çok önemli."

Çatak dinamik mizanseniyle, aksiyonu ön planda tutan, gerilimi hiç düşmeyen, baştan sona eksilmeyen filmiyle Almanya’da sinema eleştirmenleri tarafından tam not ve ülkenin en önemli sinema ödüllerini aldı. Ancak Oscar’a davet edilmenin kendisi için çok özel bir yeri olduğunu ifade ediyor.

"Oscar'a davet edilmiş olmak inanılmaz bir olay. Bir ayrıcalık. İnanılmaz bir mutluluk, çünkü sadece beni değil, Türkiye'deki dostlarımı, ailemi, arkadaşlarımı ve akrabalarımı da mutlu eden bir olay oldu. Annem, babam, haberi duyunca hüngür hüngür ağladı. Türkiye'den de büyük bir destek gördüm, onlar için de bir Alman-Türk film yapımcısının Oscar için yarışması gururlandırıcı bir olay. Bu harika bir şey; bir peri masalı gibi bir davet."

“Medyada Wenders’in adaylığı yer bulurken Çatak ismi kullanılmadı”

Oscar adayı filmin yönetmeni, bundan kısa bir süre önce bir Alman gazetesinde yayımladığı bir açık mektupta Alman aydınlarına ve medyasına "ırkçılık" suçlamasında bulundu.

Çatak, Oscar adayları ilan edildiğinde konuyla iligili haberin, Sandra Hüller, Wim Wenders ve "Öğretmenler Odası" Oscar'a aday gösterildi" şekline verildiğini, kendi adının kullanılmadığını, bunun da toplumdaki ötekileştirme ve dışlamanının bir belgesi olduğunu söyledi.

İlker Çatak, filminin bu açıdan göç süreci ile bağlantısı olduğunu da belirtiyor ve son zamanlarda artan ırkçı yaklaşımlara göndermelerde bulunuyor:

"Almanya'yı temsil etme ayrıcalığına sahip olduğum için mutluyum. Büyükbabam Almanya'ya geldiğinde, okuma yazma bilmiyormuş, okuma yazmayı burada öğrenmiş. Fabrikalarda çalışmış, iki çocuk büyütmüş ve ailesini beslemiş. Onun torunu olarak bu ülkeye, Almanya'ya bir Oscar adaylığı onurunu getirdim. Bu esasında çok güzel bir senaryo, çok güzel bir hikaye. Bu tarz biyografileri kabullenmek, görmek istemeyenler için de böyle biyografilerin var olması önemli."

Peki İlker Çatak, Oscar’a adaylığının ötesinde, ödülü alma konusunda ne düşünüyor? 1984 doğumlu yönetmen, bu soruyu mütevazi bir şekilde yanıtlıyor:

"Kendimi, duygularımı korumaya ve beklentilerimi düşük tutmaya çalışıyorum. Örneğin tüm hayatını sinemaya adamış olan Wim Wenders gibi başka favoriler de olduğunu biliyorum. Ben kazanırsam ve o kazanmazsa kendimi iyi hissetmem. Ayaklarımı yere basmaya çalışıyorum. Gerçek şu ki, "The Zone of Interest" (İlgi Alanı) da büyük favori. Holokost filmlerinin Oscar kazanma konusunda büyük bir geleneği var ve bu gerçekten iyi bir film. Benim için Oscar'da olmak kendi başına büyük bir onur."

 

Nine Rieke

Berlinale’de Gazze krizi

74. Berlin Film Festivali'nde Berlinale Belgesel Ödülü'nü kazanan 'Başka Ülke Yok' filminin yönetmenlerinden Yuval Abraham ödül konuşmasında Filistin'e destek verip Alman hükümetine İsrail'e silah satışını durdurun çağrısı yaptı.

'Eşitsizlik sona ermeli' diyen yönetmen, sosyal medya hesabından konuşması nedeniyle ölüm tehditi aldığını açıkladı.

Geçen hafta, Berlin. Dünyanın en prestijli sinema festivallerinden Uluslararası Berlin Film Festivali’nde ödül töreni zamanı. Sahnede biri İsrailli, biri Filistinli iki yönetmen var. İkisi de Gazze için ateşkes çağrısı yapıyor. “Almanya’ya İsrail’e silah satmayı bırak” diye sesleniyor. Aynı gecede biraz sonra Büyük ödül Altın Ayı’yı, Afrika’nın sömürülmesini anlattığı ‘Dahomey’  belgeseliyle kazanan Fransız-Senagalli yönetmen Mati Diop da konuşmasında  ‘Filistin’in yanındayım” diyecek.

İşte 74. Berlin Film Festivali böyle bir geceyle son buldu.

İsrail- Filistin savaşının ilk günlerinden itibaren ikiye bölünen kültür sanat dünyasının izleri festivalin ilk gününden itibaren hissediliyordu. İsrail’i  destekleyen Almanya, savaşın ilk gününden beri Filistinli sesleri susturduğu, sansür uyguladığı, etkinlikleri iptal ettiği haberlerle gündemdeydi. Ülkedeki ifade özgürlüğü ve insan haklarının kırmızı çizgileri olduğunu söyleyen birçok kültür sanat kurumu protesto edildi.

Uluslararası Berlin Film Festivali Filistin-İsrail savaşının yanı sıra Almanya’nın aşırı sağ AfD partisinin üyelerinin açılış gecesine davet edilmesi kararı nedeniyle de protesto edildi. Kısacası Berlinale gergin bir atmosferde başladı, öyle bitti. Tören ödüller kadar İsrail-Filistin savaşına yönelik açıklama ve protestolarla da gündemdeydi.

Başta bahsettiğimiz konuşma da gecenin öne çıkan anlarından biriydi.

İsrailli ve Filistinli yönetmenlerden oluşan bir kolektif tarafından yönetilen ‘Başka Ülke Yok/No Other Land’ festivalde En İyi Belgesel Film Ödülü’ne değer görüldü. Basel Adra, Hamdan Ballal, Yuval Abraham ve Rachel Szor’un dört yılda çektiği filmin ödül konuşması gecenin öne çıkan anlarındandı. Kudüslü gazeteci Yuval Abraham’ın konuşması salonda büyük destek gördü, sosyal medyada gündem oldu.

Törenden sonra Abraham sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla konuşması nedeniyle İsrail’deki televizyon kanallarında antisemitizm suçlamasıyla hedef gösterildiğini, ölüm tehditleri aldığını açıkladı. Yönetmen konuşmasından yalnızca 30 saniyelik bir bölüm alınarak sözlerinin çarpıtıldığını söyledi ve ekledi: “Söylediğim her şeyin arkasındayım. ”

‘Eşitsizlik sona ermeli’

Abraham ödül alırken filmin yönetmenlerinden Filistinli Basel Adra ile sahneye çıkmış, İsrail-Filistin çatışmasını “katliam” olarak tanımlamıştı. Almanya’ya İsrail’e silah satışını durdurması için de çağrı yapmıştı. Abraham’ın bir çağrısı daha vardı:

“Ben İsrailliyim, Basel ise Filistinli ve sadece iki gün sonra aynı olmadığımız bir ülkeye döneceğiz. Ben sivil düzen altında yaşıyorum, Basel ise askeri düzende. Birbirimize sadece 30 dakika uzaklıktayız. Benim oy kullanma hakkım var, onun yok, benim bu ülkede özgürce hareket etmeme izin veriliyor, Basel ise milyonlarca Filistinli gibi kilit altında ve işgal altındaki Batı Şeria’da. Aramızdaki bu eşitsizlik sona ermeli.”

Alman bakan Roth: Sadece İsrailli yönetmeni alkışladım

Sinemacılar kutuplaşan sanat ortamında ateşkes çağrısı yapıp Filistin’e desteklerini sunsa da politikacılar taraf olma konusunda ısrarcıydı. Kültürden Sorumlu Devlet Bakanı Claudia Roth geçen cumartesi akşamı düzenlenen ödül törenindeki açıklamaları “şok edici derecede tek taraflı ve derin bir İsrail nefreti” diye yorumladı. Berlin Belediye Başkanı Kai Wegner ile Berlinale’deki olayla ilgili soruşturma başlattıklarını duyurdu.

Törende yönetmenlerin konuşmalarını alkışladığı görülen Roth bakanlığın sosyal medya hesabından resmi bir açıklama yayınlayarak alkışın kime gittiğini de açıkladı: “Ödül töreninde Claudia Roth’un alkışları bölgede siyasi çözüm ve barış içinde bir arada yaşama lehinde konuşan Yahudi-İsrailli gazeteci ve yönetmen Yuval Abraham’a gitti.”

 

Nina Rieke

 

Berlin’de Altın Ayı Afrika’nın sesine gitti!

 

 

74. Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı'yı Afrika'nın nasıl sömürüldüğünü anlatan 'Dahomey' adlı belgesel kazandı. Filmin yönetmeni Mati Diop ise ödülü alırken 'Filistin'in yanındayım" dedi.

 

Politik bir gerginlik vardı bu yıl Berlin Film Festivali’nde. İsrail-Filistin Savaşı ve bunun kültür dünyasında yarattığı kutuplaşma gerginliğin önemli sebepleri arasındaydı. Altın Ayı yarışı bu gergin ortamda yaşandı.

 

Dün akşam Lupita Nyong’o  başkanlığındaki jüri kararını açıkladı. Jüri, Fransız-Senegalli yönetmen Mati Diop’un yönettiği ‘Dahomey’i en iyi film seçti ve Altın Ayı ödülünü bu film kazandı.

 

‘Dahomey’ bir belgesel. Sömürgeciliğin hastalıklarını güncel bir konu etrafında anlatıyor. 1892’de Fransız sömürgeci birliklerinin Dahomey Krallığı’ndan yağmaladığı binlerce eserden 26’sının Fransa’dan Benin Cumhuriyeti’ne dönüşünü ele alıyor. Lakin belgesel geçmişe ses vermekle kalmayıp sömürgeciliğin yarattığı ve günümüzde bile hala ortada kalan enkazını da konu ettiği için jüri tarafından tercih edildi.

 

Mati Diop: Filistin’in yanındayım

 

Festivalde filmi gösterildiğinde yönetmeni Diop basın toplantısında “Yağmalanan bu malların iade edilmesi sorunu her zaman bir film yapımcısı olarak yaptığım işin merkezinde yer aldı. Yaklaşık 10 yıldır bu tür filmler üstünde çalışıyorum. Fransa tarafından geri verilen sanat eserlerinin somut anlamda iadesi üstünde -bunun gerçekte ne anlama geldiğinin tam olarak farkına varmam çok uzun sürdü. Sinemacı olmamın nedenlerinden biri bu. İnsanların bu konuları anlamasını mümkün kılmak istiyorum” demişti. Sonra eklemişti: “Fransa yüzyıllardır burayı sömürdü. Tazminatı geniş anlamda düşünmemiz gerekiyor.”

 

Aslında bir yanı Afrika’yla ilgili bütün bunların. Jüri başkanı Lupita Nyong’o da sömürülen toprakların çocuklarından, Kenya kökenli. Ödülün bu anlamda ‘Dahomey”e gitmesi de bunun için şaşırtıcı bulunmuyor.

 

Afrikanın sesini filmiyle Berlin’de duyuran yönetmen Mati Diop ödülünü almak için sahneye çıktığında son noktayı ‘Filistin’in yanındayım!” diyerek koydu.

 

Hong Sangsoo’ya Büyük Jüri Ödülü

 

Berlinale’de Büyük Jüri Ödülü ise Koreli yönetmen Hong Sangsoo’ya gitti. Sangsoo ‘A Traveller Needs’ filmiyle ödüle lâyık görüldü. 74. Berlin Film Film Festivali’nde Jüri Ödülü’nde Gümüş Ayı Bruno Dumont’un bilim-kurgu ve komediyi buluşturan ‘The Empire’ fimine gitti.

 

Dominikli yönetmen Nelson Carlo De Los Santos Arias festivalden En İyi Yönetmen dalında Gümüş Ayı ile ayrıldı. Yönetmenin çektiği ‘Pepe’ adlı film Güney Amerika’da öldürülen ilk ve son su aygırının hikâyesine odaklanıyor. Sebastian Stan ‘A Different Man’ filmindeki rolüyle En İyi Oyuncu ödülünü kazanırken En İyi Yardımcı Oyuncu ödülünü ‘Small Things Like These’ ile Emily Watson aldı. Hatırlanacağı üzere Berlin Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Kadın Oyuncu ödülleri yerine artık tek bir ödül veriliyor. Bu yardımcı oyuncu dalında da geçerli.

 

74. Berlin Film Festivali’nde En İyi Senaryo ödülü ‘Dying’ filmiyle Matthias Glasner’e gitti. Alman yapımı film baskıcı eşinin demansa yakalanmasından sonra bir anda hayatı değişen ve özgürlüğü yaşamaya başlayan bir kadının hikâyesine odaklanıyor. Festivalde Üstün Sanatsal Katkı Ödülü The Devil’s Bath filmiyle Martin Gschlacht’ın oldu.

 

 

 

Nina Rieke

 

 

 

Berlinale’de zafer belgesel filmiyle Mati Diop’un

Uluslararası Berlin Film Festivali Berlinale'nin en büyük ödülü olan Altın Ayı’yı, Fransız-Senegalli sinemacı Mati Diop’un "Dahomey" adlı yapımı kazandı.

Dünyanın en prestijli film festivallerinden biri olarak Venedik ve Cannes'la birlikte “Üç Büyük” arasında sayılan festivalde, altın ve gümüş ayılar için bu yıl 20 film yarıştı.

Ödülleri belirleyen uluslararası jüriye Meksika-Kenya asıllı Oscar ödüllü Lupita Nyong'o başkanlık ederken Altın Ayı’yı kazanan "Dahomey" belgesel niteliği ile dikkat çeken bir film oldu. 67 dakikalık film, 1892 yılında Fransız sömürge kuvvetlerinin Afrika’daki Dahomey Krallığı’ndan yağmaladıkları yaklaşık 7000 sanat eserinin 26 tanesinin, 2021 Kasım ayında bugünkü Benin Cumhuriyeti’ne geri gönderilmesini konu alıyor.
Filmin yönetmeni Diop, festivalin yarışma bölümünde mücadele eden ve Altın Ayı kazanan ilk siyahi kadın yönetmen oldu. Festivalin ikinci önemli ödülü olan Jüri Gümüş Ayı, Güney Koreli yönetmen Hong Sang Soo’nun "Yeohaengjaui pilyo" (Bir Gezginin İhtiyaçları) adlı filmine verildi. Fransız yıldız Isabelle Huppert’in başrolünde oynadığı film, bir Fransız kadının Güney Kore’de benlik arayışını konu alıyor.

 

Berlinale Film Festivali
Berlinale Film FestivaliBerlinale’de en iyi yönetmen için verilen Gümüş Ayı Reji Ödülü’nü kazanan isim ise "Pepe" adlı filmle Kolombiyalı Nelson Carlos De Los Santos Arias oldu. Pepe, Afrika’dan Kolombiyalı uyuşturucu baronu Pablo Escobar’ın özel hayvanat bahçesine götürülen ve orada ölen genç bir suaygırına odaklanıyor.

En iyi erkek oyuncu ise, Aaron Schimberg imzalı "A Different Man" (Başka bir adam) adlı filmin başrolündeki Sebastian Stan seçildi. Film, suratındaki deformasyon nedeniyle sadece belirli filmlerde rol bulabilen New Yorklu oyuncu Edward’ın tedavi sonrası bir anda normal bir yüze sahip olmasını ve bunun hayatında yarattığı dönüşümü konu alıyor.

En iyi kadın oyuncu ödülünü ise, festivalin açılış filmi Small Things Like This’deki (Böyle Küçük Şeyler) rolüyle Emilie Watson kazandı. Film, Katolik Kilisesi tarafından 1820'lerden 1996'ya kadar işletilen ve "düşmüş genç kadınların" köleleştirildiği yurtları konu alıyor.

Alman yönetmen Matthias Glasner ise, ölüm ve veda konulu üç saatlik "Sterben" (Ölmek) filmiyle en iyi senaryo için verilen Gümüş Ayı’yı kazanan yönetmen oldu.

Türkiye’de çekilen iki film de ödül kazandı

Berlinale’de iki ödül Türkiye bağlantılı filmlere verildi. Hayatını Berlin’de sürdüren yönetmen Aslı Özge’nin, Almanya-Türkiye ortak yapımı "Faruk" isimli filmi, uluslararası eleştirmenlerden oluşan Fibresci Jüri’sinin ödülünü kazandı. Berlinale'de dünya prömiyerini yapan film, festivalin yan programı Panorama bölümünde yer aldı. Aslı Özge, İstanbul’un kentsel dönüşümünü ele aldığı filmde, aynı zamanda filme adını veren 90 yaşındaki babası ile ilişkisini de irdeliyor.

Nine Rieke

Dünya sineması Berlinale’de buluşuyor

Bugün 74’üncü kez kapılarını açacak olan Uluslararası Berlin Film Festivali, kısa adıyla Berlinale, 67 ülkeden 283 filme ev sahipliği yapıyor.

Cannes ve Venedik ile birlikte en önemli sinema festivallerinden Berlinale’nin en önemli ödülü Altın Ayı için 20 film yarışırken, jüri "12 Years a Slave" (12 Yıllık Esaret) filmiyle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscarı kazanan, Kenyalı oyuncu ve yönetmen Lupita Nyong’o başkanlığında toplanacak.

Festivalin bu seneki doruk noktalarından biri, efsanevi yönetmen Martin Scorsese’ye Altın Ayı Onur Ödülü verilecek olması.

10 gün sürecek Berlinale’nin açılışı, yönetmenliğini Belçikalı Tim Mielants’in yaptığı ve başrolünü son olarak Oppenheimer filmi ile büyük beğeni toplayan Cillian Murphy’in üstlendiği "Small Things Like These" filmi yapacak.

Festivalde jüri başkanlığını Kenyalı oyuncu ve yönetmen Lupita Nyong’o yapıyor.
Festivalde jüri başkanlığını Kenyalı oyuncu ve yönetmen Lupita Nyong’o yapıyor.


Yarışmada Alonso Ruizpalacios, Olivier Assayas, Abderrahmane Sissako, Hong Sang-Soo ve Aaron Schimberg gibi önemli yönetmenlerin yeni filmleri gösterilecek.

Geçen yıl "Rabiye Kurnaz George W. Bush’a Karşı" adlı filmiyle Gümüş Ayı ödülünü kazanan Andreas Dresen, "In Liebe, Ihre Hilde" (Sevgilerimle, Hildeciğin) ve Matthias Glasner "Sterben" (Ölmek) adlı filmleri ile Almanya’yı temsil edecekler.

Altın Ayı adaylarından "Shambala", Bhutanlı yönetmen Min Bahadur Bham imzalı bir film. Nepal’de hamile bir kadının ortadan kaybolan ilk kocasını, onun yerini alan keşişle birlikte aramasını konu alan film, yapımcı Zeynep Kuray’ın TRT 12 Punto desteğiyle çekildiği için Türkiye de yarışmada dolaylı olarak temsil edilecek.

Festivalde Türkiye kökenli yönetmenler

Hayatını Berlin’de sürdüren yönetmen Aslı Özge’nin, Almanya-Türkiye ortakyapımı "Faruk" ile festivalin yan programı Panorama bölümünde yer alacak. Aslı Özge, İstanbul’un kentsel dönüşümünü ele aldığı filmde, aynı zamanda filme adını veren 90 yaşındaki babası ile ilişkisini de irdeliyor.

Panorama’da Gürcü asıllı İsveçli yönetmen Levan Akin’in İstanbul’un gece yaşamında Beyoğlu’nun derinliklerinde geçen, oyuncuları arasında Deniz Dumanlı’nın da bulunduğu yeni filmi "Crossing" de gösterilecek.

Generation 14+ bölümünde, Aslı Eraslan’ın Fransa-Almanya-Türkiye ortak yapımı "Ellbogen" (Dirsek) adlı filmi seyirciyle buluşacak. Film doğum gününü arkadaşlarıyla kutlamak isteyen Hazal’ın başına gelen bir olaydan sonra kaçmak zorunda kalmasını konu alıyor.

Berlinale Kısa Filmler bölümünde ise, Selin Öksüzoğlu imzalı ve Karadeniz yaylalarında geçen "Adieu Tortue" (Elveda Kaplumbağa) ve Deniz Şimşek’in "Detours while speaking of Monsters" (Canavarlardan Söz Etmişken) dünya prömiyerini yapacak.

Uluslararası Berlin Film Festivali, kısa adıyla Berlinale bu yıl, 67 ülkeden 283 filme ev sahipliği yapıyor.
Uluslararası Berlin Film Festivali, kısa adıyla Berlinale bu yıl, 67 ülkeden 283 filme ev sahipliği yapıyor.

Toplam 500 bin izleyici bekleniyor

Berlinale’yi, diğer iki dev festivalden ayıran en önemli özelliklerinden biri, sinema meraklılarına, yani seyircilere açık olması. Bu yıl yaklaşık 400 bin bilet satılması ve toplamda, sinema profesyonellerine yapılan özel gösterimler ve basın gösterimleriyle birlikte 500 bin kişinin film izlemesi bekleniyor.

Berlin Film Festivali ödülleri, 25 Şubat’ta Berlinale Palast’ta düzenlenecek törenle sahiplerini bulacak.

Berlinale’de Altın Ayı için yarışacak filmler ve yönetmenler:

Small Things Like These (Yön. Tim Mielants)
Another End (Yön. Piero Messina)
Architecton (Yön. Victor Kossakovsky)
Black Tea (Yön. Abderrahmane Sissako)
La Cocina (Yön. Alonso Ruizpalacios)
Dahomey (Yön. Mati Diop)
A Different Man (Yön. Aaron Schimberg)
L’Empire / The Empire (Yön. Bruno Dumont)
Gloria! (Yön. Margherita Vicario)
Hors du temps (Yön. Olivier Assayas)
In Liebe, Eure Hilde (Yön. Andreas Dresen)
Keyke mahboobe man (Yön. Behtash Sanaeeha, Maryam Moghaddam)
Langue Etrangere (Yön. Claire Burger)
Me el Ain Belong To (Yön. Meryam Joobeur)
Pepe (Yön. Nelson Carlos De Los Santos Arias)
Shambhala (Yön. Min Bahadur Bham)
Sterben (Yön. Matthias Glasner)
Des Teufels Bad (Yön. Severin Fiala, Veronika Franz)
Vogter (Yön. Gustav Moller)
Yeohaengjaui pilyo (Yön. Hong Sangsoo)

 

Nine Rieke

Berlin Film Festivali'ne yeni direktör

Avrupa'nın önde gelen film festivallerinden Berlinale'nin yöneticiliğine, eski Londra Film Festivali direktörü Tricia Tuttle atandı.

 

Almanya Kültür Bakanı Claudia Roth, Uluslararası Berlin Film Festivali (Berlinale) direktörlüğüne Tricia Tuttle'ın getirildiğini duyurdu. Daha önce Londra Film Festivali direktörlüğü yapan Tuttle, 15-25 Şubat arasında 74'üncüsü gerçekleşecek olan festivalin ardından Nisan ayında görevine başlayacak.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) vatandaşı olan Tuttle, görevi icra direktörü Mariette Rissenbeek ve sanat direktörü Carlo Chatrian'dan devralacak. Rissenbeek ve Chatrian, 2019 yılında uzun süredir festival direktörlüğü görevini yürüten Dieter Kosslick'in yerine, dünyaca ünlü festivalin dümenine geçmişti.

 

Rissenbeek'in geçen yıl sözleşmesini yenilememe kararının ardından Kültür Bakanı Roth, festivalin tek kişi tarafından yönetilmesi gerektiğini söylemiş, bunun üzerine Chatrian da istifa edeceğini açıklamıştı.

Atamadan sorumlu komitenin başında bulunan Roth, Tuttle'ın sanatsal perspektifinden, net ve sağlam fikirlerinden etkilendiklerini belirterek, "Berlinale'yi çok başarılı bir geleceğe taşıyacak olan Tuttle hepimiz için kesinlikle doğru seçim" dedi.

Berlinale, Cannes ve Venedik film festivalleri ile birlikte, Avrupa'nın en prestijli sinema organizasyonlarından biri olarak kabul ediliyor. 

 

Nine Rieke

Alman vatandaşlığına geçiş kolaylaşıyor

Almanya’da, başta Türkiye menşeili göçmenler olmak üzere yabancı kökenlilerin yıllardır büyük bir umutla beklediği yeni vatandaşlık yasası için hazırlanan tasarı, Alman Federal Meclisi’nde ele alındı.

Türkler’e çifte vatandaşlık hakkını da tanıyacak ve "Modern Vatandaşlık Yasası" olarak isimlendirilen yasa ile Almanya’da nitelikli eleman açığının kapatılması da hedefleniyor.

Mecliste konuşan İçişleri Bakanı Nancy Faeser, söz konusu düzenlemenin mevcut hükümetin en önemli reformlarından biri olduğunu hatırlatarak, "Pek çok alanda vasıflı çalışana ihtiyacımız var. Bu yasayla nitelikli insanları ülkemize çekmeyi arzuluyoruz. Ayrıca uzun süredir Alman toplumunun bir parçası olan göçmenlerin artık daha kolay vatandaş olmasını diliyoruz" dedi.

Muhalefet: “Hükümet Alman toplumunu yozlaştırmak istiyor.”

Yeni vatandaşlık yasasına karşı çıkan muhalefetteki Birlik Partileri CDU/CSU ve aşırı sağcı AfD, hükümeti, Alman vatandaşlığına geçişi kolaylaştırarak Almanya’yı ve Alman toplumunu yozlaştırmak istemekle suçladı.

Hıristiyan Birlik partileri Alman Meclis Grubu İç Politika Sözcüsü Alexander Throm, hükümetin özellikle çifte vatandaşlığa yeşil ışık yakmasını eleştirdi.

Türkiye’deki son seçimde Almanyalı Türkler’in çoğunun Recep Tayyip Erdoğan’a destek vermesine atıfta bulunarak, "Bu gidişle birkaç yıl içinde AK Parti Almanya’da parti kurup, Alman vatandaşı da olan Türkler üzerinden meclisimize girerse şaşırmamak lazım" dedi.

 

Almanya kalifiye eleman arayışında, 1.8 milyon kalifiye eleman açığı var

 

AfD adına bir açıklama yapan Gottfried Cuido, hükümetin göçmenlerin uyum göstermesini beklemeden Alman vatandaşlığı almasını hedeflediğini öne sürerken, Alman halkının çoğunun bu uygulamayı kabul edilemediğini öne sürdü.

Yasa tasarısı, bundan sonraki aşamada İçişleri Bakanlığı’nın ilgili komisyonunda görüşülüp, son düzeltmelerin ardından hükümet tarafından onaylanacak. Yasanın yılbaşından önce yürürlüğe girmesi bekleniyor.

Yasa tasarısında neler öngörülüyor?

Yasa tasarısının en önemli unsurlarından biri, vatandaşlığa kabul için sekiz yıl bekleme süresinin beş yıla inecek olması. Almanya'ya uyum konusunda, iktisadi ve sosyal bakımdan başarı kaydeden göçmenlerin vatandaşlığa kabul başvuruları için bekleme süresi ise üç yıl olacak.

 

Almanya’dan yeni bir göç paketi

Ebeveynlerden birinin beş yıldır yasal olarak ülkede ikamet etmesi halinde, Almanya‘da dünyaya gelen çocukları otomatik olarak vatandaşlık kazanacak. Yasanın Türk vatandaşlarına sağlayacağı en önemli avantaj ise çifte vatandaşlık hakkı. Yeni düzenlemeyle, Türk vatandaşları kendi vatandaşlığından feragat etmeden Alman vatandaşı olabilecek. Yürürlükteki yasa yabancıların çocuklarına çifte vatandaşlık hakkı tanıyor ancak 23 yaşına geldiğinde çocuğun iki vatandaşlıktan birini tercih etmesi gerekiyordu.

Tasarıda, 67 yaş üzeri birinci ve ikinci nesilde vatandaşlık için Almanca bilme koşulu aranmamasına da yer veriliyor.

Yasa tasarısı vatandaşlığa geçişi engelleyen bazı kısıtlamalar da öngörüyor. Nitekim Yahudi düşmanı, ırkçı, yabancı düşmanı veya insanlık dışı suçlar işlediği kanıtlanan kişilere Alman vatandaşlığının verilmeyecek. Çok eşli kişilerle, "davranışlarıyla, anayasanın kadın ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu ilkesini ihlal ettiklerini ortaya koyan" kişiler de vatandaş olamayacak.

 

Almanya’ya iş göçü artık daha kolay

Bazı kısıtlamalar eleştiriliyor

Bu madde ile birlikte kendi geçimlerini sağlayamayacak durumda olan bekar ebeveynlerle emeklilerin ve sosyal yardım alanların vatandaşlık hakkından mahrum bırakılması, göçmen kuruluşları ve temsilcileri tarafından eleştiriliyor.

Tasarının görüşmeleri öncesinde göçmen dernekleri, Federal Meclis’in önünde biraraya gelerek basın açıklaması yaptı. Berlin Türk Toplumu sözcüsü Safter Çınar, tasarının yıllardır verilen vatandaşlık mücadelesinde önemli bir başarı olduğunu, ancak bazı noktalarda yetersiz kaldığını ifade etti.

Çınar, "Göçmen örgütlerinin on yıllardır süregelen taleplerinin artık yasaya dahil edilmesi doğru. Ancak bir kişinin Alman değerlerini takdir edip etmediğini kim nasıl tespit edecek? Örneğin kadınlara saygı duyup duymadığını kontrol etmek için polis mi devreye girecek? Bu konularda tasarının eksik ve hatalı olduğu görüşündeyiz" dedi.

 

Scholz: "Nitelikli eleman göçü Almanya’nın geleceği için şart"

Almanya’nın işgücü açığı 1,8 milyon

Almanya, ekonomiyi ve ülke refahını tehdit eden bir boyut kazanan kalifiye eleman açığının kapanması sağlamak ve nitelikli göçmenleri ülkeye çekebilmek için bir dizi yasal düzenlemelere gitme kararı almıştı.

Hükümet, geçen yaz aylarında Avrupa Birliği haricindeki üçüncü ülkelerden meslek veya yüksek okul diploması olan kişilerin Almanya’da iş aramak için ülkeye girişini puanlama sistemine dayandıran "fırsat kartı" uygulamasını kabul etmişti.

2021 sonu verilerine göre, 83,1 milyon nüfusa sahip Almanya'da yaklaşık 72,4 milyon Alman vatandaşı ve yaklaşık 10,7 milyon göçmen vatandaş bulunuyor. Resmi veriler, ülkede 1,8 milyona yakın kalifiye eleman açığı olduğunu söylüyor. Uzmanlar, mevcut refah düzeyini koruyabilmesi için Almanya’nın her yıl yurtdışından gelecek 400 bin kalifiye elemana ihtiyacı olduğunu belirtiyor.

 

Nina Rieke

Almanya’da Afgan ve Çeçen çocuklar terör şüphesiyle tutuklandı: “Noel Pazarı’na saldıracaklardı”

Almanya’da Düsseldorf Başsavcılığı, 15 yaşındaki bir Afgan çocuk ve 16 yaşındaki Çeçen kökenli arkadaşı hakkında "radikal İslamcı bir terör saldırısı planladığı ve hazırladığı" gerekçesiyle tutuklama kararı çıkardı.

15 yaşındaki Edris D’nin Leverkusen kentinde, 16 yaşındaki Rasul M’ninse Wittstock kentinde düzenlenen operasyonlarda yakalandığı haber verildi.

