Alman siyasetinde Martin Schulz rüzgarı esiyor. Avrupa Parlamentosu Başkanlığı’nı bırakarak Almanya’da iç politikaya soyunan ve sürpriz bir şekilde Sosyal Demokrat Parti (SPD) tarafından başbakan adayı gösterilen Martin Schulz partisine bir anda oy patlaması yaşattı ve koalisyon hükümetinin büyük ortağı Hıristiyan Birlik Partileri'nin (CDU/ CSU) önüne geçerek birinci parti konumuna yükseldi.
Son anketlere göre SPD'nin oyları Martin Schulz ile birlikte üç hafta içinde 10 puan artarak yüzde 32'ye yükseldi. Buna karşılık CDU/CSU’nun oyu yüzde 34’ten yüzde 31’e geriledi. Sol Parti halktan yüzde 8 destek bulurken, Yeşiller bir puan eksilerek yüzde 7’ye geriledi. İslam ve mülteci karşıtı parti Almanya için Alternatif Parti (AfD) ise yüzden 11’den yüzde 10’a geriledi.
Martin Schulz’un popülaritesi de her geçen gün artıyor. Başbakanın doğrudan seçilmesi durumunda seçmenin yüzde 49’u Schulz’a destek vereceğini açıklarken, Merkel’e olan destek yüzde 38’e geriledi. Eski Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier’ın, cumhurbaşkanı seçilmesi de sosyal demokratların Alman siyasetindeki ağırlığının artmasına neden olurken, 2009 yılından beri kamuoyu yoklamalarında yüzde 25’leri bir türlü aşamayan SPD’nin tırmanışı, CDU/CSU’lu politikacıları tedirgin etmeye başladı. Geçen yılı sığınmacı krizinin yanı sıra, Berlin’de 12 kişinin hayatını kaybettiği Noel pazarı saldırısı sonrasında terör korkusuyla geçiren Almanya’da Schulz öncesi dönemde, Angela Merkel alternatifsiz görülüyor ve sığınmacılar politikasıyla ilgili eleştirilere rağmen 24 Eylül’de yapılacak genel seçimleri yine başarıyla tamamlayacağı bekleniyordu.
Birlik partilerinde rahatsızlık oluşturan bir diğer durum, Almanya için Alternatif Partisi’nin (AfD), genel seçimlerde Federal Parlamento’ya girebilecek durumda olması. Bu partiye gidecek oyların büyük bir bölümünün CDU/CSU’dan olacağı tahmin ediliyor.Yapılan kamuoyu yoklamaları şu anda görev başında olan büyük koalisyonun (CDU/CSU-SPD) dışında bir alternatif görünmediğini de ortaya koyuyor.
SPD’nin Yeşiller ve Sol Parti ile koalisyon hükümeti kurması matematiksel olarak neredeyse mümkün değil. CDU/CSU ve Yeşiller’in sandalye sayısının da ortaklık için yeterli olmayacağı tahmin ediliyor. AfD ile hiçbir parti ortaklığa yanaşmayacağını açıklamış durumda. Bu açıdan 24 Eylül seçimlerinin en belirleyici sonucu, SPD’nin mi Birlik Partileri’nin mi ipi önde göğüsleyeceği olacak. Berlin’deki tüm siyasi yorumcular, SPD’nin liderliğinde ve Martin Schulz’un başbakanlığında oluşacak yeni bir büyük koalisyonun, Merkel’in siyasi kariyeri için dönüm, bir başka deyişle bitiş noktası olabileceği görüşünde birleşiyor.
Münih Güvenlik Konferansı’na katılan ve ikili görüşmeler yapan Başbakan Binali Yıldırım, Başbakan Angela Merkel’le de bir araya geldi. Görüşmede, Başbakan Yıldırım'ın, terör örgütleriyle mücadele konusunda Türkiye‘nin Almanya ile işbirliği konusundaki beklentilerini dile getirdiği bildirildi.
Federal Hükümet Sözcüsü Steffen Seibert, görüşme sonrasında yaptığı açıklamada, uluslararası konuların yanısıra özellikle Türkiye’de gözaltına alınan Die Welt gazetesi Türkiye muhabiri Deniz Yücel ile ilgili durumun görüşüldüğünü açıkladı. “Başbakan Merkel, hükümetin Deniz Yücel'e adil ve hukuk devletine uygun davranılmasını beklediğini vurguladı.” diyen Seibert, Alman Başkonsolosluğu‘nun Yücel ile kapsamlı bir biçimde ilgilenmesinin ne kadar önemli olduğuna işaret edildiğini de söyledi.
Deniz Yücel'in Salı gününden beri İstanbul'da bir ceza soruşturması kapsamında polis tarafından gözaltına alındığı bilgisi Berlin’de tepkiye neden oldu. Alman Gazeteciler Birliği ve Almanya Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, Yücel’in serbest bırakılmasını talep ederken, Federal Dışişleri Bakanlığı’nın konuyla ilgili açıklamasında “Türk makamlarının yürüttüğü mevcut soruşturma sürecinde, özellikle Türkiye'de basın özgürlüğünün anayasa hukukuyla güvenceye alınmış olması bakımından, hukuk devleti kurallarına riayet edilmesini ve adil davranılmasını istiyoruz.” denildi. Yücel‘in, Enerji Bakanı Berat Albayrak'ın özel e-posta adresine düzenlenen hacker saldırılarına ilişkin haberiyle bağlantılı gözaltına alındığı tahmin ediliyor.
Yıldırım Almanya’daki Türkler’e seslendi
Öte yandan Başbakan Binali Yıldırım, öğleden sonra Oberhausen kentinde “Memleket Sevdalıları Evet Diyor” adlı referanduma destek etkinliğinde konuştu.
AK Parti’nin yurtdışı örgütlenmesi Avrupa Türk Demokratlar Birliği (UETD) tarafından 10 bin kişilik Arena salonunda düzenlenen etkinlikte, Almanya’daki Türk vatandaşlarına referandumda ‘evet’ oyu vermeleri çağrısında bulunan Başbakan Yıldırım, “Millet kime yetkiyi verirse hesabı ona soracak. Bir gemide iki kaptan olmaz. Bu sistem çift başlılığı ortadan kaldırıyor. İradeyi milletin seçtiği Cumhurbaşkanı’na verecek.” şeklinde görüş belirtti.
Almanya’nın terörist oluşumlara karşı yeteri kadar destek vermediğini belirten Yıldırım, "Açık söylüyorum, terörü de terör destekçilerini de teröre göz kırpanları da teröre yataklık yapanları da Türkiye olarak rahatsız etmeye sonuna kadar devam edeceğiz. Öyle Türkiye'ye ders vermeye kalkılan günler geride kaldı. Türkiye parmak sallanmayla korkutulacak bir ülke değildir. Eğer terörün yanında olmaya devam edenler olursa bilsinler ki o terör bir gün gelecek kendisini koruyanları da yakacak. Koyunlarında besledikleri yılanlar bir gün onları da sokacak." dedi. Yıldırım’ın konuşma yaptığı salonun yakınında Sol Parti’nin çağrısıyla aşırı solcu ve Kürt gruplar yaklaşık bin kişinin katıldığı bir protesto mitingi düzenledi.
Yeşiller Partisi Yıldırım’ın ifadesinin alınmasını istedi
Bu arada Başbakan'ın referandum mitingi yapmasına, Almanya'daki politikacı ve sivil toplum örgütlerinin tepkileri bugün de sürdü. Çok sayıda siyasetçi, referandum öncesi kampanyaların Almanya’daki Türk toplumu içerisindeki kutuplaşmayı tırmandırması endişesini dile getirirken, Yeşiller Partisi’nden Federal Parlamento milletvekili Volker Beck, Alman makamlara çağrıda bulunarak, Başbakan Yıldırım’ın “DİTİB imamlarının ajanlık soruşturmasıyla ilgili ifadesinin alınmasını ve gerekirse tutuklanmasını” istedi.
Başvuruda, imamların doğrudan Başbakanlık’a bağlı olduğu, dolayısıyla Başbakan Yıldırım’ın da ajanlık faaliyetinde rolünün olduğu öne sürüldü. Almanya’da bir süredir Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne bağlı bazı imamlarının, Fethullah Gülen’e bağlı kişiler hakkında bilgi toplayarak Ankara’ya ulaştırdıkları yönündeki iddialar gündemde. Konuyla ilgili tartışmaların Başbakan Yıldırım’ın yaptığı konuşma ile ilişkilendirilmesini doğru bulmadığını söyleyen Almanya Türk Toplumu Başkanı Gökay Sofuoğlu, Türkiye’den siyasetçilerin Almanya’daki seçmenleri ile buluşmasınının doğal, bazı Alman siyasetçilerin tepkilerinin ise çelişkili olduğunu açıkladı.
Anayasada başkanlık sistemi için yapılacak değişikliğin oylanacağı referandum için 3 milyona yakın Türkiye kökenli göçmenin yaşadığı Almanya'da da hazırlıklar başladı. Ancak referandum oylaması için Almanya’da sandık kurulması konusunda Alman hükümetinin henüz gerekli onayı vermediği haber alındı. Türk hükümetinin, konuyla ilgili resmi talebini Berlin Büyükelçiliği kanalıyla Alman yetkililere ilettiği, Federal İçişleri Bakanlığı’nın oy sandıklarının kurulacağı eyaletlerdeki yetkililerle “güvenlik değerlendirmesi” yaptığı ve ancak gelecek raporlardan sonra onay verebileceği öğrenildi.
Berlin’deki Türk diplomatik kaynaklar, Almanya’nın farklı kentlerinde 13 başkonsolosluktasandıkların kurulacağını, oy verme işleminin 27 Mart’ta başlayacağını ve yaklaşık 15 gün süreceğini açıklamışlardı. Yurt dışında en fazla Türk vatandaşının yaşadığı ülke olan Almanya’da, 1 Kasım 2015’teki genel seçimlerde, kayıtlı bir milyon 411 bin seçmenden, 575 bini sandık başına giderek oy kullanmıştı.
Sandıkların kurulması için girişimler sürerken, Başbakan Binali Yıldırım yarın Oberhausen kentinde düzenlenecek bir kapalı salon mitingine katılacak. Münih Güvenlik Zirvesi için Almanya’da bulunan Yıldırım, AK Parti’nin yurtdışı örgütlenmesi Avrupa Türk Demokratlar Birliği (UETD) tarafından düzenlenecek “Memleket Sevdalıları Evet Diyor” adlı etkinliğe katılacak ve Almanya’daki Türk vatandaşlarına referandumda “Evet” oyu vermeleri çağrısında bulunacak. UETD yetkilileri kentteki König-Pilsener Arena'da yapılacak etkinliğe 15 bin kişinin geleceğini tahmin ediyor.
Ancak toplantıyla ilgili Alman siyasetinde tepki ve tartışmalar da dikkat çekiyor. Çok sayıda siyasetçi, referandum öncesi kampanyaların Almanya’daki Türk toplumu içerisindeki kutuplaşmayı tırmandırması endişesini dile getirirken, Birlik Partileri CDU/CSU içişleri politikaları sözcüsü Stephan Mayer, “Türkiye’yi belki de diktatörlüğe götürecek bir oylama için Almanya’da propaganda çalışması yapılması sakıncalı’ şeklinde bir açıklama yaptı.
Yeşiller Eş Başkanı Cem Özdemir, referandum oylamasının adil koşullar altında yapılmadığını ve bu yüzden Yıldırım’ın Almanya’da konuşmasını doğru bulmadığını öne sürerken, Sol Parti’den Federal Meclis milletvekili Sevim Dağdelen, “Erdoğan ve Yıldırım Türkiye'de demokrasiyi yıktılar. Almanya'ya girişleri yasaklanmalı,” dedi. Almanya’da siyasetçilerin tepkilerini kısmen haklı bulan Yeşiller Partisi’nden Federal Meclis milletvekili Özcan Mutlu, Türkiye’deki siyasi gerilimlerin Almanya’ya da sıçraması korkusunun bu düşüncelere neden olduğunu ve o yüzden her iki tarafında da Almanya’da kampanya yürütmelerini doğru bulmadığını belirtti.
Bu arada Bonn kentinde düzenlenen G20 Dışişleri Bakanları Toplantısı’na katılan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, daha sonra Köln'de Avrupalı Türk Demokratlar Birliği’nin düzenlediği bir toplantıda da konuşma yaptı.Referandumla gelmesi hedeflenen yeni sistemin Cumhurbaşkanı Erdoğan sonrası dönemde de istikrar ve güvenliği garanti altına alacağını öne süren Çavuşoğlu, halk oylamasında milletin en doğru kararı vereceğine inandığına dikkati çekti.
Almanya Başbakanı Angela Merkel'in 10 Mayıs'ta İsrail'e yapmayı planladığı ziyareti ve iki ülke arasında 2008 yılından bu tarafa her yıl yapılan hükümetler arası toplantıyı iptal etmesi Berlin’de şaşkınlık yarattı.
Başbakanlık tarafından doğrulanan habere göre, Merkel ve diğer bakanlar Almanya'da Temmuz ayında yapılacak G20 Zirvesi ve Eylül ayındaki genel seçimlerle bağlantılı zamanlama sorunları nedeniyle planlanan ziyareti iptal etme kararı aldı.
Hükümet sözcüsü tarafından yapılan açıklamada, her iki hükümetin, “İsrail-Almanya arasında yapılan görüşmelerin bu yılın bahar aylarında değil, gelecek yıl yapılması konusunda hemfikir olduğu” belirtildi. Ancak başkentteki politik yorumcular, iptal kararının gerçek nedeninin geçen hafta İsrail meclisi Knesset'ten geçen ve Batı Şeria'daki yasadışı Yahudi yerleşim birimlerini meşrulaştırmaya yönelik yasaya tepki olduğunu ve Merkel’in seçimler öncesinde İsrail’e mesafe koymayı tercih ettiğini savunuyorlar. Batı Şeria’daki Filistinlilere ait özel arazilerde yasalara aykırı olarak inşa edilen 4 bin dolayındaki konutun yasallaştırılması uluslararası tepkilere neden olmuştu. Almanya’da koalisyon hükümetinde çok sayıda bakan da Yahudi yerleşim yerlerine yönelik tepki verdi. Dışişleri Bakanlığı’na gelen SPD Genel Başkanı Sigmar Gabriel, İsrail’in yerleşim politikalarının iki devletli çözümü zorlaştırdığını belirtmiş ve bunun şiddeti artıracağını söylemişti.
Alınan sürpriz karar Berlin-Tel Aviv hattındaki sıkı ilişkiler açısından şimdiye dek yaşanmamış bir güven bunalımı olarak yorumlanırken, Berlin’deki diplomatik çevreler iptalin ilişkilere gölge düşürebileceğini de savundu. Almanya – İsrail ilişkilerinin dünya politikasında özel bir konumu var. Berlin'in İsrail'e yönelik ekonomik ve askeri yardımı 2. Dünya Savaşı sonrasında belirlenen ‘özel ilişki’ çerçevesinde ve aralıksız olarak sürdürülüyor. Yahudi soykırımının ve Yahudi aleyhtarlığının izlerini silmeye çalışan Almanya her fırsatta İsrail’in dış politikada özel bir yeri olduğunu tekrarlıyor. Başbakan Merkel de değişik ortamlarda ‘kendini savunma hakkı söz konusu olduğunda biz her zaman İsrail’in tarafında yer alacağız’ şeklinde açıklamalarda bulunmuştu.
ABD‘den sonra İsrail‘in en büyük ticari ortağı olan Almanya, aynı zamanda İsrail‘in en yakın askeri müttefiklerinden biri sayılıyor. Son zamanlarda Almanya’da yapılan çeşitli kamuoyu araştırmalarında Almanlar‘ın İsrail’e karşı gittikçe daha mesafeli bakma eğilimi içinde olduğu ortaya çıktı. Verilere göre, Almanlar‘ın yüzde 62’sinin İsrail imajı olumsuz ve yüzde 65’i artık Nazi döneminin üzerine çizgi çekilmesini istiyor.
Almanya, ülkenin 12'inci cumhurbaşkanı olarak, eski Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier'i seçti.
Görevi Cumhurbaşkanını belirlemek olan ve Federal Meclis'in 620 milletvekilinin yanı sıra 16 eyalet meclisinin belirlediği 620 kişiden oluşan toplam 1240 üyeli Federal Seçiciler Kurulu tarafından yapılan seçimde, eski Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier ilk turda 1239 geçerli oyun 931'ini alarak ülkenin yeni Cumhurbaşkanı oldu.
Oylamada Sol Parti adayı Christoph Butterwege 128, İslam ve mülteci karşıtı Almanya için Alternatif (AfD) adayı Albrecht Glaser 42, bağımsız aday eski yargıç Alexander Hold 25 ve son anda aday olan Korsanlar Partisi‘nden Engelbert Sonneborn 10 oy aldı. 103 delege ise çekimser oy kullandı.
Hükümeti oluşturan Hristiyan Demokrat Birlik ve Hristiyan Sosyal Birlik (CDU/CSU) partileri ile Sosyal Demokrat Parti (SPD), ilerleyen yaşı ve sağlık sorunları nedeniyle yeniden aday olmayacağını açıklayan Cumhurbaşkanı Joachim Gauck'un yerine eski Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier'i ortak aday olarak önermişti.
Seçime katılan 11'i Federal Meclis milletvekili, 11'i de eyalet meclislerin görevlendirdiği 22 Türkiye kökenli delege de oy verdi.
Steinmeier’i ilk kutlayan Başbakan Merkel oldu.
Cumhurbaşkanı seçildikten sonra yaptığı teşekkür konuşmasında, “Görevimi büyük bir heyecan ve makama saygı ile yerine getirmeye çalışacağım” diyen Steinmeier, “Ülkemiz fırtınalı zamanlardan geçiyor, dünyanın çivisi çıktı diyenler var. Ben yeni göreviminde kamuoyunun bu korku ve düşüncelerini çok ciddiye alarak, insanlara cesaret vermeyece çalışacağım. Unutulmaması gereken bir olay, ülkemiz Almanya dünyada bir çok insan için umut anlamına geliyor” diye konuştu.
Steinmeier’in ‘Almanya’da yabancı düşmanlığı ve ırkçı kine yer yok’ sözleri kurula katılanların uzun süre alkışını aldı.
Almanya’da Cumhurbaşkanı'nın yetkileri oldukça sınırlı ve başlıca görevleri arasında, meclisin çıkardığı yasaları Anayasa’ya uygunluk açısından incelemek ve ülkeyi yurtdışında temsil etmek bulunuyor.
Uzun yıllardan bu yana Alman siyasetinde önemli bir yere sahip olan 1956 doğumlu Steinmeier, yıllardır Almanya'nın en sevilen politikacıları arasında yer alıyor. Siyasi kariyerine 1990’lı yılların başında eski Başbakan Gerhard Schröder Aşağı Saksonya Eyaleti Başbakanıyken yanında Eyalet Müsteşarı olarak başlayan Steinmeier, Sosyal Demokrat SPD, 1998'de Berlin'de hükümet kurma görevini elde edince, Schröder’in Başbakanlık Dairesi Başkanı, daha sonra 2005 yılında Başbakan Angela Merkel yönetimi altında Büyük Koalisyon'da Dışişleri Bakanı oldu.
Steinmeier 2013’te Merkel yönetimindeki ikinci Birlik Partileri-SPD koalisyonunda yeniden Dışişleri Bakanı oldu. Bir kız çocuğu olan Steinmeier’in eşi idari mahkeme yargıcı Elke Büdenbender.
Berlin’de Steinmeier’in seçilmesiyle birlikte bundan sonraki dönemde Almanya-ABD ilişkilerinin nasıl bir yön kazanacağı cevap bekleyen sorulardan biri. Frank Walter Steinmeier, geçen yaz ABD Başkan adayı olan Donald Trump için ‘küstah ve kışkırtıcı’ ifadelerini kullanırken, Müslümanlar ve göçmenlerle ilgili olarak sözlerinden dolayı da ‘nefret vaizi' olarak nitelendirmişti. Donald Trump’ın Başkan seçilmesi sonrasında ise, “Bu olay eski 20’nci yüzyıl dünyasının sona erdiği anlamına geliyor” şeklinde görüş belirtti. Genelde yumuşak dilli ve çok deneyimli bir diplomat olarak tanınan Steinmeier’in Almanya Cumhurbaşkanı olarak Trump’a karşı daha değişik bir tavır izleyeceği tahmin ediliyor.