Almanya’da iç istihbarattan sorumlu Anayasayı Koruma Örgütü tarafından konuyla ilgili yapılan açıklamada, sosyal medyada yapılan bir taramada bir Telegram kullanıcısının IŞİD terör örgütüne üye olduğunu yazdığı ve aynı kanalda dolaşıma soktuğu bir videoda, 1 Aralık Cuma günü Almanya'nın Köln kentinde bir terör saldırısı düzenleyeceğini duyurduğu saptandı.

Bunun üzerine Kuzey Ren Vestfalya ve Brandenburg eyaletlerinde harekete geçen istihbarat birimlerinin, önce Edris D‘yi, sonra da Rasul M‘yi gözaltına aldıkları bildirildi. Yapılan soruşturmada, iki gencin Köln'deki Noel Pazarı‘na veya bir sinagoga yangın çıkarıcı aletlerle ya da küçük bir kamyonla yapılacak bir saldırı planladıkları ve saldırıyı gerçekleştirmek üzere 1 Aralık’ta Köln’de buluşma kararı aldıkları da ortaya çıktı.

Başsavcılık, Edris D. ve Rasul M. hakkında tutukluluk kararı çıkarıldığını duyurdu.

Gençlerin Köln’deki Noel Pazarı‘nı hedef aldıklarının açıklanması, 19 Aralık 2016'da Berlin'deki Noel Pazarı‘na yapılan saldırıyı anımsattı. O zaman da IŞİD sempatizanı olduğu belirlenen bir Tunuslu terörist kaçırdığı bir kamyonla Noel pazarına dalmıştı. Saldırıda toplam 13 kişi ölmüştü.

 

Berlin’de Noel Pazarına Terörist Saldırı

İç İstihbarat örgütünden terör uyarısı

Bu arada Alman iç istihbaratı Anayasayı Koruma Örgütü Başkanı Thomas Haldenwang, Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler sonrasında Almanya’ya yönelik bir terör saldırısı riskinin "gerçekçi" olduğu uyarısında bulundu.

Haldenwang açıklamasında, "El Kaide ve İslam Devleti (IŞİD) gibi cihatçı gruplardan Batı’ya yönelik saldırı çağrıları ve böylece Ortadoğu'daki çatışmalara müdahil olunması yönünde çağrılar görüyoruz" dedi.

 

“Gazze çatışmaları Avrupa'da İslamcı saldırı riskini arttırıyor”

"Yahudiler’in güvenliğine, İsrail kurumlarına ve aynı zamanda ülkedeki önemli kamusal etkinliklere yönelik potansiyel saldırı planları yapıldığı konusunda endişelerimiz var" diyen yetkili, güvenlik birimlerinin alarma geçtiğini açıkladı.

İstihbarat servisi şefi, "Alman aşırı sağcıların mevcut durumdan faydalanarak Müslümanlara ve göçmenlere karşı kışkırtıcılık yaptıklarını" da belirtti.

Alman Bild gazetesinin dün sorularını yanıtlayan İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Almanya’da terör saldırıları olabileceğini ima etmiş ve "Sıradakinin siz olduğunuzu anlıyor musunuz? Almanya, Avrupa. Hamas, Hizbullah, Husiler ve diğerleriyle birlikte İran’ın terörist ekseninin bir parçası. Amaçları önce Ortadoğu’yu, ardından da tüm dünyayı barbarlık çağına, Ortaçağın karanlık dönemine getirmek" demişti.

 

Nina Rieke

Almanya’da bütçe tartışmaları erken seçim taleplerini güçlendirdi

Almanya’da 2024 yılı bütçe tasarısında oluşan 60 milyar Euro’luk açık siyasi krizi tetiklerken, Berlin’de erken seçim sesleri yükselmeye başladı.

Siyasi analizlerde, hükümetin krizi kontrol edememesi durumunda üç partili koalisyonun dağılabileceği belirtiliyor.

Anayasa Mahkemesi, hükümetin COVID-19 salgınıyla mücadeleye ayırdığı, ama harcamadığı 60 milyar Euro hacimli özel bütçeyi başka alanlarda kullanamayacağını ilan etmiş, Maliye Bakanı Christian Lindner karara tepki olarak bütçede gelecek yıl için hedeflenen tüm harcama taahhütlerinin geçici olarak dondurulduğunu duyurmuştu.

Hükümet, çeşitli önlemler içeren acil eylem planı çalışmalarını başlattı. Bu önlemler arasında vergi gelirlerini artırmak ve harcamaları azaltmak yer alıyor. Ancak bu önlemlerin yetersiz kalacağından yola çıkan hükümet, "borç freni" uygulamasını bu yıl için askıya almayı, yani borçlanmayı da hedefliyor.

2009 yılında alınan bir kararla, o dönemdeki Merkel hükümeti devletin borçlanmasına sınır getirmiş ve Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla’nın azami yüzde 0,35’i oranında borçlanma imkanına izin vermişti.

COVID-19 salgını ve Rusya-Ukrayna savaşının ardından borç freni, son iki yılda devlete ek hareket alanı sağlamak için askıya alındı ve bu yılla birlikte tekrar devreye girdi. Ancak "borç freni" uygulamasının meclis oylamasında askıya alınması üçte iki oy çoğunluğu ile mümkün olduğundan hükümetin muhalefetin de desteğine ihtiyacı var.

Başbakan Olaf Scholz, konuyla ilgili olarak Salı günü Federal Meclis'te hükümet adına bir açıklama yapacağını duyurdu.

 

Almanya’da hükümetin “bütçe krizi” muhalefeti iştahlandırıyor

Muhalefet hükümeti zorluyor

Muhalefet partileri Hıristiyan Birlik CDU/CSU, Almanya için Alternatif (AfD) ve Sol Parti, hükümetin içinde bulunduğu girdabın içinden çıkış yolunu "borç freni" uygulamasında değil, erken seçimde ya da hükümetin yeniden şekillenmesinde görüyorlar.

Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) Genel Başkanı Friedrich Merz, borç freninde değişiklik yapmak yerine sosyal giderlerin azaltılmasını önerirken, ülkenin yaşadığı krizden çıkış yolu olarak Başbakan Scholz’a "Yeşiller ve FDP’den ayrılın, Büyük Koalisyon kuralım" önerisinde bulundu.

Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) lideri Markus Söder ise, gelecek yıl 9 Haziran'da yapılacak Avrupa seçimlerine paralel olarak erken seçim olasılığını gündeme getirdi. Scholz hükümetinin, ülkenin sorunlarını çözebileceğine inanmadığını söyleyen Söder, yeni bir seçimin ardından SPD ile koalisyonun düşünülebilir bir hükümet seçeneği olduğunu da ifade etti.

Berlin yapılan yorumlarda, sosyal demokrat SPD’li Olaf Scholz ve koalisyon partnerleri Yeşiller ve liberal FDP’nin birlikte devam etmekten başka alternatifleri olmadığını söyleyenler ağır basıyor.

Analistler, erken seçime gidilmesi durumunda Birlik Partileri ve özellikle göçmen karşıtı AfD’nin oy oranının artacağından yola çıkarken, hükümetteki politikacıların iktidarı kaybetmemek için, her şeyi sineye çekip, "Üçlü koalisyona devam" deme olasılığının daha ağır bastığını belirtiyor.

Son yapılan kamuoyu yoklamalarına göre, Almanya’da bu haftasonu genel seçim olsa koalisyon hükümetinin koltuğu koruma şansı yok gibi. Anketlere göre, CDU/CSU yüzde 30, Almanya için Alternatif Partisi (AfD) yüzde 22, SPD yüzde 16, Yeşiller yüzde 13 ve FDP yüzde 5 oranında oyu alabilecek.

 

Nina Rieke

Berlin Türk Film Festivali başlıyor

Almanya’da 2. Berlin Türk Film Festivali başlıyor! Vasistdas ve Turkish Expats‘ın sponsorluğunda 29 Kasım Çarşamba günü BABYLON Sineması’nda başlayacak olan festivalde, Cannes, Locarno, Venedik gibi festivallerde de gösterimi gerçekleştirilen, 18 kısa film ve 17 uzun metrajlı film yer alıyor. Festival, 3 Aralık Pazar gününe kadar devam edecek.

 

Berlin Türk Film Festivali kapılarını açıyor

Arthood Entertainment tarafından 2022 yılında düzenlenmeye başlayan Berlin Türk Film Festivali, bu yıl ikinci kez düzenleniyor. Festival, kültürlerarası anlayışın destekleyicisi ve kültürler arasında iletişimi sağlamanın bir yolu olmayı hedefliyor. Birçok kategoride önemli konuları ele alan, güncel, ödüllü filmlerin yer aldığı festival, şimdiden film severleri heyecanlandırmaya başladı. Uluslararası alanda başarılı yönetmenlerin filmlerinin gösterime girdiği festivalde, belgeselden drama, gerilimden gizeme kadar birçok kategoride film yer alıyor.

Şimdiden sıkı durun, çünkü bu sene düzenlenecek olan festivalin filmleri arasında Türkiye’de ve dünyada çok ses getirmiş, aylarca konuşulan filmler de bulunuyor. Örneğin Kuru Otlar Üstüne, hepimize büyük gurur yaşatan filmlerin başında geliyor. Dünya çapında büyük ses getiren film, oyunculuğuyla Merve Dizdar’a, Cannes Film Festivali En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazandırmış ve hepimizi çok gururlandırmıştı. Öte yandan Selahattin Paşalı ve Ekin Koç’un yer aldığı Kurak Günler de günlerce konuşulmuş, final sahnesiyle epeyce bir tartışılmıştı. Film programından anlaşılacağı üzere, seyir zevki yüksek, anlamı derin ve akıllarda çok soru işaretleri bırakacak çok sayıda film bizlerle olacak.

 

Berlin Türk Film Festivali programı

İkinci Berlin Film Günleri programıyla ilgili detayları aşağıda bulabilirsiniz.

Berlin Film Festivali Filmleri (2023) İlk Seans İkinci Seans

Karanlık Gece (Black Night) Çarşamba, 29.11. 19:30 Cumartesi, 02.12. 22:00

Açık Kapılar Ardında (Behind Open Doors) Perşembe, 30.11. 17:30 Cumartesi, 02.12. 21:15

Oregon Perşembe, 30.11. 17:45 Cumartesi, 02.12. 17:45

Bir Tutam Karanfil (Cloves and Carnations) Perşembe, 30.11. 17:00 Cuma, 01.12. 18:00

Bana Karalığını Anlat (Tell me About your Darkness) Perşembe, 30.11. 19:00 Cumartesi, 02.12. 22:00

Kar ve Ayı (Snow and The Bear) Perşembe, 30.11. 19:30 Cumartesi, 02.12. 15:45

Ela & Hilmi ve Ali (Ela & Hilmi and Ali) Perşembe, 30.11. 20:00 Cuma, 01.12. 21:45

Kısa filmler 1 Perşembe, 30.11. 20:45

Aniden (Suddenly) Cuma, 01.12. 17:15 Pazar, 03.12. 19:30

Ayna Ayna (Mirror Mirror) Cuma, 01.12. 17:45

Kuru Otlar Üstüne (About Dry Grasses) Perş 30.11. 21:15 ve Cuma 01.12. 19:30 Pazar, 03.12. 15:45

Kör Noktada (In The Blind Spot) Cuma, 01.12. 20:00 Cumartesi, 02.12. 19:00

Kavur Cuma, 01.12. 20:00 Pazar, 03.12. 20:45

Öte Cuma, 01.12. 22:15 Pazar, 03.12. 18:00

Kısa filmler 2 Cumartesi, 02.12. 16:45

Düet (Duet) + Flanöz (Flaneuse) Cumartesi, 02.12. 17:45 Pazar, 03.12. 18:30

Kurak Günler (Burning Days) Cumartesi, 02.12. 19:30 Pazar, 03.12. 20:15

Bu Ben Değilim (This is Not Me) Cumartesi, 02.12. 20:00

Kısa filmler 3 Pazar, 03.12. 15:45

2. Berlin Türk Film Festivali biletleri

Birbirinden güzel filmleri izlemek için elbette bilet almak gerekiyor. Eğer festivaldeki filmleri izlemek için nasıl bilet alacağınızı bilmiyorsanız sizin için hemen anlatalım. Filmler, Babylon’un internet sitesi üzerinden alınacak. 

 

Nina Rieke

Almanya’da camilere saldırılar artıyor

Almanya'da ırkçı ve İslamfobik saldırılar artarak devam ediyor. Son olarak başkent Berlin'de Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) bünyesinde faaliyet gösteren dört camiye kimliği belirsiz kişiler tarafından saldırı düzenlendi.

Camilerin posta kutularına kanlı domuz sosisi ve dışkı

Son 48 saat içinde düzenlenen saldırılarda Osman Gazi, Merkez, Muradiye ve Koca Sinan adlı camilerinin posta kutularına kesilmiş kanlı domuz sosisi ve dışkılarla dolu torbalar atıldı. Ayrıca başka zarflardan Müslümanlar'ın kutsallarına hakaret içeren söylemlerin yazılı olduğu kağıtlar ile yakılmış Kuran-ı Kerim sayfalarının çıktığı öğrenildi. Bir caminin girişine gamalı haç çizilirken, bir diğer caminin duvarına ise "NATO Gazze’yi yok edecek" anlamında küfürlü bir yazı yazıldığı belirlendi.

"Kadınlarımız gençlerimiz çocuklarımız korku içinde"

DİTİB Berlin Örgütü’nden Yakup Ayar, VOA Türkçe’ye yaptığı açıklamada, son haftalarda İslamofobik saldırıların arttığını ifade ederek, "Yükselen Müslüman düşmanlığı maalesef Berlin'de de çirkin yüzünü gösterdi. Son haftalarda İslam’a karşı yapılan sözlü saldırılar, kullanılan nefret dili, bir şekilde bu saldırıların büyüyerek Almanya’da yaygınlaşacağının habercisi oldu. Başkentte yaşadığımız saldırılar maalesef bizi çok üzdü. Kadınlarımız, çocuklarımız, gençlerimiz kaygı ve korku içinde. Böylesi düşmanca eylemlere müsamaha gösteremeyiz. Yetkililerden bu tür eylemleri kınayan ve toplumumuzu korumak için önlemler alan net bir açıklama bekliyoruz" dedi. Olaylarla ilgili soruşturma başlatıldığı haber verildi.

 

Eski Beyaz Saray görevlisi: "Öldürülen Filistinli çocuk sayısı az bile"

7 Ekim'den bu yana 40 camiye saldırı yapıldı

DİTİB Genel Sekreteri Eyüp Kalyon, bundan kısa bir süre önce yaptığı açıklamada, Almanya'da camilere yönelik saldırılarda, özellikle İsrail ile Hamas arasında yaşanan çatışmaların başlamasından sonra ciddi artış olduğunu belirterek, "Camilerimiz farklı saldırılara maruz kalmaktadır. Yılın başından bu yana toplam 81 camiye yönelik saldırı tespit ettik. Bu saldırıların yarısı ise 7 Ekim'den sonra yaşandı" dedi.

Ekim ayının son günlerinde, Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde bulunan Bochum, Castrop-Rauxel ve Recklinghausen şehirlerindeki üç camiye poşetler içerisinde yakılmış Kur'an-ı Kerim sayfaları, domuz eti ve dışkısı bulunan paketler gönderilmesinden sonra bir açıklama yapan DİTİB, cemaatlere tahriklere kapılmamaları yönünde uyarıda bulunmuştu.

Almanya İçişleri Bakanı: "Ortadoğu'daki çatışmalar Almanya sokaklarına yansımamalı"

Geçen Çarşamba günü düzenlenen Almanya İslam Konferansı'nda konuşan İçişleri Bakanı Nancy Faeser, ülkede Müslüman düşmanlığı sorununun olduğunu kabullenerek, "Almanya'daki pek çok Müslüman'ın günlük hayatta Müslüman karşıtı saldırıların kurbanı olma tehdidi gerçektir. Bunun güvenlik duygusu açısından korkunç sonuçları var. Bunu kabul edemeyiz" ifadesini kullandı. Bakan Faeser, Alman hükümeti ile Müslümanlar arasında işbirliği ve diyaloğun arttırılmasını hedefleyen konferansta, Ortadoğu'daki çatışmaların Alman sokaklarına yansımaması gerektiğini ifade ederek, anlaşmazlığın ülkelerinde şiddete dönüşmesini önlemek için her şeyi yapacaklarını belirtti.

 

 

Her iki Almandan biri İslam karşıtı

Almanya'da yapılan ve geçen Temmuz ayında federal hükümete sunulan bir bilirkişi raporunun sonucuna göre, ülkede her iki kişiden biri Müslümanlar'a yönelik düşmanca söylemlere onay veriyor. "Müslüman Düşmanlığı Bağımsız Uzman Grubu" adlı bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan raporda, bir dini cemaate açıktan üye olanlarla kıfayetleri nedeniyle Müslüman olduğu anlaşılan kişilerin, Müslüman düşmanı tutumdan en fazla muzdarip olan kesimi oluşturduğu ifade edildi. Almanya’da 5,5 milyon Müslüman göçmen yaşıyor.

2022'de camilere ve Müslümanlar'a yönelik 569 saldırı

Diyanet İşleri Türk İslam Birliği'nin yayımladığı "2022 Cami Saldırıları" raporuna göre, ülkede geçen yıl DİTİB örgütüne bağlı 35 camiye yönelik çeşitli şekillerde tehdit ya da saldırı yapıldı.

Raporda, 35 saldırının 20'sinin camilere posta ya da elektronik posta yoluyla hakaret, küfür ve tehdit içeren yazı gönderilmesi olduğu, 7 caminin duvarına yazı yazıldığı, 6 camiye fiziki zarar verildiği ve 2 camiye kundaklama yapıldığı açıklandı.

Alman hükümetinin Göç, Uyum ve Irkçılıkla Mücadele Sorumlusu Reem Alabali-Radovan, 2022’de camilere ve Müslümanlar'a karşı işlenen İslamofobik suç sayısının en az 569 olduğunu duyurmuştu.

Müslümanlar'a yönelik saldırılar kapsamında hakaret ve taciz gibi suçlar işlenirken, camilere de mala zarar verilmesi ve duvarlara yazı yazılması şeklinde saldırılar yaşanırken ve olaylarda yaralanan kişilerin sayısı 25 oldu.

Geçen yıl yayınlanan başka bir rapor, Ocak 2014-Haziran 2021 arasında Almanya’da 768 cami saldırısı kaydedildiğini ortaya koymuştu.

 

Nina Rieke

Almanya’da hükümetin “bütçe krizi” muhalefeti iştahlandırıyor

Almanya’da hükümetinin bütçe krizi giderek daha dramatik bir hale gelirken, koalisyon partileri arasındaki anlaşmazlıklar da derinleşiyor.

Anayasa Mahkemesi, hükümetin Covid-19 salgınıyla mücadeleye ayırdığı ama harcamadığı 60 milyar Euro hacimli özel bütçeyi, başta iklim koruması olmak üzere başka alanlarda kullanamayacağını ilan etmişti.

Karar, söz konusu parayı 2024 bütçesinde harcamayı planlayan hükümet için büyük bir yenilgi olarak tanımlandı; muhalefetteki Birlik Partileri Federal Anayasa Mahkemesi’nin kararını “koalisyon hükümetine atılan şamar” olarak niteledi.

 

 

 

2024 bütçesine göre Alman hükümeti, gelecek yıl yaklaşık 445,7 milyar Euro harcama yapmayı planlıyordu. Maliye Bakanı Christian Lindner karara tepki olarak bütçede gelecek yıl için hedeflenen tüm harcama taahhütlerinin geçici olarak dondurulduğunu duyurdu.

Bakan, federal ve eyalet kurumlarının bu yıl için yükümlülüklerini yerine getirmeye devam edeceğini, bunun dışındaki harcamalara sadece münferit durumlarda izin verileceğini ve mali durumunun kontrol dışına çıkması tehlikesi nedeniyle 2024 için "frene basmaktan başka alternatif kalmadığını" açıkladı.

Almanya Ekonomi Bakanı Robert Habeck, yaşanan krizin iklimin korunmasına yönelik projeleri etkileyeceğini, ancak bunun dışında da birçok alanda kısıtlamalara gidileceğini ifade ederek, daha dramatik senaryoların gündeme gelebileceğini öne sürdü ve "borç freni" uygulamasının tartışılmaya açılmasını önerdi.

İLGİLİ HABERLER

AB büyüme tahminlerini aşağı yönlü revize etti: 10 ülke resesyona giriyor

“Borç freni” hükümeti böldü

2009’da alınan bir kararla, o dönemdeki Merkel hükümeti devletin borçlanmasına sınır getirmiş ve Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYH) azami yüzde 0,35’i kadar borçlanmaya izin vermişti.

Diğer taraftan anayasa, kriz dönemlerinde bu mekanizmanın askıya alınmasına izin veriyor. Nitekim hükümet, Covid-19 ve Rusya-Ukrayna savaşının etkilerini hafifletmek için 2020-2022 arasında bu sınırlamayı askıya almıştı. Bu da federal hükümetin ekonomide kurtarma ve toparlanma önlemleri için yapılan harcamaları karşılayabilmesini sağlamıştı.

Bütçe krizinin aşılabilmesi için "borç freni" uygulamasının kaldırılması önerisine koalisyondaki Yeşiller ve Sosyal Demokrat SPD destek verirken, liberal FDP karşı çıktı ve özellikle sosyal alandaki harcamalarda kesintiye gidilebileceğini açıkladı. FDP’nin en tanınan siyasetçilerinden Wolfgang Kubicki, "İçinde olduğumuz bu özel durumda, neleri finanse edebileceğimizi, nelerden vazgeçebileceğimizi açıkça konuşmamız gerekli" dedi.

Muhalefetteki Birlik Partileri CDU/CSU’dan da benzer açıklamalar geldi. CDU Genel Başkanı Friedrich Merz, çocuk yoksulluğunu önlemek için devletin 2025’den sonra hedeflediği "çocuk asgari geçim güvencesi" adlı sosyal yardımın ve iş arayanların asgari yaşam standardını sağlayabilmelerini güvence altına alan "vatandaşlık parası" uygulamalarının durdurulmasını önerdi.

 

Almanya Başbakanı Scholz'den İsrail'e eleştiri

Koalisyon sallanıyor

FDP ve Birlik Partileri’nden gelen benzer açıklamalar, yaşanan bütçe krizinin hükümet krizine dönüşebileceği yönündeki yorumların artmasına neden oldu.

7 Aralık 2021 kurulan hükümet, özellikle Yeşiller ile FDP arasında enerji ve göç gibi konularda ciddi görüş ayrılıkları nedeniyle sürekli huzursuzluk yaşıyor. Hükümetin küçük ortağı olan FDP’nin, yapılan son eyalet seçimlerinde ve tüm kamuoyu araştırmalarında büyük oranda oy kaybettiği gözlemlenirken, iş dünyasına yakın partinin ayakta ve hayatta kalabilmek için koalisyondan ayrılarak, Birlik Partileri ile yeni bir hükümet oluşturmayı hedeflediği konuşuluyor.

CDU Genel Başkanı Friedrich Merz, iktidardaki SPD, Yeşiller ve FDP’nin toplam oy oranının kamuoyu yoklamalarında yüzde 30’lara düşmesi sonrasında Başbakan Scholz’a, "Yeşiller ve FDP’den ayrılın, büyük koalisyon kuralım" önerisinde bulundu.

Berlin’deki analizciler, Başbakan Scholz’un işinin yaşanan bütçe krizi ile daha da zorlaşacağını, hükümetin dağılma olasılığının her geçen gün arttığını ve Almanya’da siyaseti hareketli günlerin beklediğini ifade ediyorlar.

 

Nina Rieke

Almanya Erdoğan-Scholz görüşmesinden memnun

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın günübirlik Berlin ziyaretinin ardından Alman hükümet yetkilililerinden yapılan açıklamalarda iki ülkeyi ilgilendiren bir dizi konuda anlaşmaya varıldığı duyuruldu.

Başbakan Olaf Scholz’e yakın kaynaklar, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Scholz veheyetlerin Başbakanlıkta yaklaşık iki saat süren akşam yemeğinde Gazze'deki insani durumun, rehinelerin serbest bırakılmasının ve bölgesel bir tırmanıştan duyulan endişelerin ele alındığını bildirdi. Görüşmede ayrıca Gazze Şeridi ve Ortadoğu'daki çatışmalara ilişkin olası perspektiflerinde ele alındığı açıklanarak, "Federal Başbakan Almanya'nın İsrail'le dayanışma içinde olduğunu vurguladı ve Hamas'ın terörist saldırısını açıkça kınadı" denildi.

Görüşmede Scholz’un, Almanya'da kalma hakkı olmayan sığınmacıların Türkiye'den ülkelerine geri gönderilmelerinin hızlandırılmasını da istediği de belirtildi. Hükümet kaynaklarına göre Alman Başbakanı bunun için "sağlam bir mekanizma" oluşturulması gerektiğini vurguladı.

Alınan bilgiye göre, "Bu nedenle her iki lider de içişleri makamlarının yeni kurulan ikili çalışma grubu çerçevesindeki yoğun çalışmasını memnuniyetle karşıladı ve kısa sürede uzlaşmaya dayalı bir sonuca ulaşılması talimatını verdi." İkilinin ayrıca Türkiye'den gelen imamların görevlendirilmesine kademeli olarak son verilmesi amacıyla Almanya'da imam eğitiminin hızla yaygınlaştırılması konusunda da mutabık kaldığı belirtildi.

Scholz Erdoğan'a bu yılın Şubat ayında meydana gelen ve on binlerce insanın hayatını kaybettiği yıkıcı depremin ardından eğitim kurumlarının yeniden inşası konusunda destek sözü verirken, Scholz ve Erdoğan Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik savaşını sona erdirmesi için "hala acilen çağrıda bulunulması gerektiği" konusunda mutabık kaldı. Olaf Scholz’un ayrıca Türkiye'nin İsveç'in NATO üyeliğini hızlı bir şekilde onaylaması için de çağrı yaptığı belirtildi.

İkili ilişikilerin önemine vurgu

Erdoğan ve Scholz'un Berlin'de düzenlediği basın toplantısında yaşanan gergin anlara rağmen, Alman hükümet çevrelerinin Türkiye ve Almanya arasındaki işbirliğine vurgu yapması dikkat çekti. Basın toplantısının ana konusu olan İsrail-Filistin çatışması hakkında Erdoğan sert açıklamalarda bulunmuştu. Scholz’e yakın siyasi çevrelerden ziyaret öncesinde de yapılan açıklama ve değerlendirmelerde, Alman Başbakanı’nın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hamas ve İsrail’le ilgili söylediklerine katılmadığını ancak Ukrayna’da savaşın bitmesi ve Hamas’ın elindeki rehinelerin serbest bırakılması için arabulucu rolü üstlenebileceğini bildiğine dikkat çekilerek, Türkiye’nin Almanya için vazgeçilemeyecek bir partner olduğunun altı çizilmişti.

Ziyareti değerlendiren sosyal demokrat SPD Federal Parlamento milletvekili Macit Karaahmetoğlu da, Scholz ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın baş başa görüşmesi öncesinde gerçekleşen basın buluşması ve ardından ikili görüşmelerin, ziyaretin yapılmasının önemini kanıtladığını vurguladı

Karaahmetoğlu, "Önceki tüm kuşkulara rağmen Türkiye Cumhurbaşkanı beklendiği üzere Berlin’de üslubunu yumuşattı. İsrail'in var olma hakkı sorulduğunda geri adım attı ve tüm insanların eşitliğini vurgulayan genel ifadelerle cevap verdi. Erdoğan'ın İsrail devletini de açıkça içeren iki devletli bir çözüm çağrısında bulunmasını, Ortadoğu'daki krize yaklaşımının normalleşmesi yönünde önemli bir sinyal olarak görüyorum. Scholz'un, eleştirel soruların engellenmediği bir basın toplantısı düzenleyerek bu zorlu ziyeretin üstesinden gelmesi iyi oldu. Bu konuda gerçek bir ilerleme kaydedilmesi ancak en karmaşık ortaklarla bile samimi bir ilişkiiçinde olunması halinde mümkün olabilir" şeklinde konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Almanya'da gerçekleştirdiği çalışma ziyaretini tamamlamasının ardından gece saatlerinde İstanbul'a geri döndü.

 

Nina Rieke

Cumhurbaşkanı Erdoğan 17 Kasım’da Berlin’i ziyaret edecek

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 17 Kasım'da Almanya'yı ziyaret edecek. Alman Hükümet Sözcü Yardımcısı Christiane Hoffmann Berlin'de yaptığı açıklamada, Erdoğan’ın ziyareti kapsamında Başbakan Olaf Scholz ile Federal Başbakanlık‘ta ortak bir akşam yemeği planlandığını kaydetti.

Hoffmann, görüşmenin "tüm siyasi konuları" kapsayacağını söyledi ve "Bilindiği üzere Alman hükümeti ve Türkiye Cumhurbaşkanı'nın Hamas konusuyla ilgili tutumları birbirinden çok farklı. Buna rağmen ortak konuların konuşulması önemli. Ayrıca AB-Türkiye göç anlaşması da buluşmada kesinlikle önemli bir rol oynayacak" dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Scholz ile görüşmesinden önce Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ile de görüşeceği belirtildi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hamas örgütü ile ilgili açıklamaları Berlin’de bazı siyasetçilerin tepkisine neden olmuş, muhalafetteki Hristiyan Demokrat Birlik Partisi‘nin (CDU) yanısıra hükümet ortağı Yeşiller ve Hür Demokrat Parti‘den (FDP) siyasetçiler ziyaretin iptal edilmesini talep etmişti.

 

Erdoğan’ın 18 Kasım Cumartesi günü Almanya ve Türkiye milli futbol takımlarının Berlin Olimpiyat Stadı'nda yapılacak karşılaşmasına gidip gitmeyeceği konusunda ise bir açıklama yapılmadı.

Almanya Başbakan Yardımcısı, Ekonomi ve İklimi Koruma Bakanı Robert Habeck'in 2 hafta önce Ankara’da yaptığı görüşmeler kapsamında VOA Türkçe’ye bilgi veren bazı Türk kaynaklar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 17-18 Kasım tarihlerinde bazı bakanların da eşliğinde Berlin’i ziyaret etmesinin planlandığını söylemişti.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan en son 2020’de Berlin’e gitmişti

Olaf Scholz, 2021 Aralık ayında başbakan olduktan sonra 14 Mart 2022 tarihinde Ankara'yı ziyaret etmişti.

Erdoğan ise şimdiye kadar, başbakan ve cumhurbaşkanı sıfatıyla Almanya’ya toplam 20 resmi ve özel ziyarette bulundu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, en son 19 Ocak 2020‘de Almanya’ya gelerek, o dönemin Başbakanı Angela Merkel'in, Birleşmiş Milletler’in (BM) çabalarına destek vermek amacıyla evsahipliği yaptığı ve Libya’da kalıcı ateşkes ve siyasi sürecin başlatılması amacıyla Berlin’de düzenlenen uluslararası zirveye katılmıştı.

Daha önce 28 Eylül 2018 tarihinde cumhurbaşkanı sıfatıyla Almanya’yı ilk kez ziyaret eden Erdoğan, üç günlük resmi ziyareti kapsamında Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeier tarafından askeri törenle karşılanmış, daha sonra Başbakan Angela Merkel ile biraraya gelmişti.

Erdoğan, daha sonra Köln’e geçerek Diyanet İşleri Türk İslam Birliği‘ne (DİTİB) bağlı caminin açılışına katılmıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan bu yıl 23 Ocak tarihinde planlanan Berlin gezisini son anda iptal etti. Ankara’nın ziyaretin içeriği ve saatler konusunda Berlin’le anlaşamadığı öğrenildi.

Alman kaynaklar ise, AK Parti Nevşehir Milletvekili Mustafa Açıkgöz’ün Almanya’da bir konuşmasında, Kürtler ile Erdoğan iktidarına muhalif kesimleri hedef alan sözlerinden sonra Alman hükümetinin Erdoğan’ın gezisine yeşil ışık yakmaktan vazgeçtiğini iddia etti.

 

Nina Rieke

Kino 2023 Diyarbakır'da Güncel Almanya sinemasının dikkat çeken örneklerini Türkiye’de seyirciyle buluşturan Kino 2023 programı, 10-12 Kasım’da Diyarbakır'da

Güncel Almanya sinemasının dikkat çeken örneklerini Türkiye’de seyirciyle buluşturan Kino 2023 programı, 10-12 Kasım’da Diyarbakır'da. Goethe-Institut‘un German Films katkılarıyla düzenlendiği Kino programı, her yıl güncel Almanya sinemasında öne çıkan ve uluslararası festivallerde gösterim şansı yakalayan filmleri Türkiye’de seyirciyle buluşturuyor.

Kino 2023 programı bu yıl ilk olarak İstanbul’da, 42. İstanbul Film Festivali ve Sinematek/Sinema Evi programları içerisinde seyirciyle buluştu. Ardından kasım başında 34. Ankara Film Festivali’nin programına dahil olurken şimdi de Diyarbakır’a konuk oluyor.

Play Video

Diyarbakır Sanat Merkezi (DSM) ve Mordem Sanat iş birliğiyle gerçekleşen Kino 2023 Diyarbakır gösterimleri Mordem Sanat’ta izleyiciyle buluşacak.

10-12 Kasım tarihleri arasındaki gösterimler Mordem Sanat’ta ücretsiz olarak düzenlenecek.

Programda, Öğretmenler Odası (Das Lehrerzimmer), Kör Noktada (Im toten Winkel), Kızıl Gökyüzü (Rotter Himmel), Benimle Sinemaya Gel (Komm mit mir in das Cinema – Die Gregors) ve Tahran’da Yedi Kış (Sieben Winter in Teheran) filmleri gösterilecek.

 

Nina Rieke

Stoltenberg: "Erdoğan’ın Hamas’a yaklaşımı NATO için sorun değil"

Almanya’nın başkenti Berlin'de temaslarda bulunan, Başbakan Olaf Scholz ve Savunma Bakanı Boris Pistorius’la biraraya gelen NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, "Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Hamas'a olan yaklaşımının ittifak için bir sorun oluşturmadığını" açıkladı.

Alman Basın Ajansı’na (dpa) mülakat veren Stoltenberg, "İttifak içinde farklı görüşlerin olması zaman zaman kolay kabullenilebilecek bir durum değil. Ancak, bölgedeki çatışmada bir rol oynamadığımız için bir bakıma söylenenlerin bizim yaptıklarımıza yönelik bir etkisi yok" dedi.

NATO’nun bu konudaki tutumunun İsveç'in NATO üyeliğinin Türkiye tarafından onaylanmasının beklenmesiyle bağlantılı olabileceği yönündeki spekülasyonları reddeden Stoltenberg, "Bunlar birbirinden çok farklı iki konu. Türk hükümeti onay için gerekli belgeleri Gazze savaşının başlamasından sonra parlamentoya sundu. Dolayısıyla Ortadoğu'daki krizin ortasında Türkiye, bu yılın Temmuz ayında Vilnius'ta yapılan NATO zirvesinde vardığımız ve İsveç'in terörle mücadelede daha fazlasını yapmayı taahhüt ettiği anlaşmayı uygulamaya koymuş oldu" şeklinde konuştu.

NATO Genel Sekreteri, başka hiçbir müttefikin Türkiye'den daha fazla terör saldırısına maruz kalmadığını vurgulayarak, PKK'nın AB tarafından terör örgütü olarak kabul edildiğine dikkat çekti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 17-18 Kasım'da Almanya'ya gelmesi bekleniyor. Alman hükümeti henüz bu bilgiyi teyit etmezken, Erdoğan'ın Hamas'ın bir terör örgütü olmadığı yönündeki açıklaması Almanya'da siyaset dünyasında tepkilere yol açmış, ancak Başbakan Olaf Scholz’un ve diğer hükümet üyelerinin bu konuda yorum yapmadıkları da dikkat çekmişti.

 

"NATO çatışmalarda taraf değil"

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, NATO’nun İsrail-Hamas çatışmasında taraf olmayacağına vurgu yaparak, "Uluslararası hukuka saygı gösterilmelidir. Siviller korunmalıdır. NATO müttefikleri, Gazze'ye insani yardımların ulaştırılması için çatışmalara ara verilmesini desteklemektedir" ifadesini kullandı.

Berlin’deki temaslarında Ortadoğu'daki durumu ve Hamas'ın saldırısına İsrail'in verdiği karşılığı ele aldıklarını aktaran Stoltenberg, "Son haftalarda gördüğümüz acılar, kalıcı çözüm için çabalamaktan vazgeçmememiz gerektiğini bize bir kez daha hatırlatmaktadır" dedi.

"Uluslararası hukuka saygı gösterilmelidir. Siviller korunmalıdır. NATO müttefikleri, Gazze'ye insani yardımların ulaştırılması için çatışmalara ara verilmesini desteklemektedir" vurgusu yapan Stoltenberg, Gazze'deki savaşın büyük bir bölgesel çatışmaya dönüşmemesi gerektiğini sözlerine ekledi.

 

Nina Rieke

Almanya'nın "kader günü": 9 Kasım

Almanya tarihinde 9 Kasım’ın özel bir yeri var. Ülkenin ve Alman halkının kaderini belirleyen ve değiştiren çok önemli olayların 9 Kasım’da yaşanması nedeniyle bugün "Almanların kader günü" olarak tanımlanıyor.

 

9 Kasım 1848

Kimilerine göre rastlantı, kimilerine göre tarihin bir cilvesi olan 9 Kasım olaylar zincirinde ilk halka, 18 Mayıs 1848’de ayaklanan Alman öğrencilerin 1789 Fransız Devrimi’nden esinlenerek, özgür ve birleşik bir Almanya oluşturmak amacıyla kurdukları Frankfurt Ulusal Meclisi ve hareketin, lideri Robert Blum’un 9 Kasım 1848’de öldürülmesiyle başarısız bir şekilde son bulması olayı.

Ayaklanan öğrencilerin monarşiyi yıkarak, cumhuriyet kurma hayallerini ertelemek zorunda kaldıkları Almanya, 1918’e kadar imparatorluk olarak kaldı.

 

9 Kasım 1918

9 Kasım, Alman tarihinde ikinci kez 1918 yılında ön plana çıktı.

Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Alman İmparatorluğu cumhuriyetin ilanıyla son buldu. Alman İmparatoru Kayzer Wilhelm, 9 Kasım 1918’de savaşın ve yenilginin sorumluluğunu üstlenerek, görevinden feragat ettiğini ilan etti.

Wilhelm sürgüne giderken, sosyal demokrat Philipp Scheidemann 9 Kasım 1918’de devlet başkanı olarak görev başına geçti ve ilan ettiği cumhuriyet, 1933’de Adolf Hitler’in iktidarına kadar çok partili anayasal sistem olarak yaşadı.

 

9 Kasım 1923

Genç cumhuriyet beş yıl sonra 9 Kasım 1923’de ilk krizini yaşadı. O zamana kadar tanınmayan Hitler, Münih'te "Birahane Darbesi" olarak tanımlanan ayaklanma ile Bavyera hükümetini ele geçirip, Berlin'e karşı yürüyüşe geçerek cumhuriyeti yıkma girişimde bulundu, ancak başarısızlığa uğradı ve 11 Kasım 1923'te tutuklandı.

Alman kamuoyu Hitler adı ile ilk kez tanıştı. Hitler, iktidara geldikten sonra her yıl 9 Kasım’ı darbe girişiminde ölen dava arkadaşlarını anma günü olarak kutlattı.

 

9 Kasım 1938

Yahudiler'e yapılan saldırıların başladığı 9 Kasım 1938 ise, Alman tarihinin en kara günlerinden biri oldu.

Hitler 1933 yılında iktidara gelmesinden sonra düşman olarak ilan ettiği Yahudiler’in vatandaşlık haklarını ellerinden almaya başladı, onbinlerce Yahudi ülkeyi terk etti.

Bunların bir bölümü Türkiye’ye sığınarak, Atatürk’ün başlattığı üniversite reformunu yaşama geçirdi.

1938 yılının 9 Kasımı’nda ise Paris’teki Alman Askeri Ataşesi’nin öldürülmesinden sonra Naziler Almanya’daki Yahudiler'e saldırdı, daha sonraki soykırımın ilk provaları yapıldı. Binlerce ev, işyeri, sinagog yağmalandı ve yakıldı. Yüzlerce Yahudi dövülerek öldürüldü, binlerce kadına tecavüz edildi. Bu tarih, dükkanların kırılan camları nedeniyle "Reichskristallnacht (Kristal Gecesi)" olarak tarihe geçti. Yahudiler'e zulüm ondan sonraki yıllarda giderek arttı, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar 1,5 milyonu Alman, toplam 6 milyon Yahudi öldürüldü.

 

9 Kasım 1989

9 Kasım 1989 ise, Almanlarla birlikte tüm dünyada sevincin sınır tanımadığı bir gün olarak tarihe geçti.

Bu tarih Doğu Almanya vatandaşlarının Batı Almanya’ya kaçmalarını önlemek için kurulan Berlin Duvarı’nın yıkılması ile belleklerden silinemeyecek kadar önemli ve dünyanın hemen her ülkesinde bilinen bir tarih oldu.

Soğuk Savaş döneminin simgesi olan üç metre yüksekliğindeki Berlin Duvarı’nı aşarak, Berlin’in doğusundan batıya kaçmaya çalışan 5 bin kişiden 3 bin 200’ü yakalandı, 191 kişi de vurularak öldürüldü.

O yüzden bu yapay sınıra "Utanç Duvarı" adı da verildi. İnsanların istedikleri yerde yaşama ve seyahat özgürlüğünü engellemeyi hedefleyen ve 41 yıl ayakta kalan duvar 1989 sonbaharında haftalarca süren toplumsal protestolar sonrasında köşeye sıkışan Doğu Almanya’daki komünist rejim tarafından seyahat kurallarının değişmesiyle birlikte, halkın barışçı eylemleri sonrasında 9 Kasım gecesinde yıkıldı.

Ardından çok kısa bir süre içinde 3 Ekim 1990 tarihinde iki Almanya birleşerek yeniden tek bir devlet haline geldi, başta eski Sovyetlet Birliği olmak üzere Avrupa’daki sosyalist ülkeler siyasi haritadan yok oldu.

Dönemin Alman hükümeti iki Almanya’nın birleşmesi sonrasında 9 Kasım’ı milli bayram olarak ilan etmeyi düşünmüştü. Ancak Kristal Gecesi nedeniyle 9 Kasım’dan vazgeçildi, 3 Ekim’de karar kılındı.

 

Nina Rieke

Almanya Hamas’ın faaliyetlerini yasakladı

Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, Hamas'ın ve "Samidoun" adlı Filistinli Esirlerle Dayanışma Ağı'nın ülkedeki faaliyetlerinin yasaklandığını açıkladı.

"Almanya’da antisemitizme yer yok. Antisemitizme karşı mücadelemizi hukuk devletinin verdiği tüm imkanlarla sürdüreceğiz" diyen Faeser, Hamas’ı "Amacı İsrail devletini yok etmek olan bir terör örgütü" olarak tanımlarken, Samidoun'un Almanya şubesinin "İsrail karşıtlığı ve antisemitik propaganda yaymak için bir dayanışma grubu kisvesi altında faaliyet gösterdiğini" ileri sürdü.

Samidoun, Almanya çapında, destekçilerinin 7 Ekim'de Berlin’in Neukölln ilçesinde İsrail'e yönelik saldırıları sokakta baklava dağıtarak ve göbek atarak kutlamasıyla tanındı.

İstihbarat birimleri, grubun son günlerde düzenlenen İsrail karşıtı ve Hamas yanlısı gösteri ve protesto eylemlerinin çoğunluğunun organizasyonunda yer aldığını belirtiyor.

Başbakan Olaf Scholz, İsrail’e yönelik saldırıların ardından, Almanya’daki İsrail karşıtı gösterilerinin utanç verici olduğunu söylemiş ve Samidoun ve Hamas’ın faaliyetlerinin yasaklanacağını ilan etmişti.

Almanya, Hamas’a destek verenleri sınırdışı etmeyi planlıyor

Hamas, 2001’den bu yana AB’nin terör örgütleri listesinde

Almanya’da iç istihbarattan sorumlu Federal Anayasa Koruma Teşkilatı’nın verilerine göre, çok büyük bir bölümü Alman vatandaşı olmak üzere Hamas’a destek veren 450’ye yakın kişi bulunduğu tahmin ediliyor.

Hamas, 2001 yılından bu yana AB genelinde terör örgütü olarak sınıflandırıldığı için Almanya'da serbestçe faaliyet gösteremiyor. Ayrıca 2021'de kabul edilen bir dizi yasa kapsamında yapılan değişikliğe göre, Hamas’ın bayrağı ve sembollerinin de kullanımı yasaklanmış durumda.

Güvenlik makamları ne Hamas'ın ne de Samidoun ağının Almanya'yı tehdit edecek boyutta örgütlü bir yapılanmaları olduğu konusunda hemfikir.

Dolayısıyla İçişleri Bakanı Faeser’in faaliyet yasağı kararı, İsrail’le dayanışmayı vurgulayan simgesel özelliğinin yanı sıra, halihazırda yürürlükte olan yasakların teyit edilmesi anlamına geliyor.

Uzmanlar bunun aynı zamanda Almanya'dan Hamas'a destek veren bireyleri de hedef aldığını belirtiyor. Bu kişilerin Hamas’a yakın başka dernekleri, hatta yardım cemiyetlerini kullandıkları öne sürülüyor.

 

Nina Rieke

Irkçılıkta Almanya zirvede

Avrupa Birliği'nin (AB) 13 üye ülkede gerçekleştirdiği bir araştırmaya göre, siyahlar en çok Almanya’da ayrımcılığa maruz kalıyor.

Merkezi Avusturya'nın başkenti Viyana'da bulunan Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı'nın (FRA) araştırmasında, Almanya'da siyahlara yönelik ırkçılık sorununun son 5 yılda önemli ölçüde arttığı belirlendi.

Avusturya, Belçika, Danimarka, Finlandiya, Fransa, İrlanda, İtalya, Lüksemburg, Polonya, Portekiz, İspanya ve İsveç gibi 13 AB üyesi ülkede, birinci ve ikinci nesil siyah göçmenler arasında yapılan "Being Black in the EU (AB’de Siyah Olmak)" anketine katılan Afrika kökenli katılımcıların yüzde 76'sı, son 5 yıl içinde Almanya'da kökenleri ve ten renkleri nedeniyle ırkçılık mağduru olduklarını söyledi.

Her üç kişiden yaklaşık ikisi ise (yüzde 65) son 12 ayda ırkçılığa maruz kaldığını ifade etti. FRA'nın raporunda, Avusturya'da yüzde 72 ile Almanya'ya benzer yüksek bir oranda ırkçılık saptanırken, Finlandiya yüzde 63'le üçüncü sırada yer aldı. Çalışma, son beş yıllık dönem için en düşük anket değerlerini Polonya (yüzde 20) ve İsveç (yüzde 25) için listeledi.

Ankete katılan 13 AB ülkesinde ortalama olarak katılımcıların yüzde 45'i, son beş yıl içinde kökenleri, ten renkleri veya dini inançları nedeniyle ayrımcılığa uğradıklarını açıkladı. 2018’de yapılan bir önceki çalışmada bu oran yüzde 39'du.

 

Irkçılığa en çok maruz kalan kitlenin genç kadınlar, eğitimli insanlar ve dini kıyafet giyen kişiler olduğu belirtilirken, günlük yaşamın hangi alanlarında ayrımcılığa uğradıklarını hissettikleri sorulduğunda, katılımcıların çoğu (yüzde 34) iş ararken dezavantajlı hissettiklerini açıkladı. Yüzde 31'i ise iş yerinde ayrımcılığın hedefi olduklarını ifade etti.

Almanya'da son beş yıl içinde iş ararken ayrımcılığa uğradığını söyleyen siyahların oranı yüzde 56 olarak saptandı. Sadece Avusturya'da bu oran yüzde 59 ile daha yüksek olarak belirlendi. Konut arayışıyla ilgili olarak, Almanya'daki tüm katılımcıların yüzde 74'ü ayrımcı deneyimlerden bahsetti.

Raporun ortaya koyduğu verilerin "şok edici ve utanç verici" olduğunu vurgulayan FRA örgütünden yapılan açıklamada, AB'nin üye devletlerini "Afrika kökenli insanların da ırkçılık ve ayrımcılık olmaksızın haklarını kullanabilmelerini sağlamak" için tedbirler almaya çağırdı ve ayrımcılık ve ırkçılığa karşı caydırıcı cezalar konulmasını, kurum ya da makamlardaki ayrımcı uygulamaların engellenmesini talep etti.

 

Alman hükümetinin ülkedeki ırkçılık vakalarıyla ilgili son verilerine göre 2022'de aşırı sağcı, ırkçı, Yahudi düşmanı ve İslamofobik en az 23 bin 83 saldırı ve suç kayıtlara geçti.

2020'de 23 bin 604'e yükselerek rekora ulaşan aşırı sağcıların işlediği suç sayısı, 2021'de 21 bin 964 olarak belirlenmişti. Hükümetin raporunda, aşırı sağcıların 2022’de 1138 şiddet eylemi gerçekleştirdiği belirlenerek, camilere ve Müslümanlar'a karşı işlenen İslamofobik suç sayısının ise en az 569 olduğu duyuruldu.

Müslümanlar'a karşı hakaret ve taciz gibi suçlar işlenirken, camilere de "mala zarar verilmesi" ve "duvarlara yazı yazılması" şeklinde saldırılar yaşanırken, olaylarda yaralanan kişilerin sayısı 25 olarak belirlendi.

Alman hükümetinin güncel verilerine göre, 2022’de Yahudi düşmanı toplam 2 bin 639 suç işlendi. Bunların 88'i antisemitik şiddet eylemi olarak kayıtlara geçerken, olaylarda toplam 31 kişi yaralandı.

Hükümetin verilerine göre 2022'de mülteci yurtlarına yönelik 121, doğrudan sığınmacılara ya da mültecilere yönelik 1248 saldırı gerçekleşti. Uzmanlar ırkçı ve İslamofobik saldırılar konusunda da çoğu kişinin şikayette bulunmaması nedeniyle birçok suçun kayda geçmediğini ve gerçek sayıların daha yüksek olabileceğini belirtiyor.

 

Nina Rieke

Almanya'da solda yeni bir parti geliyor

Alman siyasetinin en popüler isimlerinden Sahra Wagenknecht, muhalefette yer alan Sol Parti’den ayrılarak yeni bir parti kuracağını açıkladı.

Partinin muhtemelen gelecek yılın ilk haftalarında düzenlenecek bir kurultayla resmileşeceğini bildiren Wagenknecht, o zamana kadar "BSW-Sağduyu ve Adalet İçin" adı altında parti programı hazırlık çalışmalarını yürüteceklerini söyledi.

Geçici parti ismi olan "BSW"nin açılımı "Bündnis Sahra Wagenknecht"; yani Sahra Wagenknecht Birliği. Berlin’de çok geniş katılımlı bir basın toplantısıyla parti planlarını açıklayan siyasetçi, "Almanya’da birçok insan politikaya güvenini yitirdi ve meclisteki partilerin kendilerini temsil etmediklerini düşünüyor. Ülkenin ve politik sistemin yeni bir alternatife ihtiyacı var. Toplum değişim istiyor" diyerek, kendi kuracağı partinin diğer tüm partilerin tabanlarının yanı sıra, siyasete darılarak seçimlere gitmeyenler için bir tercih olacağını duyurdu.

Sahra Wagenknecht Berlin'de bir basın toplantısı düzenledi - 23 Ekim 2023

Kuracağı partinin, yeni iş imkanları yaratılması için ekonomi ağırlıklı bir politika uygulayacağını açıklayan siyasetçi, sosyal adaletin sağlanması için dar gelirlilere daha fazla yardımda bulunulmasını planladığını da söyledi ve Rusya ile barışın sağlanması için çalışacağına dikkat çekti.

Sol Parti’nin Alman meclisindeki 39 milletvekilinden en az 10'unun Wagenknecht’in yanında yer alacağı ileri sürülüyor. Bu durumda Sol Parti meclisteki grup özelliğini de yitirecek. Sol Parti, son genel seçimlerde yüzde 4.9 ile barajın altında kalmış, ancak üç doğrudan milletvekili sayesine 39 milletvekilinden oluşan bir grup kurabilmişti. 2015-2019 yıllarında da Sol Parti Federal Meclis Grubu Eş Başkanı olarak görev yapan Wagenknecht, parti yönetimiyle ters düştüğü için bundan aylar önce bir daha bu partiden milletvekili adayı olmayacağını ilan etmişti. Bunun üzerine Sol Parti yönetiminden çok sayıda isim, Wagenknecht’in parti üyeliğinin iptali için gerekli süreci başlattı.

 

Sahra Wagenknecht, ırkçı ve İslam düşmanı Almanya için Alternatif (AfD) Partisi'nin son aylardaki hızlı yükselişini de Sol Parti’nin siyasetleriyle ilişkilendiriyor ve partinin sığınmacılar ve LGBT gibi konulardaki görüşlerinin toplumun önemli bölümünde ters teptiğini ve tepkinin Almanya için Alternatif’e destek şeklinde döndüğünü öne sürüyor.

 

 

Nina Rieke

Almanya’da Müslümanlar eleştirilerin odağında

Hitler döneminde 6 milyon Yahudiye uygulanan soykırımdan sorumlu olan Almanya, tarihi nedenlerle İsrail ve Yahudi halkıyla dayanışmayı ülkenin "devlet politikası" olarak tanımlıyor. Bu açından son iki haftaya damgasını vuran Hamas-İsrail savaşı ülkenin en hassas olduğu bu konuyu tam bir stres testine dönüştürdü.

Siyaset ve toplum temsilcilerinin büyük bir bölümü, ülkede yaşayan Müslümanların İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına karşı çıkmasına ve Filistinlilerle dayanışma göstermesine sert tepkilerle karşılık veriyor.

Almanya’da yaşayan 5 milyon Müslüman kökenli göçmene yönelik baskı ve dışlama kamuoyunu bölünmenin eşiğine getirmiş durumda. Filistin yanlısı gösterilerin yasaklanmasının dışında, özellikle İslam toplumunun temsilcileri ve çatı örgütleri "Neden Hamas saldırılarını kınamıyorsunuz?" veya "Almanya’da yaşamanıza rağmen neden İsrail’den yana değilsiniz?" gibi eleştirilerle karşı karşı kalıyor.

"Bizi genelleştirerek, töhmet altında bırakmayın"

Konuyla ilgili bugün bir açıklama yapan Almanya Müslümanlar Merkez Konseyi, Alman siyasetçilerin Müslümanları genel anlamda töhmet altında bırakan açıklamalar yaptıklarını belirtti.

Konsey, İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki saldırılarının, kamuoyu önünde eleştirilebilmesini talep etti ve "Filistinlilere başsağlığı dilemek bile terörizm olarak görülüyor" denildi.

Merkez Konseyi, "Almanya’da Müslümanların karalanması ve şeytanlaştırılmasında yeni bir tırmanış izliyoruz" diyerek, İslami dini cemaatlerin "çirkin ve gerçek dışı suçlamalara maruz kaldığını" belirtti.

"Bizden bir kez daha şiddet ve terörle aralamıza mesafe koymamız talep edilmektedir; oysa bunu geçmişte defalarca ve çok açık bir şekilde yaptık. Örneğin, Hamas tarafından İsrail'deki sivil halka karşı düzenlenen terörist saldırıyı açıkça kınadık" denilen açıklamada, buna rağmen, Müslümanların camilerde vaazlarda kışkırtma yaptığı yönündeki bilgilerin kasıtlı olarak yayıldığı öne sürüldü.

 

Berlin’deki gösteriye Müslümanların temsilcileri çağrılmadı

Bu arada önümüzdeki Pazar günü Berlin’in dünyaca ünlü Brandenburg Kapısı’nın önünde antisemitzme karşı düzenlenecek bir kitlesel gösteriye Müslüman derneklerin davet edilmediği haber alındı. Alman Meclisi’nden, Almanya için Alternatif (AfD) partisi dışında tüm partiler mitinge davet edilirken, Yahudi Cemaati, Protestan ve Katolik kiliselerinin üst düzey yetkilileri, işveren örgütleri ve sendikaların mitinge katılacakları ve temsilcilerinin konuşma yapacakları da öğrenildi. Gösteriyi tertipleyen Alman-Yahudi Toplumu Başkanı Volker Beck, Müslümanların davet edilmemesi ile ilgili olarak, "Müslüman çatı örgütlerinin son iki haftada sergiledikleri tavır sonrasında, mitinge çağrılmamalarına karar verdik. Önce İsrail’e karşı nefret ve antisemitiz konusunda aktif olmaları gerekiyor" diye konuştu.

"Müslüman derneklerinin İsrail’den yana olması imkansız bir beklenti"

Federal Parlamento eski milletvekili

Sosyal demokrat SPD’den eski Federal Parlamento milletvekili ve partisinin uzun yıllar İslam politikaları sözcülüğünü yapan Lale Akgün, VOA Türkçe’ye verdiği röportajda, Almanya’daki Müslüman örgütlerinin bir ikilemin içinde olduğunu söyleyerek, bu açıdan bu konuda Almanların arzuladığı tavrı göstermelerinin de zorluğuna dikkat çekti.

"Almanya’nın Yahudilerle ve ülkeleri İsrail’le olan ilişkileri çok kritik bir konu. O açıdan Almanya’daki Müslümanların temsilcilerinin ne dedikleri, nasıl bir tavır aldıkları da politika açısından önem taşıyor. Unutulmaması gereken, çatı örgütlerinin büyük bölümü Ortodoks olarak tanımlayabileceğimiz siyasi İslamcılığı temsil ediyorlar. Bu örgütlerin üyeleri de Kur’an’ı kaynak göstererek, ayrıca Filistin’de yaşananları da referans göstererek, örgüt temsilcilerinden İsrail karşıtı ve kısmen antisemitist açıklamalar bekliyor. Bu nedenle bu tarz örgütlerin, Yahudi dernekleri ile aynı çatı altında bir araya gelip, İsrail’le dayanışma göstermesi imkansız bir beklenti. Ayrıca bu örgütlerin bir bölümünün Arap ülkeleri tarafından ya da Türkiye tarafından finanse edildiğini de hatırlamak gerekli. O ülkelerdeki siyasi değerlendirmelerden, ülkelerin liderlerinin açıklamalarından bağımsız hareket etmeleri de imkansız."

Almanya’dan seyahat uyarısı

Öte yandan Almanya Dışişleri Bakanlığı resmi internet sitesinden yayımladığı açıklamada, Alman vatandaşlarını bölgede şiddetin artması nedeniyle İsrail ve Filistin topraklarına seyahat edilmemesi yönünde uyardı. Açıklamada, İsrail ordusunun Gazze Şeridi'nde geniş çaplı bir askeri operasyona hazırlandığı ifade edildi.

Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ise ülkesinin Gazze Şeridi'ndeki uluslararası kuruluşlara destek sağlamak amacıyla Gazze'deki Filistinlilere yönelik yardımını 50 milyon Euro arttırma kararı aldığını belirtti. Refah Sınır Kapısı'nın hala kapalı olduğunu söyleyen Baerbock, herkesi engelleri aşarak mümkün olan en kısa sürede bu sınır kapısını açmaya çağırdı.

Berlin’de sinagoga molotof kokteyli atıldı

Filistin-İsrail arasındaki çatışmalar her geçen gün şiddetlenirken, Gazze'de El-Ehli Baptist Hastanesi’nin vurulması sonucu yüzlerce kişinin hayatını kaybetmesi sonrasında, Almanya’nın başta Berlin olmak üzere değişik kentlerinde protesto gösterileri düzenlendi.

Başkentte ağırlıklı olarak Müslüman ve Arap kökenli göçmenlerin yaşadığı Neukölln mahallesinde ve kentin merkezindeki tarihi Brandenburg Kapısı önünde toplanan binlerce kişi, İsrail’i protesto etti.

Polis gösterilerin yasak olduğunu belirterek, izin vermeyince arbede yaşandı. Özellikle Neukölln’de polis araçlarına havai fişek ve şişe atılmasının ardından göstericileri dağıtmak için tazyikli su ve biber gazı kullanıldı.

İLGİLİ HABERLER

Gazze'de hastane vuruldu yüzlerce ölü var; taraflar birbirini suçladı

Öte yandan dün gece bazı göstericilerin kentin merkezinde bulunan, Holokost'da hayatlarını kaybetmiş Yahudilere adanmış bir anıta doğru yürümeleri, bu sabah da bir sinagoga molotof kokteyli atılması kentteki gerilimi arttırdı.

Polis, atılan iki molotof kokteylinin kaldırımda patladığını, orada yandıktan sonra hasara neden olmadan söndüğünü bildirdi.

Resmi ziyaret kapsamında Mısır'da bulunan Almanya Başbakanı Olaf Scholz, "Yahudi kurumlarına saldırılar ve sokaklarımızdaki şiddet eylemleri alçakça eylemlerdir; bunlara hoşgörü gösterilemez. Yahudi karşıtlığının Almanya'da yeri yok" dedi.

"Filistin’e destek gösterilerine katılanlar sınırdışı edilsin"

Yaşanan gelişmeler ve Filistinlilerin protesto gösterileri, son günlerde de çok sayıda Alman siyasetçinin önerdiği, Hamas’a destek veren gösterilerin yasaklanması ve gösterilere katılanların sınırdışı edilmesini tekrar gündeme taşıdı.

 EMBED PAYLAŞ

"Filistin’e destek gösterilerine katılanlar sınırdışı edilsin"

 EMBED PAYLAŞ

The code has been copied to your clipboard.

 

width  px height  px

Facebook'ta Paylaş

Twitter'da Paylaş

The URL has been copied to your clipboard

 

Auto240p360p480p720p1080p

No media source currently available

0:003:39

0:00

İçişleri Bakanı Nancy Faeser, "Hamas destekçilerini sınır dışı etmek için tüm yasal olanakları kullanacağız" demiş, Sosyal Demokrat Parti (SPD) Eş Genel Başkanı Lars Klingbeil ise "Almanya sokaklarında Hamas'ı kutlayan biri Alman vatandaşlığına sahip değilse, ülkeden sınır dışı edilmelidir" diye konuşmuştu. Muhalefetteki Birlik Partileri CDU/CSU ve göçmen karşıtı AfD, bu kişilerin Alman vatandaşlıklarının iptalini talep etti.

Almanya Göçmenler Konseyi ve Alman hukuku uzmanı avukat Memet Kılıç, Almanların Yahudiler konusundaki özel hassasiyetlerine vurgu yaparak, özellikle Arap kökenli ve diğer Müslüman göçmenlerin son günlerde yaşananlara tepki verirken, bu durumu unutmamaları gerektiğini belirtiyor.