Öte yandan Steinmeier hem Almanya’da yaşayan Türklere ve Türk kökenli insanlara hem de Türkiye’ye ve Türk-Alman ilişkilerine son derece önem veren bir politikacı olarak biliniyor. 2005’de Türkiye ile AB arasında müzakerelerin başlamasında çok önemli rolü olan Steinmeier, ondan sonraki dönemde de Türkiye’nin AB üyeliğinin en kararlı savunucularından oldu. Son zamanlarda Türkiye ile Almanya arasındaki siyasi gerilimlere ve bazı siyasetçilerden yükselen, “Türkiye’yle müzakereleri durduralım” çağrılarına karşı tavır koyan Steinmeier, “Türkiye zor bir dönemden geçiyor” dese de, Türkiye ile AB müzakerelerinin tam üyelik hedefi ile sürdürülmesinden yana olduğunu da bir çok ortamda tekrarladı.
Şu andaki Cumhurbaşkanı Gauck'un görev süresi 18 Mart'ta sona eriyor. Steinmeier aynı gün Federal Meclis’te düzenlenecek yemin töreninden sonra ailesi ile birlikte Berlin’deki Bellevue Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na taşınacak.
Hamburg Eyalet Mahkemesi, Alman komedyen Jan Böhmermann’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında okuduğu ağır hakaretler içeren şiirin bir kısmının yasaklı kalmasına karar verdi. Buna göre Jan Böhmermann, bundan sonra şiirin hakaret içeren bölümlerini okuyamayacak. Mahkeme, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın avukatlarının başvurusu üzerine, geçen yıl Mayıs ayında şiirin çok ağır hakaretler içeren ilgili bölümünü yasaklamıştı.
Böhmermann’ın avukatları şiiri fikir özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilip kısmi yasağın kaldırılmasını talep ediyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın avukatları ise Hamburg Eyalet Mahkemesine, şiirin tamamen yasaklanması amacıyla başvurmuştu. Bugün gerçekleştirilen nihai karar duruşmasında, mahkeme daha önce durumun aciliyetine istinaden aldığı yasak kararını onayladı.
Kararda Böhmermann'ın şiirinin söz konusu kısmını yaymasının suç teşkil edeceği ve şiiri okumaya devam etmesi durumunda mahkemeye çıkarılacağı belirtildi. Böhmermann’ın avukatları davayı bundan sonraki aşamada Anayasa Mahkemesi'ne kadar götüreceklerini açıkladılar.
Almanya'da çok popüler olan Böhmerman, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ağır hakaretler ve küfürler içeren şiiri geçtiğimiz yıl 31 Mart’ta ZDF’te yayınlanan ‘Neo Magazin Royale’ programında okumuştu. Olay iki ülke arasında gerilime yol açarken, Erdoğan şiirle ilgili rahatsızlığını Berlin'e iletmiş ve bunun üzerine Alman hükümeti, savcılığa Böhmermann'ın 'yabancı devlet yöneticilerine hakaret" suçunu düzenleyen Alman Ceza Yasası'nın 103'üncü maddesinden yargılanması konusunda yetki vermişti. Anack Mainz savcılığı Böhmermann hakkındaki soruşturmanın, “yeterli dayanak sunulmaması” nedeniyle durdurulduğunu açıkladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan bundan bağımsız Böhmermann'ın şiirinin yasaklanması talebiyle Hamburg Eyalet Mahkemesi'nde dava açmıştı. Son olarak Başbakan Angela Merkel, 103. maddenin ceza yasasından kaldırılması için harekete geçti ve Bakanlar Kurulu 25 Ocak Çarşamba günü söz konusu maddenin 1 Ocak 2018 tarihinden itibaren yasadan çıkarılmasına yönelik düzenlemeye onay verdi.
Ludmila Dalaman
Eylül ayında yapılacak seçimde, Avrupa Parlamentosu eski Başkanı Martin Schulz’u başbakanlığa aday gösteren Sosyal Demokrat Parti (SPD), anketlerinde onyıllardır ilk kez Hristiyan Birlik partilerini (CDU/CSU) geride bıraktı. Schulz’un adının açıklanmasıyla hızla yükselişe geçen SPD,
kamuoyu desteğini 4 puan artırarak yüzde 31 oy oranına ulaşırken, 1990’lı yıılardan bu yana birinci sırada olan Birlik partileri yüzde 30’a geriledi.
SPD’ye destek daha iki hafta önce yüzde 20’ler düzeyinde seyrediyordu. Araştırmalara göre, başbakan doğrudan halk tarafından seçilse Schulz’a destek yüzde 50, Birlik partilerinin adayı Angela Merkel’e ise yüzde 34 düzeyinde. Berlin’de siyasi dengelerin değişebileceğin sinyali olarak değerlendirilen anket sonuçlarına göre, Almanya’nın en güçlü üçüncü partisi olarak İslam ve göçmen karşıtı 'Almanya için Alternatif Partisi' (AfD) görünüyor. AfD’ye destek yüzde 12 dolayında. Sol Parti’nin yüzde 10, Yeşiller’in yüzde 7, liberal çizgideki Hür Demokrat Parti FDP’nin ise yüzde 6 oranında oy alması bekleniyor.
2017 Almanya’da süper seçim yılı olarak tanımlanıyor. Önümüzdeki 12 Şubat’ta Cumhurbaşkanı seçilecek. Hıristiyan Birlik partileri (CDU/CSU) ile Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) adayı olan Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier’in cumhurbaşkanı seçileceğine kesin gözüyle bakılıyor. 26 Mart’ta Saarland, 7 Mayıs’ta Schleswig Holstein, 14 Mayıs’ta Kuzey Ren Vestfalya’da eyalet meclisleri, 24 Eylül’de ise genel seçimler yapılacak.
Eyalet seçimlerinde alınacak sonuçlar, Eylül ayında yapılacak parlamento seçimleri açısından önem taşıyor. Özellikle de Almanya'da nüfusun en yoğun olduğu eyalet olan Kuzey Ren Vestfalya’daki seçimler barometre niteliğinde görülüyor. Netleşen bir durum, Almanya’nın önümüzdeki aylarda çok çekişmeli bir seçim kampanyasına sahne olacağı. Hıristiyan Birlik partilerinin başbakan adayı Merkel seçilmesi halinde, dördüncü kez başbakanlık koltuğuna oturacak.
SPD’nin adayı Schulz’la yükselişe geçmesine paralel, mülteci krizi ve bu konudaki tartışmaların ardından siyasi tabloda kalıcı hale gelen aşırı sağcı parti AfD’nin alacağı oy oranı Başbakan Merkel’in makamını koruyup koruyamayacağını ve siyasi kaderini belirleyecek. Aktüel anketlerden yola çıktıkta, seçim sonrası olası hükümet formülleri arasında yer alan 'SPD liderliğindeki büyük koalisyon'a Merkel’in katılmayacağına ve Berlin siyasetine veda edileceğine kesin gözüyle bakılıyor.
Almanya'nın Hessen ve Berlin eyaletlerinde radikal İslamcı terör örgütü IŞİD sempatizanlarına yönelik geniş çaplı operasyon düzenlendi. Operasyonun terör eylemleri hazırlığı yapıldığına dair gelen istihbarat bilgilerinin artması üzerine düzenlendiği belirtildi.
Hessen eyaletinde 54 noktaya eş zamanlı yapılan operasyonlarda, Frankfurt, Offenbach ve Wiesbaden kentlerinde yaşları 16 ile 46 arasında 16 kişi hakkında soruşturma başlatılırken, 36 yaşındaki Tunuslu bir zanlı tutuklandı. Söz konusu kişinin Mart 2015’de Tunus'taki Bardo Müzesi'ne düzenlenen saldırıyı planlayan kişi olduğu açıklandı. Söz konusu saldırıda 17'si yabancı turist 19 kişi ölmüştü. Hessen’de ev, işyeri ve camilerde yapılan operasyonlara anti-terör birliklerin yanısıra bin 100 polis katıldı. Operasyon kapsamında çok sayıda belgeye el konuldu.
Eyalet polis teşkilatından yapılan açıklamada, operasyon kapsamında IŞİD’e militan kazandırmaya çalışan radikal İslamcı Selefi bir hücrenin ortaya çıkarıldığını ve muhtemelen ağır bir terör olayı için hazırlıkların da engellendiğini duyurdu.
Öte yandan dün gece saatlerinde başkent Berlin’de de IŞİD’le bağlantılı üç radikal İslamcı tutuklandı. ‘Almanya‘ya yönelik bir suçun hazırlığını yaptıkları‘ gerekçesiyle tutuklananların, yakın bir tarihte Irak ve Suriye’ye giderek, orada IŞİD’e katılmayı planladıkları öne sürüldü. Berlin Savcılığı söz konusu kişilerin Berlin’de radikal İslamcıların merkezlerinden biri olarak bilinen ‘Fussilet 33’ isimli dernek-camiyle de bağlantı içinde olduklarını duyurdu ve operasyon kapsamında söz konusu derneğe ait camide de arama yapıldığını bildirdi.
Berlin'de geçen aralık ayında Noel pazarına kamyonla saldıran ve 12 kişinin ölümüne neden olan terörist Anis Amri'nin de Fussilet Camii'nde bazı gruplarla ilişkili olduğu belirlenmişti. Selefi grupların kontrolündeki ‘Fussilet 33’ isimli dernek, birçok benzer dernek-cami gibi gençlik ve aile danışma merkezi olarak da hizmet veriyor. İstihbarat birimlerinin raporlarına göre, daha çok Türkler’in ve Kafkasya’lıların devam ettiği camiye gelenlerin IŞİD’e mali yardımda bulunduğu ve birçok kişinin burada radikalleşerek terör örgütüne katıldıkları tespit edilmiş durumda. Berlin eyalet hükümeti, Fussilet Camisi’nin kapatılması ve aynı adlı derneğin de yasaklanması işlemlerinin önümüzdeki günlerde tamamlanacağını açıkladı.
Bu arada Berlin’deki terör saldırısının ardından Alman hükümetinin radikal İslamcılarla mücadele için planladığı önlemlerden ilki yaşama geçirildi. Hükümet tarafından bugün onaylanan yeni bir yasayla, güvenlik birimlerince ‘tehlikeli‘ olarak derecelendirilen ve terör saldırısı düzenleme potansiyeli görülen kişilere elektronik kelepçe takılabilecek. Söz konusu kişileri 24 saat takip etmeyi amaçlayan yöntem kapsamında, kelepçe takılan kişi kendisi için belirlenen sınırların dışına çıktığında veya kelepçeyi çıkarmak istediğinde cihaz sinyal vererek yetkilileri uyaracak. İstihbarat birimleri, Almanya'da tehlike arz eden aşırı İslamcı sayısını 547 olarak tahmin ediyor.
Almanya Başbakanı Angela Merkel’in 2 Şubat'ta Ankara'ya yapacağı ziyarette gündemdeki ana konunun yasadışı göçle mücadele olması bekleniyor.
Merkel’in temaslarında son bir yıl içinde iki ülke arasındaki ilişkileri gerginleştiren bir dizi başka konunun da konuşulması bekleniyor.
Geçen sene iki kez Türkiye’ye giden Merkel’in bir günlük resmi ziyareti Almanya ile Türkiye arasında yeniden hız kazanan diplomatik trafiğin ilk durağı olacak. Hemen ardından şubat ayının ilk iki haftasında sırasıyla Alman İçişleri Bakanlığı’ndan bir heyet, Federal Meclis Türkiye-Almanya Dostluk Grubu ve Parlamento İçişleri Komisyonu üyelerinin Ankara ve İstanbul’da bir dizi görüşme yapmaları bekleniyor.
Angela Merkel ise Ankara’da Başbakan Binali Yıldırım’la görüştükten sonra, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile bir araya gelecek. 15 Temmuz’da darbe girişiminde saldırıya uğrayan TBMM Binası’nı ziyaret edecek olan Merkel, muhalefet partilerinin liderleri ile de buluşacak. Berlin’deki Alman diplomatik çevreler geçen sene Şubat ve Nisan aylarında da günübirlik Türkiye ziyaretleri düzenleyen Merkel'in bu seferki gündeminde de, Türkiye ve AB arasındaki göçmen anlaşmasının bundan sonraki eylem planı, Suriye’deki durum ve terörle mücadelenin olacağını bekliyor.
Merkel’in ziyareti ikili ilişkilerin yeni gerilimlere sahne olduğu bir döneme rastlaması açısından daha da önem taşıyor. Bir yandan Alman yetkililerin Almanya’da Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’nden (DİTİP) imamlara yönelik casusluk suçlamaları, diğer yandan Türk tarafının Almanya’yı teröristlere kucak açmakla ve adli makamlara verildiği belirtilen dosyaları dikkate almamakla itham etmesi ve buna paralel bazı Türk askerlerinin Almanya’ya sığındığı iddiaları yaşanan gerilimde öne çıkan noktalar.
Geçen yıl 2 Haziran’da Alman Parlamentosu’nun Ermeni soykırımı tasarısını onaylaması, gazeteci Can Dündar’ın Almanya’daki faaliyetleri, Fethullah Gülencilere ait okullara yaptırım gelmemesi ve Alman basınında Türkiye karşıtı yazı ve yorumlar Ankara’nın tepkisini çeken ve çözüm bekleyen diğer sorunlar.
Tüm bunlara rağmen Başbakan Merkel’in ilişkileri olumlu bir raya oturmak istediği ve Türkiye ile mülteci mutabakatının sürmesi konusunda ağırlığını koyacağı tahmin ediliyor.
Eylül ayında yapılacak genel seçimler öncesinde liberal mülteci politikaları nedeniyle Almanya'da ağır eleştirilere hedef olan ve ırkçı Almanya için Alternatif Partisi’nin (AfD) yükselişini engelleyemeyen Merkel için, mülteci mutabakatının başarılı bir şekilde sürmesi ve Ege Denizi üzerinden insan kaçakçılığının engellenmesi büyük önem taşıyor.
Geride kalan aylarda bir çok ortamda, sığınmacı akınının Türkiye ile iş birliği içinde çözülebileceğini belirten Merkel, genel seçim öncesinde bu politikasının başarılarının sürmesini hedefliyor.
Muhalefet partileri ve insan hakları örgütleri Alman başbakanına Türkiye ziyareti sırasında ülkedeki temel özgürlükler konusunu ele alma çağrısında bulunurken, Merkel’in ziyaretinde bu konuyu Türk muhataplarının gündemine diplomatik ve kışkırtıcı olmayan bir dille getireceği tahmin ediliyor.
Merkel, geçen aralık ayında yaptığı bir konuşmada, 15 Temmuz sonrasında yaşanan gelişmelere atıfta bulunarak, Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki tam üyelik görüşmelerinde yeni fasılların açılacağına inanmadığını söylemişti.
Türk hükümetinin, 15 Temmuz darbe girişiminden sorumlu tuttuğu ve terör örgütü ilan ettiği Fethullah Gülencilerin Almanya’daki yapılanması ve ülkedeki PKK destekçileri konularında, Merkel’in Türkiye’nin beklentilerine yönelik nasıl bir tutum sergileyeceği de merakla bekleniyor. Bu konuların Merkel ve Binali Yıldırım arasındaki görüşmede kapalı kapılar ardında ele alınacağı, olası önlemlerin ise Federal İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Emily Haber başkanlığındaki heyetin Ankara’da yapacağı görüşmelerde kağıda döküleceği tahmin ediliyor.
Terörle mücadele konusunda her iki ülke içişleri bakanları geçen yıl kilit bürokratlarını görevlendirmişti. Yetkililerin hazırladıkları raporların da temaslar sırasında masaya konulması bekleniyor.
Son olarak NATO üslerinde görev yapan yaklaşık 40 Türk askeri personelinin Almanya’ya iltica başvurusunda bulunduğu iddiaları gündeme gelmiş, konunun Türk-Alman ilişkilerinde yeni bir kriz yaratabileceği yorumları yapılmıştı.
Der Spiegel dergisi 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, 40 dolayında üst düzey Türk askerinin Almanya’dan siyasi sığınma talep ettiğini duyurdu. Dergiye konuşan iki asker, darbe girişimiyle ilişkilerinin olmadığını öne sürüyor ve Türkiye’ye iade edilmeleri durumunda hapse gireceklerini, işkenceye maruz tutulacaklarını iddia ediyor. Milli Savunma Bakanı Fikri Işık konuyla ilgili, "Almanya'dan beklentimiz; bu iltica başvurularının kesinlikle değerlendirilmemesi, FETÖ mensuplarının Türkiye'ye iadesinin sağlanması" şeklinde bir açıklama yaptı. Bakan Işık, Almanya‘nın bu konuyu çok dikkatli değerlendirmesini ve kesinlikle bu başvuruları kabul etmemesi gerektiğini söyledi.
Almanya’da koalisyon ortağı Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) Genel Başkanı ve Federal Ekonomi Bakanı Sigmar Gabriel’in, 24 Eylül’de yapılacak parlamento seçimlerinde partisinin başbakan adayı olmayacağını açıklaması Berlin’deki siyasi arenada deprem etkisi yarattı.
Parti genel başkanlığını da bırakacağını duyuran Gabriel, SPD kurullarına Avrupa Parlamentosu eski başkanı Martin Schulz’u, her iki görev için aday olarak önereceğini açıkladı. Schulz'un başbakan adayı olmayı çok istediği, ancak Gabriel'e rakip olmaktan çekindiği biliniyordu.
Sosyal Demokratlar, Başbakan Angela Merkel’in yine CDU’nun başbakan adayı olarak ilan edilmesinden sonra, kimin aday olacağı sorusunu uzun bir süre gizli tuttu ve adaylarını 29 Ocak’ta açıklayacağını duyurdu. SPD’nin önde gelen politikacıları uluslararası arenada tanınan Schulz’un Merkel’i yenebilmek için en uygun aday olduğunu uzun bir süredir dillendirmeye başladı. SPD içinde Avrupa Parlamentosu eski başkanı Schulz’un adının kamuoyuna sızdırılmasından sonra, SPD liderine yakın çevreler, Gabriel’in kararını verdiğini ve kendisinin SPD lideri olarak başbakan adayı olmak istediği haberini yaydı.
Konuşulan senaryolarda Schulz’un gelecek ay Cumhurbaşkanı seçildikten sonra görevini bırakacak olan Frank Walter Steinmeier’in yerine Dışişleri Bakanlığı’na geleceği ve Gabriel’in ise başbakan adayı olacağı dillendirildi. Ancak bugün Gabriel partisini bilgilendirmeden Der Stern dergisine verdiği sürpriz bir demeçte, başbakan adayı olmaktan vazgeçtiğini duyururken, “Ben aday olursam, benimle birlikte SPD de kaybeder” dedi. İktidar ortağı Sosyal Demokrat Parti’nin 2009 ve 2013 seçimlerinde aldığı ağır yenilgilerden sonra son anketlerdeki oy oranı yüzde 19 ile 23 arasında değişiyor.
Kamuoyu araştırmalarında Martin Schulz’a destek veren ve onun Gabriel’in yerine başbakanlık adaylığı isteyenlerin oranının çok daha yüksek olduğu biliniyordu. Konuyla ilgili demecinde partisi SPD’nin kendi adaylığını yeteri kadar desteklemediğine inandığını da belirten 57 yaşındaki Gabriel, Dışişleri Bakanı Steinmeier’in cumhurbaşkanı seçilmesiyle Ekonomi Bakanlığı koltuğunu bırakıp, şu andaki hükümetin geri kalan yedi aylık döneminde Dışişleri Bakanı olmak istediğini de bildirdi. Sosyal Demokrat Parti ile Hristiyan Birlik partilerinin (CDU/CSU) Cumhurbaşkanı adayı olan Steinmeier'in 12 Şubat'ta yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanacağına kesin gözüyle bakılıyor. Martin Schulz ise SPD’nin başbakan adayı olup olmayacağı konusunda şimdilik bir açıklama yapmadı. Almanya’da bu yıl süper seçim yılı olarak adlandırılıyor. Nisan ve Mayıs aylarında yapılacak yerel seçimlerle, 24 Eylül’deki genel seçimlerde yabancı karşıtı sağ popülist parti Almanya için Alternetif’in (AfD) parlamentoya çok güçlü girmesinden korkuluyor. Son kamuoyu yoklamalarında Birlik Partileri yüzde 33, SPD ise yüzde 21’de gözükürken, Yeşiller yüzde 8, Sol Parti’de yüzde 9 oy alıyor. Tüm kamuoyu araştırmalarında oyları artan AfD’nin yüzde 15’i geçeceği tahmin ediliyor.
Almanya’nın başkenti Berlin’de yapımı yılan hikayesine dönen yeni havalimanı ‘Willy Brandt’ın (BER) hizmete girmesi yine gecikiyor. İnşaasına 11 yıl önce başlanan, normal şartlarda 2011 yılında hizmete girmesi beklenen havalimanı bir türlü bitirilememiş, açılışı son olarak 2017 sonbaharına ertelenmişti. Berlin Eyaleti Başbakanı Michael Müller, havalimanının açılışının 2017’ye yetişmeyeceğini açıkladı ve bununla birlikte havalimanının açılışı beşinci kez ertelenmiş oldu. Ülkenin en önemli prestijli projesi olarak tanımlanan yeni Berlin Havalimanı'nın temeli 2006 yılında atılmıştı. Alman gazetelerinin alaycı bir dille yorumladığı gibi, ‘Daha Iphone henüz üretilmemişken’ başlayan inşaattaki mühendislik ve teknik hatalar nedeniyle, önce 2011, daha sonra 2012, 2013 ve 2014'de açılacağı duyurulan havalimanının iki milyar Euro’ya mal olacağı tahmin ediliyordu. İnşaat için şimdiye kadar 6,5 milyar Euro harcandığı, havalimanının boş kalmasının maliyetinin ise her ay 30 milyon Euro’yu bulduğu hesaplanıyor.
Havaalanı İstişare Kurulu, yaşanan skandallar sonrasında yeni bir açılış tarihi vermekten çekinirken, planlandığı dönemde ‘Avrupa’nın en moderni’ olarak reklamı yapılan BER’in en az sekiz yıllık gecikme sonrasında ‘teknik ilerlemenin çok arkasında kalmış’ olacağını savunan birçok uzman, havalimanının yıkılarak yeniden inşaatını öneriyor. İlk başta o yılların en modern donatımlarıyla ve yılda 27 milyon yolcuya hizmet verebilecek bir kapasiteyle planlanan havalimanında, geride kalan yıllarda yangın söndürme sistemindeki eksikliklere paralel, bagaj taşıma bantlarının yetersiz kalması, yolcu kontrol noktası sayısının havalimanın açılmadan az olduğunun saptanması, yürüyen merdivenlerin bazılarının kısa olduğunun belirlenmesi ve şimdideyangın durumunda binadaki bin 200 kapının çalışmaması gibi sayısız sorun yaşandı.
Son erteleme federal hükümetin de sabrını taşırdı ve Başbakan Angele Merkel’in sözcüsü Steffen Seibert, ‘büyük teknik projeleri ile ünlü Almanya’nın, BER havaalanı inşaatı nedeniyle o şöhretini kaybetme riski ile karşı karşıya kaldığını’ belirtti. Yaşanan aksaklıklar basında ve kamuoyunda bir hayli alay konusu olmuş durumda. Yorumlarda Almanya'nın 1970’li yıllardaki efsanevi başbakanı Willy Brandt'ın adı verilen havalimanında yaşanan skandalların ve tarihi gecikmenin 'mezarında Brandt'ın kemiklerini sızlatacak' cinsten olduğu belirtilerek, bu ismin kullanılmamasını öneriyorlar.
Yeni İstanbul Havalimanı tartışılıyor
Almanya’da bu bağlamda çok konuşulan bir diğer olay ise, 2014 yılında temeli atılan 150 milyon kapasiteli Yeni İstanbul Havalimanı’nın iki pisti ile 90 milyon yolcu kapasiteli ilk bölümünün Şubat 2018’de açılacak olması. Geleneksel olarak kendini büyük projeler konusunda daha disiplinli, teknik ve mali açıdan da çok daha başarılı olarak gören Alman mühendisleri, Türk meslektaşlarının bu işi daha iyi ve hızlı şekilde bitirecek gibi olmasına doğruyu söylemek gerekirse biraz bozuluyor. Öte yandan havacılık sektöründen gelen yorumlarda, Lufthansa ve Türk Havayolları arasında yaşanan rekabete paralel, İstanbul’daki yeni havalimanının uluslararası hava trafiğinde çok önemli bir aktarma noktası olacağı ve Berlin’deki gecikmenin Almanya’daki havalimanlarının bu alandaki konumuna da zarar verdiği vurgulanıyor.
Ludmila Dalaman
Almanya Başbakanı Angela Merkel, önümüzdeki şubat ayının başında Ankara'ya çalışma ziyareti gerçekleştirecek. Berlin’deki diplomatik kaynaklar tarafından doğrulanan habere göre, neredeyse tam bir yıl sonra yeniden Türkiye’ye gidecek olan Merkel'in ziyaret gündeminde bölgesel ve ikili konular ağırlıklı yer tutacak.
Merkel'in Ankara’da ne kadar kalacağı daha netleşmezken, program kapsamında Başbakan Binali Yıldırım ile görüşmesi, ardından Merkel ile Yıldırım'ın başkanlığında heyetlerarası görüşmeler yapılması öngörülüyor. Merkel'in, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından da kabul edilmesi bekleniyor. Kaynaklar, görüşmelerde sığınmacı krizinin yanısıra, Suriye’deki gelişmeler, Türkiye’nin AB süreci ve Kıbrıs konularında da değerlendirmelerde bulunacağını tahmin ediyor.
Görüşmelerde gündeme gelmesi beklenen konular arasında terörle mücadele de bulunuyor. Bu konu iki tarafın son buluşmalarında da gündeme gelmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım son aylarda Almanya'yı özellikle Fethullahçı ve PKK yanlısı çevrelere ve teröristlere karşı yeterince mücadele vermemekle suçladı. Berlin ise, terörle mücadelede üzerine düşeni yaptığını savunan açıklamalarda bulundu. Merkel’in ziyaretine paralel, Federal İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Emily Haber başkanlığındaki üst düzey heyetin Ankara’daki temaslarında, terörle mücadele iş birliğinin güçlendirilmesine dönük adımların ele alınması bekleniyor.
Maassen:“Türk istihbarat birimleri Almanya’daki Türkler üzerinde etki kurmaya çalışıyor“
Son olarak Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Hans-Georg Maassen, Türk istihbarat birimlerinin, Almanya’daki Türkler üzerinde etki kurmaya çalıştığını ve Almanya’nın bundan büyük endişe duyduğunu açıkladı. Maassen,“Alman çıkarlarına karşı istihbarat faaliyeti niteliğinde operasyonların yürütülmesi gibi bir durumu kabul edemeyiz“ şeklinde konuştu. Alman yetkililer, Diyanet İşleri Türk-İslam Birliği (DİTİB) camilerinde görevli bazı imamların Fethullaçılar hakkında Ankara’ya bilgi notları gönderdiğinin anlaşılması sonrasında soruşturma başlatmıştı. DİTİB, Diyanet İşleri’nden Almanya‘daki imamlara herhangi bir casusluk talimatı gelmediğini, ancak bazı imamların bu yönde çalışmalarından dolayı üzgün olduklarını açıklamıştı.
Sığınmacılara ilişkin AB'nin Türkiye ile imzaladığı anlaşmanın da Merkel’in Ankara ziyaretinde geniş bir şekilde ele alınması bekleniyor. Berlin‘deki diplomatik kaynaklar, Başbakan Merkel‘in Türkiye ile gerilimin tırmanmasını arzu etmediğini belirtirken, görüş ayrılıklarını ikili temaslarda ele almak, diyaloğu sürdürmek istediğini vurguluyorlar. Merkel, 2015 sonbaharında sığınmacı krizinin doruk noktasında, Türkiye ile masaya oturarak sığınmacı anlaşmasının imzalanmasına ön ayak olmuş, o dönemde altı ay içinde beş kez Türkiye’yi ziyaret etmişti. 19 Aralık’ta düzenlenen, 12 kişinin hayatını kaybettiği Berlin Noel pazarı saldırısı, Merkel'in sığınmacı politikasının sorgulanmasına yol açmıştı. Almanya'nın 2015 sonrasında yaklaşık bir milyon sığınmacıyı kabul etmesi ülkede var olan aşırı sağcı kesimi daha da güçlendirirken, Eylül ayında yapılacak genel seçimlerde adaylığını tekrar açıklayan Merkel, hemen her fırsatta insan kaçakçılığının önlenmesi ve sığınmacı sayısının azaltılmasıkonusunda Türkiye ile AB arasında yapılan anlaşmaya alternatif görmediğini dile getiriyor.
Öte yandan Merkel’in ziyaretinden sonra, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 7-8 Temmuz 2017'de Hamburg'daki G20 Zirvesi’ne katılmak üzere Almanya’ya geleceği belirtiliyor. 1 Aralık 2016'da G-20 dönem başkanlığını Çin'den devralan Almanya, dönem başkanlığını Kasım sonuna kadar yürütecek.
Aşırı sağcı terör örgütü NSU'nun dört yıla yakın bir süredir devam eden davasında son dönemece girildi. 2000-2007 yılları arasında 8’i Türk 10 kişinin öldürülmesi, 15 banka soygunu ve iki bombalı saldırı suçlarından sorumlu tutulan NSU ile ilgili davanın baş sanığı Beate Zschaepe’nın ruh sağlığı hakkında bilirkişi raporu açıklandı. Almanya’nın en tanınan psikiyatristlerinden Prof. Henning Sass tarafından hazırlanan bilirkişi raporunda, Zschaepe’nin cezai ehliyetinin bulunduğu ve ruhsal açıdan sağlıklı olduğu ifade edildi. Raporda Zschaepe’nin “asosyal eğilimli, ama tamamen suçlu, ayrıca aldatma tekniğinin çok profesyonel” olduğu belirtilirken, mahkemede sergilediği görüntü de ‘inandırıcı değil’ şeklinde tanımlandı.
Zschaepe’nın duruşmalarda yer yer ciddi bir tavır takındığı ve tanık ifadelerini ilgiyle dinlediği, ancak anlatılanlardan duygusal olarak hiç etkilenmediği dikkat çekmişti. Zschaepe’nin ilk duruşmadan bu yana mahkemede sergilediği tüm hareket ve mimikleri izleyip not alan Prof. Sass’a göre, NSU davasının baş sanığının yaptıkları ile ilgili “pişmanlık ya da suçluluk duygusuna sahip değil, sağlam bir psikolojik yapıda, soğukkanlı, egemen ve mücadeleci bir kişiliğe sahip” şeklinde rapor sundu. 177 sayfalık bilirkişi raporunun Beate Zschaepe’nin nasıl bir ceza alacağını belirleyeceğinden yola çıkılıyor. Davayı izleyenler raporun bu haliyle mahkeme tarafından kabul edilmesi durumunda, Zschaepe’nin müebbet hapis cezası alacağına kesin gözüyle bakıyorlar.
Alman hukuk tarihinin en uzun süren davalarından olan NSU Davası 6 Mayıs 2013'te başladığında, davada Türk mağdurların beklentisi adaletin yerini bulması yönündeydi.
Cevap bulmayan sorular
Yakın dönemde başsanık Beate Zschäpe'nin suskunluğunu bozmasına rağmen, şu ana kadar NSU’un derin bağlantıları konusunda önemli bir ilerleme keydedilmedi. NSU terör hücresinin bilinen üç sanıktan ibaret olmadığı, hücreye yardım ve yataklık edenler arasında da tetikçiler olabileceği yönündeki sorular cevapsız kaldı. Yedi yıllık bir zaman dilimine yayılan cinayetlerde, polisin aşırı sağ bağlantıyı aramak yerine kurbanların Türk ve Kürt mafya bağlantıları olup olmadığını araştırması ve yakınların fail olarak zan altında bırakılması büyük tepki çekmişti. NSU terörünün baş zanlıları olarak kabul edilen Uwe Mundlos ve Uwe Bönhardt, 4 Kasım 2011'de Almanya'nın doğusundaki Eisenach kentinde bir banka soyduktan sonra yanan bir karavan içinde ölü bulunmuş, orada ele geçen deliller sonrasında NSU örgütü adeta tesadüfen ortaya çıkmış, hücrenin sağ kalan ve bilinen tek üyesi Beate Zschaepe bu olaydan sonra polise teslim olmuştu.
Yeşiller Partisi'nin Federal Parlamento seçimleri için eş başbakan adayları belli oldu. 24 Eylül tarihinde yapılacak seçimde kadın aday Katrin Göring-Eckardt’ın yanısıra, Cem Özdemir Yeşiller’in liste başı birinci adayı olarak seçildi.
Almanya'da ilk kez Türkiye kökenli bir siyasetçi bir partinin ilk sıra adayı olarak gösterilirken, Cem Özdemir iki erkek rakibini geride bıraktı. Geleneksel olarak tüm lider ve yönetici kadrolarını bir kadın ve bir erkekle paylaşan Yeşiller’de, Katrin Göring-Eckardt tek kadın adaydı.
Özdemir ise, Schleswig Holstein Eyaleti Başbakan Yardımcısı Robert Habeck ve Yeşiller Federal Parlamento Grup Başkanı Anton Hofreiter ile birlikte 60 bin parti üyesi mektupla oy seçimine katıldı. Özdemir 12 bin 204 oyla birinci sırayı aldı. Habeck üyelerden 12 bin 129 oy alınca lider adayı olma şansını yitirdi.Üçüncü sırada yer alan Anton Hofreiter ise 8 bin 886 oy aldı. Sekiz yıldır parti eşbaşkanlığı görevini de yürüten Cem Özdemir, partinin ‘gerçekçi’ olarak tanımlanan liberal kanadının en önemli isimleri arasında yer alıyor ve Yeşiller’i sol ve radikal çevreci çizgiden ekonomi çevreleriyle barışık bir siyasete yönlendiren özelliği ile biliniyor. Özdemir, bundan kısa bir süre önce Amerika’nın Sesi Türkçe’ye yaptığı açıklamada Yeşiller’in siyasette orta çizgiye yaklaşması ile toplumla barıştığını ve oy oranını artırabildiğini savunmuştu.
Cem Özdemir, geçen yıl haziran ayında Ermeni soykırımı tasarısını Alman Federal Meclisi’nın gündemine taşıdığı ve milletvekillerine tasarıdan yana oy kullanmaları yönünde çağrı yaptığı gerekçesiyle Türkiye'nin, özellikle de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sert tepkisini çekmişti. Berlin’deki siyasi analizciler, 24 Eylül’deki seçimlerden sonra Yeşiller’in Birlik Partileri ya da Sosyal Demokrat SPD ile koalisyona dahil olması durumunda Cem Özdemir’in Başbakan Yardımcılığı veya Dışişleri Bakanlığı görevine gelebileceği tahminini yapıyorlar. 1994 yılında Federal Parlamento’ya giren ilk Türk kökenli milletvekili olan Cem Özdemir, Türkiye kökenli siyasetçilerin Almanya’da her türlü pozisyonda sorumluluk üstlenmesinin zamanının geldiği görüşünde.
51 yaşında olan Cem Özdemir, evli ve iki çocuk babası.
Almanya Anayasa Mahkemesi, ırkçı Nasyonal Demokrat Parti’nin (NPD) kapatılmaması yönünde karar verdi. Üç yıl önce 16 eyaleti temsilen Eyaletler Meclisi, yasak için başvuru yapmıştı. Anayasa Mahkemesi karara gerekçe olarak, partinin “Nasyonalsosyalizm ile düşünsel yakınlık içinde ve anayasaya aykırı hedefleri bulunsa da, şu anda amaçlarını başarıya ulaştırmasının mümkün olmamasını ve demokratik sistemi yıkabilecek yönde somut göstergelerin de bulunmamasını” gösterdi.
Eyaletler Meclisi, istihbarat raporlarında ‘Neonazi ve Türk düşmanı’ olarak da tanımlanan partinin “ülkenin demokratik düzeni için bir tehdit oluşturduğunu ve halkı kışkırttığını" öne sürerek yasak başvurusu yapmıştı. Anayasa Mahkemesi, 2003 yılında da NPD’nin kapatılma talebini kabul etmemişti.
O dönemde partinin yöneticilerinin bazılarının istihbarat ajanı oldukları ortaya çıkmış, mahkeme istihbaratla bağlantılı olanların NPD yönetiminden çekilmesini yeni bir kapatma davası için şart koşmuştu. NPD içindeki tüm muhbirlerin geri çekilmesinden sonra ikinci davadan da yasak kararı çıkmaması sonrasında artık NPD yasağının uzun yıllar bir daha söz konusu olmayacağından yola çıkılıyor. Almanya’da yasalara göre ırkçılık ve yabancı karşıtlığı gibi gerekçeler parti kapatılması için yeterli görülmüyor. Anayasanın 21. maddesi, “Bir partinin hedefleri ve partiye mensup olan kişilerin davranış ve eylemleri, özgürlükçü-demokratik düzeni yok etmeyi amaçlıyorsa, devletin varlığını tehlikeye sokup anayasaya aykırı eylemlerde bulunuyorsa mahkeme parti kapatabilir” diyor.
NPD, Afd’nin ortaya çıkmasından sonra kan kaybetti
1964'te kurulan ve 5 bin dolayında üyesi bulunan NPD, 2013'teki genel seçimlerde yüzde 1,3 oy almıştı. Almanya’da yüzde 0,5 oy oranını aşan partiler, hazineden siyasi çalışmaları için mali destek alıyor. Uzmanlar NPD’nin İslam ve yabancı karşıtı parti Almanya için Alternatif’in (AfD) ortaya çıkması sonrasında büyük bir hızla kan kaybettiğini ve aşırı sağcıların artık AfD’de konumlandığını belirtiyor. Yapılan kamuoyu araştırmalarında AfD’nin oy oranı yüzde 14 olarak belirlenmiş durumda. Seçimlerinde, Türkçe “Almanya biz Almanlarındır. Türkiye Türklerindir” afişleriyle kışkırtıcı kampanya yapan NPD’nin, mali ve siyasi olarak Alman demokrasisi için bir tehdit oluşturmadığı, tersine iflasın eşiğine geldiği ve bu açıdan Alman Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararın doğru olduğu yorumu yapılıyor. Almanya Göç Konseyi Başkanı Memet Kılıç, NPD’nin Anayasa Mahkemesi’nden yasak kararı çıkması durumunda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gideceğini açıkladığını ve AİHM’in de Fazilet Partisi ile aldığı kararı örnek göstererek zaten aleyhte karar vereceğinden yola çıkıldığını hatırlatıyor.
Almanya'da şimdiye kadar anayasa mahkemesi tarafından, ilki 1952'de nasyonal sosyalist Reich Partisi (SRP), ikincisi 1956 yılında Almanya Komünist Partisi (KPD) olmak üzere iki parti kapatılmıştı.
ABD Başkanı Barack Obama'nın görev süresinin bitimine artık sayılı günler kaldı. Obama'nın başkanlık görevini Donald Trump'a devredeceği 20 Ocak'taki devir teslim töreniyle ilgili hazırlıklar sürürken, ABD’nin en yakın müttefiklerinden sayılan Almanya’da Obama döneminde iki ülke arasında ilişkilerin bilançosu çıkarılıyor.
Berlin’de yapılan analizlerdeki genel kanı Obama'nın sekiz yıllık başkanlık görevi süresince Başbakan Angela Merkel’le yaşadığı bazı pürüzlere rağmen, Batının iki lider ülkesi arasındaki ilişkilerin çok sıkı olduğu şeklinde. Obama 2008’de ilk kez Başkanlığa seçildiğinde Almanya'daki popülaritesi yüzde 90 ile daha önce hiçbir politikacının erişemediği orana yükselmişti.