Kılıç, "2. Dünya Savaşı sırasında, Almanya’nın Yahudilere karşı uyguladığı korkunç soykırımdan dolayı İsrail’e karşı özel bir sorumluluğu var. Bunu Almanya’da yaşayan Müslüman göçmenlerin de kabul etmesi gerekir. Ancak şu günlerde Filistinlilerle ilgili her gösteriye katılanların sınır dışı edilmesi gibi noktalara savrulmalar oluyor. Bunlar hukuk devleti ilkesini, devre dışı bırakmayı hedefleyen popülist açıklamalar. Bazı siyasetçiler, ırkçı AfD partisi ile yarışmak için de bu tarz söylemler kullanıyor" diye konuştu.

Peki, bazı Alman siyasetçilerin önerdiği, Filistin yanlısı gösterilerin yasaklanması ya da gösterilere katılanların ülkeden sınır dışı edilmeleri hukuki açıdan mümkün mü? Avukat Kılıç, kanunların bu konudaki olasılıkları açık bir şekilde tanımladığını ifade ediyor:

"Alman anayasasının 8. Maddesi gösteri hakkını temel hak ve özgürlük olarak güvence altına alır. Buna göre Almanya’da gösteriler izne bağlı değildir; sadece 48 saat önce polise bildirim yapılması gerekir. Hatta ani bir olaydan ötürü insanlar bir araya gelmek istiyorlarsa, bunda 48 saat öncesinde bildirim sorumluluğu da kalkar. Ancak gösteri yürüyüşleri kanunun ilgili 23. maddesi, Almanya’da yasak örgütlerin propagandasının yapıldığı yürüyüşlere katılanlar için bir yıla kadar hapis ya da para cezası uygulanabileceğini söyler. 26. maddesi ise değişik nedenlerden yasaklanan bir yürüyüşe katılanlara da benzer cezalar öngörür. Onun ötesinde 131. madde de bir suçu övmek ya da bir suçu desteklemek gibi eylemlerde üç yıla kadar hapisle cezalandırılabilir. Bu şu açıdan önemli: Almanya’da 90 günden fazla bir ceza almış bir yabancı, Alman vatandaşlığını alma hakkını kaybediyor. Vatandaşlığa alınmış, vatandaşlığa alınırken, Alman anayasasına bağlı kalacağını ifade eden, ancak sonradan anayasasın çerçevesini ihlal eden bir kişi, 10 yıl geriye dönüşümlü olarak vatandaşlığı iptal edilebilir. Çünkü vatandaşlık verilmesi idare bir işlemdir; o açıdan bu 10 yıllık süre içinde de iptal edilebilir."

Berlin‘de yarın akşama kadar Filistin yanlısı tüm gösteriler yasaklanmış durumda. Hamburg Eyaleti de, Filistin yanlısı gösterilerin yasaklandığını açıkladı. Yasağa rağmen gösteri çağrısında bulunan ya da organize edenlere, bir yıla varan hapis cezası ya da para cezası öngörüldü. Gösterilere katılanlar 500 Euro'ya kadar para cezasına çarptırılacak.

 

Nina Rieke

Almanya’da Filistin'e destek gösterileri yasaklanıyor

Hamas'ın geçen haftasonu İsrail'e saldırmasının ardından Gazze'ye yönelik yoğun hava saldırıları dolayısıyla birçok ülkede Filistin'e destek gösterileri düzenleniyor.

Almanya’da da farklı tepkiler geldi ve özellikle başkent Berlin, Hamburg ve Duisburg gibi Arap nüfusunun fazla olduğu şehirlerde Hamas'a destek amacıyla toplananlar ve destek mitingleri düzenleyenler oldu.

Berlin’de geçen haftasonu Arap kökenlilerin yaşadığı Neukölln mahallesinde toplananlar sloganlar ve havai fişekler atarak, İsrail’e yönelik saldırıları kutladı.

İsrail karşıtı "Samidoun" adlı örgütün üyelerinin de "direnişin zaferini kutlamak için" Neukölln sokaklarında yoldan geçenlere tatlı mamuller dağıttığı öğrenildi.

Alman kamuoyu ve Yahudi örgütlerinden gelen sert tepkiler üzerine ise başkentteki tüm dayanışma gösterileri yasaklandı.

Berlin polisinden yapılan açıklamada, "Filistin'le dayanışma amacıyla Berlin'in farklı ilçelerinde düzenlenecek miting ve aynı konudaki yürüyüş ile bunların yerine geçecek tüm etkinlikler, kamu güvenliği ve düzeni açısından tehdit oluşturdukları gerekçesiyle yasaklanmıştır" denildi. Polisin yasak kararının önümüzdeki günlerde de geçerli kalacağı açıklandı.

Güvenlik çevrelerinden, Almanya’da diğer kentlerde de benzer yasakların hazırlandığı öğrenildi. Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, Hamas’ın Almanya’da terör örgütü olarak tanımlandığını anımsatarak, örgüte destek verenlere cezai işlem yapılacağını belirtti ve "şiddetin yüceltilmesi Anayasa’nın ifade özgürlüğü kapsamında değil. Şiddet yanlısı olan veya terör örgütlerini destekleyenler, bu bağlamda hüküm giyen ve Alman vatandaşı olmayan her kim olursa olsun ülkeden sınır dışı edilebilir" dedi.

İLGİLİ HABERLER

AB'de Filistin'e yardım krizi

Almanya Başbakanı Olaf Scholz da Hamas yanlısı gösterileri eleştirerek, "İsrail'e yönelik menfur saldırıların burada, sokaklarımızda kutlanmasını kabul edemeyiz" dedi ve "İsrail devletinin var olma hakkını ve vatandaşlarının haklarını kararlı bir biçimde savunmak, tüm Alman hükümetlerinin dış politikalarının değişmez bir parçasıdır" sözleriyle ülkesinin İsrail’in yanında yer alacağını bir kez daha vurguladı.

Yeşiller Partili Federal Tarım Bakanı Cem Özdemir de X’deki sosyal hesabından "İsrail'e yönelik barbarca terör karşısında Almanya'da yaşanan sevinç gösterileri insanın midesini bulandırıyor. Terör, cinayet ve cesetlere saygısızlık karşısında sevinmek insani ve toplumsal olarak kabul edilemez" açıklamasında bulundu.

Almanya’da siyaset geçmişte Filistin ve İsrail’de yaşanan benzer olaylarda da benzer tepki göstererek, İsrail’den yana tavır koydu. Almanya’nın İsrail ile özel ilişkileri Arap-İsrail sorununa nesnel yaklaşmasını engelliyor. Berlin’in bu bağlamdaki ilişkin politikasını belirleyen Nazi döneminde yaşanan Yahudi soykırımı. 1949 yılında kurulan Almanya soykırımın sorumluluğunu üstlenerek 2013 yılı sonuna kadar İsrail‘e yaklaşık 71 milyar Euro tazminat ödedi. İsrail'in varolma hakkının korunması ve savunulması, Alman dış politikasının en temel unsurlarından birini oluşturuyor.

Baerbock: "Filistin’e sivil yardıma devam edeceğiz"

Öte yandan Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, ekonomik işbirliği ve kalkınma yardımı çerçevesinde Almanya’nın Filistin’e yapmakta olduğu mali yardımı sürdüreceği duyurdu.

Filistinlilerin yiyecek, içecek ve su gibi temel ihtiyaçlarının karşılanması için Almanya’nın mali yardımını sürdüreceğini söyleyen Bakan, Almanya’nın da, Avrupa Birliği’nin de yapılan yardımların terör örgütlerine gitmediğini gözden geçirip kontrol ettiğini belirtti ve Filistin’de sivil halkın yardıma şu günlerde her zamankinden daha çok ihtiyacı olduğunu da vurguladı.

Baerbock, başta Katar olmak üzere Hamas’a mali destek veren Arap ülkelerinin tutumunu da eleştirdi. Alman Bakan, Hamas’ın elinde bulundurduğu Alman rehinlerin serbest bırakılması çağrısını yinelerken, bu konuda Katar’dan yardım beklediklerini de söyledi.

İLGİLİ HABERLER

Scholz ve Macron’dan İsrail’e dayanışma mesajı

Almanya, İsrail’deki vatandaşlarını geri getiriyor

Almanya’nın İsrail'den ayrılmak isteyen Alman vatandaşları için Perşembe ve Cuma günlerinde özel uçuşlar planladığı haber verildi.

Dışişleri Bakanlığının talimatıyla, Alman hava yolu şirketi Lufthansa'nın tahliye amaçlı İsrail'e dört uçuş gerçekleştireceği ifade edildi.

Lufthansa, İsrail uçuşlarını cumartesi gününe kadar askıya aldığını duyurmuştu. Avusturya ve İspanya'nın vatandaşlarını İsrail'den askeri uçaklarla getireceklerini açıklamalarının ardından, Alman hükümetinin Alman vatandaşlarını İsrail’den almak için girişimde bulunamaması muhalefet tarafından sert sözlerle eleştirilmişti.

 

Nina Rieke

Almanya sağa kayıyor

Almanya'da, Bavyera'da Hristiyan Sosyal Birlik (CSU), Hessen'de ise Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partileri eyalet meclisi seçimlerini ilk sırada tamamladı; ancak seçimin en dikkat çeken sonucu göçmen ve İslam karşıtı Almanya için Alternatif AfD'nin ülkenin batısındaki eyaletlerde aldığı yüksek oran oldu.

Almanya’nın en çok okunan gazetesi Bild sonucu "AfD’nin zafer yürüyüşü Batı'da da devam ediyor!" başlığı ile verirken, sosyal demokrat SPD için her iki seçimde büyük bir yenilgiyle sonuçlandı. Alman medyası tarafından genel seçimlerin provası olarak tanımlanan seçim günüde alınan sonuçlara göre, Berlin’de koalisyonu yöneten partiler açısından çok kötü bir tablo ortaya çıktı.

9,4 milyon seçmenin oy kullandığı Bavyera eyaletinde Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) 1962 yılından bu yana aldığı en kötü sonuçla oyların yüzde 37’sini aldı. Alman ZDF televizyon kanalının yayınladığı sonuçlara göre, AfD Bavyera’da oyların yüzde 15,9’unu alarak, yüzde 15,8 alan Yeşiller’in kıl payı önünde ikinci parti oldu. Serbest Seçmenler (FW) adlı aşırı muhafazakar parti yüzde 14,4 oy oranına ulaşırken, sosyal demokrat SPD Bavyera’da katıldığı seçimlerdeki en kötü neticeyle sadece yüzde 8,2 destek bulabildi. Bu oy oranları ışığında Bavyera’da CSU’lu Eyalet Başbakanı Markus Söder’in FW ile koalisyon yapmasına kesin gözüyle bakılıyor.

3,5 milyon seçmenin sandık başına gittiği Hessen’de ise Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) yüzde 35,5 oy alarak seçimleri ilk sırada tamamladı. AfD Hessen’de yüzde 17,3’le yüzde 15,6 alan SPD ile yüzde 15,2 alan Yeşiller’in önünde ikinci oldu. Hessen’de CDU’lu Eyalet Başbakanı Boris Rhein’ın Yeşiller’le koalisyon yapacağı tahmin ediliyor.

Seçimin sonucunu göçmen tartışmaları belirledi

Seçimlere yönelik ilk analizlerde göç politikasına yönelik tartışmaların önemli rol oynadığı yorumları yapılıyor. Bu yılın ilk sekiz ayında Almanya’ya gelen sığınmacı sayısının 217 bine ulaşması partiler arasında büyük tartışmalara yol açmış, muhaleffeteki Birlik Partileri CDU/CSU ve AfD hükümete ağır eleştirilerle yöneltmişti. Almanya’da gündemin bir numaralı konusu haline gelen göçmenlerle ilgili tartışmalardan aldığı ivme ile büyük bir yükseliş yaşayan AfD, Bavyera'da yüzde altının biraz altında, Hessen'de ise yüzde dördün üstünde oylarını artırabildi.

AfD bu sonuçlarla, birçok analizlerde iddia edildiği gibi sadece Almanya’nın doğusunda değil, batısındaki eyaletlerde de başarılı olabileceğini kanıtladı. Hem Bavyera, hem de Hessen milli gelir açısından da Almanya'nın en zengin eyaletleri, otomotiv, kimya sanayi ve bilgisayar sektörleri üzerinden endüstriyel bir merkez konumundalar. AfD’nin doğudaki eyaletlerde oy oranı yüzde 30’larda. Yapılan kamuoyu araştırmaları, partinin Brandenburg, Thüringen ve Mecklenburg_Vorpommern eyaletlerinde birinci sırada olduğunu gösteriyor.

Sol siyaset kriz modunda

Ülkeyi yöneten koalisyonun ortaklarından Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) ve bir diğer ortak FDP‘nin aldıkları başarısız sonuçlar ise hükümetin geleceğinin sorgulanmasına neden oldu. Her iki partinin sözcüleri eyaletlerde aldıkları başarısız sonuçtan Berlin’de hükümet ortakları arasında yaşanan tartışmaları sorumlu tuttu.

Bu arada muhalefetteki Sol Parti’nin her iki eyalette de büyük kan kaybı yaşaması ve yüzde 5’in altında kalması sonrasında, partinin bölünme ihtimali yükseldi. Parti yönetimiyle ters düşen Federal Meclis milletvekili Sahra Wagenknecht’in, Sol Parti’den ayrılarak yeni bir parti kurma planını yıl sonundan önce gerçekleştireceği ileri sürüldü. Kamuoyu yoklamalarında "en sevilen politikacılar" sıralamasında üçüncü sırada yer alan Sahra Wagenknecht’in kuracağı partinin milliyetçi-sosyalist bir çizgi izleceğinden yola çıkılıyor. Wagenknecht, Almanya‘nın Ukrayna’ya silah göndermesine karşı çıkıyor; göçmenler konusunda ise AfD’nin sert söylemlerine benzer düşünceleriyle dikkat çekiyor.

 

Nina Rieke

Scholz: "İsrail’in güvenliği Almanya için devlet meselesidir"

Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Hamas'ın İsrail topraklarına girerek geniş çaplı saldırılar düzenlemesi ile başlayan çatışmalarda, ülkesinin İsrail'le dayanışma içinde olduğunu açıkladı. Scholz Berlin'deki Başbakanlık binasındaki açıklamasında, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile telefon görüşmesi yaptığını ve "Almanya'nın bu korkunç saldırı karşısında kararlı ve tereddütsüz bir şekilde İsrail'in yanında olduğunu" söylediğini belirtti. "İsrail'in güvenliği Almanya için bir devlet meselesidir. Bu özellikle bu gibi zor zamanlarda geçerlidir. Biz de buna göre hareket edeceğiz" diyen Scholz, "İsrail'in bu barbarca saldırılara karşı kendini savunma, vatandaşlarını koruma ve saldırganları kovuşturma hakkına sahip olduğu çok açık bir şekilde ifade edilmelidir" değerlendirmesini yaptı ve Hamas saldırısını "barbarca ve çirkin" olarak nitelendirdi.

Scholz ayrıca Hamas'ın İsrail'e yönelik saldırısının ardından Filistin yanlılarının Almanya‘daki sevinç gösterilerini de kınadı. SPD'li politikacı, "İsrail'e yönelik iğrenç saldırıların sokaklarımızda kutlanmasını kabul etmiyoruz" derken, "Bu kadar çok insanın acı çekmesi, yıkıma uğraması ve ölmesi hiç kimse için sevinç nedeni olamaz" diye ekledi. "Kalbim ve düşüncelerim bu zor saatlerde yas tutacak çok sayıda kurbanı olan İsrail vatandaşlarıyla birlikte" şeklinde görüş bildiren Başbakan, "Almanya onların da yanındadır" dedi.

Cumartesi akşamı Berlin’de Arap kökenlilerin yaşadığı Neukölln mahallesinde toplanan yaklaşık 50 kişi sloganlarla ve havai fişek atarak, İsrail’e yönelik saldırıları kutlamıştı. İsrail karşıtı "Samidoun" adlı örgütün de "direnişin zaferini kutlamak için" Neukölln sokaklarında yoldan geçenlere tatlı mamuller dağıttığı öğrenildi. Almanya’nın başka kentlerinde de benzer kutlamalar yapıldığı belirtiliyor.

Partilerden İsrail’le dayanışma açıklaması

Alman Meclisi’ndeki partilerden SPD, Yeşiller, FDP, CDU ve CSU tarafından yapılan ortak açıklamada da Almanya'nın İsrail ile dayanışma içinde olduğu vurgulandı. Açıklamada, "İsrail Devleti'nin güvenliği bizim yükümlülüğümüz ve Almanya'nın devlet varlıksal görevidir" denildi. Açıklamada, "İsrail'deki ortaklarımıza ve dostlarımıza sadece tarihsel olarak değil, aynı zamanda demokratik bir değerler topluluğu olarak da bağlıyız. Birbirleriyle demokratik rekabet içinde olan bizler, bugün İsrail halkı ve İsrail Devleti ile dayanışma içinde birleşmiş bulunuyoruz" sözleri yer aldı

Almanya’da güvenlik önlemleri artırıldı

Bu arada Federal İçişleri Bakanı Nancy Faeser, Almanya’da bulunan İsrail’e ait temsilciliklerin ve Yahudi kurumlarının korunmasının güçlendirildiğini açıkladı. İsrail’in Berlin Büyükelçisi Ron Prosor, Almanya'da da İsrail ve Yahudi kurumlarına yönelik saldırılar konusunda uyarıda bulunarak, bu tür saldırıların gerçekleşme ihtimalini "en yüksek seviyede" olarak tanımlamıştı. Prosor, Berlin ve başka kentlerde Arap kökenli bazı kişilerin İsralli sivillerin öldürülmesine sevinç gösterileriyle tepki vermelerini eleştirerek, "Ne İsrail'de ne Almanya'da ne de dünyanın başka bir yerinde böyle bir şey olmamalı" dedi. "Bunu yapanlar adalet önüne çıkarılmalıdır" şeklinde konuşan Büyükelçi, "Bu insanlar ne? Barbarlar" şeklinde görüşlerini ifade etti.

 

Nina Rieke

Almanya’da çifte seçim: Kritik eyaletler Bavyera ve Hessen'de seçmen sandık başına gidiyor

Almanya’da Pazar günü ülkenin en önemli eyaletlerinden Bavyera ve Hessen‘de seçmenler sandık başına gidiyor. Ekonomik olarak en güçlüler arasında yer alan iki eyalet 19 milyon nüfusa ev sahipliği yapıyor; yani Almanya nüfusunun dörtte biri bu eyaletlerde yaşıyor.

Sağ popülist Almanya için Alternatif’in (AfD) gücünü artırmasının tedirginliğinin yaşandığı dönemde yapılan çifte seçimden çıkacak sonuçlar, Berlin’deki koalisyon hükümetinin konumu ve genel olarak Almanya’daki siyasi gidişat açısından merakla bekleniyor.

Milli gelir açısından da Almanya'nın en zengin ve yüzölçümünde de en büyük eyaleti Bavyera’da 2018’de yapılan son eyalet seçiminde, Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) yüzde 27’lik oy oranıyla 1962 yılından bu yana ilk kez eyalet parlamentosundaki çoğunluğunu kaybetmiş ve yüzde 11 oy alan, bağımsız adayların oluşturduğu Hür Seçmenler Partisi ile koalisyon yapmak zorunda kalmıştı.

Yapılan tüm anketler, Pazar günü Bavyera seçimlerinin özellikle Olaf Scholz ve partisi SPD açısından büyük bir hüsranla sonuçlanacağını gösteriyor. Anketlere göre, SPD Bavyera'da yüzde 9 oy alarak, tek haneli bir rakama bile düşecek.

Bunun gerçekleşmesi durumunda, sosyal demokrat SPD Hıristiyan Sosyal Birlik CSU, Hür Seçmenler, Yeşiller ve ırkçı AfD'nin gerisinde kalarak beşinci sırada yer alacak. Anketlerde, Hür Seçmenler’in yüzde 17, Yeşiller ve AfD’nin yüzde 14 oranında oy alacağından yola çıkılıyor.

Bavyera'da SPD için tahmin edilen olası fiyasko sonuca Hessen eyaletinde de benzer bir yenilgi eklenecek. Anketörler SPD’nin "eski kalesi" Hessen‘de yüzde 16 oranında oy alacağından yola çıkıyor.

Tahminlere göre SPD, Hessen’de Hıristiyan Demokrat CDU, Yeşiller ve AfD‘nin gerisinde kalacak. Yapılan kamuoyu yoklamalarına göre Hessen’de CDU yüzde 29 oy alarak ‘en güçlü parti’ konumunu koruyacak. Yeşiller’in ve Almanya için Alternatif’in yüzde 16, Federal İçişleri Bakanı Nancy Faeser’i başbakan adayı gösteren SPD’nin ise en iyi koşullarda yüzde 16 alması bekleniyor.

Almanya’da siyasette eksen kayması

Her iki eyalette de seçim kampanyaları çok sert bir atmosferde geçti. Göç politikaları, göçmen akının durdurabilecek önlemler ve sınırlarda yeniden sıkı polis kontrolü gibi konuların gündemi belirlediği tartışmalarda AfD’nin kullandığı söylemlerin diğer partiler tarafından üstlenilmesi dikkat çekti.

Analistler, seçimlerden sonra SPD'nin olası yenilgisinden daha çok, Almanya‘nın siyasi ekseninde yaşanabilecek kırılmanın konuşulacağını tahmin ediyor.

Arif Taşdelen

Taşdelen: "Gidişat endişe verici"

Almanya için Alternatif’in alacağı oy oranına ek olarak yabancıları dışlayıcı söylemlerinin popüler hale gelmesinin kendisini endişelendirdiğini söyleyen Bavyera Parlamentosu’na SPD‘den milletvekili adayı olan Arif Taşdelen, "gidişat endişe verici" diyor.

Taşdelen, "Irkçılık ve göçmen düşmanlığı konusunda çok endişeliyim. AfD’nin gidişatı beni çok endişelendiriyor. Ben kendi gençliğimde yabancı düşmanlığını ve toplum tarafından istenmemenin ne olduğunu yaşadım. Kendi çocuklarımın bu duyguyu yaşamasını istemiyorum, ama yaşayacaklarından korkuyorum. Bu konuda hepimizin çok duyarlı olması gerekiyor. Kullanılmayan her oy sonuçta ırkçılara yarıyor" diyor.

Taşdelen, "Eğer böyle devam ederse, çocuklarımız inanılmaz bir yabancı düşmanlığına maruz kalacak. Ben bir siyasetçi ve baba olarak diyorum ki; ırkçılık ve göçmen düşmanlığı bu şekilde devam ederse, ben çocuklarımı alır çeker giderim. Durum gerçekten çok ciddi" diye de ekliyor.

Olaf Scholz'un başbakanlığı döneminde göçmen ve İslam karşıtı Almanya için Alternatif Partisi (AfD) dramatik bir şekilde büyüdü, oy oranı 2020’de yapılan genel seçimlere kıyasla iki katına çıktı ve SPD'yi geride bıraktı.

Almanya’da bu hafta sonu genel seçim olsa, CDU/CSU’nun yüzde 26, AfD’nin yüzde 23, SPD’nin yüzde 18, Yeşiller’in yüzde 14, FDP’nin yüzde 6 ve Sol Parti’nin yüzde 5 oy alması beklenmekte.

Özellikle bazı doğu eyaletlerinde yapılan anketlerde ilk sıralara çıkan AfD, Pazar günkü eyalet seçimlerde de oyunu önemli oranda artırarak Alman siyasetinin belirleyici bir aktörü haline gelecek.

 

Nina Rieke

Almanya düzensiz göç için frene basıyor

 

Almanya’nın son yıllarda en büyük sorunlarından biri düzensiz göç ile mücadele ve giderek artan sığınmacı sayısı. Göçmenlerin çoğunluğunun gitmek istediği ilk adres olan ve Avrupa’da en fazla göçmen kabul eden ülkede sığınmacılar ile ilgili tartışmalar, artık siyaseti belirleyen konu.

2015 yılında dönemin başbakanı Angela Merkel’in Almanya’nın sınırlarını sığınmacılara açmasıyla başlayan tartışmalar, şu anda ülkeyi yöneten üçlü koalisyon döneminde de sürüyor.

Bu yıl sonuna kadar ülkeye gelecek sığınmacı sayısının 300 bin sınırını aşması bekleniyor. Artan sığınmacı sayısına karşı önlem almamakla suçlanan hükümet, kamuoyunda giderek güven kaybediyor.

Başbakan Olaf Scholz, göçmen ve İslam karşıtı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin anketlerde yüzde 23’lere kadar çıkan oy oranı ve eyaletlerin kapasitelerinin dolduğunu bildirerek alarm zillerini çalmaya başlamalarının yol açtığı baskıyla göç politikasını sertleştirecek adımlar atmaya başladı. Geçen haftasonunda muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) Genel Başkanı Friedrich Merz ve Hristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU) Meclis Grup Başkanı Alexander Dobrindt ile bir araya gelen Scholz, bugün de eyalet başbakanları ile buluştu.

 

 

Eyalet başbakanları: “1 milyar 250 milyon Euro yetersiz”

Sonu açık olarak duyurulan ve gece saatlerine kadar süreceği düşünülen zirvede, eyaletlerin başbakanları mülteci yükünün hafifletilmesi için öncelikli olarak mali yardımın arttırılmasını istiyor ve hükümetin öngördüğü 1 milyar 250 milyon Euro‘nun yetersiz olduğunu belirtiyorlar.

Almanya'da kalması mümkün olmayan, özellikle de suç işleyen sığınmacıların ülkelerine geri gönderilmesi ya da sınırdışı edilmeleri de eyalet başbakanlarının istek listesinde yer alıyor. Zirvede karara bağlanması beklenen en önemli talep, mültecilere nakit para yerine ihtiyaçların giderilmesi için kullanabilecekleri bir ödeme kartı verilmesi.

Sığınmacıların bir bölümünün kendilerine verilen yardım paralarını ülkelerine göndermeleri özellikle muhalefet partileri tarafından "Alman sosyal sisteminin istismarı" olarak eleştiriliyor. Alınacak önlemler arasında Türkiye ile AB arasındaki mülteci anlaşmasının güncellenmesi de yer alıyor. 2016 yılında varılan anlaşma, Türkiye’den düzensiz yollarla Yunanistan’a giden göçmenlerin Türkiye’ye geri gönderilmesini mümkün kılıyor. Bu anlaşma için Türkiye’ye 6 milyar Euro destek sözü verilmişti.

Antisemitist söylemlere karşı önlem talebi

Alman siyaseti mültecilerin sayısını nasıl sınırlayabileceğini tartışırken, gündemin bir diğer konusu, Filistin’e destek amaçlı düzenlenen gösterilerde bazı göçmenlerin antisemitizm içeren söylemlerine nasıl tepki verilmesi gerektiği. Siyasetçiler, antisemitist görüşleri savunanlara ya da İsrail’in varoluş hakkını kabul etmeyenlere Alman vatandaşlığı verilmemesi veya Filistin’le dayanışma gösterilerine katılanların sınırdışı edilmeleri gibi önerilerle dikkat çekiyor. Hristiyan Demokrat Birlik Partisi Genel Sekreteri Carsten Linnemann, Almanya’da başta Türkiye kökenliler olmak üzere göçmenlerin uzun yıllardır beklediği çifte vatandaşlığı kolaylaştıran ve 3 yılda Alman vatandaşlığını olası kılan düzenlemenin durdurulmasını talep etti.

 

"Angela Merkel'i özlüyoruz"

Yapılan yorumlarda Müslüman, özellikle de Arap göçmenlerin Hamas konusunda genelleştirildiği ve töhmet altında bırakıldığı, yaşanan olaylar hakkında görüş bildiremez hale geldikleri ve toplumun giderek kutuplaştığı savunuluyor. Son günlerde bazı politikacılardan gelen söylemleri sert bir dille eleştiren Almanya Türk Toplumu Başkanı Gökay Sofuoğlu, VOA Türkçe’ye yaptığı açıklamada, bu tarz suçlamaların siyasi ve etik açıdan son derece tartışmalı olduğunu söyledi.

"Ortadoğu'daki çatışma bağlamında alevlenen antisemitizm sorununu vatandaşlık yasası reformuyla ilişkilendirmek yanlış. Tartışmalarda toplumu daha fazla bölmeyecek bir üslup kullanılması gerekiyor. Arap ya da Müslümanlar‘ı suçlamayan bir uslüpla, Yahudi yurttaşlarımızla dayanışma göstermek mümkün olmalı" diyen Sofuoğlu "Almanya'daki Yahudiler‘in güvenliğini garanti altına alırken, Müslüman karşıtı öfkeyi körüklemek işe yaramaz. Bölmek yerine birleştiren, sağduyulu siyasetçilere ihtiyacımız var. Bu günlerde Angela Merkel'i özlediğimi söylemek zorundayım" dedi.

Bazı Müslüman kuruluşları ve temsilcilerinin antisemitist tutum ya da açıklamalarının açıkça eleştirilmesi, gerekiyorsa cezalandırılması gerektiğini söyleyen Sofuoğlu, vatandaşlık hakkı ile siyasi görüşlerin ayrı tutulmasıni istiyor.

Sofuoğlu, "Almanya'daki Yahudiler‘in korkmak zorunda kalması kabul edilemez. Toplumumuzdaki tüm insanları dayanışma göstermeye çağırıyorum; saldırıya uğrayan insanlarla, Yahudiler‘le ve aynı zamanda son günlerde korkunç düşmanlıklar yaşayan Müslümanlar‘la dayanışma içinde olmamız gerekiyor" diye konuştu.

"Siyasetçiler ve medya, insanları sınırdışı ederek ya da vatandaşlıktan çıkararak sorunu çözebilecekleri izlenimini vererek, esas sorunu görmezden geliyorlar" değerlendirmesinde bulunan Sofuoğlu, "Zaten ırkçı ya da anayasa karşıtı tutumlar nedeniyle vatandaşlığa kabul edilmeme seçeneği uzun zamandır yasalarda yer almakta. Ancak Alman vatandaşlığını siyasi görüşe bağlı kılmayı hedefleyenler, tarihten hiçbir şey öğrenmemiş demektir" ifadesini kullandı.

Olaf Scholz Taurus füzelerinin Ukrayna’ya gönderilmesine “hayır” dedi

Başbakan Olaf Scholz’un, Ukrayna’ya Taurus tipi uzun menzilli füzelerin verilmesini engellediği haberi Almanya’da koalisyon hükümetinde krize yol açtı.

Scholz’un, toplam 1500 kilometre uçuş menziline sahip füzelerin Ukrayna tarafından Rusya’nın savaş yüzü görmemiş topraklarına saldırmak ve çatışmayı genişletmek için kullanılabileceği konusunda endişeleri olduğu ve bu yüzden silahların teslimatını bloke ettiği öğrenildi.

İLGİLİ HABERLER

AB’li bakanlardan Ukrayna’ya “uzun vadeli destek” sözü

Alman medyasında çıkan haberlerde, Başbakan'ın Dışişleri Komisyonu'nun toplantısında Fransa ve İngiltere'nin benzer nitelikli füzeleri tedarik ederken, Almanya'nın Taurus’ları halen neden göndermediği şeklindeki bir soruyu, “Her iki ülkenin bunu yapmalarına bir engel yok, ancak bizim yapmamız aynı şey değil” şeklinde yanıtladığı haber alındı.

Almanya Başbakanı'nın, savaşın gidişatını değiştirebilecek özelliklere sahip söz konusu füzelerin, savaşın Rusya ile NATO arasında çatışmaya dönüşme tehlikesini arttırdığını düşündüğü de belirtildi. Scholz’un komisyonda Almanya'nın ABD’den sonra Ukrayna'ya en çok silah tedarik eden ülke olduğunu hatırlattığı ve Ukrayna’ya bundan sonra da özellikle hava savunma sistemleri olmak üzere silah desteğinin gerektiği sürece sürdüreceklerini söylediği öğrenildi.