George W.Bush döneminde Irak ve Afganistan konularında görüş ayrılıkları nedeniyle bozulan ilişkiler, yeniden düzelmeye başladı. Ancak Obama’nın Başkan olarak Berlin’e yaptığı ilk ziyareti 2013’te gerçekleşti. Obama’nın Başkanlığının ilk yıllarında Berlin’e resmi ziyaret yapmaması henüz Başkan olmadan, 2008 yılı yazında Merkel’le yaşadığı sürtüşmeyle bağlantılı görüldü.
Merkel, Obama’nın seçim öncesinde Berlin’in dünyaca tanınan Brandenburg Kapısı önünde konuşma isteğini reddetmiş, Obama da kentte bir başka meydanda yaklaşık 200 bin kişilik bir kalabalığa hitap etmişti. Daha sonra 2009 yılında NATO Zirvesi kapsamında bir kez daha Almanya’ya gelen Obama, Berlin’e uğramadan ülkeden ayrılmıştı.
Yunanistan’ın batmanın eşiğine geldiği süreçte de iki ülke arasında soğuk rüzgarlar esti. Obama, aşırı ihracat fazlası odaklı Alman ticaret politikasının başta Euro Bölgesi'nde olmak üzere tüm dünyada deflasyon etkisi yaptığını savundu.
Bir diğer gerilime ise Merkel'in telefon konuşmalarının yıllar boyu Amerikan istihbaratı tarafından dinlenip kaydedilmesi yol açtı. Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) 2002 yılından beri başbakanın telefonlarını dinliyordu. Başkan Obama'nın bu durumdan haberdar olup olmadığı açıklık kazanmadı. Almanya, gelişmeler üzerine NSA‘nin Almanya şefini sınırdışı etme kararı aldı, Başbakanlık tarafından‚ istihbarat alanındaki işbirliğinin en aza indirilmesi talimatı verildi.
Ancak bu pürüzlere rağmen hem iki ülke hem de iki lider arasında özellikle uluslararası konularda ahenk ağır bastı. Ukrayna, İran ve Suriye politikalarında sıkı işbirliği yapılırken, Obama’nın ısrarla gündeme getirdiği AB ile AB arasında arasında gümrükleri ve ticaret engellerini kaldıran TTİP ticaret anlaşmasına Merkel de destek oldu. Anlaşma Avrupa’da tüketiciler tarafından gösterilen tepkiler nedeniyle imzalanmadı.
Başkanlık görevi sırasında Almanya’ya toplam beş ziyaret yapan Obama son bir yıl içinde Merkel’in sığınmacılara yönelik politikalarının doğrulayan açıklamalar yaptı ve “Doğru zamanda tarihin doğru tarafında durmak” olarak tanımladı. Son olarak geçen kasım ayında Berlin’de Merkel’le bir araya gelen Obama, Almanların Merkel’in kıymetini bilmesi gerektiğin söyledi. ABD Başkanı, Almanya Başbakanı'nı uluslararası politikada, çok güvenilir bir ortak olarak nitelendirdi.
Almanya'da Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) bünyesindeki camilerde görev yapan bazı imamların Fethullah Gülen yanlılarına ait bilgileri Türk hükümetine aktardıklarına dair iddialar DİTİB tarafından doğrulandı. Merkezi Köln'de bulunan DİTİB'in Genel Sekreteri Bekir Alboğa, yaptığı açıklamada iddialarla ilgili incelemeler sonucunda bazı imamların Gülen yandaşları hakkında Ankara'ya bilgi ilettiğinin anlaşıldığını duyurdu ve kamuoyundan özür diledi. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Gülen taraftarlarıyla ilgili bilgi iletilmesi yönünde yazılı bir talimatının varlığını kabul eden, ancak bunun Almanya’daki DİTİB camilerine yönelik olmadığını öne süren Alboğa, talimatı kendilerine yönelik olarak algılayan bazı imamların Ankara’ya Almanya’daki Fethullahçı kişiler ve kurumlarla ilgili bilgiler rapor ilettiğini kabullenerek, ‘Bundan dolayı çok üzgünüz’ dedi.
Alman medyasında geçen Aralık ayında yer alan haberlerde, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında DİTİB imamlarının Türk istihbaratı için çalıştığı, hatta bazı camilere gelen Gülen taraftarlarına karşı tehditte bulunulduğu iddia edilmişti. Önce bu iddiaları geri çeviren ve gerçeği yansıtmadığı savunan DİTİB, daha sonra iddiaların ‘titiz ve şeffaf’ bir şekilde araştırılacağını açıklamıştı. İddialara paralel Yeşiller Partisi Alman Meclis Grubu, İçişleri Komisyonu’na bir önerge sunarak, federal hükümetten DİTİB imamlarının Türk istihbaratı lehine yürüttüğü faaliyetler konusunda bir rapor vermesini talep etmişti. Hıristiyan Birlik Partileri Meclis Grup Başkanı Volker Kauder ise, DİTİB‘in okullarda İslam din dersi vermesinin yasaklanmasını talep etmişti.
Almanya’da Alman kanunlarına göre dernek statüsünde faaliyet sürdüren Diyanet İşleri Türk-İslam Birliği’ne bağlı 900’den fazla camide görev yapan imamlar Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Almanya'ya gönderiliyor. İmamlar camilerdeki görevlerinin yanısıra, birçok eyalette İslam din dersi okutma yetkisine sahip, ayrıca hastanelerde ve cezaevlerinde cenaze işleri ile de ilgileniyor. Berlin’deki Türk Büyükelçiliği’nin geçen sonbaharda verdiği sayılara göre toplam 824 imam DİTİB bünyesinde görev yapıyor.
Yapılan yorumlarda bazı DİTİB imamlarının Türk istihbaratı lehine yürüttüğü faaliyetlerin doğrulanmasından sonra, Alman tarafının DİTİB’le işbirliğini sorgulayabileceği öne sürülürken, kurumun özellikle Türkiye kökenli gençleri radikal İslamcı ve şiddet yanlısı hareketlerden koruduğu ve bu yüzden Alman yetkililer için muhatap olarak görülmeye devam edileceği belirtiliyor.
Berlin’de 12 kişinin hayatını kaybettiği Noel Pazarı saldırısı sonrasında, Almanya’da iç güvenlik tartışmaları ve mülteciler arasındaki radikal İslamcı olanlarla ilgili tartışmalar sürüyor. Almanya İçişleri Bakanlığı’nın açıklamasına göre, güvenlik birimleri ülke genelinde toplam 548 aşırı dinciyi ‘tehlikeli’ statüsünde fişlemiş durumda. Terör eylemi yapma olasığı yüksek olan bu kişilerin 224’ü yabancı pasaport sahibi, diğerleri ise Alman vatandaşı stastüsünde. Bunlardan 62’sinin Berlin’deki saldırıyı yapan Tunuslu Anis Amri gibi iltica başvurusu reddedilmiş durumda, ancak bu kişiler kimlik belgeleri eksik olduğu için sınır dışı edilemiyor.
Anis Amri de, polisin tehlikeliler listesindeydi ve eksik evrak nedeniyle sınırdışı edilememişti. ‘Tehlikeli’ 80 kişinin ise tutuklu olduğu bildirildi. Alman istihbarat örgütleri tarafından yakın takibe alınan Amri'nin planlı bir saldırı gerçekleştirmiş olması, güvenlik birimlerinin radikal dinci terör örgütü üyelerine karşı yeterli önlemler almadığının delili olarak yorumlanıyor.
Bu kapsamda güvenlik birimlerinde ABD’deki FBI benzeri merkezi yapılanma isteyen Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, geçen hafta gündeme getirdiği güvenlik yasası reformu ile ülkeden sınırdışı edilmesi gereken tehlikeli şahısların gelecekte sınırdışı edilene kadar kolayca gözaltına alınabilmesini de talep etmişti. Bavyera Eyaleti İçişleri Bakanı Joachim Herrmann ise, ‘tehlikeli’ olarak sınıflandırılan kişilerin sınır dışı edilinceye kadar cezaevinde tutulmalarını önerdi.
Almanların yüzde 73'ü kendini güvende hissediyor
Yapılan kamuoyu araştırmalarının sonuçlarına göre, Almanya’da yaşayanların yüzde 73’ü kendini güvende hissediyor. Araştırmaya katılanların yüzde 23’ü ise endişe içerisinde yaşıyor. Araştırmaya katılanların yüzde 57’si Almanya’nın terör saldırılarına karşı iyi korunduğu görüşünde. Katılımcıların yüzde 88’i polise büyük güven duyuyor. Buna karşın katılımcıların yüzde 54’ü Alman istihbarat birimlerine güvenmediğini ifade ediyor.
Berlin’deki siyasi gözlemciler konuyla ilgili tartışmaları ülkedeki seçim kampanyasında iç güvenlik konusunun ön plana çıkaracağına dair bir işaret olarak yorumluyorlar. Almanya’da 16 Mart’da Saarland’da, 7 Mayıs’da Schleswig Holstein’de ve 14 Mayıs’da da ülkenin en yoğun nüfuslu eyaleti olan Kuzey Ren Vestfalya’da eyalet parlamentosu seçimleri yapılacak. Koalisyon ortağı Hristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) ile Sosyal Demokrat Parti (SPD) genel seçim tarihinde anlaştı ve 24 Eylül’ü tercih ettiklerini bildirdi. Ana muhalefet Sol Parti ise seçimin bir hafta önce, 17 Eylül tarihinde yapılmasını istiyor. Yeşiller iki tarihin de kendileri için mümkün olduğu, ancak 24 Eylül’de Berlin Maratonu nedeniyle 17 Eylül’ün daha uygun olacağı görüşünde. Seçim tarihini hükümet belirliyor ve Cumhurbaşkanı hükümetin belirlediği tarihi onaylıyor.Cumhurbaşkanı Joachim Gauck ilerleyen yaşını gerekçe göstererek ikinci kez bu göreve aday olmayacağını belirtmişti. 12 Şubat’ta yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Hristiyan Birlik partileri (CDU/CSU) ile Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) adayı olan Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier’in seçileceğine kesin gözüyle bakılıyor.
2016'da ardı ardına gelen krizler nedeniyle Türkiye-Almanya ilişkilerinde tansiyon yükseldi. 2017 Şubat ayında cumhurbaşkanlığı, Mart ve Mayıs aylarında üç eyalette mahalli ve Eylül ayında ise genel seçimlerin yapılacağı Almanya ile iç gerilimlerin sürdüğü Türkiye arasındaki ilişkilerin iyiye mi kötüye mi gideceği sorusun cevabını kestirmek şu an için zor.
Taraflar diplomatik kanallardan birbirlerine güven tesis etmeye çalışsa da, geçen yılın olumsuz etkilerinin süreceği tahmin ediliyor. Sığınmacıların yoğun şekilde Almanya’ya geldiği 2015 sonbaharında Başbakan Angela Merkel, Türkiye'yi sekiz ay içinde beş defa ziyaret etmişti. Sıkı bir işbirliği sürecine giren ikili ilişkiler, önce 31 Mart’ta Alman komedyen Jan Böhmermann’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik tartışmalı şiiri nedeniyle gerildi.
Sonrasında 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddialarını içeren karar tasarısının 2 Haziran’da Federal Meclis’te kabul edilmesi Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkileri büyük oranda sarstı. Türkiye buna tepki olarak İncirlik Üssü’nde bulunan Alman askerlerini ziyaret etmek isteyen Alman parlamenterlere uzun süre izin vermedi.
Ankara, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Alman siyasetçilerin yetersiz tepki gösterdiğini savundu. Köln'de 31 Temmuz’da düzenlenen ‘Darbeye karşı Demokrasi Mitinginde’ Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın telekonferans yoluyla vatandaşlara seslenmesinin engellemesi de tepki yarattı. Alman hükümeti darbe girişiminden sonra en az 35 diplomatik pasaport hamilinin Almanya’ya iltica talebinde bulunduğunu açıklarken, iltica edenleri iade etmeyeceğini duyurdu. Almanya Dışişleri Bakanı Steinmeier, 15 Kasım’daki Ankara ziyaretinde, Türk tarafının ‘Berlin PKK’ya destek veriyor’ suçlaması ile karşı karşıya kaldı.
Amerika'nın Sesi Berlin-Ankara hattındaki gerilimi, Türk-Alman Eğitim ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı (TAVAK) Başkanı Prof. Faruk Şen ile konuştu. "Tehditler iki tarafa da faydalı olmaz” diyen Şen'e göre ilişkilerin bozulmasında iki ülkenin de payı var.
TAVAK Başkanı, tüm iç baskılara rağmen pragmatik bir politika izleyerek Türkiye ile anlaşma zemini arayan Merkel’in başbakanlığının sürecek olmasının, ikili ilişkilerin geleceği açısından faydalı olacağı görüşünde.
Almanya 2017 yılını seçimlerle geçirecek. 12 Şubat'ta cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak, ardından 26 Mart'ta Saar, 7 Mayıs'ta Schleswig-Holstein ve 14 Mayıs'ta Kuzey Ren Vestfalya eyaletlerinde eyalet seçimleri yapılacak. Eylül ayında ise Federal Meclis seçimi gerçekleşecek. Yapılan kamuoyu araştırmaları ve analizler Başbakan Angela Merkel’in Eylül sonrasında da koltuğunu koruyabileceğini gösteriyor.
Geçen 2016 senesinde AB genelinde yapılan iltica başvurularının üçte ikisi Almanya'ya yönelik oldu. Avrupa İstatistik Kurumu’nun (Eurostat) verilerine göre, 2016 yılının ilk üç çeyreğinde 28 AB ülkesine 988 bin sığınma başvurusu yapıldı. Bunlardan Eurostat’a göre 612 bin, Federal İçişleri Bakanlığı’nın kendi verilerine göre ise en az 658 bin sığınma başvurusu Almanya’da işleme alındı. AB genelinde toplam 756 bin iltica başvurusu karara bağlanırken, Almanya’da sonuca bağlanan iltica talebi sayısı 420 bin olarak açıklandı. AB içerisinde Almanya’nın ardından en çok sığınma başvurusu alan ülke 85 bin kişiyle İtalya olurken, onu 63 bin sığınma başvurusuyla Fransa takip etti. Yunanistan ise 30 bin sığınma başvurusu aldı. Öte yandan Almanya'ya sığınma başvurusunda bulunan yaklaşık 55 bin kişi, geçen yıl içinde gönüllü olarak ülkesine dönerken, iltica başvurusu reddedilip zorla sınır dışı edilenlerin sayısı ise 25 bin olarak belirlendi.
Sınırdışı merkezleri kurulsun önerisi
Bu arada Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, iltica başvurusu kabul edilmeyen sığınmacılar için 'sınırdışı merkezleri' kurulmasını önerdi. Söz konusu merkezlerin havalimanlarının yakınlarında kurulabileceğini belirten bakan, Almanya'ya sığınmacı olarak gelen ancak iltica başvurusu kabul edilmeyenlerin bir an önce geldikleri ülkelere geri gönderilmesinin Almanya'nın iç güvenliğin artırılabilmesi açısından önemli olduğunu açıkladı. Noel’den önce yapılan ve 12 kişinin ölümüyle sonuçlanan Berlin saldırısının faili Anis Amri'nin Almanya'ya sığınmacı olarak geldiği ancak iltica başvurusu kabul edilmediği halde ülkesi Tunus'a geri gönderilemediğinin ortaya çıkması daha sıkı önlemler alınması yönünde taleplere yol açmıştı.
Köln polisine 'Nafris' tepkisi
Bu arada Köln Emniyet Müdürlüğü'nün Twitter hesabından yılbaşı gecesi yapılan paylaşımlarda Kuzey Afrikalı sığınmacılara atfen kullandığı 'Nafris' tabiri ile ilgili tartışmalar giderek büyüyor. Geçtiğimiz yıl Köln‘de ana istasyon ve Köln Katedrali'nin çevresinde yaşanan cinsel taciz olaylarının ardından bu yıl yılbaşında güvenlik güçlerinin aldığı önlemler kapsamında 1700 polis memuru yüzlerce genç erkeğe polis kontrolü uyguladı, 16'sı Alman olmak üzere yaklaşık 100 kişiyi gözaltına alındı. Polis bir tweetinde, “Merkezi tren istasyonunda yüzlerce Nafris kontrolden geçirildi” bilgisini paylaştı. 'Nafris' tabiri, Almanca 'Kuzey Afrikalı' anlamına gelen 'Nordafrikaner' kelimesinin kısaltması. Yeşiller Eş Başkanı Simone Peters, polisin köken ve ten rengine göre genel bir şüpheli profili oluşturmasını ‘ırkçılık‘ olarak tanımlarken, Sol Parti de, “İnsanların kökenine göre bir güvenlik konsepti geliştirmesi kabul edilemez” şeklinde bir açıklama yaptı. Köln polis teşkilatı sözcüsü gelen tepkiler üzerine, polisin kendi mesajlaşmasında kullandığı tabirin kamusal alana yansımasından ötürü özür diledi.
Hazreti İsa'nın doğumunun kutlandığı Noel Almanya’da en kutsal bayram olarak kabul ediliyor. Normal şartlarda Almanya’ya özgü çok sakin ve sükunet içinde geçen bayramda bu kez, Berlin’de 12 kişinin öldüğü, 48 kişinin yaralandığı Noel Pazarı saldırısı güncelliğini korumaya devam ediyor.
Olayın muhtemel faili olan Anis Amri'nin İtalya'nın Milano şehrinde bir çatışma esnasında polis tarafından vurulmasından sonra konu çeşitli boyutlarıyla ele alınıyor. Terör saldırısının hemen ardından başlayan tartışmalarda, saldırı ile bağlantılı güvenlik hataları ve sığınmacı siyasetine yönelik eleştiriler ağır basıyor.
Yapılan yorumlarda Anis Amri olayında yapılan polis kaynaklı hatalar ön plana çıkarılarak, Almanya'daki kurumların sığınmacıları kontrol edemediği savunuluyor. Amri’nin 2015’te Almanya’ya sığınma talebinde bulunduğu, ancak bu talebin geri çevrildiği, Ağustos ayında da sahte kimlik belgeleri nedeniyle gözaltına alındıktan sonra serbest bırakıldığı ve Berlin’de radikal İslamcı çevrelerle bağlantı kurmasının engellenmediği tespit edilmişti.
Bu hatalar zincirinin, güvenlik açısından tek sorununun yüzbinlerce sığınmacının kontrolsüz bir biçimde Almanya'ya girmesinin olmadığını gösterdiğini, sığınmacıların Almanya'da iken ne yaptıklarının da üzerinde durulması gerektiğini belirten analizciler, özellikle radikal İslamcı olma şüphesi altında bulunan sığınmacıların bir eyaletten diğerine geçmelerinin kontrol altına alınmasını talep ediyorlar.
Amri'nin öldürülmesinden sonra bir açıklama yapan ve Almanya'da saldırıya ilişkin soruşturmanın devam edeceğini ve güvenlik güçlerinin bu yönde çalışmalarını sürdüreceğini vurgulayan Başbakan Angela Merkel, olayın tüm yönlerinin araştırılacağını, ihtiyaç duyulan yerlerde gerekli siyasi veya yasal değişikliklerin yapılacağını aktardı.
Joachim Gauck Cumhurbaşkanı sıfatıyla yaptığı son Noel konuşmasında, mülteci siyasetine ilişkin tartışmalara dikkat çekti. Gauck, “Özellikle terör saldırılarının yaşandığı bir dönemde toplumdaki çatlakları derinleştirmemeli, ne belirli bir grubun tamamını şüpheli ne de siyasetçilerin hepsini suçlu ilan etmeliyiz” dedi.
Öte yandan saldırıyla birlikte aşırı sağcı ve sağ popülist çevreler, Başbakan Angela Merkel’in ülkenin kapılarını sığınmacılara açmakla Almanya’da güvenliğin tehlikeli boyutlara ulaşmasına yol açtığı suçlamasında bulunmayı sürdürüyorlar. Sağ popülist parti Almanya için Alternatif (AfD) mensubu üst düzey bir politikacının paylaştığı Twitter mesajında Berlin’deki saldırıda yaşamını yitirenler için, “Bunlar Merkel’in ölüleri” ifadesini kullandı.
Daha önceki dönemlerde her yıl için alınacak sığınmacı sayısında ‘üst sınır’ saptanmasında ısrar eden CSU Genel Başkanı ve Bavyera Eyalet Başbakanı Horst Seehofer, daha bu kanlı saldırının ardında kim veya kimler olduğunu beklemeden, “Almanya göç ve güvenlik politikasını yeniden gözden geçirmeli. Günümüz koşullarına göre yeniden düzenlemelidir” şeklinde görüş belirtmişti.
Almanya Türk Toplumu eski başkanı Kenan Kolat, konunun işleniş biçiminin kamuoyunda provokasyonlara yol açabilecek bir yol aldığını ve mültecilere yönelik saldırılar yapılması ihtimalinden korktuğunu belirtiyor.
Türk ve Müslüman temsilcilerinin Berlin saldırısı sonrasında Alman toplumuyla başarılı bir dayanışma sergilediğini savunan Kolat, Alman siyasetçilerin açıklamalarıyla bu dayanışmayı kabullendiklerini ifade etmelerini istiyor.
Berlin’in dünyaca ünlü Kurfürstendamm Bulvarı'ndaki Noel Pazarı’na bir TIR’la düzenlenen ve en 12 kişinin yaşamını yitirdiği terör saldırısını kimin gerçekleştirdiği ve olayın ayrıntıları hala bir muamma. Pazartesi gecesi saldırının hemen ardından gözaltına alınan Pakistanlı şüphelinin serbest bırakılmasından sonra, dünden bu yana olayın faili olabileceği iddia edilen Tunuslu Anis Amri'nin Avrupa genelinde aranmasına devam ediliyor.
Saldırıyı IŞİD terör örgütü üstlenirken, Alman güvenlik makamlarının açıklamalarına göre, saldırının yapıldığı TIR’ın şoför mahallindeki yer döşemesinin altında geçici oturma izni ve kapısında da el izleri bulunan Anis Amri‘saldırının olası faili’ olarak aranıyor. Alman güvenlik makamları 1992 doğumlu Amri’nin 2015’te Almanya’ya sığınma talebinde bulunduğunu, ancak bu talebin geri çevrildiğini, Ağustos ayında da sahte kimlik belgeleri nedeniyle gözaltına alındıktan sonra serbest bırakıldığını ve Berlin’e geldiğinin tespit edildiğini açıkladılar.
Yetkililer zanlının ‘tehlikeli ve silahlı’ olabileceğini, yakalanması için ihbarda bulunacak kişilere 100 bin Euro ödül verileceğini de duyurdu. Ancak Amri'nin çeşitli istihbarat servisleri tarafından aylarca izlenmesine karşın, eğer yaptıysa nasıl saldırıyı düzenleyebildiği ve olay sonrasında kaçmayı nasıl başardığı konusunda net bir bilgi verilmedi. Almanya’ya gelmeden bulunduğu İtalya'da bir göçmen merkezini kundaklamak ve uyuşturucu nedeniyle bıçaklı bir kavgaya karışmaktan hapis cezası alan Amri’nin polisle teması olmasına ve istihbaratın radarına girmesine karşın, Berlin’de izlenmemiş olması da eleştiriliyor.
Bu arada saldırının ardından Noel pazarı yeniden açıldı. Polis başka muhtemel bir saldırıyı önlemek için pazarın çevresine bariyerler yerleştirdi.
Merkel eleştirilerin odağında
Berlin’deki kanlı terör saldırısının faili veya failleri kesin olarak tespit edilmeden, Başbakan Angela Merkel’in mülteci ve iç güvenlik politikaları da eleştirilerin odağında. Berlin’deki siyasi gözlemciler, terör eylemini gerçekleştiren kişinin sığınmacı çıkması durumundabunun Alman siyaseti, özellikle de Başbakan Merkel üzerinde olumsuz etkisi olacağını, hatta yaşanan saldırının ardından Merkel'in siyasi geleceğinin tehlikede olduğunu iddia ediyor. Başta Almanya için Alternatif Partisi’den (AfD) olmak üzere çok sayıda muhafazakar ve aşırı sağcı siyasetçi, sığınmacıların ve özellikle de radikal İslamcı olma şüphesi altında bulunanların Almanya’ya gelmesinden Merkel’i sorumlu tutuyor.
Merkel’i eleştirenler arasında koalisyon ortağı Hristiyan Sosyal Birlik’in (CSU) Genel Başkanı ve Bavyera Başbakanı Horst Seehofer’in ilk sıralarda yer alması Merkel'in mülteci politikasının, genel seçimlerin yapılacağı 2017’de sert fırtınalara maruz kalacağının işareti olarak yorumlanıyor. Berlin Türk Toplumu Başkanı Bekir Yılmaz, Merkel’in terör saldırısı ve gelen sert eleştirilere rağmen ‘açık toplum’ yaklaşımından vazgeçmemesini ‘takdire şayan bir tavır‘ olarak niteliyor ve bu çizgisini sürdüreceğini umut ediyor.
Bekir Yılmaz Noel pazarı saldırısının kamuoyu üzerindeki etkisinin nasıl olacağını şu anda kestirmenin zor olduğunu belirtiyor ve olayın failinin belli olmadan Müslümanları genelleştirerek, töhmet altında bırakan açıklamaları‚ ileriye yönelik olumsuz bir atmosferin habercisi olarak yorumluyor.
Berlin'de Pazartesi akşamı Noel pazarına gerçekleştirilen TIR saldırısı ile bağlantılı olarak polis, yeni bir şüphelinin ülke çapında arandığını duyurdu. Söz konusu kişinin TIR’ın şöför mahallinde kimliği bulunan Tunus vatandaşı Anis A. olduğu açıklandı. Anis A.’nın kimliğindeki verilerden Tunus'un Tataouine kentinde 1992’de doğduğu anlaşılırken, Almanya’ya mülteci olarak girdiği ve farklı iki isim kullandığı, Kuzey Ren Vestfalya eyaletindeki bir sığınmacı yurdunda kaldığı haber verildi. Binlerce polisin ve özel güvenlikçilerin görev aldığı operasyon kapsamında Anis A.’nın ele geçirileceğini umut ettiklerini açıklayan bir Federal Kriminal Dairesi yetkilisi, zanlının daha önceden poliste adam yaralamaktansabıkası olduğunu ve bu yüzden parmak izlerinin de bulunduğunu duyurdu.
Buna rağmen Alman basınında ve kamuoyunda korkulan, failin Berlin benzeri ya da başka bir yöntemle yeni bir saldırı gerçekleştirme olasılığı. Berlin’in Kurfürstendamm Bulvarı üzerinde kurulu Noel Pazarı’na dalan ve en az 12 kişinin ölümüne neden olan TIR’ı gasp etmek ve kullanmakla suçlanarak gözaltına alınan 23 yaşındaki Pakistan vatandaşı sığınmacı Navid B. soruşturma sonucunda suçsuz olduğunun anlaşılmasından sonra dün akşam serbest bırakılmıştı. Öte yandan IŞİD terör örgütü Berlin saldırısını üstlenen bir açıklama yaptı. IŞİD’e yakın Amak Haber Ajansı üzerinden yapılan açıklamada, Berlin’deki saldırının IŞİD tarafından gerçekleştirildiği öne sürüldü. Alman güvenlik birimleri yazıda, failin isminin ve saldırıya dair ayrıntılarının eksik olması nedeniyle açıklamaya kuşkuyla baktıklarını açıkladılar.
Merkel'e eleştiri
Bu arada saldırganın muhtemelen Müslüman kökenli olması ihtimali Alman iç politikasında mülteciler ve İslam’la ilgili tartışmaları alevlendirdi. Berlin‘deki saldırının ayrıntıları daha netleşmeden Başbakan Angela Merkel’in mülteciler politikalarına yönelik aykırı sesler yükselirken, Merkel’in koalisyon ortağı Hristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU) lideri ve Bavyera Başbakanı Horst Seehofer, "Tüm göç ve güvenlik politikalarımızı gözden geçirmek ve yeniden düzenlemek durumundayız” diye konuştu. Almanya için Alternatif Partisi (AfD) Genel Başkanı Frauke Petry’nin hayat arkadaşı ve AfD’nin Kuzey Ren Vestfalya eyalet teşkilatı başkanı Marcus Pretzell, terör saldırısının hemen ardından Twitter hesabından, "Alman hukuk devleti ne zaman hesap soracak? Bu lanet iki yüzlülük ne zaman sona erecek. Bu ölüler Merkel’in ölüleridir" diye paylaşımda bulundu. Ülkenin çeşitli kentlerinde dünden bu yana aşırı sağcı ve ırkçı grupların mültecilere yönelik protesto gösterileri düzenlemesi dikkat çekerken, terör saldırısının Müslüman bir kişinin yaptığının kesinleşmesi halinde daha da sertleşmesi beklenen tartışmaların ülkede yerleşik göçmenleri de olumsuz etkileyeceği tahmin ediliyor.
erlin’de bir kamyonun kentin dünyaca ünlü Kurfürstandamm Bulvarı’nda kurulu Noel pazarına dalması sonrasında en az 12 kişi öldü ve en az 50 kişi de yaralandı.
2. Dünya Savaşı’nda yıkılan ve savaşın simgesi olarak o şekilde tutulan Kaiser Wilhelm Katedrali’nin altında kurulan geleneksel Noel Pazarı’ndaki kalabalığa, damperli bir kamyonun büyük bir hızla daldığını doğrulayan Berlin polisi, kamyonun insanları altına alarak 50 metre kadar ilerlediğini ve pazarda büyük bir kaos yaşandığını açıkladı.Polis yetkilileri Polonya plakalı kamyonu kullanan kişinin olaydan hemen sonra kaçmayı başardığını ve daha sonra yakalandığını, bir lojistik firmasına ait olduğu tahmin edilen kamyonda bulunan ve şoförün yanında oturan bir diğer kişinin ise ölü olarak ele geçirildiğini bildirdi.
Yakalanan şoförle ilgili açıklama henüz yapılmadı. Alman basınında çıkan bazı haberlerde ise kamyon şofürünün kalp krizi geçirmiş olabileceği ihtimali de dillendirildi. Olay yerine gelen Berlin Eyaleti Başbakanı Michael Müller, yaşananları ‘dramatik’ olarak tanımlarken, polis sözcüsü elde edilen ilk veriler nedeniyle olayın bir terör saldırısı olduğu ihtimalinden yola çıktıklarını açıkladı.
Olayın yapılış şekli IŞİD'e bağlı bir teröristin Fransa’da Nice'teki terör saldırısını akıllara getirdi.Nice'in kordon boyunda hızla sürdüğü kamyonu Bastille Günü'nü kutlayan kalabalığın içine sokmuş, 86 kişi ölmüştü. Berlin’de görgü tanıklarının ilk açıklamalarına göre, kamyonun Noel pazarına dalması esnasında bir patlama da duyuldu, ancak polis patlama olduğu yönündeki bilgileri doğrulamadı.
Almanya Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Hans-Georg Maassen daha bugün yaptığı bir konuşmada, Almanya'daki terör tehlikesinin “hâlâ çok yüksek” olduğunu açıklamış ve özellikle Suriye ve Irak'tan Avrupa’ya dönen cihatçılarla ilgili endişe duyduklarını belirterek "Dönenlerin çoğu saatli bomba gibi" ifadesini kullanmıştı.
Hafta sonunda Alman basınında çıkan haberlerde 12 yaşındaki Irak kökenli bir Alman bir çocuğun Ludwigshafen’daki bir Noel pazarına taşıdığı sırt çantasında bulunduğu söylenen çivi bombalı patlayıcılarla bombalı saldırısı düzenlemeye çalıştığı ve oradan geçen bir kişinin durumu polise haber vermesi sonrasında yakalandığı haber verilmişti.
2015’i 2016’ya bağlayan yılbaşı gecesi terör ihbarları nedeniyle Almanya’nın bütün büyük şehirlerinde sıkı güvenlik tedbirleri alınmıştı. Her yıl yaklaşık 1,5 milyon kişinin katıldığı Berlin'deki yeni yılı kutlama şenliklerine katılanların sırt çantasıyla meydana girmelerine izin verilmemişti. Terör saldırısı tehlikesi Brüksel'deki Noel ve yılbaşı kutlamaların iptal edilmesine, Paris'te de dar çaplı kutlama yapılmasına yol açmıştı. Aynı şekilde Almanya'da bu yıl Temmuz ayında arka arkaya gelen terör eylemleri büyük tedirginliğe ve paniğe yol açmıştı. İran kökenli bir saldırganın Bavyera eyaletinin Münih kentinde bulunan bir alışveriş merkezine düzenlediği saldırıda 9 kişi yaşamı yitirmiş, yine Bavyera Eyaleti'ndeki Ansbach kentinde düzenlenen "Ansbach Open" adlı müzik festivalinin yapıldığı festival alanına düzenlenen terör eyleminde ise saldırgan Suriyeli terörist yaşamını yitirmiş, 12 kişi ise ağır yaralanmıştı.
İstanbul Lisesi'nde Noel ve Hristiyan kültürü konusunun işlenmesinin yasaklandığı iddiaları Almanya-Türkiye ilişkilerinde yeni bir gerilime neden oldu. Çok sayıda Alman politikacı Noel yasağı iddialarına sert tepki gösterirken, İstanbul Lisesi yönetimi iddiaları yalanladı.
Alman basınında dünden bu yana çıkan haberlerde, İstanbul Lisesi yönetiminin, okulun Alman öğretmenlerine gönderdiği bir e-mailde, Noel adetlerinin aktarılmasını ve Noel’e dair şarkıların söylenmesini yasakladığı, ayrıca Almanya’nın İstanbul Başkonsolosluğu’nda yapılan Noel kutlamalarına okul korosunun katılmasının da engellendiği öne sürülmüştü.
İddialar üzerine yazılı bir açıklama yapan İstanbul Lisesi yönetimi, "Alman basınında yer alan İstanbul Erkek Lisesi’nde Alman öğretmenlerin dini bayramları olan Noel hakkında bazı yasaklamaların yapıldığına dair yorumlar gerçeği yansıtmayan bir algı operasyonunun malzemesi haline dönüştürülmek istenmektedir" denildi ve "Okul içinde Alman ve Türk öğretmenlerin, tüm öğrenci ve personelimizin en doğal hakkı olan inanç özgürlüğünü kısıtlayan hiçbir yasaklama söz konusu değildir" şeklinde bir açıklama yapıldı.
Ancak Alman basınında çıkan yeni haberlerde, okulda görev yapan çok sayıda Alman öğretmenin Noel konusunun işlenmemesi yönünde talimat aldıklarını doğruladıkları öne sürüldü. İstanbul Erkek Lisesi olarak da tanınan İstanbul Lisesi, Almanya açısından “yurtdışındaki Alman okulu” statüsünü taşıyor. 1957 yılından bu yana Almanca eğitim de veren okulda görev yapan 35 Alman öğretmen, Federal Dışişleri Bakanlığı tarafından finanse ediliyor. Söz konusu haberler üzerine bir açıklama yapan Dışişleri Bakanlığı, "İstanbul Lisesi yönetiminin aldığı sürpriz karar anlaşılır gibi değil. Uzun bir Türk-Alman geleneği geçmişine sahip olan okulda, Noel öncesinde kültürlerarası alışverişe bu yıl ara verilmiş olması yazık" ifadeleri kullanıldı ve konu hakkında Türk yetkililerle görüşmeler yapılacağı açıklandı.
Bu arada eski Federal Savunma Bakanı ve CDU/CSU Federal Meclis Grubu Başkanvekili Franz Josef Jung, Almanya’nın İstanbul Lisesi’ne mali katkıda bulunduğunu hatırlatarak, Noel yasağı iddilarını "Kabul edilemeyecek bir durum" olarak niteledi ve konuya Ankara’daki üst düzey yetkililerin el koymasını istedi.
İstanbul Lisesi’ndeki Noel yasağı iddiası konusunda, "Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ülkeyi hoşgörüsüz, muhafazakar İslamcı bir yola sokmak istemesinin bir başka kanıtı" diyen Hristiyan Demokrat CDU'nun iç politika sözcüsü Wolfgang Bosbach da Alman hükümetinin konuya sert tepki göstermesini istedi. Yeşiller Partisi Eş Genel Başkanı Cem Özdemir ise Hristiyanların Türkler ve Müslümanlar'dan çok önce Anadolu topraklarına geldiklerini belirterek, "Eğer Cumhurbaşkanı Erdoğan, Noel şarkılarını bile kendi iktidarı açısından tehdit olarak görüyorsa, geride kalan etnik ve dini çeşitliliği de yok etmeyi hedefliyordur" dedi. Yeşiller Partisi Dış Politika Sözcüsü Omid Nouripour ise Alman hükümetinin konuyu Türk hükümetiyle görüşmesini, gerekirse okula yapılan maddi desteği kesmesini istedi.
Öte yandan geçtiğimiz günlerde Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne bağlı olarak Almanya’da görevli imamların “casuslukla” suçlanmasından sonra, 31 yaşındaki bir kişinin Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) adına Kürtler'e karşı ajanlık yaptığı iddiasıyla tutuklandığı bildirildi. Karlsruhe’de bulunan Federal Savcılık’ın isteği üzerine Hamburg polisi tarafından tutuklanan kişinin gazeteci sıfatıyla bir yıl önce Almanya'ya geldiği ve ajanlık faaliyeti yürüttüğü, ayrıca Almanya’daki bazı Kürt derneklerinin yöneticilerine yönelik suikast planladığı şüphesi üzerine önce gözaltına alındığı ardınan da tutuklandığı haber verildi. Alman medyasında çıkan haberlerde, ülkede yaklaşık 6 bin MIT ajanının olduğu öne sürülmüştü.
Bu arada Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne bağlı imamların MİT adına casusluk yaptıkları ve camilere gelen muhalifler hakkında rapor tuttukları ve Ankara’ya bildiridikleri iddiaları ile ilgili olarak Yeşiller Partisi Federal Meclis Milletvekili Volker Beck suç duyurusunda bulundu. Beck, Federal Savcılığa DİTİB’e bağlı imamların faaliyetleri hakkında birçok belge verdiğini açıklayarak, casusluk iddialarının aydınlatılması gerektiğini savundu. Sol Parti Federal Meclis Grubu Eşbaşkanı Sahra Wagenknecht ise imamların Almanya’da eğitim görmeleri gerektiğini bildirerek, Türkiye’den görevli gelen imamların bir an önce geri gönderilmeleri konusunda Alman hükümetine çağrıda bulundu.
Almanya, Avusturya sınırında yeniden sınır kontrollerine başlayacağını duyurdu. Buna göre Bavyera eyaleti ile Avusturya sınırında 15 Aralık 2016 tarihinden itibaren 24 saat aralıksız sınır kontrolleri yapılacak ve Schengen vizesi olanlar da komşu ülkeden Almanya'ya serbestçe giremeyecek. Yetkililer Schengen vizesi ile Almanya‘daki havaalanlarından yapılan girişlerde herhangi bir değişiklik olmayacağını, ancak Avusturya üzerinden tren veya karayolu ile gelen Türk vatandaşları da dahil herkesin Bavyera‘da pasaport kontrolüne tabi tutulacağını duyurdu. Konuyla ilgili açıklamada, sınırdaki tren istasyonlarının yanısıra A3 numaralı otoyol ile Avusturya’nın Salzburg kentine uzanan A8 ve İtalya yönüne giden A93 numaralı otoyollardaki sınır kapılarında aralıksız olarak kontrollerin başlayacağı belirtildi.
Bavyera Eyaleti İçişleri Bakanı Joachim Herrmann, mülteci krizinin büyük ölçüde aşılmış olmasına rağmen ülkenin güvenliği açısından bu kontrollerin gerekli olduğunu kaydetti. Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere de, AB ülkelerinin dış sınırlarının teröristlere ve kaçakçı çetelere karşı tümüyle güvenli olmadığı sürece Almanya-Avusturya sınırında kontrollerin sürmesine alternatif görmediğini ifade etti. Almanya geçen yıl Eylül ayında, mültecilere sınırların açılmasının ardından göç dalgasının boyutunun beklediği oranları aşması üzerine önlem olarak AB ülkeleri arasında serbest dolaşıma izin veren Schengen Anlaşması’nı geçici olarak askıya almış ve Avusturya sınırında kontrol başlatmıştı. Schengen Anlaşması, sınır kontrolünün ancak geçici süreyle ve kamu güvenliği nedeniyle yapılabileceğini öngörüyor. Bu kararın ardından Avusturya hükümeti de, sığınmacı akını nedeniyle Schengen Anlaşması’nı askıya aldıklarını açıklamış ve Macaristan, İtalya, Slovakya ve Slovenya sınırlarında geçici olarak kontrollere başlamıştı.