Ukrayna'nın eski Savunma Bakanı Oleksiy Reznikov, geçen Ağustos ayında Almanya’nın Ukrayna’ya Taurus füzeleri vermeyi taahhüt ettiğini açıklamış, Scholz da bunun üzerine, “Her yeni silah isteğini titizlikle inceliyoruz. Silahların nasıl bir etki yaratabileceğini araştırıyoruz. Neyin mümkün olduğunu veya olmadığını ve kararlarımızın neye yol açabileceğini özenle değerlendiriyoruz” şeklinde bir açıklama yaparak, Reznikov’un sözlerini dolaylı olarak yalanlamıştı. Alman Savunma Bakanı Boris Pistorius da, füzelerinin Ukrayna’ya teslim edilmesine karşı çıkmış ve “Bu konuda acil bir karara gerek olmadığını” da sözlerine eklemişti.

Koalisyon ortaklarından Scholz’a eleştiri

Olaf Scholz’un Taurus tipi füzelerin gönderilmesini engellemesi, koalisyon partilerinden Yeşiller ve FDP’in sert tepkisine neden oldu.

“Savaşı Ukrayna’nın kazanmasını istiyorsak, Taurus füzelerini derhal göndermek gerekiyor” diyen FDP’li Federal Meclis Savunma Komisyonu Başkanı Marie-Agnes Strack-Zimmermann, “Anaokulda inatçılık yapabilirsiniz, ama Başbakanlık Ofisi’nde olmaz” sözleriyle Scholz’u kararından dönmeye çağırdı.

Scholz’un tutumunu “akıl almaz” şeklinde niteleyen siyasetçi, Ukrayna’nın bu füzeler olmadan geçen her geçen gün insan kaybının artacağını da öne sürdü. Yeşiller Partisi'nin Avrupa politikaları sözcüsü Anton Hofreiter, Scholz’un Leopard tankları ve Patriot füzeleri gönderilmesinde olduğu gibi bu konuda da ağırdan almayı tercih ettiğini söyleyerek, “bir silah sistemini aylarca tartışması, çok geç teslim etmesi ya da göndermemesi büyük bir sorun” dedi ve “Almanya Ukrayna'yı savaşı kazanacak şekilde desteklemelidir” görüşünü ifade etti.

Taurus’un özellikleri

Taurus füzeleri, Alman askeri envanterindeki en modern silah sistemi olarak biliniyor. Çift aşamalı harp başlığı sistemiyle çalışan füzeler, birinci kısım sert veya derine gömülü hedefleri patlatmak için tasarlanmış durumda.

Füzeler aynı zamanda bir binanın veya sığınağın belirli bir seviyesinde parçalanma meydana getirebilen dünyanın tek “çok programlanabilir” füzesi. Diğer füzelerden daha uzun menzile sahip olmasının yanı sıra Taurus füzeleri, saatte 1170 kilometreye, yani neredeyse ses hızına kadar ulaşabilmekte ve radar sistemleri tarafından takip edilmesini neredeyse imkansız hale getirecek şekilde, sadece 35 metre yükseklikte uçabilmekte.

 

Nina Rieke

Almanya’nın birleşmesinin 33'üncü yılında sorunlar devam ediyor

Doğu Almanya ile Federal Almanya'nın birleşmesinin üzerinden tam 33 yıl geçmesine rağmen, Almanlar arasında tam bir bütünleşme özellikle ekonomik açıdan sağlanamadı.

40 yıl boyunda iki ülke arasındaki duvarın yol açtığı ayrılığın ardından yeniden aynı bayrak altında ve aynı sistemde buluşan Almanlar, son 33 yılda büyük değişiklikler ve aynı zamanda hala süren sorunlar yaşadı.

Birçok alanda bütünleşme farklı gerçekleşti ve 40 yıl boyunda kökleşen birbirine yabancılaşma bugün de aşılamadı.

Almanlar arasında tam bir bütünleşme sağlanamadı

Doğu eyaletlerine yapılan 560 milyar Euro'luk yatırıma rağmen, birkaç istisna dışında büyük sanayi kuruluşlarının bulunmadığı doğuda işsizlik oranı ve gençlerin göçü büyük bir sorun.

Doğu’da çalışanlar Batı Almanya’daki çalışanlara göre daha düşük maaşlar alıyor ve emeklilik maaşları da henüz denkleştirilmiş değil.

Federal İstatistik Ofisi tarafından "3 Ekim Birleşme Bayramı" nedeniyle yapılan özel bir analize göre, her beş Doğu Alman'dan biri saat başına brüt 13 Euro'dan az kazanıyor.

Verilere göre, Batı Alman eyaletlerinde ise sadece altı kişiden biri 13 Euro'dan az kazanıyor. Doğu'daki toplam beş milyon işçinin neredeyse bir milyonu ise bu saat ücretinin altında.

Rapora göre, ülkenin doğusundaki eyaletlerdeki kadınlar bu olumsuz durumdan özellikle etkileniyor ve her beş kadınan biri söz konusu miktarın altında kazanıyor.

Genel olarak, kaydedilen tüm saatlik ücretlerde Doğu ve Batı arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Veriler, eski Doğu Almanya sınırlarındaki bölgede nüfusun yaşlanması da önemli bir sorun olarak ortaya koyuyor.

Rapora göre 1991-2021 yılları arasında, çoğu 18-29 yaş arası genç yetişkinler olmak üzere yaklaşık dört milyon Doğu Alman Batı Almanya’daki eyaletlere göç etti.

Rapora göre 65 yaş üstü insanların oranı doğuda şehirlerde yüzde 22, kırsal bölgelerde ise yüzde 27.

Almanya'nın doğusunda yaşayanların yüzde 40'ı kendilerini açıkça "Doğu Alman" olarak tanımlarken, sadece yüzde 52'si "Alman" olarak tanımlıyor. Batı Almanya'da ise yüzde 76'sı kendini "Alman" olarak görürken, yüzde 18'i ise "Batı Alman" olarak görüyor. Doğu Almanların neredeyse yarısının kendilerini "ikinci sınıf vatandaş" gibi hissetmeleri de araştırmanın çarpıcı sonuçlarından biri.

Ekonomik ve demografik dengesizlik siyasi açıdan da kendisini hissettiriyor. Doğuluların çoğunluğu ırkçı Almanya için Alternatif (AfD) Partisine destek veriyor. Doğu'daki eyaletlerde yüzde 35’lere varan oranda destek bulan partinin özelliği Batı Almanya’nın yerleşik sistem ve değerlerini eleştirmesi ve sorgulaması.

Ayrıca "Paralar size değil, mültecilere gidiyor, size ikinci sınıf Alman vatandaşı muamelesi yapılıyor" diyerek, Doğuluları en zayıf yerinden yakalıyor. Mültecilere ve yabancılara saldırılar, kundaklama eylemleri, şiddet içeren gösteriler ve vandalizm vakaları ağırlıklı olarak Almanya’nın doğusundaki eyaletlerde meydana geliyor. Birleşme nasıl olmuştu?

Berlin Duvarı’nın 9 Kasım 1989’da yıkılışı ile başlayan süreçte Batı ve Doğu Almanya’nın 3 Ekim 1990’da yeniden birleşmesi Soğuk Savaş döneminin sonu şeklinde de tarihe geçti.

2. Dünya Savaşı sonrasında, 1949’da savaşı kazanan devletler tarafından iki devlete bölünerek birbirinden kopmak zorunda kalan Almanya’nın doğusu ve batısı, Berlin Duvarı ile 1961’de tümüyle ayrıldı. Bu sürede Batı Almanya pazar ekonomisi ile hızlı bir ekonomik gelişme içine girerken, doğu ise ekonomik açıdan gelişmeyi başaramadı.

Berlin Duvarı’nın 9 Kasım’da yıkılışından sadece on ay sonra 12 Eylül 1990’da imzalanan "İki Artı Dört Anlaşması" ile iki Almanya’nın birleşmesinin önündeki engeller tamamen kalktı, iki ülke Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin Batı'ya ilhak etmesiyle Federal Almanya Cumhuriyeti adı altında 3 Ekim 1990’da resmen birleşti.

Uzmanlara göre, Alman halkının ekonomik ve sosyal açıdan yeniden tam anlamıyla birleşmesi daha uzun bir süre alacak.

Birleşik Almanya 30 yılı bu çelişki ve sorunlarla geride bırakırken, resmi tatil olan 3 Ekim Birleşme Bayramı Hamburg’da düzenlenen etkinliklerle kutlanıyor. Kutlama kapsamındaki şenliklere Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ve Başbakan Olaf Scholz’un da katılması bekleniyor.

İlker Çatak'ın "Öğretmenler Odası" filmi Almanya'nın Oscar adayı

Almanya'da doğup büyüyen Türk yönetmen İlker Çatak’ın "The Teachers’ Lounge" (Öğretmenler Odası) isimli filmi Oscar ödülleri için Almanya adına aday gösterildi. Filmin Oscar’da "Uluslararası En İyi Film" kategorisinde adaylar arasında gösterilip gösterilmeyeceği, Akademi üyelerinin değerlendirmesi sonucu belli olacak.

 

 

1984'te Berlin'de doğan, liseyi İstanbul'da okuduktan sonra Berlin'de sinema ve televizyon eğitimi alan İlker Çatak’ın "The Teachers’ Lounge" (Öğretmenler Odası) adlı filmi Almanya’nın Oscar adayı oldu.

Almanya’da dokuz kişiden oluşan jüri, 13 film arasından İlker Çatak’ın dördüncü uzun metrajlı filmi "Öğretmenler Odası"nı seçti.

Oscar’da aday adayı olan filmin adaylığı, Akademi üyelerinin değerlendirmesi sonucu belli olacak.

Leonie Benesch’in başrolünde olduğu film, matematik ve beden öğretmeni olarak ilk işine başlayan idealist bir öğretmenin hikayesini anlatıyor.

Filmde Türk kökenli öğrencisinin hırsızlıkla suçlanmasıyla Carla olayın derinine inmeye karar verir, ancak idealleriyle sistemin arasında kalır.

Filmin yönetmeni İlker Çatak, Almanya'da doğup büyüdü

 

EYLÜLDE TÜRKİYE'DE GÖSTERİLECEK

Prömiyerini Berlin’de yapan "Öğretmenler Odası", Almanya’nın en büyük film ödüllerinden Golden Lola’da film, yönetmen, kadın oyuncu, senaryo ve kurgu kategorilerinde ödül kazandı.

Berlinale’den de ödülle dönen film festival yolculuğuna Toronto, Hayfa, Busan ve Valladolid’a devam etti.

Ayrıca Avrupa Film Ödülleri’nde kısa listeye kaldı.

Film, Türkiye’de ilk kez 14-19 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek Ayvalık Uluslararası Film Festivali‘nde gösterilecek.

 

Nina Rieke

Wim Wenders ve yükselen yetenekler

 

Almanya, Akademi Ödülleri'nde en iyi uluslararası film kategorisinde yarışacak olan filmi seçmek için 10 uzun metrajlı film ve iki belgeselden oluşan bir kısa liste açıkladı.

The Hollywood Reporter'ın haberine göre, Almanya'nın ulusal tanıtım kuruluşu German Films tarafından Pazartesi günü duyurulan liste, Berlin Film Festivali'nde de ilgi çeken birçok filmin yer aldığını gösteriyor. Christian Petzold'un romantik filmi "Afire", Berlinale'de Gümüş Ayı Jüri Büyük Ödülü'nü kazandı. Ayrıca, İlker Çatak'ın "The Teachers' Lounge" adlı filmi Almanya'nın ulusal film ödüllerinde altı ödül kazandı. Milena Aboyan'ın "Elaha" filmi Berlin Film Festivali'nde ödül kazandı ve Fraunke Finsterwalder'in "Sisi & I" filmi feminist bir bakış açısıyla dikkat çekti.

Ünlü yönetmen Wim Wenders'in Japonya'da geçen filmi "Perfect Days", Cannes Film Festivali'nde de ilgi toplamış ve başrol oyuncusu Kôji Yakusho'ya en iyi erkek oyuncu ödülünü getirmişti. Ayrıca Wenders'in belgeseli "Anselm", Alman ressam ve heykeltıraş Anselm Kiefer'e odaklanıyor.

Almanya'nın resmi Oscar adayını belirlemek üzere bağımsız bir jüri, 22-23 Ağustos tarihlerinde toplanacak. Tüm ulusal adayların 2 Ekim'e kadar Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi'ne teslim edilmesi gerekiyor. 2024 Oscar kısa listesi 21 Aralık'ta açıklanacak ve en iyi uluslararası film adayları 23 Ocak'ta duyurulacak. 96. Oscar Ödülleri töreni ise 10 Mart 2024 tarihinde Los Angeles'taki Dolby Tiyatrosu'nda gerçekleşecek.

 

Nina Rieke

Berlinale’de Altın Ayı Ödülü Belgesel Filme Verildi

Bu yıl 73’üncüsü düzenlenen Uluslararası Berlin Film Festivali’nde (Berlinale) ödülleri düzenlenen törenle sahiplerini buldu. Berlinale’de Altın Ayı ödülünü Fransız yapımı "Sur L’Adamant" adlı belgesel film kazandı.

Fransız belgeselci Nicols Philibert'in filmi, Paris'in ortasında Seine nehri üzerinde yüzen bir gündüz kliniğinde, psikiyatrik hastalıkları olan insanların tedavi süreçlerini irdeliyor.

 

1990’lı yıllardan bu yana belgesel filmler çeken Nicols Philibert, daha önce de ruhsal sorunları olan kişilerle bağlantılı yapımlara imza atmıştı. Ünlü Amerikalı oyuncu Kristen Stewart’ın başkanlığını üstlendiği ana yarışma bölümünün jürisi, festivalin en önemli ikinci ödülü olan Jüri Büyük Ödülü’nü ise Yella, Barbara ve Phönix adlı filmeri Türkiye’de de sinemaseverlerle buluşan Alman yönetmen Christian Pätzold’un yeni çalışması "Roter Himmel" (Kızıl gök) filmine verdi.

Film, Baltık Denizi kıyısındaki bir tatil evinde sıcak ve kurak bir yaz boyunca dört gence odaklanıyor. Jüri Özel Ödülü’nü Portekizli yönetmen Joao Canijo, eski bir oteli işleten üç kuşak kadının hikayelerini anlatan "Mal viver" (Zor yaşam) adlı filmiyle kazanırken Gümüş Ayı En İyi Yönetmen ödülünü ise Fransız Philippe Garrel, dijital çağda giderek yok olan bir gelenek kukla tiyatrosu sahibi bir ailenin direnişini işlediği, "The Grand Chariot" (Büyük Chariot) adlı filmiyle kazandı.

"Berlin Okulu" olarak anılan yeni Alman sineması akımının ilk kuşak temsilcilerinden Angela Schanelec, Yunan miti Ödipus’un, yeniden anlatımı olan filmi "Musik" (Müzik) ile En İyi Senaryo Ödülü’nü kazandı. Festivalin en iyi oyuncusu için verilen Gümüş Ayı’yı ise "Disco Boy" adlı yapımdaki rolüyle, Helene Louvart aldı.

 

İlker Çatak’a İki Ödül

 

Festivalde Türkiye’den yönetmenlerin son yapıtları yarışma dışındaki yan programlarda seyirci ile buluştu. 1984 yılında Berlin’de dünyaya gelen, İstanbul’da lise öğrenimini tamamladıktan sonra Berlin ve Hamburg’da sinema yönetmenliği okuyan İlker Çatak’ın, "Das Lehrerzimmer" (Öğretmen Odası) adlı filmi, gösterildiği Panorama adlı bölümde, Cicae Art Cinema ve Label Europa Cinemas adlı saygın ödülleri kazandı.

Film, Almanya’da bir okulda öğretmenlik yapan idealist Carla Nowak’ın okuldaki bir hırsızlık olayında öğrencilerinin suçlanması üzerine harekete geçmesini konu alıyor.

Festivalde Burak Çevik, son filmi "Unutma Biçimleri"nin dünya prömiyerini Forum bölümünde yaptı. Berlinli Türk yönetmen Eren Aksu’nun Türk-Alman ortak yapımı kısa metrajlı "Onun Haricinde İyiyim" adlı filmi ve Helin Çelik‘in yeni filmi "Anqa" da Forum bölümünde gösterildi. Eski filmlerin yer aldığı "Retrospektive" (Retrofpektif) kategorisinde ise Korhan Yurtsever’in 1979 yılında çektiği "Kara" adlı filmi gösterildi. Berlinale’nin "Encounters" (Buluşmalar) bölümünde de Ayşe Polat’ın "Im toten Winkel" (Kör nokta) adlı yeni filmi sinemaseverlerin beğenisine sunuldu.

 

Berlinale’ye Deprem Sitemi

 

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının neredeyse birinci yıldönümüne rastlayan festival boyunca, Ukrayna’daki sinemacılarla dayanışma amacıyla çok sayıda açıklama yapılırken, festival yönetiminin Türkiye ve Suriye’de büyük yıkıma neden olan depremlerle ilgili herhangi bir açıklama yapmamaları eleştiriye neden oldu.

Berlinale’yi yerinde izlemek üzere Türkiye’den gelen sinemaseverler ve Antalya Altın Portakal Film Festivali Direktörü Ahmet Boyacıoğlu gibi sinema sektöründen isimler, Berlinale yönetimine bu konuda yapılan uyarı ve taleplere cevap verilmemesine tepki verdiler.

Berlin Film Festivali’nin sessizliğini eleştiren Boyacıoğlu, festival boyunca Ukrayna ile dayanışma çağrıları yapılırken onbinlerce insanın ölümüne neden olan depremin anılmamasını anlayamadığını ifade etti. Sosyal medyadan yapılan yorumlarda da Berlinale’nin Türkiye’nin yasını paylaşmak konusundaki tavrı eleştirildi.

 

Nina Rieke

‘Altın Ayı’ Fransa’ya gitti

 

Almanya’nın başkenti Berlin’de düzenlenen geleneksel Berlin Film Festivali’nde bu yılki ‘Altın Ayı’ ödülünü Fransız yapımcı Nicolas Philbert’in “Sur l’Adamant” belgeseli aldı.

 

18 ülkeden 19 filmin yarıştığı 73’üncü Uluslararası Berlin Film Festivali’nde (Berlinale) ‘Altın Ayı’ ödülü Fransa’ya gitti. Paris’in ortasında Seine Nehri üzerinde yüzen bir psikiyatri kliniğinde yaşananların ve tedavi sürecinin anlatıldığı ‘Sur l’Adamant’ adlı belgesel film ödülün sahibi oldu. Festivalin en önemli ikinci ödülü olan ve Amerikalı oyuncu Kristen Stewart’ın başkanlığını yaptığı ‘Jüri Büyük Ödülü’ ise Alman İkinci Televizyonu’nun (ZDF) ortak yapımcısı olduğu Alman yönetmen Christian Petzold’un ‘Roter Himmel’ (Kızıl Gök) filmine verildi. Filmde, yaz tatilini Baltık Denizi sahillerinde bir yazlıkta geçiren 4 gencin dramı anlatılıyor.

 

67 ülkeden 283 filmin gösterildiği Berlinale’de ‘En İyi Başrol Oyuncu’ dalında ‘Gümüş Ayı’ ödülünü ‘20.000 Species of Bees’ (20 Bin Arı Türü’ filminde başrolü oynayan 8 yaşındaki İspanyol kız çocuğu Sofia Otero kazandı. ‘En İyi Yönetmen’ dalında ‘Gümüş Ayı’ ödülü ‘Le Grand Chariot’ (Büyük Chariot) filminin Fransız yönetmeni Philippe Garrel’in oldu.

Portekizli yönetmen Joao Canijo ise eski bir oteli işleten üç kuşak kadının hikâyelerinin anlatıldığı ‘Mal viver’ (Zor Yaşam) filmle ‘Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü. Berlin’de doğan, İstanbul’da liseyi bitirdikten sonra Berlin ve Hamburg’da sinema yönetmenliği öğrenimi gören İlker Çatlak’ın ‘Panaroma’ bölümünde gösterilen ‘Das Lehrerzimmer’ (Öğretmen Odası) filmi de ‘Cicea Art Cinema’ ve ‘Label Europa Cinemas’ ödülleri kazandı.

Savaş Almanya'da Siyaset ve Ekonomiyi Etkiledi

Rusya’nın 24 Şubat 2022’de Ukrayna’ya saldırmasıyla başlayan savaşın birinci yılı sona ererken, savaşın sonuçlarından en çok etkilenen ülkelerin başında kuşkusuz Almanya da yer aldı.

Almanya Başbakanı Olaf Scholz, dış politikada uzun bir süre başta Amerika olmak üzere çok sayıda NATO ülkesi ile anlaşmazlığa düştü. Savaşa bağlı olarak artan enflasyon, hayat pahalılığı ve yüksek enerji fiyatları, Almanya'yı ekonomik krizin eşiğine getirdi.

Savaştan sonra ülkeye vizesiz girebilen ve iltica başvurusunda bulunmak zorunda olmayan yaklaşık 1,2 milyon Ukraynalı mülteci ise yeni bir göç krizine neden oldu.

8 Aralık 2021’de başbakanlık koltuğunu Angela Merkel’den teslim alan sosyal demokrat Olaf Scholz, daha görevine tam alışamadan kendini Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’in 24 Şubat 2022’de başlattığı savaşın içinde buldu.

Daha savaş dördüncü gününü doldururken, Scholz, Alman Meclisi’nde yaptığı konuşmada savaşı Almanya açısından da bir "dönüm noktası" olarak tanımladı ve Almanya ordusuna 100 milyar Euro ek bütçe ayırma kararı aldı.

 

Avrupa Halkı Ukrayna Savaşı İçin Ne Düşünüyor?

 

Almanya’nın silah sanayine ve silahlı kuvvetlere büyük bir yatırım yapılması anlamına gelen bu kararla birlikte Başbakan Scholz, "Her yıl gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 2'sinden fazlası ile savunmamız için yatırım yapacağız" diyerek, yıllardır özellikle ABD ile yaşanan tartışmalı bir konuyu da noktaladı.

Scholz, Rusya ile Ukrayna arasında sıcak çatışmalar başlamadan Alman yasalarına göre kriz ve savaş bölgelerine silah gönderilmesi yasağını gerekçe göstererek, Ukrayna’ya silah göndermeyi kabul etmemişti.

Ancak bu konuda da yeni bir tavır ortaya koyarak, bu ilkeden de vazgeçileceğini duyurdu. Önce 1000 tanksavar ve 500 Stinger tipi füze gibi hafif silahlar ve askeri donatıma, ardından yılın akışı içinde bir tabu daha yıkılarak, Patriot hava savunma sistemi, Marder tipi zırhlı araçlar ve Leopard tankı gibi ağır silahlara onay verildi.

 

Rusya ve Almanya arasında soğuk rüzgarlar esiyor

 

Ocak 2022 ile Ocak 2023 arasında yaklaşık 2,3 milyar Euro tutarında silah ve askeri malzeme veren Almanya, bu rakamla Ukrayna’ya en fazla silah desteği sağlayan ülkelerin başında geldiği gibi aynı zamanda Rusya’ya karşı yaptırımlarda da en etkili ülkelerden biri olarak ön plana çıktı.

Ancak bu destek Almanya’ya pahalıya mal oldu. Enerji başta olmak üzere ekonomik olarak Rusya ile ilişkiler adeta sıfırlandı. Savaş başlamadan tükettiği doğal gazın yüzde 55’ini, petrolün yüzde 34’ünü ve kömürün yüzde 26’sını Rusya’dan ithal eden Almanya, Kremlin'in geçen Eylül ayında büyük bir kısmı Kuzey Akım Boru Hattı’ndan gelen gaz arzını kesmesi sonrasında ciddi bir enerji sorunu ile karşı karşıya kaldı.

Hükümet, enerji kriziyle mücadele edebilmek ve savaş sonrası Rusya'ya bağımlılığı azaltmak amacıyla daha önce kapatacağını açıkladığı kömür santrallarının kullanımına devam etmeye karar verdi. Ayrıca 31 Aralık’ta kapatılması kararlaştırılan 3 nükleer santralın da 31 Nisan’a kadar hazır tutulmasına karar verdi. Birkaç ay içinde sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) terminalleri kurulması sonrasında, kış ayları için korkulan kıtlık gerçekleşmedi.

Buna rağmen enerji fiyatları normal bir kış mevsiminde yüksek bulunan seviyenin yaklaşık iki katını buldu. Enflasyon yüzde 10’a kadar yükseldi. Enflasyondaki ve enerji fiyatlarındaki yükseliş ekonomik büyümeyi frenledi. Alman Ekonomi Araştırmalar Enstitüsü, savaş ve enerji krizinin 2022'de Alman ekonomisine maliyetinin gayri safi milli hasılanın yüzde 2,5'ine denk gelen 100 milyar Euro olduğunu bildirdi.

 

Ukraynalı mülteciler ne olacak?

 

Ukrayna ve Rusya arasındaki savaşın kendini günlük yaşamda en çok belli eden konularından biri Ukraynalı mülteciler oldu.

Federal İstatistik Ofisi'nin verilerine göre, yalnızca 2022 yılında Ukrayna'dan 1,2 milyona yakın göçmen geldi. Bu rakam, 2014-2016 yılları arasında Suriye, Afganistan ve Irak'tan gelen 834 bin göçmenin toplamından fazlasını oluştururken, Ukraynalı sığınmacıların yüzde 26’sının savaş bitse bile ülkelerine geri dönmeyi düşünmediği, yüzde 13’ünün de birkaç yıl daha Almanya’da yaşamak istediği saptandı.

Bazı günlerde onbinleri bulan mülteci akını nedeniyle göçmen merkezleri doldu. Berlin gibi birçok şehirde Ukraynalılar çadırlara ya da spor salonları, kongre merkezleri gibi geçici barınma alanlarına yerleştirildi.

Almanya'da Ukraynalı mülteciler, birçok şehirde tren ve toplu taşımayı ücretsiz kullanma hakkına sahip. Halihazırda pasaportlarıyla Almanya'da 90 güne kadar kalabilen Ukraynalılar, ülkede daha fazla kalabilmek için diğer mültecilerin geçtiği prosedürden geçmeden oturum izinlerini kolaylıkla alabiliyor.

2015'de yaşanan göç dalgasında ülkeye gelenlerin aksine Ukraynalılar'a doğrudan çalışma ve oturma hakları verilmesi, toplumda "iyi mülteci, kötü mülteci" tartışması başlattı. Alman devleti, 2015’te gelen sığınmacıların konaklama, temel gıda, hijyen ve giyim ihtiyaçlarını karşılarken, çalışabilmelerine ise ancak iltica taleplerinin kabul görmesi durumunda izin vermişti.

Çok sayıda uzman, bu konunun yabancı düşmanı ve mülteci karşıtı gruplar tarafından kendi çıkarları doğrultusunda suistimal edilebileceğini savunuyor. Güncel konulardaki popülist söylemleriyle dikkat çeken, Ukraynalı mültecilerin sayısının sınırlandırılmasını talep eden aşırı sağcı parti Almanya için Alternatif’in (AfD) yapılan son anketlerde yüzde 15’lere kadar tırmanan oy oranı da bu gelişmeyle ilişkilendiriliyor.

 

Nina Rieke

Almanya ile İran Arasında Cemşid Şarmehd Krizi

Alman hükümeti, İran'ın Berlin Büyükelçiliği’nden iki diplomatı 'istenmeyen kişi' ilan etti.

İran’da tutuklu bulunan İran asıllı Alman vatandaşı Cemşid Şarmehd’in idam cezasına çarptırılmasına tepki olarak İran Büyükelçiliği Maslahatgüzarı’nın bakanlığa çağrıldığını ve sözlü nota verildiğini açıklayan Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, "Bir Alman vatandaşının haklarının ağır bir şekilde ihlal edilmesini kabul etmediğimizi kendisine bildirdik" dedi.

 

Almanya İki İran Elçilik Çalışanını Sınırdışı Ediyor

 

İran'a Cemşid Şarmehd'in idam cezasını iptal etme ve hukukun üstünlüğüne uygun, adil ve yasal bir temyiz süreci tanıma çağrısında bulunduklarını duyuran Bakan Baerbock, "Tepki olarak İran elçiliğinin iki üyesini istenmeyen kişi ilan ediyor ve Almanya'yı terk etmeleri için kısa bir süre veriyoruz" dedi. Bir devletin diplomatik en üst düzey yöneticisinin dışişlerine çağrılarak nota verilmesi ya da diplomatların "persona non grata" (istenmeyen kişi) ilan edilmesi en güçlü diplomatik önlemler olarak biliniyor.

 

Şarmehd, terör grubu lideri olmakla suçlanıyor

 

Cemşid Şarmehd, yargılandığı Tahran Devrim Mahkemesi tarafından "terör eylemleri planlamak ve yönetmek yoluyla yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak" suçlamasıyla ölüm cezasına çarptırılmıştı.

Tahran hükümeti, Şarmehd’i, "Tonder ve İran Krallığı Meclisi" adıyla bilinen ABD merkezli rejim karşıtı bir grubun lideri olmakla suçluyor. Şarmehd'i birçok terör saldırısı ve sabotaj olayının planlanmasından da sorumlu tutan İran hükümeti, Alman vatandaşı da olan Şarmehd'in 2020 yılı Temmuz ayında yurt dışında yakalayarak ülkeye getirdiğini bildirmişti.

O dönemde İran İstihbarat Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, "İran'da silahlı eylemler ve sabotaj operasyonlarını ABD'den yönlendiren terör örgütü Tonder'in elebaşı Cemşid Şarmehd, İstihbarat Bakanlığı tarafından yakalanmıştır" ifadeleri kullanılmıştı.

Almanya’da yetişen 68 yaşındaki Şarmehd'in 2003'ten bu yana ABD'nin California eyaletinde ikamet ettiği biliniyordu. Ailesi, Şarmehd'in Birleşik Arap Emirlikleri'nde "kaçırıldığını" öne sürmüştü. İran istihbaratının Şarmehd'i 2009'da Los Angeles'ta öldürme teşebbüsünde bulunduğuna ilişkin haberler ABD medyasında yer almıştı.

Cemşid Şarmehd’in kızı Gazil Şarmehd, idam kararı öncesinde Dışişleri Bakanı Baerbock’a bir açık mektup yazdı. İran’a tüm siyasi ve diplomatik yollardan baskı yapılması istenen mektupta, "66 yaşındaki bir Alman vatandaşının hayatının kurtulması ve ailesinin daha fazla üzülmemesi için acil ve önemli kararlar almanızı rica ediyoruz" ifadesi kullanıldı.

Şarmehd, hala İran’da tutuklu bulunan ondan fazla yabancıdan biri olarak biliniyor. Tutuklular arasında Amerikalı, Avusturyalı, İngiliz, Fransız ve başka Alman vatandaşları da bulunuyor.

 

İran’dan Avrupalı Milletvekillerine Yaptırım

 

İran, dün aralarında Alman Parlamentosu üyeleri Roderich Kiesewetter ve Renata Alt’ın da bulunduğu Avrupa Birliği ülkelerinden ve İngiltere'den toplam 23 siyasetçi ve 13 kurum hakkında yaptırım kararı almıştı. Tahran hükümeti, söz konusu kurum ve kişilere yaptırım kararını "terörü ve terörist grupları desteklemek, İran halkına karşı terör eylemlerini ve şiddeti kışkırtmak ve teşvik etmek, İran’ın içişlerine karışmak, İran hakkında yalan ve yanlış bilgiler yaymak" ile gerekçelendirdi.