Bu arada Hristiyan Demokrat Birlik Partisi'nin (CDU) Essen'deki genel kongresinin ikinci ve son gününde iltica politikası ve Türkiye ile ilişkiler gündemi belirlerdi. Çok sayıda delege Başbakan Angela Merkel’i liberal mülteci politikalarından dolayı eleştirirek, konuyla ilgili tutumunu değiştirmesini talep etti. Merkel dün yaptığı konuşmada izlediği mülteci politikasını savunurken, sığınmacıların denizlerde boğulmalarına seyirci kalınamayacağından söz etmiş ve Türkiye ile yapılan mülteci anlaşmasına değinerek bu anlaşmanın Kuzey Afrika ülkeleri ile benzer anlaşmalara bir örnek teşkil ettiğini kaydetmişti.
Öte yandan kurultayda oylanan bir önerge ile Almanya’da çifte vatandaşlığın kaldırılması konusunda karar alındı. CDU’lu delegeler büyük çoğunlukla 2014’de kaldırılan ve Almanya’da doğup büyüyen yabancı ailelerin çocuklarına 21 yaşına kadar iki vatandaşlıktan birine karar vermesi şartını öngören modelin geri getirilmesi yönünde oy kullandılar.
Kurultayda Türkiye konusunda verilen önerge kabul edildi
Kurultayda Türkiye konusunda verilen bir önerge de kabul edildi. CDU’lu delegeler "Türkiye gibi önemli bir stratejik ortak tarafından en önemli temel haklar olan düşünce, basın, din ve toplanma özgürlüklerin kısıtlanması, askıya alınması ve ortadan kaldırması kabul edilemez" şeklindeki önergeyi onayladılar. Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki Gümrük Birliği’nin iptal edilmesini talep eden bölüm ise, delegenlerden sızan haberlere göre parti yönetiminin baskısı sonucu, önergeden son anda çıkarıldı.
Ludmila Dalaman
Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi’nin (CDU) Essen’de başlayan kurultayında Başbakan Angela Merkel, dokuzuncu kez genel başkanlığa seçildi. 2 yıl önce yapılan parti kongresinde oyların yüzde 97’sini alan Merkel bu kez yüzde 89,5 oy alabildi. Bundan tam 17 yıl önce CDU Genel Başkanlığı’na gelen Merkel’in, parti başkanlığına en az yüzde 90 oyla seçilerek, parti içindeki olası bir muhalefetin önünü kesmeyi hedeflediği tahmin ediliyordu. 11 yıldır başbakanlık görevini de yürüten ve 2017 federal seçimlerinde dördüncü defa başbakan adayı olan Merkel’in bugün aldığı düşük oy oranı, mülteci krizi sonrası parti içinden gelen eleştirilerle ilişiklendirildi.
Merkel’in konuşmasından satırbaşları
Merkel seçim öncesi yaptığı ve 80 dakika süren konuşmasında 2015 yaz sonunda yaşanan mülteci akımı ile ilgili durumu ‘tarihi bir insanlık dramı’ olarak tanımladı ve o dönemde Almanya’nın kapılarını açarak siyasi olarak doğru tavır koyduğunu, ancak bundan sonrası için benzer bir durumun tekrarlanmamasını hedeflediğini açıkladı. Mülteci akınının önüne geçilmesinde Türkiye ile AB arasındaki anlaşmanın tartışmasız belirleyici olduğunu savunan Merkel, “Anlaşma sayesinde her gün onlarca insanın canının kurtulduğunu unutmayın“ dedi ve anlaşmanın benzerinin Kuzey Afrika ülkeleri ile de imzalanması icin çaba göstereceğini bildirdi. Savaş ve şiddeten kaçan onbinlerce insanın Almanya’ya sığınmasını ve burada güvenli bir ortamda yeni bir yaşama baslayabilmelerinin gurur duyulması gereken bir durum olarak tanımlayan Başbakan, konuşmasında Suriye’deki içsavaşa da uzun bir yer ayırdı. “Halep’e yardım koridoru açmayı başaramamız utanç vericidir“ diyen Merkel, kamuoyunun bu konudaki sessizliğini de eleştirerek, “Serbest ticaret anlaşması TTIP konusunda yüz binler sokağa dökülüyor, ancak Suriye bu etkiyi oluşturmuyorsa doğru olmayan birşeyler var“ şeklinde görüş belirtti. Dünyanın ve özellikle Avrupa ülkelerinin asimetrik terör tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu ve ülkelerin bununla birlikte mücadele etmek zorunda kaldığını savunan Merkel, Rusya’nın Suriye Devlet Başkanı Esat’a verdiği desteği de sert sözlerle eleştirdi. Ükede yaşayan göçmenlere seslenen Almaya Başbakanı, uyuma alternatif olmadığını savunarak, anayasanın herkes için geçerli olduğunu ve ülkede yaşayan herkes tarafından da koşulsuz kabul edilmesi gerektiğini açıkladı. Merkel “Hukukumuz şeriattan üstündür“ diyerek, burka ve peçe usulü örtünmeye karşı olduğunu ve yasaklanması gerektiğini söyledi.
İslam ve mültecilerle ilgili pasajlar dikkat çekiyor
Kurultay için 2017 seçimleri öncesinde hazırlanan seçim önergesinde en çok tartışılan konuların başında, mülteciler ve İslam’la ilgili pasajlar geliyor. Önergede mülteci akınına ve Başbakan Merkel’in sınırları açmasına atfen “Geçen yıl yaşanan mülteci akını ve buna verilen tepki bir daha tekrar edilmemeli“ deniliyor ve Almanya sınırında transit bölgelerin oluşturulması isteniyor. Buna göre iltica başvurları reddedilen mültecilerin islemleri sınırlarda kurulacak kamplarda hızla yazılarak, sınırdışı edilebilecek. Önergede Akdeniz’de kaçak mülteci taşıyan gemilerin İtalya’ya varmadan durdurulması halinde, mültecilerin Kuzey Afrika ülkelerine geri gönderilmeleri de isteniyor. Önergede Almanya’da dinlerle bağlantılı inanç özgürlüğü vurgulanırken, kadınları tümüyle kapatan burkanın ve ayrıca çocuk evliliklerin de yasaklanması isteniyor. Tartışılan bir diğer önergede Milli Görüş ve benzeri İslamcı örgüt ve siyasi oluşumlara üye olanların CDU’ya üye olmalarının engellenmesi teklifi.
‘Öncü Kültür’ yeniden gündemde
Bu arada Almanya’da 1990’lı yılların sonunda büyük tartışmalara yol açan ve özellikle Türklerle Alman toplumunun arasını açan ‘öncü kültür’ kavramı CDU kurultayında oylanacak seçim bildirisinde yeniden yer alacak. Almanya’da yaşayan göçmenlerin Alman kültürünü benimsemeleri gerektiği tartışması konusu ilk kez gündeme geldiği dönemde çok sert tepkilere yol açmıştı. Çok kültürlü toplum yerine öncü kültür önerisinin uyumu değil, asimilasyonu hedeflediği, bunun özellikle Müslüman göçmenleri toplumdan uzaklaştıracağı uyarıları yapılmıştı. Siyasi yorumcular geçen yılki mülteci akını ve yabancı karşıtı Almanya için Alternatif Partisi AfD’nin güçlenmesi sonrasında CDU’nun öncü kültür kavramını yeniden gündeme getirdiğini belirtiyorlar. CDU kurultayında oylanacak önergeye göre öncü kültür, Almanların kültürel değerlerine saygının yanısıra, insan onuruna, demokratik hukuk devletine, sosyal pazar ekonomisine, AB üyeliğine ve İsrail’in varlığına saygı olarak tarif ediliyor.
CDU yükselişte
CDU kurultayında, genel başkanlık yarışının dışında 19 kişilik parti yönetim kurulu ve 62 kişilik parti meclisi de iki yıllık bir süre için yeniden belirlenecek. Öte yandan kamuoyu anketlerine göre CDU yükselişte. CDU yüzde 32,5 oy oranına ulaşırken altı aydır en yüksek desteği yakalamış oldu. Yeşiller ve Sol Partiyi geride bırakarak Alman siyasetinde üçüncü parti konumuna gelen ırkçı AfD yüzde 13,5, Sol Parti yüzde 11,5, Yeşiller yüzde 10 ve liberal FDP ise yüzde 5,5 oy oranı sahip. Almanların yarısından fazlası Merkel’in 4.kez başbakan olmasını arzuluyor. Merkel’in yeniden başbakan olmasını isteyenlerin oranı yüzde 55 düzeyinde. Almanların yüzde 39’u Merkel’i yeniden başbakan olarak görmek istemezken, CDU seçmenlerinin yüzde 92’si Merkel’i 2017 sonrasında da başbakanlık koltuğunda görmek istiyor.
Ludmila Dalaman
Almanya’da aralarında Türk kökenlilerin de bulunduğu bir grup avukat Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat hakkında, Uluslararası Ceza Hukukuna göre "Suriye’de insanlık ve savaş suçu işlediği" gerekçesiyle Federal Başsavcılık nezdinde suç duyurusunda bulunduklarını açıkladı.
Neonazi terör örgütü NSU davasının müdahil avukatlarından Mehmet Daimagüler, Seda Başay Yıldız, Serkan Alkan, Onur Özata ile iki Alman avukat, konuyla ilgili düzenledikleri basın toplantısında soruşturma açılmasının Esat için siyasi bir sinyal olacağını vurguladılar.
Esat hakkında uluslararası ceza hukukuna göre insanlık suçu ve savaş suçlarından soruşturma açılması yönünde Almanya’da şimdiye dek bir hukuki girişim olmadığını belirten avukatlar, suç duyurusunu, Halep’te Esat’ın askerlerinin bu yılın 26 Nisan-19 Kasım arasında işlediği iddia edilen suçlarla sınırlı tuttuklarını belirtti. Avukatlar suç duyurusunda 41 olayı belgeleyerek sıraladıklarını, hastanelerin ve okulların bombalandığını, bebek ve çocukların yanında çok sayıda sivilin öldüğünü belirttiler.
“Sivil halk bilerek rehin alınıyor, terörize ediliyor ve öldürülüyor, Halep’te bir soykırım işleniyor, buna karşı sessiz kalınması kabul edilemez” diye konuşan avukatlardan Serkan Alkan, Alman Başsavcılığının suç duyurusunu kabul edeceği yönünde ümitli olduğunu, çünkü yeterli kanıt, tanık ve görüntünün bulunduğunu vurguladı.
Suç duyurusunda en önemli tanıkların Almanya’ya sığınan Suriyeli mülteciler olduğunu savunan avukat Alkan, suç duyurusunu Avrupa Adalet Divanı’na yapmadıklarını, çünkü Suriye’nin bu divana taraf olmadığını, bu nedenle Almanya Federal Savcılığı’na yaptıklarını açıkladı.
Esat’a soruşturma açılmasının siyasi bir sinyal olacağını vurgulayan Serkan Alkan hukukçular olarak politik alanda baskı yapmak istediklerini, Alman siyasetçilerinin Suriye'de, özellikle de Halep’te insanlık ve savaş suçu işlendiğini çok iyi bildiklerini sözlerine ekledi.
Suriye ordusu ülkenin en büyük kenti, Türkiye sınırına yaklaşık 60 kilometre mesafedeki Halep'in kuzeydoğusunu tamamen ele geçirdi. Yaşanan çatışmalarda çok sayıda sivilin de hedef alındığı bildiriliyor. Birleşmiş Milletler, şiddetlenen çatışmalar nedeniyle binlerce sivilin kentten kaçmak zorunda kaldığını açıklamıştı.
Ludmila Dalaman
Avrupa Parlamentosu’nun, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki müzakerelerin dondurulması çağrısına Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türk hükümetinin sert tepkileri, Berlin ile Ankara arasında gerilimi yükseltti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oylama sonucu ile ilgili "Bana bak eğer daha ileri giderseniz bu sınır kapıları da açılır bunu da bilesiniz. Öyle kurusıkı tehditlerden ne ben anlarım ne de bu millet anlar, bunu da bilesiniz" sözleri Alman haber ajansları tarafından ‘Erdoğan’dan Almanya’ya tehdit’ başlığıyla acil haber olarak geçildi.
Federal Hükümet Sözcüsü Ulrike Demmer de haftalık basın toplantısında, "Tehditler iki tarafa da faydalı olmaz. Eğer sorunlar yaşanıyorsa, bunları birlikte konuşarak ortadan kaldırmamız daha iyi olur" dedi. Türkiye ile AB arasındaki mülteci anlaşmasını‚ ’ortak başarımız’ olarak niteleyen sözcü, anlaşmanın sürmesinin iki tarafında da çıkarına olacağını belirtti.
Türkiye'nin AB yolunda ilerlemesinin Alman hükümeti açısından büyük önem taşıdığını açıkalayan Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier'in sözcüsü Sawsan Chebli ise, ilişkilerin devamı konusundaki nihai kararın Türkiye'ye ait olduğunu ifade etti.
Almanya gerilimi yumuşatmaya çalışıyor
Berlin’deki siyasi gözlemcilerin çoğu, Ankara’nın AB ile yaptığı mülteci anlaşmasını sonlandıracağına inanmıyor ve anlaşmanın Türkiye'nin de çıkarına olduğunu savunuyor. Ancak ortak kanı Türkiye-Almanya ilişkilerinin yeniden kötü bir döneme girme tehlikesi ile karşı karşıya olduğu şeklinde.
Başbakan Angela Merkel’in Avrupa Parlamentosu’ndaki oylamadan bir gün önce Federal Meclis’te yaptığı açıklamada, "Her şeye rağmen Türkiye ile görüşmelerin kesilmesini istemiyoruz" ifadesini kullanması ve Türkiye ile sağlıklı ilişkilerin devam etmesinden yana olduğunu belirtmesi, Ankara’ya yönelik gerilimi yumuşatma niyetli sinyal olarak yorumlanıyor.
Gelişmeler Almanya’daki Türk toplumunun temsilcileri tarafından da yakından izleniyor. Avrupa Parlamentosu kararının Almanya ve Türkiye arasındaki ile ilişkileri riske sokmayı göze aldığını savunan Berlin Türk Cemaati Başkanı Bekir Yılmaz, oylama sürecinde Avrupa ülkelerindeki Türk lobisinin de hataları olduğunu savunuyor.
Bu arada Berlin’de hükümet çevrelerinde Türkiye ile ilişkilerde rahatsızlığa neden olan bir diğer gelişme, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Türk hükümetinin Almanya’nın PKK ve Fethullahçı gruplara karşı yeteri kadar mücadelede etmediği şeklindeki suçlamalar.
Ankara’dan gelen açıklamaların, Federal Meclis’te Ermeni soykırımı iddialarının onaylanması sonrasında sancılı hale gelen ilişkilerde ilerleme sağlanmasını daha da zorlaştıracağı ifade ediliyor. Alman basınına yansıyan haberlerde, Almanya’nın Ankara Büyükelçiliği’nin Dışişleri Bakanlığı nezdinde girişimde bulunarak, "Gerçekleri yansıtmayan ağır ithamların, ilişkilere zarar vermekte olduğu" şeklinde yazılı bir nota verdiği iddiaları yer almıştı.
Başbakan Merkel, söz konusu eleştirilerinin doğru olmadığını belirterek, Alman hükümetinin Avrupa'daki diğer ülkeler gibi teröre karşı mücadelede yükümlülüklerini yerine getirdiğini söylemişti.
Ludmila Dalaman
Aday olup olmayacağı konusunda aylardır spekülasyonlar yapılan Almanya Başbakanı Angela Merkel, geçen Pazar akşamı Berlin’de yüzlerce gazetecinin merakla beklediği basın toplantısında nihai kararını açıkladı ve ‘Evet, bir kez daha adayım ve 2021’e kadar Almanya’yı yönetmeye talibim’ dedi. Gelecek yıl Eylül ayında yapılacak genel seçimlere 10 ay var, ancak Berlin’de siyasi yorumcular Merkel‘in açıklaması ile Almanya’da seçim kampanyasınının başladığı görüşündeler. Merkel’in adaylığı ile gözler sosyal demokrat SPD’ye döndü.
SPD’de de kimin başbakan adayı olacağı konusu aylardır tartışmalı. Sosyal demokratlar sadece başbakan adayları değil, koalisyon ortakları tarafından Cumhurbaşkanı adayı gösterilen Frank Walter Steinmeier’in yerine Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturacak yeni ismin kim olacağı konusunda da zorlanıyor.
Aday olarak Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz’un adı geçiyordu, ancak son gelişmelerden sonra Schulz’un dışişleri bakanlığına sıcak bakmadığı, önümüzdeki genel seçimlerde SPD’nin başbakan adayı olmak istediği yönündeki haberler yoğunlaştı. Bugün AP'de düzenlediği basın toplantısında, son aylarda geleceğiyle ilgili çok fazla spekülasyon yapıldığını söyleyen Schulz, ‘Kararımı verdim, AP başkanlığı için üçüncü dönem aday olmayacağım. Gelecek yıl Almanya‘da Federal Meclisi seçimlerine partim adına katılacağım‘ dedi.
Gerçi Schulz başbakanlık adaylığı konusunda açıklama yapmadı, ama Berlin’de SPD içinde ibrenin Genel Başkan Sigmar Gabriel’den Martin Schulz’a döndüğü bilinen bir gerçek. SPD’nin önde gelen politikacıları Schulz’un Merkel’i yenebilmek için en uygun aday olduğunu uzun bir süredir dillendirmeye başladı. Gabriel’in kendi aday olabilmek için Schulz’a dışişleri bakanlığı teklifini götürdüğü ancak Schulz’un kabul etmediği haberi de geçen günlerde Alman gazetelerinde yer aldı. Siyasi çevreler Schulz’un AP Başkanı olarak çok başarılı bir dönem geçirdiğini ve ayrıca son Avrupa seçimlerinde elde ettiği başarıdan ötürü başbakan adaylığının SPD’nin şansını artıcağına ihtimal veriyorlar.
Schulz, Türkiye hakkında yaptığı sert açıklamalarıyla başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere Türkiye'den birçok kez tepki çekmişti. AP Başkanı bugün yapılan Türkiye oylaması öncesinde ise, Türkiye ile devam eden müzakerelerin kesilmesinden kimsenin kazancı olmayacağına işaret ederek, ‘Türkiye’de bazı şeylerin daha iyiye gitmesini sağlamak üzere elimizdeki önemli bir olanaktan mahrum kalırız‘ diye konuşmuştu. Kamuoyu yoklamalarında da SPD’nin adayı kim olsun sorusunda, Schulz diyenlerin oranı yüzde 29, Gabriel diyenlerin oranı ise yüzde 27.
Ludmila Dalaman
Almanya Başbakanı Angela Merkel 2017 Eylül ayında gerçekleştirilecek federal seçimlerde, partisi Hıristiyan Demokrat Birlik‘ten (CDU) tekrar başbakan adayı olacağını açıkladı.
Merkel, kararını CDU Parti Meclisi ve Yönetim Kurulu üyeleri ile paylaştığını, özellikle kendi partisinden ve kamuoyundan yükselen beklentiler karşısında konuyla ilgili sessizliğini bozmaya ve dördüncü kez aday olma karar verdiğini belirtti.
‘Kamuoyunun aylardır merak ettiği adaylık sorusunu, hep zamanı ve yeri gelince açıklarım diye yanıtladım. Şimdi ise cevap vermeden önce aday olup, olmamayı saatlerce, günlerce düşündüm. Ülkem ve partimin bana verdiklerini biraz olsun geri ödeyebilmek için bir kez daha aday olmaya karar verdim’ diyen Merkel, amacının Almanya’ya hizmet etmek olduğunu açıkladı.