Spielberg’e Onur Ödülü

 

 

76 yaşındaki ünlü yönetmen Steven Spielberg, 73. Uluslararası Berlin Film Festivali’nde (Berlinale) hayat boyu yaptığı çalışmalardan dolayı ‘Altın Ayı Onur Ödülü’ne layık görüldü.

 

Ünlü yönetmene ödül takdiminde konuşmayı, yine dünyaca ünlü müzik grubu ‘U2’nun solisti Bono yaptı. Spielberg’i Hollywood’un en büyüklerinden biri olarak nitelendiren Bono, “Steven Spielberg, sinemanın ruhudur” dedi. Spielberg ödülünü alırken dakikalarca ayakta alkışlandı. Ödül sonrası konuşan Spielberg, “İtiraf etmeliyim ki, ayılardan gerçekten korkuyorum. Köpekbalıklarından korktuğumdan bile daha çok korkuyorum” diyerek espri yaptı. Alman sinemasına çok şey borçlu olduğunu belirten Spielberg, ilham aldığı Alman yönetmenler arasında Friedrich Wilhelm Murnau, Ernst Lübitsch, Rainer Werner Fassbinder, Werner Herzog, Margarethe von Trotta, Wim Wenders, Wolfang Petersen, Volker Schlondorff ve Tom Tykwer gibi isimleri saydı.

 

Steven Spielberg’in ödül konuşmasını ‘U2’nun solisti Bono yaptı.

 

 

Spielberg, bu ödülün kendisi için özellikle önemli olduğunu çünkü kendisinin Yahudi bir yönetmen olduğunu hatırlattı. “Yaraları sarmak büyük çaba gerektiriyor” diyen Spielberg, adaletin zıddının adaletsizlik değil, unutmak olduğu sözünü hatırlattı ve “Tarihi yaraları ancak hatırlarsanız iyileştirebilirsiniz. Bu nedenle dünya çapında soykırım vahşetiyle ilgili belgeleri ve görgü tanıklarını toplamak için Shoah Vakfı’nı kurdum” dedi. Almanya’nın, yabancı düşmanlığı, antisemitizm ve soykırım ile yüzleşmek için çok şey yaptığını kaydeden Spielberg, birçok ülkenin de bu tür olayların bir daha asla yaşanmamasını sağlama konusunda Almanya’nın bu kararlılığından ders çıkarabileceğini söyledi. Spielberg aynı zamanda tarihin kolay unutulmasına karşı uyarıda bulunurken, “Hiçbir ülke kendini haklı görerek arkasına yaslanmamalıdır” dedi. Spielberg’e Berlin’deki törende eşi Kate Capshaw eşlik etti. Ödül töreninin ardından Spielberg’in yeni filmi ‘The Fabelmans’ gösterildi. Bir otobiyografi filmi olan ‘The Fabelmans’, 1950’lerin Amerika’sında Yahudi bir ailenin oğlunun çocukluk ve gençlik yılları ile Film yapımcılığına başlaması anlatılıyor. Film, Almanya’da 9 Mart’ta gösterime girecek. Berlinale 26 Şubat’a kadar sürecek.

 

Scholz: "Gerçek Dost Kötü Günde Belli Olur"

Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Kahramanmaraş’ta meydana gelen, çevre illerde ve Suriye'de büyük yıkıma ve can kaybına yol açan depremler nedeniyle yaptığı konuşmada, ülkesinin Türkiye ve Suriye’yi zor günlerinde yalnız bırakmayacağını söyledi.

Scholz, her haftasonu güncel önemli konulara değindiği "Kanzler Kompakt" isimli sosyal medya kanalları üzerinden yayınlanan video mesajını tamamen deprem felaketine ayırırken, mesajın Türkçe altyazılı olarak yayınlanması dikkat çekti.

Deprem felaketinin Almanya’da büyük üzüntüye yol açtığını söyleyen Scholz, henüz felaketin birinci gününde Almanya’dan Türkiye ve Suriye’ye arama-kurtarma ve sağlık ekiplerinin gittiğini, yardım kuruluşlarının ısıtıcı, jeneratör ve ilaç tedarikinde bulunduğunu bildirdi.

 

Deprem bölgesinde arama-kurtarma ve yardım faaliyetlerine katılan kurum ve kuruluşlara teşekkür eden ve çalışmalarında güç dileyen Scholz, "Yaşanan felaketi geri alamayız ama bu acil durumda yardım edebiliriz ve Almanya yardım ediyor" dedi.

"Hayatını kaybedenlerin yakınları ve dostlarıyla yas tutuyoruz. Yaralıların acılarını paylaşıyoruz, onlara acil şifalar diliyoruz" şeklinde konuşan Scholz, ayrıca Türkçe olarak "Gerçek dost, kötü günde belli olur" ifadelerini kullandı.

 

Almanya'dan Depremzedelere "Üç Aylık Hızlı Vize"

 

Almanya’da üç milyon Türkiye kökenli göçmenin yaşadığına değinen Başbakan, "Birçoğunun memleketi özellikle ağır hasara maruz kalan Hatay ve Gaziantep. Birçoğunun ise ailevi kökleri Suriye'de. Bir Türk atasözüne göre gerçek dost, kötü günde belli olur. Almanya'da benzer bir şekilde, gerçek dost, kendini zor günde belli eder denir. Biz gerçek dostuz. Dostunuz olarak acınızı paylaşıyoruz ve sizi zor gününüzde yalnız bırakmayacağız" diye konuştu.

Almanya'da yaşayan başta Türkler olmak üzere insanların Türkiye'ye uzanan bir merhamet köprüsü oluşturduğunu belirten Başbakan Scholz, "İnsani açıdan birbirine bu kadar yakın olan ülkelerimiz arasında bir dayanışma köprüsü oluşturdunuz" diyerek, Türkiye ve Suriye'deki depremzedeler için bağış veya kışlık giysi toplayan ya da para gönderen vatandaşlara ve kurumlara da ayrıca teşekkür etti.

Berlin’deki anma törenine Cumhurbaşkanı Steinmeier da katılacak

Öte yandan bugün Berlin’in dünyaca ünlü Brandenburg Kapısı önünde bir anma toplantısı düzenleneceği bildirildi.

Almanya saati ile 17.30’da başlayacak etkinlikte Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeier da bir konuşma yapacak. Almanya Türk Toplumu (TGD) ve Alman-Suriye Yardım Dernekleri öncülüğünde düzenlecek etkinlikte depremde hayatını kaybedenler anılacak ve depremzedelerle dayanışma sergilenecek.

Cumhurbaşkanı Steinmeier’in yanı sıra TGD Başkanı Aslıhan Yeşilkaya-Yurtbay, Alman-Suriye Yardım Dernekleri Birliği Başkanı Nahla Osman, Berlin-Brandenburg Türkiye Toplumu (TBB) Sözcüsü Safter Çınar ile Türkiye’de deprem bölgesinde kurtarma çalışmalarına katılan Alman yardım kuruluşlarından bir temsilcinin de konuşma yapacağı haber verildi.

Harris: "Rusya İnsanlık Suçu İşledi"

Almanya'nın Münih kentinde düzenlenen 59. Münih Güvenlik Konferansı'nın ikinci gününde bir konuşma yapan ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris, Rusya'nın Ukrayna’ya saldırısını sert sözlerle eleştirdi.

Rusya'nın Ukrayna'da sivil nüfusa saldırdığını öne süren Harris, "ABD, Rusya'nın Ukrayna’da insanlığa karşı suç işlediği görüşünde. Bu suçların soruşturulmasında ve emirleri verenlerle, faillerin ortaya çıkarılmasında Ukrayna’ya yardım edeceğiz" dedi. Kanıtların incelendiğini söyleyen Harris, söz konusu suçları cinayet, tecavüz, işkence ve zorla sınır dışı etme olarak sıraladı.

 

Münih Güvenlik Konferansı Başladı

 

Başkan Yardımcısı Harris, ABD kaynaklarının savaşın başlangıcından bu yana 36 bin insanlığa karşı suçu kayıtlara aldığını da açıkladı. Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy de Rus kuvvetlerinin insanlık suçu işlediğini öne sürerek özel bir mahkeme kurulmasını önermişti.

Alman Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, kurulacak söz konusu uluslararası bir özel mahkemede Rusya liderlerinden Ukrayna’da yürüttükleri savaştan dolayı hesap sorulması önerisine destek vermişti.

 

Çin’den ABD’ye Suçlama

 

Çin’in eski Dışişleri Bakanı Wang Yi toplantı kapsamında yaptığı açıklamada, ülkesinin bir barış girişimiyle Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşı sona erdirmek için çaba göstereceğini duyurdu.

Ukrayna sorununun uzayan ve yayılan bir kriz hale gelmesinden derin kaygı duyduklarını dile getiren Wang, Rusya ve Ukrayna arasında barışın nasıl gerçekleşebileceği konusunda net bir açıklama yapmadı. Çin'in en üst düzey dış politika yetkilisi olarak görülen Wang Yi konuşmasında, Çin'e ait olduğundan şüphelenilen bir casus balonunun ABD tarafından düşürülmesine de değindi ve "Bu tutumun çok saçma ve histerik olduğunu söyleyebilirim" dedi.

Münih Güvenlik Konferansı

Washington yönetiminin sivil havacılığı düzenleyen Chicago Sözleşmesi olmak üzere, tüm uluslararası kuralları ihlal ettiğini iddia eden Wang, "Bu bizim açımızdan kabul edilemez bir tutumdur" diye konuştu.

Wang’ın Münih’teki toplantı kapsamında ABD Dışişleri Bakanı Blinken’la biraraya gelip, gelmeyeceği konusunda ise bir açıklama yapılmadı. Çeşitli kaynaklar, Wang’ın toplantının ilk gününde akşam saatlerinde Blinken veya Harris ile buluşmasının planlandığını öne sürmüştü. Başkan Joe Biden, 4 Şubat’ta düşürülen balonlarla ilgili dün ilk kez açıklama yaparak, Çin’e ait balonu düşürdükleri için özür dilemeyeceğini belirtti.

Öte yandan ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere Dışişleri Bakanları, Münih Güvenlik Konferansı'nda İran'ın nükleer programıyla ilgili endişelerini dile getiren bir yazılı açıklama yaptılar. ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından dağıtılan ortak açıklamaya göre, dört ülkenin bakanları "İran'ın nükleer tırmanışından ve Tahran'ın Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile işbirliği yapmamasından duydukları endişenin" altını çizdi. Daha sonra sözlü bir açıklama yapan Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, "nükleer bir tırmanışın ne pahasına olursa olsun önlenmesi gerektiğini" vurguladı.

 

Münih‘te İsveç ve Finlandiya’nın NATO Üyelikleri Konuşuldu

 

Annalena Baerbock’la ikili bir toplantı yapan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Almanya'yı Ukrayna’ya verdiği destekten dolayı övdü. Almanya'nın Ukrayna'ya askeri, mali ve insani yardımını aralıksız sürdürdüğünü söyleyen Blinken’in ikili görüşmede, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik başvurularının biran önce olumlu sonuçlanması yönündeki beklentisini de dile getirdiği öğrenildi. Blinken, Münih’teki buluşma sonrasında Türkiye’ye giderek, deprem bölgesini ziyaret edecek, ayrıca meslektaşı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüşmede bulunacak.

Finlandiya Başbakanı Sanna Marin

İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelik beklentileri Münih’teki konferansta başka buluşmalarda da konu oldu. Münih Güvenlik Konferansı'nda Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile birlikte ortak bir açık oturuma katılan Finlandiya Başbakanı Sanna Marin, ülkesinin NATO'ya İsveç ile aynı zamanda üye olma isteğini vurguladı. İki ülkenin NATO’ya "eşzamanlı katılmasının herkesin çıkarına" olduğunu ifade eden Marin, özellikle İsveç’in üyeliğine karşı tutum sergileyen Türkiye ile Macaristan’ın tutumlarını değiştirmesi çağrısında bulundu.

Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinisto ise dün yaptığı açıklamada, Türkiye'nin İsveç'in üyeliğine onay vermeme kararı alması durumunda da Finlandiya'nın NATO'ya katılabileceğini söylemişti. Niinisto, "NATO'ya üyeliğimiz Türkiye'nin elinde. Eğer sadece Finlandiya'yı alıyoruz derlerse bu bizim için zor bir durum olacak ama 'Hayır başvurumuzu çekiyoruz' mu diyeceğiz? Hayır, bunu yapamayız. Biz İsveç'le birlikte üyelik başvurusunu tamamlayarak üzerimize düşeni yaptık. Kararı vermek Türkiye'nin elinde" şeklinde görüş belirtti.

 

Nina Rieke

Sinema Dünyası Berlin’de Buluşuyor

Uluslararası Berlin Film Festivali "Berlinale" bugün başlıyor.

73'üncü kez düzenlenen festivalin açılış törenine Anne Hathaway ve Sean Penn gibi yıldızlarların yanı sıra, Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski’nin video bağlantısı üzerinden katılması yapması bekleniyor.

Toplam 300 filmin gösterileceği ve ABD’li yönetmen Rebecca Miller’in "She Came to Me" (O bana geldi) filmiyle başlayacak festivalin yarışmalı bölümünde, 18 film büyük ödül "Altın Ayı" için yarışacak.

Bu bölümdeki filmleri değerlendirecek ve ödüllendirecek uluslararası jüri başkanlığını ABD'li oyuncu, senaryo yazarı ve yönetmen Kristen Stewart yapacak.

Zhung Lu, Angela Schanelec, Christian Petzold, Margarethe Von Trotta, Emily Atef ve Lila Aviles gibi tecrübeli sinemacıların yanı sıra Celine Song ve Makoto Shinkai gibi genç yönetmenlerin ilk filmleri de Berlinale’de yarışacak.

Yarışmalı bölümde Türk yapımı bir film ise yer almıyor.

Berlinale, Cannes ve Venedik ile birlikte sinema dünyasının en önemli üç festivalinden biri. Berlinale’yi, diğer iki dev festivalden ayıran en önemli özelliklerinden biri, sinema meraklılarına, yani seyircilere açık olması. 4 bin gazeteci ve eleştirmenin izleyeceği festivalde bu sene yaklaşık 400 bin bilet satılması bekleniyor.

 

"Berlinale"den Ukrayna ve İran’a dayanışma mesajı

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısınının neredeyse birinci yıldönümüne rastlayan festival, Ukrayna’daki sinemacılarla dayanışma amacıyla bu yıl renklerinin Ukrayna bayrağı renkleri ile benzer şekilde mavi ve sarı olacağını duyurdu.

Ayrıca festival kapsamında Amerikalı sinema aktörü ve yönetmen Sean Penn’in Aaron Kaufman’la birlikte çektiği "Superpower" (Süper Güç) adlı belgesel de gösterilecek.

Film, Penn’in Rusya Ukrayna savaşının başladığı günlerde Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodymr Zelensky ile Kiev’deki buluşmasını konu alıyor. Festival, İran’daki muhalif yönetmenler ve sinemacılarla dayanışma kapsamında festivalin farklı bölümlerinde birçok etkinlik düzenleyecek.

 

 

Festivalde Türkiye’den de filmler var

 

Festivalde Türkiye’den yönetmenlerin son yapıtları yarışma dışındaki yan programlarda seyirci ile buluşacak.

2019’da "Aidiyet" filmi ile Berlin’e davet edilen Burak Çevik bu kez, son filmi "Unutma Biçimleri"nin dünya prömiyerini Forum bölümünde yapacak.

Başrollerini Nesrin Uçarlar ve Erdem Şenocak’ın paylaştığı film, 14 yıl önce ayrıldıktan sonra bir kez daha bir araya gelmeyi deneyen bir çiftin hikayesini anlatıyor.

Berlin'li Türk yönetmen Eren Aksu’nun Türk-Alman ortak yapımı kısa metrajlı "Onun Haricinde İyiyim" adlı filmi de "Forum" kapsamında gösterilecek. Helin Çelik‘in yeni filmi "Anqa" da Forum bölümünde gösterilecek.

Eski filmlerin yer aldığı "Retrospektive" (Retrofpektif) kategorisinde ise Korhan Yurtsever’in 1979 yılında çektiği ‘Kara‘ adlı filmi gösterilecek. Berlinale’nin "Encounters" (Buluşmalar) bölümünde de kendini hem Türk, hem Kürt, hem de Alman olarak tanımlayan Ayşe Polat’ın "Im toten Winkel" (Kör nokta) adlı yeni filmi sinemaseverlerin beğenisine sunulacak.

Berlin Film Festivali Berlinale 25 Şubat Cumartesi akşamı düzenlenecek "Altın Ayı ödül töreni" ile sona erecek.

 

Nina Rieke

Almanya'dan Depremzedelere "Üç Aylık Hızlı Vize"

Almanya, depremzedelerin "hızlı bir şekilde" üç aylık vize almasının sağlanacağını ve ülkedeki akrabalarının yanına gelebileceğini duyurdu. Bugün uygulamanın ayrıntıları konusunda bir açıklama yapıldı.

 

 

Dışişleri Bakanlığı'nın bir sözcüsü, depremzedeler için vize başvurusu sürecinin olabildiğince "pragmatik" şekilde yürütülmesinin hedeflendiğini belirterek, pasaportu olan ve Almanya’daki yakınından davetiye alanların çok kısa bir süre içinde ülkeye gelebilecekleri ifade etti.

 

Almanya’dan Depremzedelere Hızlı Vize

 

Almanya’nın Türkiye’deki tüm temsilciliklerinde vize konusunda personel sayısının arttırıldığını ve başvurulara bugünden itibaren başlanılabileceğini bildiren sözcü, gerekli belgeleri sunanlara 5 gün içinde vize verilmesinin hedeflendiğini açıkladı.

Hızlı vize almak için gerekli koşullar neler?

Almanya'daki kişiden "birinci ve ikinci dereceden" akrabalık bağını ispatı talep edilecek; ayrıca yanına alacağı depremzedeye bakabilecek ve evinde konuk edebilecek durumda olduğunu beyan etmesi istenecek. Depremzededen ise pasaport sahibi olması koşulunun yanısıra, 3 aylık vize sona erdiğinde "ülkelerine geri dönmeye hazır oldukları" şeklinde bir taahhüt beyanı istenecek.

Depremzede "deprem bölgesinde yaşayanlar" olarak tanımlanırken, mağdur olmuş, örneğin kişinin evini kaybetmiş ya da enkaz altında kalmış olması şartının aranmaması önemli bir ayrıntı.

Depremzedeler Almanya’da bulundukları süre içinde sağlık hizmeti alabilecek, gerekiyorsa fiziksel tedavi görebilecek ya da psikolojik destek alabilecek.

Genelde çok olumlu yankı bulan vize kolaylığı sağlayacağı yönündeki haberler üzerine, Almanya'da yaşayan Türkiye kökenli vatandaşlar deprem bölgesindeki yakınlarını getirmek için planlar yapmaya başladı.

Almanya Türk Toplumu Başkanı Gökay Sofuoğlu da, hem Almanya’nın hem de Türkiye’nin vize başvurularının hızlı bir şekilde işleme alınması için ellerinden geleni yapmalarını istedi.

Özellikle sosyal medya üzerinden yapılan bazı yorumlarda ise, gerekli belgelerin tedarik edilip Almanya’nın Türkiye’deki başkonsoloslukları ve konsolosluklarına sunulmasının haftaları bulabileceği şeklinde yorumlar yapıldı.

Hollanda ve Belçika'dan da benzer vize adımları

Öte yandan Hollanda ve Belçika da Almanya’nın başlattığına benzer bir uygulama için harekete geçti. Hollanda'nın hükümet sitesinden yapılan açıklamaya göre Türkiye'den yakınlarının yanına gelmek isteyen depremzedelere "öncelikli vize randevusu" verileceği ifade edildi.

Belçika Göç ve İltica Bakanı Nicole de Moor, bölgeden yapılan vize başvurularının daha hızlı işleme koyulması talimatı verdiğini duyurdu. İsviçre Devlet Göç Sekreterliği ise depremlerde evleri yıkılan kişilerin, hızlandırılmış vize sürecinden faydalanmak için İstanbul'daki İsviçre Başkonsolosluğu’na başvuru yapmaları gerektiği belirtildi.

İngiltere de ülkede yakınları bulunan Türk depremzedelere özel vize verilmesi için imza kampanyası başlatıldı. İmza kampanyasında 100 bin imza toplanması halinde talebin parlamentoda görüşüleceği öğrenildi.

 

Nina Rieke

Almanya’dan Türkiye'ye Yardım Kampanyası

3 milyondan fazla Türkiye kökenli göçmenin yaşadığı Almanya’da, Türkiye’de meydana gelen depremin yaralarının bir an önce sarılması için büyük bir yardım seferberliği başlatıldı.

Çok sayıda Alman yardım kuruluşunun yanı sıra, Türkiye kökenlileri temsil eden sivil toplum kuruluşlar, dernekler ve şirketler dayanışma için harekete geçti.

Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faese, Türkiye’ye her alanda yardım yapılacağını duyurdu sözü verdi. Faeser, "Türk yetkililerle yakın koordinasyon halindeyiz ve elimizdeki tüm olanaklarla ve şu anda en acil ihtiyaç duyulan araç gereçle yardım olacağız" şeklinde bir açıklama yaptı.

Almanya’ın resmi ilk yardım ve kurtarma kurumu olan Federal Teknik Yardım Ajansı (THW) ekiplerinin ise bugün öğleden sonra Türkiye’ye uçacakları öğrenildi. THW Başkanı Gerd Friedsam, ekibin kurtarma operasyonlarının yanı sıra, felaketten etkilenen insanlara yardım etmek için yola çıkacağını açıkladı.

 

Ekiple birlikte, içme suyu, su arıtma tesisleri, yiyecek, battaniye ve acil durum jeneratörlerinin gönderileceği, ayrıca bir arama uzmanı köpek timi ve bir tıbbi ekip oluşturulduğu da belirtildi.

Özel bir inisiyatif olan ve dünyanın çeşitli noktalarında kurtarma çalışmalarına katılan ISAR‘da 41 kişilik ekibi Türkiye’ye gitti. ISAR, 41 arama ve kurtarma uzmanı ve 8 kurtarma köpeğiyle dün akşam saatlerinde Gaziantep‘e uçtu. Caritas International, Alman Kızıl Haçı ve Diakonie yardım kuruluşları da deprem bölgesine destek vermek için harekete geçti.

Sivil toplumdan yardım

Resmi ve gönüllü Alman kuruluşlarının dışında, Almanya’daki göçmenlerin temsilcileri de büyük bir yardım seferberliği başlattı.

Aralarında Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB), Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD), İslam Toplumu Milli Görüş (IGMG), Almanya Türk Toplumu (TGD) ve Almanya Kürt Cemaati (KGD) gibi birbirinden çok farklı dernek ve çatı örgütleri, üyelerine ve tüm kamuoyuna dayanışma ve acil maddi yardım çağrısı yaptı.

Almanya'da 900'ün üzerinde cami derneği bulunan DİTİB tarafından başlatılan bağış kampanyasına ilk 12 saatte 2 milyon 500 bin Euro bağış geldiği haber verildi. Türk Alman Sağlık Vakfı, Almanya Sağlık Bakanlığı ve büyük firmalar ile iletişime geçtiğini ve geniş çaplı ilaç yardımıyla birlikte, çadır, kıyafet ve battaniye yardımı için de çalışma başlatıldığını duyurdu.

Öte yandan Almanya’da sayısız kentinde Türkiye kökenli göçmenler sivil toplum kuruluşlarının çağrıları dışında, kendi aralarında da yardım malzemeleri toplamak amacıyla değişik merkezler oluşturulurken, depremzedeler için dünden bu yana tonlarca yardım malzemesi bir araya getirdi.

Battaniyeler, kadın, erkek ve çocuk giysileri, hijyen malzemeleri ve ilaçlar gibi yardımların uçaklarla ve tırlarla Türkiye’ye yola çıkarılacağı duyuruldu.

 

Nina Rieke

Almanya’da Corona Önlemleri Sona Eriyor

Almanya’da 2020 yılında Corona virüsü salgınının yayılmaya başlamasından sonra hayata geçirilen tedbirlerin hemen hepsi sona erdi.

Bugünden itibaren en önemli önlemlerinden biri daha kalktı. Yaklaşık üç yıldır yürürlükte olan toplu taşıma araçlarında maske takma zorunluluğunun kaldırılmasıyla yolcular, artık otobüs, metro, tren ve tramvay gibi toplu taşıma araçlarında maske takmadan seyahat edebilecek.

Alman hükümeti, 26 Nisan 2020 tarihinde kamuya açık tüm taşıma araçlarında maske zorunluluğu getirmiş, vaka sayılarının azaldığı yaz aylarında bile bu zorunluluk sürdürülmüştü.

Uçaklarda maske zorunluluğu ise geçen yıl 6 Eylül’de kaldırıldı. Almanya, uçakta maske zorunluluğunu kaldıran en son ülkelerden biri oldu.

Almanya Sağlık Bakanı Karl Lauterbach, toplu taşıma araçlarını kullananları bundan sonra "gönüllü" olarak maske takmaya çağırdı ve kendisinin özellikle otobüs ve trenlerde maske takmayı sürdüreceğini söyledi.

Bakan, açıklamasında, doktor muayenehaneleri, klinikler, bakım evleri ve veterinerlerde maske zorunluluğunun 7 Nisan’a kadar devam ettiğini de hatırlattı.

 

 

Sağlık Bakanı Lauterbach: "Corona sürecinde hatalarımız oldu"

 

Almanya Sağlık Bakanı Karl Lauterbach, Corona süreci ile ilgili olarak özeleştiri de yaptı.

Lauterbach, alınan Corona virüsü önlemlerinin bir kısmının yanlış ve gereksiz olduğunu ifade ederken, "Dışarı çıkma, açık havada maske takma ve çocuk oyun alanlarını kapatma gibi acımasız önlem ve yasaklar bugün olsa getirilmezdi" dedi.

2021 yılı Aralık ayında Sağlık Bakanı olan ve alınan önlemlerin büyük bölümünün altında imzası olan Lauterbach, tedbirleri alırken o dönemde yapılan bilimsel çalışmaların yetersiz kaldığını söyledi, "Ancak benzer yaşlı nüfusa sahip diğer ülkelerle karşılaştırıldığında Almanya sıkı tedbirler alarak, pandemiyi iyi atlattı" şeklinde konuştu.

Okulların ve kreşlerin uzun süre kapalı tutulmasının da yanlış olduğunu belirten Alman Bakan, bundan sonra ortaya çıkabilecek benzer salgınlara karşı hazırlık için hastane ve sağlık sisteminde reforma gidilmesi gerektiğini bildirdi.

Ülkenin önde gelen bilim insanları, geride kalan süreçte Federal Sağlık Bakanı Lauterbach’ı kendi bilimsel verilerini dikkate almamakla ve yerli yersiz açıklamalarda bulunarak, kamuoyunda huzursuzluğa yol açmakla suçlamıştı.

Çok sayıda uzman, toplu taşımada maske zorunluluğunun geçen yaz kaldırılmasını önermişti. Lauterbach’ın en çok eleştirildiği bir konu da, bilimsel hiçbir dayanağı olmaması iddialarına rağmen, 70 yaşındakilerin altındakilerin, hatta 25-30 yaşındakilerin de 4’üncü doz aşı takviye aşısı yaptırmaları önerisi oldu.

 

Beyaz Saray, acil durumu 11 Mayıs’ta bitirecek

 

Öte yandan ABD'de Joe Biden yönetiminin, Corona virüsü salgını nedeniyle 2020'de ilan edilen "ulusal acil durum" halinin 11 Mayıs'ta sona erdirileceğini duyurmasından sonra, Kongre’nin alt kanadı Temsilciler Meclisi, "Salgın bitti" başlıklı yasa tasarısını kabul etti.

Temsilciler Meclisi’nde çoğunlukta olan ve tasarıya destek veren Cumhuriyetçi üyeler, aşı ve maske zorunluluğu gibi düzenlemelere karşı çıkıyordu. Tasarının Demokratlar'ın çoğunlukta olduğu Senato’dan geçmesi beklenmiyor.

 

Nina Rieke

Dünya sineması Berlinale’de buluşacak

Uluslararası Berlin Film Festivali’nin (Berlinale) 73’üncüsü, bu yıl 16-26 Şubat tarihleri arasında düzenlenecek. Bu yıl 67 ülkeden 283 filmin gösterileceği festivalde 18 film ‘Altın Ayı’ ödülü için yarışacak. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da ‘Altın Ayı’ ödülünün belirleneceği ‘Yarışma’ kategorisinde Türk yapımı bir film yer almıyor.

 

Festival kapsamında gösterilecek Türkiye yapımı tek sinema filmi ise Burak Çevik’in yönettiği ‘Unutma Biçimleri’ adlı Film oldu. Aynı zamanda dünya prömiyeri gerçekleşecek olan film, festivalde ‘Forum’ bölümünde gösterilecek. Başrollerini Nesrin Uçarlar ve Erdem Şenocak’ın paylaştığı filmde, 14 yıl önce ayrıldıktan sonra yeniden bir araya gelen bir çiftin hikâyesi anlatılıyor. Ayrıca Türk-Alman ortak yapımı olan Eren Aksu’nun kısa metrajlı ‘Onun Haricinde İyiyim’ adlı filmi de ‘Forum’ kapmasında yer alıyor. Eski yapımların yer aldığı ‘Retrospektiven’ kategorisinde ise Korhan Yurtsever’in 1979 yılında çektiği ‘Kara Kafa’ adlı filmi de gösterilecek.

Festivalin yönetimini Carlo Chatrian ve Mariette Rissenbeek ikilisi üstleniyor. Festivalin heyecanla beklenen ‘Altın Ayı’ ödül töreni ise 25 Şubat’ta yapılacak.

 

 

‘Altın Ayı’ için yarışacak filmler:

 

20.000 Species of Bees / Estibaliz Urresola Solaguren

Bai Ta Zhi Guang / Zhung Lu

Bis ans Ende der Nacht / Christoph Hochhaeusler

BlackBerry / Matt Johnson

Disco Boy / Giacomo Abbruzzese

Le Grand chariot / Phlippe Garrel

Ingeborg Bachmann-Reise in die Wüste / Margerethe von Trotta

Irgendwann werden wir uns alles erzaehlen / Emily Atef

Limbo / Ivan Sen

Mal Viver / Joao Canijo

Manodrome / John Trengove

Music / Angela Schanelec

Past Lives / Celine Song

Roter Himmel / Christian Petzold

Sur l’Adamant / Nicolas Philibert

The Survival of Kindness / Rolf de Heer

Suzume / Makoto Shinkai

Totem / Lila Aviles

 

Alman Kamuoyunda Sığınmacı Tartışmaları

Almanya’nın gündeminde göçmenlerle ilgili tartışmalar var. Kiel-Hamburg seferini yapan yolcu treninde bir Filistinli sığınmacının düzenlediği bıçaklı saldırıda 2 kişinin hayatını kaybetmesi ve dün akşam ülkenin kuzeyindeki Grewesmühlen kentinde bir göçmen yurduna karşı düzenlenen protestolarda çıkan olaylar sonrasında dikkatler bir kez daha bu konuya çevrildi.

Yabancılarla ilgili tartışmaların, Almanya'da 1996 yılından bu yana Nasyonal Sosyalizm Kurbanlarını Anma Günü olarak anılan 27 Ocak gününde yeni bir zirve yapması da dikkat çekti.

Dün akşam ülkenin kuzeyinde, Mecklenburg-Vorpommern eyaletindeki Grewesmühle kentinde yaklaşık 700 gösterici, göçmenler için bir barınak inşa edilmesi planını protesto etti. İnşaat planının oylandığı ilçe meclisi binası önünde yapılan gösteride çıkan kargaşada, çok sayıda katılımcı toplantıyı koruyan polislere havai fişeklerle saldırarak, binaya girmeye çalıştı.

Polisin şiddet kullanarak göstericileri geri püskürtmeyi başardığı, göstericilerin ise yaklaşık 400 mülteci için planlanan yurdun Upahl adlı bir köyde kurulacak olmasını eleştirirken, yerleştirilecek mültecilerin köyde yaşayanları rahatsız edeceğini öne sürdükleri öğrenildi. Toplantının bölgeye sevk edilen toplam 120 polisin koruması altında sona erdiği ve mülteci yurdunun inşasının onaylandığı, inşaatın önümüzdeki Mart ayında başlayacağı haber verildi.

Yaşananları "utanç verici" olarak tanımlayan Uluslararası Auschwitz Komitesi, saldırılardan aşırı sağcıları sorumlu tuttu. Komiteden yapılan açıkalamada, dünkü olayların görüntülerinin Washington'daki Kongre Binası'na yönelik saldırı ve işgal girişimini anımsattığını söylendi ve "Özellikle bugün Holokost kurbanlarını anma gününde, tüm demokratlar dünyanın dört bir yanındaki aşırı sağcıların nefret ve şiddet konusunda birbirlerini motive ettiklerini ve radikalleştiklerini anlamalıdır" denildi.

Çarşamba günü Kiel’den Hamburg’a giden bir trende meydana gelen bıçaklı saldırıda iki kişinin ölmesi, en az 7 kişinin de yaralanması

da sığınmacılarla ilgili tartışmaları başlıklara taşıyan bir diğer gelişme oldu. Rastgele yolculara bıçakla saldıran, 16 yaşında bir kız ve 19 yaşındaki bir erkek yolcuyu öldüren kişinin Filistin asıllı olduğu, kendisinin de saldırı sırasında yaralandığı ve halen hastanede olduğu belirtildi.

2014 yılından bu yana Almanya’da sığınmacı olarak yaşayan İbrahim A. adlı kişinin, bu olay öncesinde de çok sayıda suça karıştığı bildirildi. 2016 yılında Bad Münstereifel kentinde bir adamı dövdüğü ve bıçakla yüzünden yaraladığı için bir yıl ertelenmiş hapis cezası aldığı, bunun dışında uyuşturucu ihlali ve hırsızlık nedeniyle cezaları bulunduğu, son olarak geçen yıl bir adamı bıçaklamak suçundan tutuklandığı öğrenildi. Zanlının trendeki saldırıdan bir hafta önce serbest bırakıldığı da haber alındı.

 

Almanya’da suça karışan sığınmacıları sınırdışı etmek çok zor

 

Bu olay sonrasında, bu zanlı gibi çeşitli ve ağır suçlara karıştığı tespit edilen sığınmacıların sınırdışı edilmesinde yaşanan sorunlar tartışmaların odak noktasında. Ancak hukuk uzmanları, bu olayda da tespit edilidği gibi, sığınmacıların çoğu kez pasaportsuz giriş yaptığını, bu yüzden vatansız olarak kayda geçtiklerini ve geçerli belgeleri olmadan zaten ülke dışına çıkarılamayacaklarını belirtiyor.

Alman ceza kanunları, suça karışan mültecilerin, verilen cezaya bakılmaksızın, ancak "ülkenin kamu güvenliği ve düzeni için ciddi bir tehdit ve toplum için tehlike oluşturmaları" halinde sınır dışı edilebileceklerini öngörüyor. Buna göre en az üç yıl hapis cezasına çarptırılan bir mülteci ülkeyi terk etmek zorunda kalıyor. Ancak pasaportu olmayanlar, haklarında sınırıdışı kararı olmasına rağmen, geçici olarak Almanya’da kalmaya devam edebiliyor.

 

Nina Rieke

Leopard Tanklarının Ukrayna'ya Tedarikine Onay

Almanya, Ukrayna'ya Leopard 2 tanklarını göndermeye ve Polonya gibi üçüncü ülkelerin de tank sevkiyatına onay verdi.

Alman Parlamentosu'nda konuyla ilgili bir konuşma yapan Başbakan Olaf Scholz, kullanımına sunulmak üzere Alman ordusunun envanterinde bulunan Leopard 2 A6 tipi tanklarının 14 tanktan oluşan bir bölüğünün Ukrayna'ya sevkiyatına karar verildiğini belirtti.

Scholz, ayrıca Almanya’nın göndereceği tanklarının kullanımı için Ukraynalı askerlerin eğitimin bir an önce başlayacağını da açıkladı. "Rusya, Avrupa’nın sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen korkunç bir savaş başlattı ve tüm ortak değerlerimizi hedef aldı" diyen Scholz, Almanya ve müttefiklerinin Avrupa’nın ortasında çıkarılan bu savaşa seyirci kalamayacağını söyledi.

 

Savaş başladığından bu yana Alman hükümetinin müttefikleri ile koordineli hareket etmeye büyük özen gösterdiğini söyleyen Başbakan Scholz, Leopard kararında da bu şekilde hareket etmenin doğru olduğunu ifade etti. Almanya’da kamuoyunun bir bölümünün Ukrayna’ya verilen silah yardımı nedeniyle kaygı içinde olduğunu ve savaşın boyutunun büyümesinden korktuğunu söyleyen Scholz, "Bana ve hükümete güvenmenizi rica ediyorum. Amacımız ülkemiz için riskleri en alt düzeyde tutmak. Bunu başaracağımıza eminim" diye konuştu.

Scholz, Leopardlar'ı gönderme konusunda Ukrayna Cumhurbaşkanı Vladimir Zelenski’yi telefonla arayarak bilgilendirdiğini de açıkladı, ayrıca diğer NATO ve AB ülkelerinin ellerindeki Leopard tanklarını Ukrayna’ya vermelerine de onay verildiğini duyurdu.

 

Polonya'dan Almanya'ya Resmi Leopard İzni Başvurusu

 

Polonya, Finlandiya ve İspanya gibi müttefikler, Ukrayna'ya bu tankları göndermeye hazır olduklarını ve Berlin‘in onayını beklediklerini ifade etmiş, Polonya hükümeti dün tanklarının sevkiyatı için gerekli izin konusunda Almanya'ya resmi başvuru yapmıştı. Leopard tankları Almanya'da üretildiği için Ukrayna gibi başka ülkelerde kullanılması için Berlin'in onayının alınması gerekiyordu.

Scholz, Leopardlar'a Onayı Abrams’larla İlişkilendirmişti

Leopard tanklarının gönderilmesi konusunda uzun süredir hem yurtdışından hem de ülke içinde baskı altında olan ve NATO'nun Rusya ile doğrudan karşı karşıya kalmaması gerektiğini savunarak uzun süre direnen Olaf Scholz’un ilk adımı ABD’nin atmasını istediği ve Leopardlar'ın iznine karşılık, Amerikan Abrams tanklarının Ukrayna’ya verilmesini şart koştuğu öğrenilmişti.

Alman silahlarının 2. Dünya Savaşı'nda kullanıldığı Rusya gibi bir bölgeye silah gönderme konusunda hassasiyetlere de vurgu yapan Scholz, daha geçen hafta sonunda Ukrayna'ya Leopard 2 tanklarının tedariki konusunda taahhütte bulunmaktan kaçınmıştı.

 

ABD Ukrayna’ya Abrams Tanklarını Gönderecek mi?

 

Ukrayna’nın savaşın gidişatını değiştireceğini umduğu Leopardlar'ın sevkiyatına yeşil ışık yakması, uluslararası arenada büyük yankı buldu.

İngitere Başbakanı Rishi Sunak, Alman hükümetinin tankları tedarik etme kararını memnuniyetle karşıladığını duyurarak, bunun "NATO müttefikleri ve dostları tarafından alınmış doğru bir karar" olduğunu söyledi. Sunak, ülkesi tarafından sağlanan Challenger 2 tanklarıyla birlikte Leopard tanklarının Ukrayna'nın savunmasını güçlendireceğini ifade etti.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Leopardlar'ı gönderme hamlesinin Fransa tarafından daha önce duyurulan AMX10-RC tanklarının teslimatına destek olacağını açıkladı.

Twitter hesabından "Teşekkürler @Federal Şansölye Olaf Scholz" yazan Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki de Almanya'nın kararından memnun olduğunu belirterek, "Leopard tanklarının Ukrayna'ya teslim edilmesi Rusya'yı durdurmak için büyük bir adım" dedi.

Ukrayna Dışişleri Bakan Yardımcısı Andrij Melnik, tanklarla ilgili kararı "Bu sadece ilk adım olmalı" şeklinde yorumlarken, Almanya'nın bundan sonraki aşamada ülkesine Tornado ve Eurofighter savaş uçakları, savaş gemileri ve denizaltılar göndermesini istedi.

Berlin'deki Rusya Büyükelçiliği’nden yapılan açıklamada, Alman hükümetinin kararı "Almanya, Almanya'ya karşı olan tarihi sorumluluğunu terk etmiştir. Bu karar son derece tehlikeli ve çatışmayı yeni bir seviyeye taşıyacak" sözleriyle yorumlandı.

Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zakharova, "Moskova'ya karşı savaşın daha önceden planlandığı" yönündeki açıklamasını hatırlatarak, Almanya'nın Ukrayna'ya tank tedarik etme kararının da bunu doğruladığını belirtti.

 

Leopardlarla 5 kilometre uzaktaki hedefler vuruluyor

 

Almanya'nın ürettiği Leopard tankları, Polonya’nın yanısıra, Türkiye, Finlandiya, İsveç, Danimarka, Macaristan ve Yunanistan gibi Avrupa Birliği ve NATO ülkelerinde kullanılıyor. Alman ordusu Bundeswehr'in elinde farklı serilerden 312 Ledopard 2 bulunduğu, 99'unun onarımda olduğu söyleniyor. Dünya çapında hizmet veren ise yaklaşık 2 bin 670 Leopard 2 tankı mevcut. Yaklaşık 64 ton ağırlığındaki Leopard tankları, saatte 70 kilometre hıza ulaşabiliyor ve 120 milimetrelik top namlusuyla 5 bin metreye kadar hedefleri vurabiliyor.

 

Nina Rieke

NATO Genel Sekreteri'nden Kuran Açıklaması

Almanya'nın başkenti Berlin’i ziyaret eden NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’la biraraya gelmeden önce yaptığı açıklamada, İsveç'te aşırı sağcı Rasmus Paludan'ın Türkiye Büyükelçiliği önünde Kuran-ı Kerim yakmasını, buna Türkiye’nin tepkisini ve İsveç’in NATO üyeliği konusunu değerlendirdi.

 

Hollanda Büyükelçisi Dışişleri Bakanlığı’na Çağrıldı

 

Finlandiya ve İsveç’in geçen yıl Mayıs ayında NATO’ya üye olabilmeleri için başlatılan sürecin altına Ankara’nın da imza attığını hatırlatan Stoltenberg, son aşamada 28 NATO ülkesinin iki ülkenin üyeliği

İsveç'te Kuran Yakılmasına ABD Tepkisi: “İttifakın Birliğine Yönelik Kasıtlı Bir Çaba Olabilir”

"İsveç’in başkentinde Kuran yakılması ve başka olaylara İsveç hükümeti hemen sert tepki göstererek, bunları kınadı" diyen Stoltenberg, "Ama ifade özgürlüğü İsveç ve diğer tüm NATO üyesi ülkelerde kıymetli bir değer. Bu yüzden bu tür uygunsuz hareketler otomatik olarak yasa dışı değil" şeklinde görüş belirtti.

Kendisinin bu tür başka insanlara yapılan hakaretlere ve Stockholm sokaklarında şahit olunan olaylara tamamen karşı olduğunu ifade eden NATO Genel Sekreteri, "Buna rağmen ifade özgürlüğü çok önemli bir değer" görüşünü tekrarladı.

 

 

Nina Rieke

 

 

Ukrayna'ya Leopard 2 Tankları Gönderilecek mi?

 

NATO üyesi 50'den fazla ülkenin savunma bakanları ve genelkurmay başkanları bugün Almanya’daki Ramstein Hava Üssü'nde biraraya geldi.

Buluşmanın ana konusunun, Alman Leopard 2 tankları ve başka muhabere tankları da dahil olmak üzere Ukrayna'ya askeri yardım sağlanmasının olacağı belirtilmişti. Toplantıda Ukrayna'ya yeni silahların verilmesi konusunda önemli ilerlemeler sağlandı, ancak Alman yapımı Leopard 2 tankları konusunda kesin bir karar alınmadı.

 EMBED PAYLAŞ

Ukrayna'ya Leopard 2 Tankları Gönderilecek mi?

 EMBED PAYLAŞ

The code has been copied to your clipboard.

 

width  px height  px

Facebook'ta Paylaş

Twitter'da Paylaş

The URL has been copied to your clipboard

 

No media source currently available

0:000:06:30

2:45

Almanya’nın yeni Savunma Bakanı Boris Pistorius, NATO müttefiklerinin bu konuda henüz anlaşmaya varamadığını söyleyerek, "Teslimat için iyi nedenler olduğu kadar, karşı nedenler de var. O yüzden doğru kararın ne olacağı konusunda ortak bir görüş henüz yok" dedi.

İLGİLİ HABERLER

"Batı'nın Vereceği Tanklar Hiçbir Şeyi Değiştirmeyecek"

Pistorius, bununla birlikte Savunma Bakanlığı’na Alman ordusunun envanterindeki stoklarının incelenmesi direktifini verdiğini söyledi. Görevine dün başlayan bakan, Almanya‘nın Ukrayna’nın mücadelesine daha fazla destek sağlamak için 1 milyar Euro değerinde ek ekipman göndereceğini de duyurdu.

ABD Savunma Bakanı Austin, Leopard konusunda karar alınmamasına rağmen buluşmanın çok başarılı geçtiğini belirterek, Ukrayna’ya desteğin artırılarak süreceğini açıkladı. Austin, Almanya’nın Leopard tanklarının teslimi konusundaki çekincileri konusunda ise, "Almanya, savaşın başından bu yana en büyük katkıları sunan ülkelerden biri. Çok sayıda silah gönderdiler. Ayrıca Ukraynalı askerlerin kendi sınırları içinde eğitimleri konusunda büyük katkıları oluyor. Unutulmaması gereken; Almanya 39 bin Amerikan askerine ve ailelerine de evsahipliği yapıyor. Gelecek dönemde de Almanya’nın Ukrayna’ya destek konusunda lider bir müttefik olacağına inanıyorum. Üstelik hepimiz daha fazla destek verebiliriz" şeklinde bir yanıt verdi. Milli Savunma Bakanı Akar'ın da yer aldığı konferansta Austin, müttefiklere çağrıda bulunarak, Rusya’nın başlattığı savaşa karşı Ukrayna'nın verdiği mücadelenin daha da yoğun bir şekilde desteklenmesini istedi.

"Savaşta dönüm noktasındayız" diyen Austin, "Rus kuvvetleri yeniden toparlanma sürecine girdi, daha fazla asker topluyorlar ve yeniden silahlanmaya çalışıyor. Şimdi desteğimizi yavaşlatmak yerine, daha da yoğunlaştırma zamanı" diye konuştu. Austin, "Ukrayna halkı bize bakıyor. Kremlin bize bakıyor ve tarih de bize bakıyor. Bu yüzden müttefikler Ukrayna'nın kendini savunması için ne kadar gerekiyorse destek vermeyi sürdürecekler" şeklinde konuştu.

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de toplantı sonrasında yaptığı açıklamada, "Almanya, Ukrayna'nın desteklenmesine en büyük katkıyı sağlayan müttefiklerden biri. Ayrıca İngiltere, Fransa, Polonya ve diğer müttefikler Ukrayna’ya savaş tankları tedarik ediyor. Ayrıca hangi müttefiklerin hangi başka sistemleri gönderebileceği konusundaki istişareler de sürüyor" şeklinde konuştu.

 

NATO Savunma Bakanları Ukrayna'ya Askeri Yardımları Ele Almak İçin Ramstein’de Buluştu

 

Polonya ve Finlandiya‘nın da aralarında bulunduğu bazı NATO ya da AB üyesi ülkeler, ordu envanterlerindeki Leopard tanklarını Ukrayna’ya göndermeyi teklif etmişti. Leopard 2 tankları Almanya'da Rheinmetall fabrikasında üretildiği için, yasal olarak Alman üretimi silahların üçüncü taraflara transferinin Berlin hükümeti tarafından onaylanması gerekiyor.

Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Çarşamba günü Davos'ta Ukrayna'ya Leopard 2 tanklarının tedariki konusunda taahhütte bulunmaktan kaçınmıştı. Scholz’un bu konuda ilk adımı ABD’nin atmasını istediği ve Leopardlar‘ın iznine karşılık, Amerikan Abrams tanklarının Ukrayna’ya verilmesini şart koştuğu öğrenilmişti. Ancak ABD'nin Abrams tanklarını tedarik etmeyi planlamadığı da haber alınmıştı.

Öte yandan Ramstein zirvesi başlamadan önce bir açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, ABD yönetiminin Ukrayna'ya 2,5 milyar dolarlık ek askeri yardım yapacağını söyledi.

ABD’nin yeni yardım paketiyle birlikte 30'uncu kez Amerikan ordusunun envanterinden Ukrayna'ya silah ve ekipman sağladığını belirten Blinken, Ukrayna'ya 59 Bradley zırhlı muharebe araç, 90 Stryker tipi zırhlı araç, Avenger hava savunma sistemleri ve cephane sağlanacağını açıkladı.

 

Hangi NATO Üyesi Ne Gönderiyor?

 

ABD ve müttefikleri Rusya’nın bahar aylarında saldırıları yoğunlaştıracağı endişesinin gölgesinde Ukrayna’ya zırhlı araç desteğini artırıyor. İşte madde madde NATO üyesi ülkelerin Ukrayna için açıkladığı askeri yardımın içeriği.

ABD

Bradley Zırhlı Piyade Savaş Aracı: Üç mürettebat ve yedi asker taşıyabilen 25 mm’lik silahlı zırhlı araç. ABD bu araçlardan 109 adet göndermeyi planlıyor.

M142 Yüksek Mobilite Topçu Roket Sistemi (HIMARS): Çoklu roket ateşleyebilen tekerlekli araç. Amerika bu sistemlerden 38 adet göndermeyi planlıyor.

M109A6 Paladin Motorlu Obüs: 155 mm’lik Mayına Dirençli Pusu Korumalı Araç: Patlamaların etkisini dağıtmayı amaçlayan tekerlekli araç. ABD bu araçlardan 200 adet göndermeyi planlıyor.

Stryker zırhlı personel taşıyıcı: ABD 90 adet göndermeyi planlıyor.

M113 Zırhlı Personel Taşıyıcı: Mayına dayanıklı gövdeye sahip tekerlekli araç.

Yüksek Mobilite Çok Amaçlı Tekerlekli Araç (Humvee): ABD hafif dört tekerlekli ve ABD ordusunun temel unsurlarından olan bu araçlardan 1300 adet göndermeyi planlıyor.

ALMANYA

Panzerhaubitze Obüs: Almanya Hollanda ile ortak proje kapsamında 14 adet 155 mm’lik zırhlı araç göndermeyi planlıyor.

Zuzana Obüs: Almanya Danimarka ve Norveç’le birlikte 155 mm’lik zırhlı araçlardan 16 adet göndermeyi planlıyor.

RCVH 155 Motorlu Obüs: Almanya 18 adet göndermeyi planlıyor.

Marder Piyasa Zırhlı Aracı: MILAN tank-savar rampalı zırhlı araç. Mart sonuna kadar 40 adet göndermeyi planlıyor.

Mayına Dayanıklı Pusu Korumalı MRAP: Berlin 50 adet göndermeyi planlıyor.

M113 Zırhlı Personel Taşıyıcı: Berlin 54 adet göndermeyi planlıyor.

İNGİLTERE

Challenger 2 savaş tankı: 120 mm’lik tank. 14 adet göndermeyi planlıyor.

AS90 155 mm: Topçu silahı. Başlangıç aşamasında sekiz adet batarya sağlayacak.

Bulldog FV432 Zırhlı Personel Taşıyıcı: Sayı henüz belli değil.

FRANSA

AMX 10-RC: Zırhlı muharebe aracı. Tanka benzer profile sahip ancak tekerlekli. Tank imha edici araç olarak tanımlanıyor.

Caesar kendinden motorlu obüs: Paris 18 adet göndermişti ve daha fazlasını göndermeyi planlıyor

POLONYA

Leopard 2 muharebe tankı: Batı’da en yaygın kullanılan Alman yapımı savaş tankı. Varşova 14 adet Leopard tankı göndermeye hazır olduğunu belirtti.

T-72 savaş tankı: Sovyet dönemi muharebe tankı Doğu Avrupa’daki bazı ülkelerin ordularında hala kullanımda. Polonya medyasına göre Varşova Ukrayna’ya 200’den fazla bu tanklardan gönderdi.

Polonya 42 adet de piyade aracı tedarik etti.

SLOVAKYA

BVP-1 Zırhlı piyade aracı: Hafif muharebe amfibik araç. Slovakya bu araçlardan Ukrayna’ya 30 adet gönderdi.

İSVEÇ

Archer Topçu Sistemi: Tekerlekli kendinden motorlu top aracı. Sayı belirsiz.

90 Model Muharebe Aracı: Stokolm 50 adet göndermeyi planlıyor.

DANİMARKA

Caesar kendinden motorlu obüs: 19 adet göndermeyi planlıyor.

KANADA

Senator Zırhlı Personel Taşıyıcı: Kanada 200 adet göndermeyi planlıyor.

HOLLANDA

Modern savaş tankı göndermeyi planlıyor. Ancak Almanya’dan 2 adet Leopard tankı kiralayan Hollanda’nın Berlin’in onayına ihtiyacı var.

 

Nina Rieke

Putin: "Merkel Beni Hayal Kırıklığına Uğrattı"

Rusya Devlet Başkası Vladimir Putin, Almanya eski Başbakanı Angela Merkel’in kendi ülkesi ve Ukrayna'ya ilişkin son açıklamalarından hayal kırıklığı duyduğunu dile getirdi.

Merkel'in verdiği bir röportajdaki, Eylül 2014'teki Minsk Anlaşması'nın sadece Ukrayna'nın silahlanması ve Rusya ile savaşa hazırlanması için zaman kazandırmak amacıyla yapıldığı şeklindeki sözlerini yorumlayan Putin, "Dürüst olmak gerekirse, bu benim için kesinlikle beklenmedik bir şeydi. Hayal kırıklığına uğradım. Açıkçası eski Alman başbakanından böyle bir şey duymayı beklemiyordum" dedi.

"Ben her zaman Almanya liderliğinin bize karşı dürüst olacağını varsaydım" diyen Putin, Almanya'nın Ukrayna'nın yanında olduğu ve onu desteklediği bildiğini söylerken, "Ancak yine de Merkel’in üzerinde mutabık kaldığımız ve Minsk süreci çerçevesinde elde edilen ilkeler temelinde bir çözüm bulma çabalarında her zaman samimi olduğuna inandım" diye konuştu.

2005-2021 yılları arasında 16 yıl boyunca Almanya’nın başbakanlığını yapan Angela Merkel, geride kalan hafta içinde bir gazeteye verdiği demeçte Minsk Anlaşması'nı "Ukrayna'ya zaman tanıma girişimi" olarak niteledi ve anlaşmanın Ukrayna'ya "güçlenmesi' için değerli bir zaman" kazandırdığını söyledi. Rusya'nın barışçıl politikalar izlememesinden dolayı Soğuk Savaş'ın bitmediğinin altını çizen Merkel, "NATO'nun 2014'teki Rus saldırısına daha hızlı yanıt vermesi gerekiyordu. Ancak NATO ülkelerinin Ukrayna'ya yardım etmek için şimdi yaptıkları kadar çok şey yapabileceklerinden şüpheliydim" dedi.

Merkel kısa süre önce yaptığı başka bir açıklamada, Ukrayna'nın işgali öncesinde görevdeyken Rusya'ya karşı izlediği politikayı savunarak, Putin'i durdurmaya gücünün yetmediğini söylemişti.

Scholz: "100 bin Rus askeri ölmüş olabilir"

Öte yandan Almanya Başbakanı Olaf Scholz, farklı düşüncede olduğu Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile telefon görüşmelerini sürdüreceğini söyledi. Scholz, Ukrayna savaşı başladıktan sonra Putin ile çeşitli aralıklarla telefon görüşmeleri gerçekleştirmişti.

Putin ile Scholz arasındaki son görüşme, 2 Aralık'ta yapılmıştı. Scholz, görüşmelerinin nezaket çerçevesinde geçtiğini, ama Putin ile tamamen farklı düşündüğünü vurgularken, "Buna rağmen onunla konuşmaya devam edeceğim. Çünkü içinde bulunduğumuz durumdan çıkmanın nerede mümkün olabileceği o anı görmek istiyorum. Bu, birbirimizle konuşmadan olmaz" ifadesini kullandı.

Başbakan Scholz, savaşın başından bu yana Rus tarafında çok sayıda kayıp olmasına rağmen bu konuda hiçbir şeyin değişmemesini üzücü bulduğunu söyleyerek, "Tam olarak kaç Rus askerinin öldüğünü bilmiyoruz. Ancak 100 bin olabilir. Başka savaşlarla karşılaştırıldığında bu oldukça fazla" değerlendirmesinde bulundu.

 

Nina Rieke

Olaf Scholz Şimdiden Adaylığını İlan Etti

Almanya’da Sosyal Demokrat Parti (SPD), Hür Demokrat Parti (FDP) ve Yeşiller’den oluşan üçlü koalisyon, birinci yılını geride bırakırken Başbakan Olaf Scholz, 2025’de yapılacak bir sonraki Federal Meclis seçimlerinde ikinci kez aday olmak istediğini açıkladı.

Scholz, konuyla ilgili verdiği bir demeçte, "Elbette adayım. İktidardaki koalisyonun yeniden görev alabilecek kadar iyi bir konumda olmasını istiyorum" dedi. 8 Aralık 2021’de yemin ederek koltuğuna oturan Olaf Scholz, hükümetteki birinci yılını değerlendirirken pozitif bir bilanço çıkarttı.

Rusya-Savaşı, enerji krizi ve enflasyon gibi birçok zorluğun yaşanmasına rağmen hükümetin istikrarlı olduğunu söyleyen 64 yaşındaki siyasetçi, önümüzdeki 3 yıl boyunca, bu politikasını sürdürerek 2025 seçimlerinde yeniden çoğunluğu alabilecek bir konuma gelmeyi hedeflediğini duyurdu.

Scholz’un ilk yılına Ukrayna Savaşı damga vurdu

16 yıllık Angela Merkel döneminden sonra köklü bir değişim sözüyle başa geçen sosyal demokrat Olaf Scholz, Almanya’yı daha da ileri taşımayı, dijitalleştirmeyi, insanların yaşam koşullarını iyileştirmeyi, refah düzeyini korumayı, daha modern ve daha özgür bir toplum yaratmayı, iklim korumasına dönük mücadeleyi artırmayı ana hedefleri olarak ilan etti.

Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel ve yeni Başbakan Olaf Scholz

Ancak son bir yılda dünya, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ile başlattığı savaş sonrasında büyük siyasi ve ekonomik çalkantılara ve krizlere maruz kalırken Alman hükümeti de bundan fazlasıyla nasibini aldı. Koalisyon hükümetinin ilk yılındaki çalışmalarını her şeyden önce savaş belirlerken bunun gölgesinde yaşanan enerji krizi, fiyat artışı ve artan enflasyon, ilk 12 aya damga vurdu. Özellikle dar ve orta gelirlilerin, aynı zamanda küçük ve orta ölçekli işletmelerin yükünü azaltmak için yaşama geçirilen 200 milyar Euro hacimli yardım paketi, Almanya’nın 9’uncu Başbakanı Olaf Scholz’un hanesine olumlu puan olarak yazıldı.

Asgari saat ücretinin 12 Euro’ya yükseltilmesi, çocuk ve konut parası yardımlarının artırılması, uzun süreli işsizlere ve sosyal yardımla geçinen insanlara yapılan yardım yerine yeni yıl itibariyle daha fazla ödeme yapılmasını içeren ‘Vatandaşlık Parası’ uygulamasının hayata geçirilmesi de Olaf Scholz’un başarıları olarak yorumlandı.

Scholz hükümeti Alman ordusunun modern silahlara ve hem ülkeyi hem de müttefikleri savunma gücüne sahip olması için 100 milyar Euro hacimli bir "Özel varlık fonu" ayrılmasına da imza attı.

Alman başbakan, Ege konusunda Türkiye’ye karşı tavır aldı

Olaf Scholz uluslararası alanda iki konuda eleştirilere neden olan bir siyaset izledi. İktidarı döneminde birçok uluslararası krizle mücadele etmek zorunda kalan ve özellikle Fransa ile yakınlık konusunda dengeli politikaları ile bilinen Angela Merkel’in tersine, Scholz’un ilk yılında Berlin ile Paris arasında ilişkiler krize girdi.

Avrupa enerji krizinin üstesinden gelinmesi ve Avrupa savunmasının yetersizliğinin aşılması konularında büyük fikir ayrılıkları yaşayan Scholz ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Çin’e yönelik yaklaşımın ne şekilde olması gerektiğine dair de uzlaşamadı.

Almanya Başbakanı Scholz ve Cumhurbaşkanı Erdoğan

Olaf Scholz’un Türkiye konusundaki politikaları da özellikle Ankara’da tepkilere neden oldu. Mart ayında Türkiye’yi ziyaret eden Scholz, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya'nın saldırganlığını kınamakta ortak bir tutum sergilerken geçen Ekim ayında, Atina ziyaretinde Yunanistan Başbakanı Miçotakis’le görüşmesinde, Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik tezlerine büyük destek verdi.

Alman Başbakan, Türk hükümetinden yetkililerin Yunanistan'a "askeri tehditler yönelttiğini" savundu. Scholz’un bu tavrı Ankara’da tepkilere neden oldu. Başbakan Olaf Scholz, daha sonra Avrupa Sosyal Demokrat Partileri’nin Berlin’de düzenlenen kongresinde yaptığı konuşmada, Avrupa Birliği’nin (AB) kapılarının yeni üyelere açılmasının ve reformların gerekli olduğunu söylerken on yıllardır üyelik süreci devam eden Türkiye’den bahsetmemesi dikkat çekti.

Scholz, Ankara’da Erdoğan’la yaptığı konuşmanın ardından, Türkiye ile AB arasında üst düzey diyalog formatlarını devreye sokacaklarını açıklamış, Gümrük Birliği konusunda da müzakerelerin süreceğini belirtmişti.

Scholz, Merkel’in gölgesinden kurtulabildi mi?

Bu arada Olaf Scholz’un başbakanlık koltuğunda geçen ilk yılına yönelik yapılan kamuoyu araştırmalarından çıkan sonuçlar, şimdilik Merkel dönemiyle karşılaştırılıyor. Nitekim son yapılan bir ankete katılanların yüzde 43’ü, Merkel’in, SPD’li Olaf Scholz’dan daha iyi başbakan olduğunu düşünüyor. Olaf Scholz’u daha iyi bulanların oranı ise yüzde 41 olarak görünüyor.

 

Nina Rieke

Almanya’da Emlak Sektöründe Balon Endişesi

Almanya’da yüksek enflasyonun yanı sıra, konut kredilerinin son aylarda dört kat artarak yıllık yüzde 1’lerden yüzde 4’e yükselmesi, aynı zamanda geçen yıl gayrimenkulde yüzde 12’lik fiyat artışının ardından geride kalan sonbahar aylarında ev ve daire fiyatlarındaki sert düşüş, emlak balonunun patlayabileceği endişesine neden oluyor.