‘Birçok konuda zor ve güven sorunu yaşanan bir zaman dilimindeyiz’ diyen Merkel, ‘böyle bir dönemde siyasi deneyimimi ve birikimimi halkımın hizmetine sunmamak gibi bir karar almaya hakkım olmadığını düşündüm’ şeklinde konuştu. Merkel 2017 genel seçiminin çok zorlu geçeceğini ve hem kendisine hem de Birlik Partileri’ne yönelik ağır siyasi saldırıların olacağını, bunun bilinciyle seçime gireceğini de söyledi.
Merkel’in bu sözleri son iki yıl içinde güçlenen ve girdiği tüm eyalet seçimlerinde başarılı sonuçlar alarak CDU’yu zorlayan mülteci ve İslam karşıtı Almanya için Alternatif AfD partisine yönelik olarak yorumlandı.
Başbakan Merkel’in bu açıklamasıyla Aralık ayında Essen şehrinde yapılacak CDU Kurultayı’nda iki yıllığına tekrar parti başkanlığına d aday olacağı, başkanlığa yüksek bir oyla seçilerek, parti içindeki olası bir muhalefetin önünü kesmeyi hedeflediği tahmin ediliyor.
Geçen hafta içinde CDU’nun kardeş partisi Hıristiyan Birlik CSU da Merkel’in adaylığını destekleyeceğini ve parti olarak arkasında olduğunu paylaşmıştı. CSU bir ara liberal mülteci politikasını değiştirmemesi durumunda, Merkel’e karşı kendi adayları ile seçime girebileceği tehdidinde bulunmuştu.
2008 küresel ekonomik krizi ve arından Yunanistan krizi, son yıllarda ise Ukrayna ve Suriye’deki çatışmalarda aldığı tutumla yıllardır dünyanın ‘en güçlü’, ‘en popüler’, ‘en sevilen’ liderler sıralamasında sürekli olarak ilk başta yer alan Merkel’i en popüler kılan olayların başında 2015 sonbaharında Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçen sığınmacılar konusunda izlediği ‘yumuşak politika’ geliyor. Geçen hafta içinde Berlin’e veda ziyaretine gelen ABD Başkanı Barack Obama da, Almanya’nın sığınmacılar politikasını överek, Almanların Merkel’in kıymetini bilmesi gerektiğine dikkat çekmiş ve Merkel’i uluslararası politikada çok güvenilir bir ortak olarak nitelendirmişti. Obama’nın ‘Alman olsaydım Merkel’i seçerdim’ demesi, CDU liderine büyük destek olarak yorumlandı.
Halkın yüzde 55'i Merkel'i istiyor
Kasım 2005 tarihinden bu tarafa Başbakanlık koltuğunda oturan Angela Merkel, aday olup yeniden hükümeti kurarsa, Almanya'nın en uzun süre (1982-1998) başbakanı olan Helmut Kohl'ün rekorunu egale etmiş olacak. Doğu Almanya kökenli olan Merkel’in siyasi kariyeri 1989 yılında, ‘Birleşik Almanya’nın doğum sancıları çektiği dönemde başlamıştı, o yıllarda Hıristiyan Demokrat Birliği CDU bünyesinde etkin siyasete atılan Merkel, 2000 yılından bu yana Hristiyan Demokrat Parti’nin Genel Başkanı. Yapılan son kamuoyu yoklamalarına göre, Almanların yarısından fazlası Merkel’in 4.kez başbakan olmasını istiyor. Merkel’in yeniden başbakan olmasını isteyenlerin oranı yüzde 55 düzeyinde. Almanların yüzde 39’u Merkel’i yeniden başbakan olarak görmek istemezken, CDU seçmenlerinin yüzde 92’si Merkel’i 2017 sonrasında da başbakanlık koltuğunda görmek istiyor.
Ludmila Dalaman
Stuttgart’ta 2003 yılından bu yana düzenlenen geleneksel Stuttgart Türk Alman Film Günleri’ SİNEMA’nın 14.sü bu akşam başlıyor. 20-27 Kasım 2016 tarihleri arasında gerçekleşecek olan SİNEMA Türk-Alman Forumu’nun (DTF) girişimleriyle, Robert-Bosch Vakfı ve Stuttgart Büyükşehir Belediyesi katkısıyla düzenleniyor. Delphi Arthaus Sineması’nda on bir film ve belgesel sunulacak. SİNEMA
Türk-Alman Forumu’nun (DTF) girişimleriyle, Robert-Bosch Vakfı ve Stuttgart Büyükşehir Belediyesi katkısıyla düzenleniyor.
Delphi Arthaus Sineması’nda on bir film ve belgesel sunulacak. Gösterilecek filmler arasındaToz Bezi, Ana Yurdu, Bulantı, Çırak, Dünyanın En Güzel Kokusu, Eksik, El Değmemiş Aşk, Haymatloz, Köpek, Mustang ve Saklı yer alıyor.Yaklaşık bin 500 ziyaretçinin beklendiği SİNEMA’nın açılışı yönetmenliğini Ahu Öztürk’ün üstlendiği, başrollerini Asiye Dinçsoy, Serra Yılmaz, Mehmet Özgür, Nazan Kesal’ın paylaştığı Toz Bezi ile yapılıyor.
Program
21.11. Pazartesi, saat 20.15
Saklı
Ardından Selim Evci ile söyleşi.
22.11. Salı, saat 20.15
Mustang
23.11. Çarşamba, saat 20.15
Köpek
Ardından Esen Işık ile söyleşi.
24.11. Perşembe, saat 20.15 Haymatloz – Exil in der Türkei
Ardından Eren Önsöz ile söyleşi.
25.11. Cuma, saat 18.30
Bulantı
25.11. Cuma, saat 20.15
Eksik
saat 21.30’tan itibaren mocca’da canlı müzik.
26.11. Cumartesi, saat 18.30
El Değmemiş Aşk
26.11. Cumartesi, saat 20.15
Ana Yurdu
Ludmila Dalaman
Başkanlık koltuğunu 20 Ocak 2017’de Donald Trump’a devredecek olan ABD Başkanı Barack Obama Berlin ziyaretinin son gününde Angela Merkel’in ev sahipliğinde düzenlenen zirvede, İngiltere Başbakanı Theresa May, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande ile İtalya ve İspanya’nın başbakanları Matteo Renzi ve Mariano Rajoy ile biraraya geldi.
Obama’nın AB liderleri ile görüşmelerinde ağırlıklı olarak Ukrayna ve Suriye’deki gelişmelerle ABD ile AB arasında imzalanması planlanan, ancak geniş kesimler tarafından reddedilen Transatlantik Serbest Ticaret Anlaşması (TTIP) ele alındı.
Zirve sonrasında yapılan açıklamada AB liderleri ve Başkan Obama’nın “Rusya, Minsk Anlaşmaları çerçevesinde tüm yükümlülüklerini yerine getirene kadar, Ukrayna ile ilgili Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımları devam ettirmeye karar verdikleri” belirtildi.
Açıklamada ateşkesin geride kalan dönemde süreklilik kazanmadığına vurgu yapan liderler, Rusya’nın bölgede güvenliği sağlaması ve ayrıca Rusya yanlısı Donetsk ve Luhansk bölgelerinde serbest seçimlerin yapılması gerektiğini dile getirdiler.
Suriye’deki duruma da değinen Obama ve diğer liderler, Rusya ile İran’ın desteğiyle Halep’e yapılan hava saldırılarını sert bir dille eleştirerek, şiddetin sona erdirilmesini ve işgal altındaki bölgelere Birleşmiş Milletler yardımlarının gönderilmesini talep ettiler. Açıklamada Suriye’deki savaşın diplomatik yollardan çözülmesine alternatif olmadığının altı çizilirken, şiddetin sürmesi halinde yeni sığınmacı dalgalarının engellenemeyeceği de vurgulandı.
Başkan Obama, AB liderleri ile zirvesinden sonra Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) Liderleri Zirvesi’ne katılmak üzere Peru’nun başkenti Lima’ya hareket etti.
Obama’nın ziyareti ve burada özellikle Başbakan Merkel’le temasları ile ilgili yapılan yorumlarda, ABD Başkanının görev süresince altıncı kez Almanya’ya gelmesi ve Avrupa’ya Berlin’den veda etmesi çok önemli siyasi bir sinyal olarak değerlendiriliyor.
Analizlerde, Obama ve Amerikan yönetiminin Almanya'yı, dünya politikasında sözsahibi olmaya çalışan Avrupa'nın motor gücü olarak algıladığı ve hem ekonomik hem de askeri olarak Almanya ile ortak stratejileri vazgeçilmez olarak gördüğü belirtiliyor.
Obama’nın Berlin’de verdiği mesajlarla Almanlar’ın seçimi kazanan Donald Trump hakkındaki endişelerini de dağıtmaya çabalaması bu kapsamda yorumlanıyor.
Federal Parlamento Yeşiller Partisi milletvekili Özcan Mutlu, Almanlar’ın Obama’yı çeşitli kamuoyu araştırmalarının da ispatladığı gibi çok sevdiğini, ancak ABD Başkanının 2008 yılında verdiği sözlerin büyük bir bölümünü yerine getiremediğini savunarak, geride kalan dönemi “hayal kırıklığı” olarak tanımlıyor.
Ludmila Dalaman
ABD Başkanı Barack Obama veda ziyaretinde bulunmak üzere geldiği Berlin’de Başbakan Angela Merkel’le görüştü. İlk olarak dün akşam saatlerinde Obama’nın kaldığı Adlon Hotel’de üç saat süren bir akşam yemeğinde buluşan iki liderin basına kapalı yapılan zirvesinin gündemi gizli tutuldu.
Obama, resmi temaslara ise bugün öğleden sonra Merkel’le başbakanlık binasında yaptığı görüşmeyle başladı. İki saat süren görüşmeden sonra Merkel ve Obama ortak bir basın toplantısıyla geçmiş dönemdeki işbirlirliklerini ve uluslararası konuları değerlendirdi.
Almanya ve ABD arasındaki ilişkilerin Obama döneminde “çok sıkı ve güven dolu” olduğunu belirten Angela Merkel, birlikte, Avrupa Birliği ile ABD arasında ticaret ve yatırım anlaşmasısının (TTIP) imzalanması için çok mücadele ettiklerini, ancak şu an için bu konuda belli bir noktanın ötesine geçilemediğini belirtti.
Başkan Obama’nın desteği olmadan iklim değişikliğiyle mücadeleyi hedefleyen Paris Anlaşması’nın 2015’de imzalanamayacağını söyleyen Merkel, iki ülke arasında uluslararası alanda büyük bir fikir birliği olduğunu açıkladı. Afganistan’da ve terör örgütü IŞİD’e karşı düzenlenen operasyonlarda Alman askerlerinin ABD güçlerine destek verdiğini hatırlatan Merkel, Obama ile yaptığı konuşmada, Almanya’nın kriz bölgelerinde daha fazla sorumluluk alması yönündeki mesajı doğru bulduğunu söyledi. Merkel, Başkanlığa seçilen Donald Trump’la da Obama döneminde olduğu gibi aynı düzeyde ortak çalışmayı umduğunu ifade etti. ABD Başkanı Barack Obama, “Geride kalan sekiz yılda en yakın, güvenilir, süreklilik gösteren ve kararlı siyasi lider ve dostum” olarak tanımladığı Merkel’e kendisine verdiği destekten ötürü teşekkür ederek başladığı konuşmasında, Alman başbakanına savaş bölgelerinden kaçan mültecilere Almanya'nın kapılarını açtığı için de teşekkür etti.
Almanya’nın önderliğinde Avrupa Birliği’nin “büyük bir başarı projesi” olduğunu aktaran Obama, TTİP Anlaşması’nın küreselleşme sürecinde daha da büyük önem kazandığını ve ileride imzalanmasını umduğunu duyurdu. Rusya ile ilişikilerde ve Ukrayna krizine görüşmelerle çözüm aranmasında iki ülkenin ortak bir çizgi izlediğini söyleyen Obama, kendi siyasetinin “Rusya ile sıkı işbirliği, ama aynı zamanda yanlış politikaları da açıkça dile getirmek” olduğunu vurguladı. “Dünyadaki sorunların çözülebilmesi için Rusya ile ortak çalışmak gerekir” diyen Obama, Donald Trump’ın Rusya politikasını aynı çizgide sürdüreceğine ve ABD’nin NATO'ya bağlılığı konusundaki samimiyetine inandığını açıkladı.
Bir gazetecinin gelecek yıl Almanya’da yapılacak genel seçimler konusundaki sorusunu yanıtlayan Obama’nın, “Ben Alman ve burada yaşıyor olsaydım Angela Merkel’i seçerdim” demesi, basın toplantısının dikkat çeken bir anı oldu.
Merkel’le zirvesi öncesinde Der Spiegel dergisine özel bir röportaj veren Obama, Başbakan Merkel’i överek, “Ben ona güvenilir ve kendi değerleri için mücadele veren bir siyasetçi olarak çok değer veriyorum. Umarım Almanlar da aynı kadirşinaslığı gösterirler. Merkel benim en önemli müttefikim oldu” şeklinde konuştu. Son 8 yılda Merkel ile Obama yaşanan bazı pürüzlere rağmen dünya politikasının en önemli iki aktörü olarak tanınmıştı.
ABD Başkanının ziyareti nedeniyle üç gün boyunca olağanüstü güvenlik önlemleri alınan, 5 bin polisin görev yaptığı Berlin, Obama açısından özel anlamı olan bir kent.
Obama ilk kez 2008 seçim kampanyası sırasında Berlin'e geldiğinde Merkel, o zaman aday olan Obama’nın dünyaca ünlü tarihi Brandenburg Kapısı'nda konuşma yapmasına izin vermemiş, bu karar Almanya’da büyük tartışmalara yol açarken, Obama ünlü Zafer Anıtı'nın önünde yaptığı konuşmayla yüz binlerce Berlinliyi coşturmuş, aynı zamanda dünya kamuoyuna ABD Başkanı seçilmesi durumunda planladıklarını ve vizyonunu anlatmıştı. Obama daha sonra 2013’de Başkan sıfatıyla Brandenburg Kapısı'nda da ateşli bir konuşma yapmıştı.
Bu akşam onuruna düzenlenen geniş katılımlı bir veda yemeğine konuk olan Obama yarın ise Merkel’le birlikte Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, İngiltere Başbakanı Theresa May, İspanya Başbakanı Mariano Rajoy ve İtalya Başbakanı Matteo Renzi ile de bir araya gelecek. Bu toplantının ardından Berlin’den Peru’ya geçecek olan Obama, burada Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) Liderleri Zirvesi’ne katılacak.
Ludmila Dalaman
ABD Başkanı Barack Obama görev süresi boyunca altıncı kez Almanya’yı ziyaret ediyor. 8 Kasım’da yapılan başkanlık seçimleriyle görevini Donald Trump'a devretmeye hazırlanan Obama, Yunanistan ziyareti sonrasında akşam saatlerinde Berlin’e geldi.
Günlerdir yoğun güvenlik önlemlerinin hazırlığının yapıldığı başkentte bugün de Obama’nın kalacağı otel çevresindeki yollar trafiğe kapatıldı, çatılara keskin nişancılar yerleştirildi. 5 bin polisin ve güvenlik görevlisinin koruyacağı Obama’nın programının basına sızan ayrıntılarına göre, Obama bu akşam kaldığı otelde Başbakan Angela Merkel’le biraraya gelerek, birlikte yemek yiyecek. Daha önce planda olmayan bu yemeğin Merkel’in isteği üzerine son anda programa ilave edildiği haber verildi.
ABD Başkanı yarın sabah ise Berlin’deki ABD Büyükelçiliği’nde diplomatlarla ve Amerikan askerleriyle biraraya gelecek. Resmi ziyaret programı ise öğleden sonra Başbakan Angela Merkel’le gerçekleşecek ikili görüşme ile başlayacak. İki lider akşamüstü ortak bir basın toplantısı düzenledikten sonra, akşam yemeğinde tekrar beraber olacak. Başbakanlık Binası’nda düzenlenecek yemeğe siyasetçi ve ekonomi çevrelerinden Alman-Amerikan ilişkilerine katkısı bulunan tanınmış isimlerinin de davet edildiği tahmin ediliyor.
Berlin’de mini zirve
Obama’nın Berlin ziyaretinin bir diğer doruk noktası Cuma sabahı Merkel’in yanısıra, İngiltere Başbakanı Theresa May, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, İtalya Başbakanı Matteo Renzi ile İspanya Başbakanı Mariano Rajoy’un katılımlarıyla düzenlenecek mini zirve.
‘Quint’ olarak tanımlanan bu ülkelerin liderleri Obama’nın son Almanya ziyareti kapsamında geçen Nisan ayında Hannover’de de buluşmuşlardı. Berlin’deki diplomatik çevreler Obama-Merkel zirvesinde ve ‘Quint’ toplantısında gündemi belirleyecek konuların, Suriye’deki gelişmeler, terör örgütü IŞİD’le mücadele, mülteci krizi ve Ukrayna'daki gelişmeler olacağı tahmin ediliyor.
Diğer başlıca gündem maddelerinden birini Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması’nın (TTIP) oluşturması bekleniyor. AB ile ABD arasında yıllardır görüşmeleri süren ancak bir türlü yaşama geçirilemeyen TTIP Obama’nın en önem verdiği uluslararası ekonomik proje olarak biliniyor. Ancak TTIP konusunda iki taraf arasında halen büyük görüş ayrılıkları bulunuyor. TTIP'den yana olanlar bu anlaşma sayesinde gümrüklerin ve bürokratik bazı engellerin de kalkmasıyla ekonominin büyüyeceğine ve istihdam yaratılacağına dikkat çekiyor. Karşı olanlarsa anlaşmanın Avrupa'daki ekolojik ve sosyal standartları tehlikeye atacağını belirtiyor. Obama’nın Berlin’deki görüşmelerinde, özellikle de Merkel’le olan toplantılarında halefi Donald Trump konusunu da gündeme getireceği sanılıyor. Almanya’da muhafazakar partilerinden sol siyaseti temsil eden tüm partilere kadar geniş bir yelpazede Trump’ın politikaları büyük bir endişe hakim. ABD’nin Trump ile uluslararası anlaşmalardan çekilmesi ve Rusya Başkanı Putin ile yakınlaşma yoluna gitmesinden korkuluyor. Almanya’nın diplomatik kanallar üzerinden Trump cephesi ile irtibat kurma denemelerinin başarısız kalmasından sonra, Obama’nın arabulucu olarak atmosferi yumuşatabileceği tahmin ediliyor. Cumhurbaşkanı olması kesinleşen Federal Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier, seçim döneminde Trump’ı “nefret vaizi” olarak tanımlamış, Başbakan Merkel ise tercihini Demokrat Parti’nin adayı Hillary Clinton’dan yana koyduğunu ima etmişti.
Ludmila Dalaman
Almanya’da yaşayan gazeteci Can Dündar Alman Devlet Televizyonun ikinci kanalı ZDF’nin 1965 yılından bu yana yayın yapan en eski kültür ve siyaset programı Aspekte'de, Cuma gecesi saat 23.45’de ekrana çıkacak.
Cumhuriyet Gazetesi'nin eski Genel Yayın Yönetmeni, yazar, belgesel yapımcısı Can Dündar 45 dakika süren program süresi içinde Türkiye siyasetinde yaşananları Türkçe anlatacak, Almanca alt yazılı olarak ekrana gelecek. Aspekte programı içinde yer alan konular arasında Türkiye siyasi konjonktürünü de mercek altına alan bölüm bulunuyor.
ZDF'nin açıkladığı program akışına göre, bugünkü programda, Nazi iktidarından kaçan Alman bilim adamların Türkiye’ye sığındığını Türk ve Almanlar tarafından pek bilinmeyen tarihsel konuya açıklık getirilecek. Programda, "Modern Türkiye Cumhuriyeti"nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ülkesini modernleştirmek, çağdaş, medeni, batıyı örnek gösterip Türkiye’ye sığınan Alman bilim adamlarına nasıl kucak açtığı anlatılacak.