İnşaat ve emlak sektöründe yapılan anketler, yeni konut projelerinde 13 senenin ardından ilk kez büyük bir düşüş olduğunu gösteriyor.

Bağımsız Emlak ve Konut Şirketleri Birliği (BFW) gibi sektör temsilcileri, "Son yılların en kötü krizinden" söz ediyor ve uzun bir aradan sonra ilk kez ciro kaybı yaşanmasını bekliyor.

2009 yılından bu yana her yıl daha fazla yükselen sektörün bu yıl düşüşe geçtiğini ifade eden analistler, bu yılın ilk yarısında cironun 313,5 milyar Euro, satın alınan konut sayısının ise 900 bine gerilediğini belirtiyor.

Kurumsal proje geliştiricilerinin güvensizlik ortamı nedeniyle yatırımlarını beklettikleri, aynı zamanda özel ve ailelere ait konut projelerinin de iptal edildiği haber veriliyor.

 

OECD: "Küresel Yavaşlama En Çok Avrupa'yı Vuracak"

BFW tarafından yapılan bir araştırmaya göre, önümüzdeki iki yıl içinde proje hacmi 2020 ve 2021'de inşa edilenlerin yüzde 60'ı seviyesine düşecek. Özel inşaat ve gayrimenkul sektöründen yaklaşık 1600 şirketi bünyesinde toplayan dernek, "Satış ve pazarlama faaliyetleri neredeyse tamamen durma noktasına geldi. Konut sektörü son on yılların en ciddi kriziyle karşı karşıya" diyor.

Tahminlere göre, bu yıl 90 bin yerine sadece 80 bin konut tamamlanacak. 2024 yılına kadar yeni daire sayısı yıllık 53 bine düşecek.

Yapılan bir araştırmaya göre, inşaat müteahhitlerinin yüzde 82'si projelerin iptal edilmesinin ana nedeni olarak yüksek faiz oranlarını ve enflasyona bağlı talebin düşmesini gösteriyor.

Ukrayna savaşı öncesinde konut ya da büyük emlak kredi faizleri yüzde 0,7 ile yüzde 1,5 arasındaydı. Ancak başta savaşın tetiklediği ekonomik kriz, ardından da Avrupa Merkez Bankası'nın faizleri arttırması sonucu, yıllık faizler şu anda yüzde 3 ile 4 arasına geldi. En ucuz emlak kredisi efektif olarak yüzde 3'ü aşıyor, ortalama da ise yüzde 4,5 olarak tanımlanıyor.

Maliyetin artması alıcı bulmayı zorlaştırıyor

Konut yapımın yavaşlamasının ve daire satışlarının frenlemesinin bir diğer nedeni, ahşap, çimento ve çelik gibi malzemeler ve inşaat sektöründeki işçi fiyatlarının artması.

Yeni konutların metrekare ortalama inşaat fiyatının 4 bin Euro olduğu, buna metrekare başına yaklaşık 1000 Euro’luk bir arazi fiyatının eklendiği, bu fiyata tamamlanan evlerin çok zor alıcı bulduğu, satılması durumunda da maliyetini karşılamadığı ifade ediliyor.

Nina Rieke

 

Almanya'daki Saldırıya Türk Toplumundan Tepki

 Okula giderken bıçaklı saldırıya uğrayan 14 yaşındaki Ece Sarıgül’ün ölümü Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli göçmenleri yasa boğdu. Nedeni anlaşılamayan olaya kamuoyunda tepkiler sürüyor.

Pazartesi sabahı Baden Württenberg eyaletinde bulunan Illerkirchberg adlı kasabada yaşanan olayda Ece Sarıgül ile 13 yaşındaki arkadaşı Nerea M., bıçaklı saldırıya uğramış ve hastaneye kaldırılmıştı.

Ece Sarıgül hayatını kaybederken, yaralı olan Nerea M.’nin tedavisinin ise devam ettiği açıklanmıştı. Polis, olay sonrasında gözaltına alınan Eritreli bir göçmenin olayın zanlısı olarak tutuklandığını açıkladı.

Olay büyük infiale neden olurken, kasabanın yakınındaki Ulm kentinde bulunan cemevinde düzenlenen taziyeye, Türkiye'nin Berlin Büyükelçisi Ahmet Başar Şen ve Federal Aile Bakanlığı Müsteşarı Ekin Deligöz’ün de aralarında bulunduğu binden fazla kişi katıldı.

Konuşmasında “Sözün bittiği yerdeyiz” diyen Büyükelçi Şen, Ece’nin ölümünün Almanya’daki Türk toplumunu derinden sarstığını söyledi.

Büyükelçi Ahmet Başar Şen, taziye öncesinde Baden-Württemberg Eyalet İçişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Thomas Strobl (CDU) ile saldırının yaşandığı yere giderek çiçek bıraktı.

Sarıgül ailesinin evini de ziyaret eden Şen, Ece’nin acılı annesi Nuray Sarıgül ve babası Mesut Sarıgül’e başsağlığı ve sabır diledi.

Baden Württemberg Eyalet İçişleri Bakanı Thomas Strobl ise, "Bu korkunç eylemi tamamen açıklığa kavuşturacağız. Masum bir çocuğun hayatı bu kadar vahşice alınırken bu saldırı bizi derinden etkiledi. Korkmak ve çocukları okula göndermemek için hiçbir sebep yok" dedi.

Ece Sarıgül’ün cenaze töreni bugün Illenkirchberg Mezarlığı’nda yapıldı.

 

Bu arada, polis görgü tanıklarının ifadelerini değerlendirerek soruşturmasını sürdürüyor.

Bir sözcü, bıçakla kendini yaraladığı ve hastaneye kaldırıldığı bildirilen zanlının saldırının nedeni hakkında susma hakkını kullanarak konuşmadığını duyurdu.

Yapılan açıklamada, şüphelinin oturma izni bulunduğu, poliste herhangi bir suçtan dolayı sicil kaydının bulunmadığı, şimdiye kadar sadece bir kez toplu taşıma aracında biletsiz yakalandığı kaydedildi.

Zanlının sığınmacı geçmişi Almanya’da özellikle sosyal medya üzerinden yabancılarla ilgili yoğun tartışmalara neden olmuştu. Illerkirchberg’deki yaşananlara yönelik yorumlarda, yabancı ve sığınmacı karşıtlarının ağır bastığı dikkat çekmişti.

Yapılan yorumlarda, Alman hükümetinin son günlerde gündeme getirdiği yabancılara daha kolay vatandaşlık verilmesi ve Avrupa Birliği ülkeleri dışından kalifiye elemanların ülkeye girişlerindeki engellerin kaldırılması gibi konular yaşanan olayla ilişkilendirirken, muhalefetteki Almanya için Alternatif (AfD) adlı ırkçı partiden çok sayıda siyasetçinin olaydan ötürü Federal İçişleri Bakanı Nancy Faeser’in istifasını istedikleri görüldü. "Bu olay nefret ve kışkırtmaya bir gerekçe ya da vesile olmamalıdır" diyen Baden-Württemberg İçişleri Bakanı Strobl, cinayetin siyasi ya da dinsel bir boyut taşıdığına dair elde bir işaret bulunmadığını belirtti.

Nina Rieke

Almanya’da Darbe Planına Operasyon

Almanya’da sabah saatlerinde ülke genelinde aşırı sağcılara karşı düzenlenen operasyonda 25 kişi gözaltına alındı.

Güvenlik çevrelerinden alınan bilgilere göre, gözaltına alınanların Alman Federal Meclisi’ne baskın yaparak darbe planladıkları iddia edildi.

 

Federal savcılıktan yapılan açıklamada, aralarında terörle mücadele ekiplerinin de bulunduğu toplam 3 bin polis tarafından 11 eyalette 137 noktaya operasyon yapıldığı kaydedildi.

Açıklamada, Almanya dışında Avusturya ve İtalya’da da bazı evlere operasyon düzenlendiği de bildirildi. Avusturya'nın Kitzbühl kasabasında ve İtalya'nın Perugia kentinde 2 kişinin gözaltına alındığı duyuruldu.

 

Savcılık, "gölge" kodu altında haftalarca süren hazırlık sonunda düzenlenen operasyon kapsamında gözaltına alınanların, Federal Almanya Cumhuriyeti'nin anayasal düzenini ortadan kaldırmak ve 1871 Alman İmparatorluğu'nu örnek alan bir devlet kurmak amacıyla terör örgütü kurmakla suçlandığını açıkladı.

Federal Adalet Bakanı Marco Buschmann, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, büyük bir terörle mücadele operasyonu düzenlendiğini belirterek, federal savcının bir terör ağını soruşturduğunu ifade etti ve "Anayasal kurumlara silahlı bir saldırı planlandığına dair bir şüphe var" cümlesini kullandı.

Gözaltına alınanlar arasında, ırkçı Almanya İçin Alternatif (AfD) Partisi’nden Federal Meclis eski üyesi Birgit Malsack-Winkemann'ın yanı sıra, soylu bir Alman ailesinin 71 yaşındaki tanınmış üyesi Prens 13. Heinrich’in de bulunduğu da haber verildi.

Söz konusu kişinin, planlanan darbe sonrasında Almanya'nın yeni lideri olmayı planladığı da öğrenildi. Operasyonda, bir Rus vatandaşının yanı sıra, Alman ordusunda aktif bir subayın da gözaltına alındığı açıklandı.

Arama yapılan yerler arasında Almanya'nın güneybatısındaki Calw kasabasında bulunan özel kuvvetler birimi KSK'nın kışlası da bulunuyor. Bu birim geçmişte bazı askerlerin aşırı sağcı olduğu iddiaları nedeniyle mercek altına alınmıştı.

Reichsbürger’lerin (İmparatorluk Vatandaşları) amacı ne?

Gözaltına alınanlar arasında, ağırlıklı olarak aşırılık yanlısı Reichsbürger (İmparatorluk Vatandaşları) hareketinin üyelerinin de yer aldığı haber alındı. Söz konusu oluşumun üyeleri, Almanya’nın 1937 yılındaki sınırlarını yeniden inşa etmeyi hedefleyen monarşist-aşırı sağcı olarak tanımlanıyor.

Almanya’nın Batılı müttefikler tarafından hala işgal altında olduğuna inanan örgütün üyeleri, İkinci Dünya Savaşı sonrasında yenik Almanya ile savaşı kazanan devletler arasında barış anlaşması imzalanmadığını öne sürerek, Alman İmparatorluğu’nun hukuki açıdan halen devam ettiğini savunuyor ve savaştan önceki 1937 sınırlarını Almanya sınırları sayıyor. Bugünkü Alman devletinin düzenlediği belgeleri de tanımayan ve üyelerine üzerinde ‘Alman İmparatorluğu’ yazan kartal armalı imparatorluk pasaportu, kimliği, sürücü belgeleri düzenleyen örgüt, devletin aldığı vergileri de gayrimeşru görerek ödemiyor.

İstihbarat uzmanları, "İmparatorluk Vatandaşları" taraftarlarının gizlice silahlandıklarını ve son zamanlarda Almanya’nın doğusunda kendi paramiliter ordusunu kurma yönünde girişimler olduğunu tespit etmiş durumda. Söz konusu grubun, ‘X günü’ olarak tanımladıkları tam tarihi belli olmayan bir günde ayaklanarak, iktidarı silah gücüyle ele geçirmek amacıyla hazırlık yaptığı tahmin ediliyordu.

Almanya’da son yıllarda iki kez darbe girişimi engellendi

Berlin’de geçen yıl Alman ordusu içinde gizlice biraraya gelen ve ülkede ayaklanma ve darbe planlayan bir asker oluşumu ortaya çıkarılmıştı.

"Telegram" adlı mobil mesajlaşma uygulaması üzerinden, "Emekli ve Eski Askerler Grubu" adı altında biraraya gelen yaklaşık 13 bin emekli ve eski askerin, Corona virüsü salgını kapsamında Merkel hükümeti tarafından alınan karantina kurallarını eleştiren veya salgının varlığını inkar eden hareketin içine sızmayı ve Berlin’de düzenlenen gösteri ve mitinglerde olay çıkartıp, devlet kurumlarına yönelik saldırılar düzenlenme planları deşifre edilmişti.

2018’de ise, ''Hannibal'ın Gölge Ordusu'' adı verilen gruba karşı yürütülen gizli operasyonda, tamamı askerlerden oluşan ve aralarında bir albayın da bulunduğu oluşumun, ''X Günü'' adını verdikleri bilinmeyen bir tarihte, Almanya’daki siyasetçilere yönelik suikastlar yaparak, iç savaş çıkartmayı, ardından da darbe planladığı belirlenmiş, çok sayıda asker ordudan uzaklaştırılmıştı.

 

Nina Rieke

F-35 Almak İsteyen Almanya’da Anlaşma Krizi

Almanya, Rusya-Ukrayna savaşı ile askeri stratejisinde tarihi bir dönüşüme gitti.

Başbakan Olaf Scholz, savaşın başlamasından birkaç hafta sonra, geçen Mart ayında ülkesinin NATO'nun gayrisafi milli hasılasının yüzde 2'sinin savunma giderlerine harcanması hedefine uyacaklarını açıkladı. Büyük yankı uyandıran bir hedef ise savunma bütçesinin 100 milyar Euro arttırılması oldu.

 

Ordunun envanterinin neredeyse tümüyle yenilenmesi hedefiyle oluşturulan ek bütçenin listesine nakliye helikopterleri, hava savunma sistemleri, muhabere tankları ve en prestijli proje olarak toplam 35 adet yeni F-35 jetleri eklendi.

Alman Hava Kuvvetleri’nin elindeki 109 Eurofighter savaş uçağından sadece 42’sinin kullanıma hazır olduğu, 89 Tornado savaş jetlerinden sadece 38’inin çalıştığı açıklandı.

Olaf Scholz, daha geçen hafta yaptığı açıklamada, dünyanın en modern savaş uçağı olarak bilinen F-35 jetlerinin alımına dair kontratın bu yıl sonuna kadar tamamlanmasını istediğini açıkladı. Ancak Amerikan Lockheed Martin şirketinin ürettiği hayalet avcı jetleri daha satın alınmadan büyük krize neden oldu.

Federal Savunma Bakanlığı’na yakın çevreler ile savunma uzmanlarının açıklamalarına dayandırılan haberlere göre, Alman-Fransız ortak yapımı Tornado uçaklarının yerini alması hedeflenen F-35’lerin bakım ve yenileme anlaşmalarının yapılmadığı, ayrıca konuşlandırılacakları Büchel hava üssünde yapılması gereken iyileştirmelerin teslimatın başlayacağı 2026 yılına kadar yetiştirilmesinin şüpheli olduğu ortaya çıktı.

Ayrıca 9,9 milyar Euro tutarındaki jetlerin Almanya’daki uçuş operasyonları için gerekli onayların alınmasının da çok uzun zaman alabileceği, tüm bunların teslimat takviminde sıkıntıların yanı sıra, ek mali yüklere neden olacağı da öğrenildi.

İLGİLİ HABERLER

ABD: "Ukrayna’da Savaş Kış Mevsiminde Yavaşlayacak"

'Savunma Bakanı görevden alınacak' iddiası

Alman basınında "büyük skandal" olarak tanımlanan bu haber sonrasında Federal Savunma Bakanı Christine Lambrecht’e yönelik eleştiriler arttı.

Yalnız muhalefet partilerinden değil, iktidardaki partilerden de Bakan Lambrecht’e tepkiler gelirken, ana muhalefet CDU/CSU Federal Meclis Grubu Başkan Yardımcısı Johan Wadephul da "Sadece bu olayla ilgili değil, genel olarak Alman ordusunun şu andaki kötü konumunun en büyük sorumlusu Federal Savunma Bakanı Christine Lambrecht’tir" dedi.

Hükümetteki SPD’nin savunma politikaları sözcüsü Eva Högl, “Bu böyle gitmez. Acele etmeliyiz. Alman ordusu savunma gücünü kaybediyor” uyarısında bulundu.

Alman gazetesi Bild, Başbakan Scholz’un Lamprecht’i görevinden almayı planladığını duyurdu. İddialara göre, Lamprecht’in yerine Eva Höhl’in getirilmesi düşünülüyor.

Lamprecht eleştirilerin hedefinde

Christine Lamprecht, görev başında birinci yılını tamamlayan koalisyon hükümetinin en çok eleştirilen isimlerinden biri. Daha önce bakanın, hükümete ait bir helikopterle Kuzey Almanya’da bir askeri birliği ziyarete giderken, Kuzey Denizi’ndeki Sylt Adası’na tatile giden 21 yaşındaki oğlunu da beraberinde götürdüğü ortaya çıkmıştı.

Geçen Temmuz ayında Lambrecht'in, Rusya'nın Ukrayna'ya şiddetli saldırılarının devam ettiği bir dönemde, Berlin'in Kiev’e daha fazla silah veremeyeceğini açıklaması da şaşkınlık yaratırken, Ukraynalı yetkililerin tepkilerine neden oldu.

Lambrecht’in kötü yönetimi yüzünden Alman ordusundaki asker ve subayların soğukların başladığı bugünlerde uygun giysilere sahip olmadıkları bile ileri sürüldü.

Son olarak ise Lambrecht’in, ordu için acilen ihtiyaç duyulan cephaneyi temin etmek için daha fazla paraya ihtiyaç talebinin, Liberal Hür Demokrat Parti'den (FDP) Maliye Bakanı Christian Lindner tarafından reddedildiği öğrenildi.

Lindner’in Savunma Bakanı'na alaycı bir dille verdiği yanıtta, ordunun eksikliklerinden yaklaşık bir yıldır neden bahsetmediğini sorduğu öğrenildi. Başbakan Scholz’un Lambrecht'i savunmaya çalışarak "Sizi temin ederim; başarılı olmak için elinden gelen her şeyi yapıyor ve başarılı olacak" açıklaması ise, aldığı başarısız neticeler sonrasında çalıştırdığı futbol takımından atılmadan, antrenörler için yapılan son destek açıklamalarını anımsattı.

 

Nina Rieke

 

Almanya’da Sığınmacı Rekoru

Almanya’da son günlerde en çok konuşulan konuların başında Vatandaşlık Yasası’nda planlanan reform ve Avrupa Birliği (AB) ülkeleri dışından kalifiye işçilerin ülkeye gelişinin nasıl kolaylaştırılabileceği yer alıyor.

Bu konuların tartışıldığı dönemde, ülkeye bu yıl giren göçmenlerin rakamları açıklandı. Buna göre 2022’in 1990’dan bu yana ülkeye en çok göçün gerçekleşeceği yıl olacağı belirlendi. Eyaletlerin içişleri bakanlıklarından elde edilen verilere göre, yıl sonuna kadar Almanya’ya gelen göçmenlerin sayısı 1,2 milyonu bulacak. Bu da iki Almanya’nın birleştiği 1990 yılından bu yana bir yıl içinde kaydedilen en yüksek net göç olarak kayıtlara geçecek. Net göç, aynı dönem içinde Almanya’dan ayrılan vatandaşların sayısının çıkartılmasıyla elde ediliyor.

Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından Doğu Avrupa ülkelerinde sınırların açılması ve o dönem Yugoslavya’daki İç savaş nedeniyle 1992’de 700 bin kişi Almanya’ya gelmiş, bu sayı o dönemde rekor olarak tarihe geçmişti.

Almanya’da büyük siyasi krize yol açan ve özellikle Suriye ile Afganistan’dan büyük bir göçün yaşandığı 2015’de yaklaşık 890.000 göçmen kayıt altına alınmıştı. Bu yıl gelenler içinde ise Ukraynalılar bir milyon kişi ile açık ara en büyük paya sahip. Rusya'nın Ukrayna işgaline başladığı 24 Şubat'tan bu yana Almanya'da kayıt altına alınan Ukraynalılar’ın yüzde 80'ninin kadın ve çocuklardan oluştuğu kaydedildi.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), savaşın ardından Avrupa’ya sığınan Ukraynalı sayısının 7 milyona yakın olduğunu belirtiyor. Almanya’nın yanı sıra aralarında Çekya, Polonya, Romanya ve Slovakya’nın da bulunduğu birçok ülke Ukraynalı sığınmacılara kapılarını açmıştı. Ukraynalılara Almanya’da oturma izni konusunda özel bir uygulama yapılıyor. Ukrayna’dan gelen mültecilerin de Almanya’ya giriş yaptıklarını bildirmeleri gerekiyor, ancak diğer ülkelerden gelenler gibi bir sığınma başvurusu yapmıyorlar. Basitleştirilmiş olan bir prosedürde geçici bir oturma izni alabiliyorlar.

Almanya’ya sığınan Türk vatandaşlarının sayısı arttı

Öte yandan Suriye, Afganistan, Irak ve diğer birçok ülkede yaşanan savaş ve şiddet olaylarından kaçarak Almanya’ya sığınanların sayısında da artış olduğu açıklandı. Almanya Göç ve Mülteciler Dairesi'nin (BAMF) açıkladığı verilerde, yılın ilk ayında toplam 181 bin iltica başvurusu yapıldığı, bunlarda da Suriye ve Afganistan'ın ardından Türkiye'den en çok iltica başvurusu yapıldığı belirlendi. BAMF Türk vatandaşlarının başvurularında geçen senenin aynı dönemine göre yüzde 148 artış olduğunu açıkladı. Yetkililer, Ukrayna dışında gelen sığınmacıların sayısının yıl sonuna kadar 200 bini bulacağını tahmin ediyor.

Sığınmacılar Almanya’nın nüfusunu yükseltti

Verilere göre, Almanya’daki nüfus sığınmacıların artan sayısıyla son yıllarda genel olarak artış gösterdi. Nüfus, Almanya tarihinde ilk kez 84 milyonun üstüne çıktı ve tam olarak 84 milyon 80 bin olarak belirlendi. Federal İstatistik Dairesi’nin açıkladığı sayıda, 2022’de nüfusun, 2021 sonuna oranla yüzde 1 arttığı tespit edildi. Avrupa Birliği'nin en kalabalık üyesi Almanya'da nüfus, Covid-19 salgınının etkili olduğu 2020 ve 2021 yıllarında 83,2 milyon olarak kayıtlara geçmişti.

 

Nina Rieke

Almanya'da Müslümanlara Saldırılar

Almanya'da İslamofobi ve buna bağlı suçlar yüksek seviyede seyrediyor. Muhalefetteki Sol Parti’nin, ülkede müslümanlara ve kurumlarına yönelik işlenen suçlara ilişkin Federal Meclis'e sunduğu soru önergesine, hükümetin verdiği cevapta, bu yılın üçüncü çeyreğinde, yani Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarında ülke genelinde Müslümanlara yönelik 120 İslamofobik suçun kaydedildiği, doğrudan camilere 11 saldırı gerçekleştirildiği belirtildi.

Söz konusu sürede 10 kişinin yaralandığı, ancak hiçbir şüphelinin gözaltına alınmadığı ifade edildi. Polis kayıtlarına geçen eylemler arasında hakaret, halkı kışkırtma, adam yaralama, tehdit, mala zarar verme, tahkir ve anayasaya aykırı semboller kullanma gibi suçlar yer alıyor.

İslamofobik saldırılar, 2022'nin ilk çeyreğinde 83, ikinci çeyreğinde 69 olarak tespit edilmişti. Almanya'da 2021'de, camilere ve müslümanlara karşı 662 suç işlendi. "İslam düşmanı suçlar" kapsamında 2021'in ilk çeyreğinde 113, ikinci çeyreğinde 188, üçüncü çeyreğinde 190 ve dördüncü çeyreğinde 171 suç kayıtlara geçti. Geçen yıl müslümanlara yönelik saldırılar kapsamında 1'i ağır 16 kişi yaralanırken 46 camiye yönelik saldırı düzenlendi.

Frankfurt'ta Cuma namazı kılanlar

Bu yıl sonunda Federal Suç Dairesi tarafından açıklanacak olmasından dolayı henüz bildirilmeyen vakaların da eklenmesiyle rakamın daha da artacağı belirtiliyor. Uzmanlar, saldırıya uğrayanların şikayetlerinin ciddiye alınmayacağını düşünerek şikayette bulunmaması nedeniyle birçok suçun kayda geçmediğini ve bu yüzden de gerçek sayıların daha yüksek olduğunu belirtiyor.

Şüphelilerin yakalanamaması veya zanlıların hafif cezalarla kurtulması da şikayetlerin az olmasının bir nedeni olarak açıklanıyor. Ocak 2014-Haziran 2021 arasında Almanya’da camilere saldırıları inceleyen Ayrımcılıkla Mücadele Derneği, bu sürede toplam 768 cami saldırısı tespit etmişti. Konuyla ilgili raporda, saldırıların hedefi olan camilerin yöneticileriyle yapılan ankete de yer verilmiş, 68 cami yöneticisinin yarısının "Camimiz saldırıya uğradı, ancak polise bildirmedik" yanıtını vermeleri dikkat çekmişti.

Raporda, tehdit mektupları, kundaklama eylemleri ya da camların kırılması gibi saldırıların yaklaşık yarısının aşırı sağcılar tarafından gerçekleştirildiği öne sürülürken terör örgütü PKK ve yan örgütlerinin de saldırıların diğerlerinde aktif rol oynadığı da tespit edilmişti.

Son dönemlerde Müslüman mezarlıklarına yapılan saldırılarda da artış gözlemlendi. Geçen hafta Hannover kentindeki Stöcken Müslüman Mezarlığı, kimliği belirsiz kişiler tarafından saldırıya uğradı. Daha çok çocuk mezarlarının bulunduğu alan hedef alınırken çok sayıda mezar taşı kırılıp, tahrip edildi. Geçen sene yılbaşı gecesi, Iserlohn kentinde müslüman mezarlığına gerçekleştirilen saldırıda, 32 mezarın tahrip edilmesi, ülke çapında tepkiye yol açmış, Türk Dışişleri Bakanlığı, Alman yetkililere olayın faillerinin bulunması yönünde bir çağrı yapmıştı.

 

Nina Rieke

Almanya’ya İşgücü Göçü Kolaylaşıyor

Almanya’ya Avrupa Birliği dışında Türkiye gibi üçüncü ülkelerden vasıflı işgücü göçüne ilişkin plan, Alman hükümeti tarafından onaylandı.

Ülkeye işgücü göçünü kolaylaştıran ve kalifiye eleman çekmeyi hedefleyen planın, 2023 ilkbaharında yasalaşması bekleniyor.

Planı kamuoyuna tanıtan Almanya Çalışma Bakanı Hubertus Heil, kalifiye eleman sıkıntısının Alman ekonomisini tehdit eden bir boyut aldığını belirtti ve yurt içindeki potansiyelin harekete geçirilmesinin yanı sıra göçe de ihtiyaç olduğunu söyleyerek, işgücü göçünün ülkenin refahını güvence altına almak bakımından kaçınılmaz olduğunu kaydetti.

 

Toplumun yaşlanması ile hızlanan nitelikli eleman açığı sorunu Almanya'nın yıllardır gündeminde. Almanya'da pek çok şirket ve işletmenin işçi sıkıntısı çektiğini dile getiren Heil, kalifiye işgücü temin etmenin şirketler için bir varoluş sorunu haline geldiğinin altını çizdi.

Puanlama sistemi

Plana göre, her yıl belirlenecek bir kota temelinde AB ülkesi olmayan ülkelerden bazı kriterleri yerine getiren elemanlar puanlama sistemi üzerinden Almanya’ya gelebilecek.

Bakan Heil, söz konusu beş kriterin nitelik, Almanca bilgisi, yaş, mesleki tecrübe ve referans olduğunu söyledi. Kriterlerin detaylarında ise, mesleki nitelik altında bir meslek veya yüksek okul diploması olması, dil konusunda Almanca ön bilgisi bulunması, mesleki tecrübeye sahip olunduğunun referanslarla kanıtlanması ve belli bir yaşın geçilmemiş olması bulunuyor.

Yeni düzenleme, bu koşulları yerine getiren kişilerin Almanya’ya gelmesini kolaylaştıracak.

Düzenlemede talep edilen referansın nasıl ispat edileceği konusunun henüz netlik kazanmadığına dikkat çekilirken, Almanca dil seviyesi konusunda çalışmak için başvurulan işletmenin yetkili olacağı, yani son kararı vereceği tahmin ediliyor.

Yaş konusunda ise 35 yaş altında olma koşulunun aranacağından yola çıkılıyor, ancak burada da yetenek ve vasıflara göre esneklik yapılması bekleniyor.

İLGİLİ HABERLER

Vatandaşlık Planı Almanya’da Siyaseti Karıştırdı

Almanya’da kalifiye eleman sıkıntısı büyük sorun

Nüfusu giderek yaşlanan Almanya’da gelecekte birçok alanda ciddi personel sıkıntısı yaşanması bekleniyor.

83,2 milyon nüfusuyla AB'nin en kalabalık üyesi olan Almanya'da çalışanların yüzde 23'ü 55 yaşın üzerinde.

Bu da şu andaki emeklilik yaşından yola çıkıldığına, önümüzdeki 10 yılda en az 7 milyon 300 bin kişinin emekli olacağı anlamına geliyor.

Demografik hesaplamalar, 2030 yılına kadar Almanya’daki 20 ile 65 yaş istihdamının 3,9 milyon azalarak 45,9 milyona düşeceğini gösteriyor.

2050’li yıllara gelindiğinde her üç kişiden birinin 67 yaş üzerinde, yani emeklilik yaşında olacağı, önlem alınmazsa nüfustaki dengesizliğin bakım giderlerinin finansmanını çökerteceği ve toplumun refahının tehlikeye gireceği belirtiliyor.

Sağlık sektöründe eleman eksikliği

Alman Ekonomi Enstitüsü’nün verilerine göre, şu anda eleman sıkıntısı olan 148 meslek grubu bulunuyor. Sadece bilişim alanında 100 bin, güneş ve rüzgar enerjisi alanında da 200 binden fazla eleman açığı var.

Almanya Zanaatkar Odaları, sadece kendi branşlarında 250 bin eleman eksikliği olduğunu açıkladı. Her beş hastaneden dördünde yoğun bakım üniteleri de dahil olmak üzere farklı birimlerde personel açığı bulunduğu aktarılırken, ülke çapında ciddi bir doktor açığı da söz konusu.

Eleman eksikliği, özellikle hasta ve yaşlı bakımı ile genel olarak sağlık sektörünü hissedilir oranda olumsuz yönde etkiliyor. Ancak kamyon şoförü, çocuk yuvası bakıcısı, duvar ustası, elektrik mühendisi, fırın ustası ile terzi gibi birbirinden değişik alanlarda aranan uzman eleman sayısı, iş arayanların sayısının çok üstünde.

Almanya'nın eski Başbakanı Angela Merkel döneminde 2020 yılında yürürlüğe giren "Nitelikli İşgücü Göçü Yasasına" göre, AB ülkeleri dışından kalifiye elemanlar Almanya’ya gelmeden önce ülkede yerleşik bir firmayla iş sözleşmesi imzalamaları durumunda, hemen çalışabiliyor.

Yasa herhangi bir iş sözleşmesi olmadan çalışmak veya iş aramak için Almanya’ya gelişe de olanak sağlıyor.

Almanya’nın diplomatik temsilciliklerinde diploma denkliği alan ve mesleği yapabilecek derecede Almanca konuşabildiğini kanıtlayan vasıflı elemanlar ve söz konusu dallarda eğitimli akademisyenler somut bir iş teklifi olmadan, iş aramak için Almanya’ya gelip geçici oturum izniyle 6 aya kadar kalabiliyor.

 

Nina Rieke