ZDF programında. Türkiye’yi halen memleketi olarak gören Alman bilim adamların Nazi döneminde Türkiye’de yaşadıkları hayatı ekrana yansıyacak. Bunların içinde eski Berlin Belediye Başkanı Ernst Reuter’in hayat’ta olan oğlu Edzard Reuter, Türkiye yaşadıklarını ve Atatürk’ü anlatacak. Almanya’da sürgünde yaşayan diğer Türk sanatçılar, akademisyenlerden Sinema Yönetmeni Mustafa Altıoklar, Sosyolog Nil Mutluer, Eren Önsöz de Can Dündar ile birlikte ekrana gelecek Program akışında ayrıca, Macaristan’da basın özgürlüğü ve Amerika’da yeni Başbakan seçilen Donald Trump mercek altına alınması da bulunuyor.
Ludmila Dalaman
İngiliz müzisyen, DJ ve müzik prodüktörü Mark Reeder, dün (pazar) DESEM 75. Yıl Amfisi Sinema Salonu'nda kendisinin 80'li yıllarda Batı Berlin'de yaşadıklarını anlatan B Filmi: Batı Berlin'de Şehvet ve Müzik 1979-1989 isimli belgeselin gösterimine katıldı. B Filmi: Batı Berlin'de Şehvet ve Müzik 1979-1989 belgeselinin ikinci gösterimi 12 Kasım 19.00'da DESEM 75. Yıl Amfisi Sinema Salonu'nda yapılacak. Goethe-Institut ve German Films'in beraber düzenledikleri Kino 2016: Alman Filmleri Türkiye'de başlıklı film gösterimlerinin tamamı, İzmir Fransız Kültür Merkezi'nde ve DESEM 75. Yıl Amfisi Sinema Salonu'nda ücretsiz olarak gerçekleştiriliyor. Kino 2016 çerçevesinde İzmir'de seyircilerle buluşacak bir diğer yeni filmse, bir Fransız-Alman ortak yapımı olan François Ozon imzalı Frantz. Eylül ayında Venedik Film Festivali'nde yarışan ve büyük beğeni toplayan Frantz, I. Dünya Savaşı sonrasında Almanya'da başlıyor ve savaşta hayatını kaybetmiş Alman bir askerin nişanlısı ve Fransız arkadaşı arasında gelişen sıra dışı dostluğu konu alıyor. Kino 2016 programında son dönem Alman sinemasının ödüllü ve iddialı filmlerinden oluşan bir seçki yer alıyor. 2015 Karlovy Vary Film Festivali'nde En İyi Yönetmen ve 2015 Münih Film Festivali'nde En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo ve En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini kazanan Babam filmi, 2015 Münih Film Festivali'nde En İyi Film ödülünü kazanan Happy Hour ve 2016 Berlin Film Festivali Alman Sanat Sinemaları Birliği ödülünü alan 24 Hafta seçkide yer alan filmler arasında bulunuyor. "Elveda Lenin!" filmi ile Türkiye'de de sinemaseverlerin gönüllerini fetheden Wolfgang Becker'in son filmi Ben ve Kaminski, şahane müzikleri ve stilize sahneleri ile İstanbul Film Festivali'nde seyircileri hayranlıkla şaşırtmayı başaran Vahşi, iki kadın kahramanı eşliğinde Avrupa'nın ekonomik ve siyasi bir portresini çıkartan Bir Nefes ile orta sınıfın ahlaki değerlerini ters yüz eden bir gerilim filmi olan Ölümcül Yalanlar da seçkideki yerlerini alıyorlar.
Ludmila Dalaman
Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyon ve sonrasındaki tutuklamalarla, HDP’li milletvekillerinin gözaltına alınıp tutuklanmalarına yönelik Almanya’dan gelen tepkiler dinmiyor; hatta eleştirilerin dozu giderek artıyor. Nitekim Alman Federal Meclisi Başkan Yardımcısı Claudia Roth, AB ile Türkiye arasındaki mülteci anlaşmasının fes edilmesi gerektiğini belirterek, Türkiye’nin "hızlı bir şekilde diktatörlüğe dönüştüğünü" öne sürdü.
Başbakan Angela Merkel’in sözcüsü Steffen Seibert, Almanya’nın Türkiye’ye yaptırım planlamadığını açıkladı. "Şu anda gerekli olan Türkiye’ye karşı açık ve ortak bir duruş" diyen Seibert, diyalog kanallarının açık tutulmasının önemli olduğunu söyledi. Seibert Türkiye’nin idam cezasını yeniden yürürlüğe koymasının Avrupa Birliği ile yürütülen üyelik görüşmelerinin durdurulmasını kaçınılmaz kılacağını da açıkladı.
Öte yandan Federal Dışişleri Bakanlığı Türkiye'de kendilerini baskı altında hissedenlere gerekirse Almanya'ya iltica başvurusu yapma imasında bulundu. Almanya Dışişleri Bakanlığı’nda Avrupa İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Michael Roth, Türkiye'deki tutuklama dalgasına işaret ederek, "Türkiye'deki muhalifler bilmelidir ki, Alman hükümeti kendileri ile dayanışma içindedir" dedi. Almanya’nın siyasi olarak takibata uğrayan herkese açık bir ülke olduğunu belirten Roth, Alman İltica Yasası'nın sadece bilim insanları ya da gazeteciler için sınırlı olmadığını, siyasi baskı altındaki başka insanların da Almanya'ya iltica başvurusunda bulunabileceğini söyledi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı sert bir dille eleştiren Roth, Türkiye'de olup bitenlerin, Avrupa'nın paylaştığı hukuk devleti, demokrasi ve basın özgürlüğü gibi ortak değerlerle ilgisi kalmadığını öne sürdü.
İncirlik yeniden gündemde
Öte yandan terör örgütü IŞİD’le mücadele kapsamında İncirlik Üssü’nde konuşlu Alman askerleri ve Tornado tipi keşif uçaklarının görev süresinin uzatılması bu hafta Alman Parlamentosu’nun gündemine gelecek. Perşembe günü yapılacak oylamada tezkerenin hükümet partilerinin oyları ile uzatılmasına kesin gözüyle bakılırken, muhalefet Türkiye’de yaşanan son gelişmelere paralel İncirlik’e alternatif üs tartışması yeniden gündeme getirdi. Ana muhalefet Yeşiller ve Sol Parti, Alman askerlerin İncirlik Üssü’ndeki varlığını tartışmaya açarken, hükümet ortağı Sosyal Demokrat Parti (SPD) savunma politikaları sözcüsü Rainer Arnold, "Eğer Başbakan ve Savunma Bakanı’nın acil durumlarda hızlı karar verebilecek ve Türkiye’ye bağımlı kalmayacak olası bir seçeneği varsa, bunu memnuniyetle karşılarım" diyerek, SPD’de de İncirlik konusunun tartışmada olduğunu ifade etti.
Alman ordusunun eski Genelkurmay Başkanı Harald Kujat da Türkiye'deki gelişmelere işaret ederek İncirlik'teki Alman askerlerinin görev süresinin uzatılmasına karşı çıktı. Mülteci anlaşmasıyla ilgili olarak Türkiye'ye taviz verildiğini iddia eden Kujat, "Ben olsam misyonun uzatılmasına elbette 'hayır' derdim" şeklinde görüş belirtti.
Ludmila Dalaman
Yaşar Üniversitesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümünü bu yıl bitiren Ece Kınacı, Almanya'nın Ankara Büyükelçiliği tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen "Sığınmacı, misafir, komşu" temalı kısa film yarışmasında birinci oldu.
Türkiye'den 60 değişik kategoriden filmin katıldığı ve sığınmacıların uyum sürecine yönelik gösterilen çaba ve katkılara işaret edilen yarışmada, Yaşar Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümünden bu yıl mezun olan Ece Kınacı birinciliği elde etti. İzmir Çimentepe'ye farklı şehir ve ülkelerden gelen iki kadının öyküsünü ve yine bu iki kadının gözünden anlatan "Komşu" filmini çeken Kınacı, sahip olduğu özgün konu ve anlatım tarzıyla ödül almaya hak kazandı. Kınacı, ödülünü Almanya'nın Ankara Büyükelçisi Martin Erdmann'dan aldı. Büyükelçi Erdmann, Suriye'yi terk etmek zorunda kalan yaklaşık 3 milyon sığınmacıya Türk hükümeti ve halkının kucak açtığını ve olağanüstü çabalarda bulunduğunu belirtti.
Daha önce "Tepedeki 5 kadın" filmiyle TRT Belgesel Film Yarışmasında özel ödül, Yeşil Ekran Kısa Film Yarışmasında da mansiyon kazanan Ece Kınacı, "Göç eden insanlarla birlikte şehirlerin, semtlerin, mahallelerin de sosyal yapıları değişiyor. Son yıllarda Suriyeli göçmenlerin de gelmesiyle birlikte birçok farklı insan mahalle içinde yaşamaya, birbirlerine destek olarak hayatlarını sürdürmeye devam ediyor. Mahallenin büyük ölçeklisini düşündüğümüzde bir Türkiye özetiyle karşılaşıyoruz. İki kadının gözünden kendi hayatlarını, göçlerinin hikayesini ve komşuluğu anlatmaya çalıştım. Bu belgeselin ortaya çıkmasında ve kazandığımız ödüllerde pek çok hocamızın desteği var. Radyo Televizyon ve Sinema Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nazlı Bayram hocamıza desteklerini ve danışmanlığını esirgemediği için teşekkür ederim" dedi.
Ludmila Dalaman
31 Ekim 1961, Türkiye’den başka ülkelere işçi göçünün resmi başlangıcı olarak kabul ediliyor. 30 Ekim 1961’de eski Almanya başkenti Bonn yakınlarındaki Bad Godesberg’de Alman hükümeti tarafından hazırlanan, bir gün sonra da Ankara’da Türk hükümeti tarafından kabul edilen, iki sayfadan ibaret 12 maddelik İşgücü Anlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle Türkiye’den bugünlere kadar devam eden bir göç süreci başladı.
1960’ların başında Almanya ve batılı birçok devletin sanayileşme hızı nüfus artışından hızlı olduğu için Türkiye gibi ülkelerden işgücü istediler. Türkiye’de ise o yıllarda, hızlı nüfus artışı ve köylerden şehirlere göç nedeniyle işsizlik giderek artıyordu. 1960’lı yıllarda çoğu Türkiye’nin büyük kentlerini dahi görmemiş yüzbinlerce insan kafileler halinde yurtdışına giderek, çalışmaya başladı.
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın verilerine göre Türkiye dışında çalışan ve yaşayan Türkiye kökenli göçmenlerin sayısı 5 milyon civarında. Bunların 3 milyona yakını Almanya’da yaşıyor. Geride kalan 55 yılda Türkiye’den Almanya’ya yerleşenlerin toplam sayısı, geri dönmüş olanlarla birlikte 6 milyonu geçti.
1961’de tahta bavullarıyla Sirkeci Garı’ndan davul zurnalarla uğurlanarak Almanya’ya ucuz işgücü olarak yola çıkanların büyük bölümü bir kaç yıl kalıp, para biriktirdikten sonra geldikleri yerlere geri dönmeyi planlıyordu. Ancak “evdeki hesap çarşıya uymadı” ve büyük çoğunluk Almanya’ya yerleşti, çocukları, onların da çocukları Almanya’da ve diğer göç ülkelerinde doğarak, yurtdışı Türkleri olarak tanımlanan bir kitle oluştu.
Almanya'da Türkler dördüncü nesile ulaştı. İlk başlarda gurbetçiler, sonra “Alamancılar” diye tanımlanan grup artık Almanya Türkleri olarak biliniyor. Almanya’ya iş gücü göçü, Almanya’nın siyasetinde, sosyal ve kültürel hayatında, ayrıca ekonomisinde değişimlere yol açtı. Türk göçmenler, 55 yıldır Almanya’nın bir parçası olma mücadelesini, kısmen dışlanarak kısmen de iki ülke arasındaki siyasi gerilimler arasında sıkışarak verirken, Alman toplumu da göç ve uyum tartışmalarıyla tanıştı. Özellikle ilk kuşaklardaki kalifikasyon eksikliği nedeniyle işsizlik, yoksulluk ve uyumsuzluk konularından en çok etkilen grupların başında gelen Türk göçmenlerle ilgili olarak pek çok Alman, üzerinden 55 yıl geçmesine rağmen Türkler’in topluma uyum sağlayamadığını düşünüyor. Ama Türkler aynı zamanda bugün Almanya'da spordan kültüre pek çok alanda kendilerinden söz ettiriyor. 85 bin Türk girişimci yılda 45 milyar Euro’luk bir ciro ile işyerlerinde 80 bini Alman olmak üzere 400 bin kişiye istihdam sağlıyor. 50 bin Türk üniversite öğrencisi, 10 binin üzerinde mühendis, mimar ve doktor var. Başarı hikayelerinin ve uyum sağlamış Türkler’in genellikle fark edilmediğini, buna karşın uyum sorunu çeken küçük bir grubun sürekli olarak gündeme geldiğini belirten Almanya Türk Konseyi Başkanı Tacettin Yatkın, Almanya’nın göçün 55.yılında Türk göçmenlerle göz hizasında bir ilişki kurması gerektiğini belirtiyor.
Ludmila Dalaman
Uzun metraj, kısa film ve belgesel türlerinde 50 filmin
gösterileceği 16. Frankfurt Türk Film Festivali, 30 Ekim'de sinemaseverlerle buluşacak. "16. Frankfurt Türk Film Festivali", bu yıl 30 Ekim-5 Kasım tarihlerinde düzenlenecek. Frankfurt
Belediyesinde düzenlenen basın toplantısında konuşan festival başkanı Hüseyin Sıtkı, 16. yılında da festivalin dolu bir programla izleyicilerin karşısında olacağını söyledi. Festivalde kısa
ve uzun metrajlı 50'ye yakın filmin izleyicilerle buluşacağını anlatan Sıtkı, "Artık Frankfurt sınırlarını aşmış bir festival olarak, bu yıl da yarışmalar, paneller, sergiler ve film gösterimleri
düzenlenecek." dedi. Festival kapsamında 3 filmin de farklı kentlerde gösterime gireceğini aktaran Sıtkı, 4-5 yıldır devam eden "Festival hapishanelerde", "Festival okullarda" etkinliklerinin de
gerçekleştirileceğini dile getirdi. Sıtkı, ayrıca sinema oyuncuları Murat Soydan, Talat Bulut ve Güngör Bayrak'a, "Onur Ödülü" verileceğini kaydetti. 40 gösterimde 50’ye yakın film Festivalde 40
gösterimde izleyicilerin beğenisine sunulacak 50'ye yakın film, CineStar Metropolis, Orfeo's Erben ve Film Forum Höchst sinemalarının yanı sıra Preungesheim Cezaevi'nde ve Marc Bergmann
Lisesi'nde gösterilecek. Festival çerçevesinde, söyleşi, panel, sergi, konser ve üniversiteler arası kısa ve uzun metrajlı film yarışması gibi etkinlikler de düzenlenecek. "RheinMain Festival
Projesi" kapsamında Frankfurt dışında Offenbach, Langen, Dietzenbach ve Müllheim kentlerinde de 3 film, sinemaseverlerle buluşacak. Festivalde, "En İyi Film Ödülü", "Abluka", "Çırak", "Kalandar
Soğuğu", "Kar Korsanları", "Merdiven Baba", "Misafir", "Saklı", "Sarmaşık", "Toz Bezi" ve "Yarım" filmleri arasından, "En İyi Senaryo Ödülü" ise "Abluka", "Kalandar Soğuğu", "Kar Korsanları",
"Sarmaşık" ve "Yarım" filmleri arasından seçilecek. "En İyi Yönetmen Ödülü", "Abluka" ile Emin Alper, "Çırak" ile Emre Konuk, "Kalandar Soğuğu" ile Mustafa Kara, "Kar Korsanları" ile Faruk
Hacıhafızoğlu, "Sarmaşık" ile Tolga Karaçelik arasından seçilecek isme verilecek. "En İyi Kadın Oyuncu Ödülü"nü Nuray Yeşilaraz, Şenay Gürler, Türkü Turan, Nazan Kesal ve Asiye Dinçsoy arasından,
"En İyi Erkek Oyuncu Ödülü"nü Mehmet Özgür, Haydar Şişman, İnanç Konukçu, Nadir Sarıbacak ve Serhat Yiğit arasından seçilecek oyuncu alacak. "En İyi Görüntü Yönetmeni", "En İyi Müzik", "İlk 10
Kısa Film Adayı" ve "İlk 10 Türk Kısa Film Adayı" ödüllerinin de verileceği festivalde, "Kısa Film Yarışması" ve "Alman Sinemacıların Gözünden Türk Filmleri" yarışmaları da
düzenlenecek. Jüri başkanlığını eski bakanlardan Yüksel Yalova'nın üstleneceği festivalde, uzun film yarışma jürisi Hale Soygazi, İsmail Güneş, Özgür Şeyben, Oya Doğan, Banu Özdemir ve Nurdan
Sever'den, kısa film jürisi ise Prof. Dr. Selma Köksal Çekiç, Arda Erdikmen, Cem Başeskioğlu, Fırat Sayıcı, Gamze İlkılınç ve Mehmet Erduğan'dan oluşuyor. "Vefa Ödülü" verilecek Festivalde, geçen
yıl hayatını kaybeden oyuncu Zeki Alasya da "Vefa Ödülü" ile anılacak.
Ludmila Dalaman
AB üyesi ülkeler 1996 yılından bu yana ortak saat uygulaması yapıyor. Ancak şimdiye dek bu sisteme dahil olan Türkiye'de bundan sonra bütün yıl boyunca ileri saat uygulaması geçerli olacak. Yani Türkiye'de kış saatinin kaldırılmasıyla birlikte Avrupa ülkeleriyle arasındaki saat farkı 2’ye çıkacak. Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika, İtalya, İsveç, İsviçre, Danimarka gibi Avrupa ülkelerinden 2, İngiltere’den 3 saat önde olacak.
Almanya’da yapılan kamuoyu araştırmalarına göre halkın yüzde 75’i, 1980’den bu yana Almanya’da aralıksız uygulanan yaz-kış saati modelinin kaldırılmasını istiyor.
Almanya’da ilk 1916 yılında 1’inci Dünya Savaşı sırasında uygulamaya konulan yaz-kış saati uygulamasının amacı olan enerji tasarrufu sağlayıp sağlamadığı da tartışılıyor.
Uzmanlara göre uygulama, uyku problemleri ve ona bağlı olarak psikolojik etkileri ile insan sağlığı üzerinde olumsuzluk yaratıyor. Almanya sokaklarındaki vatandaşlar ise en çok Türkiye ile saat farkının ikiye çıkması sonrasında günlük yaşamlarını etkileyecek sonuçlardan şikayetçi.
Başbakan Angela Merkel iki yıl önce yaz-kış saati uygulamasının kaldırılması konusunda Avrupa Birliği çapında bir girişim başlatmış, ancak diğer ülkelerin desteğini alamamıştı.
Uygulama, gün ışığından daha fazla yararlanmak için ilk olarak Amerikalı politikacı, yazar ve mucit Benjamin Franklin tarafından 1784 yılında gündeme getirilmişti.
Ludmila Dalaman
Federal Savunma Bakanlığı raporlarına göre, silah mermisi ihracatı yılın ilk altı ayında rekor bir sayıya ulaşarak 10 kat artı ve 2015’de aynı dönemde 27 milyon Euro olarak tespit edilen mermi ihracatı 2017’nin ilk yarısında 283,8 milyon Euro’ya yükseldi.
Türkiye ile silah ticaretinde gözle görülür artış
11,6 milyon Euro değerinde tabanca ve tüfek gibi hafif silah ihracatı kayıtlara geçerken, Türkiye, Almanya’nın hafif silah sattığı ülkeler sıralamasında 8. sıraya çıktı. Bu dönemde 76,4 milyon Euro karşılığında hafif silah ve merminin yanısıra, uçak parçaları, insansız hava aracı, motor ve yer destek ekipmanları satın alan Türkiye geçen yıl 25. sıradaydı.
Almanya dünyada ABD, Rusya ve Çin’le birlikte en çok silah ihracatı yapan dört ülke arasında bulunuyor. Alman hükümetinin bu yılın ilk altı ayında 4 milyar 29 milyon Euro tutarında silah satışı için onay verdiği bundan kısa bir süre önce açıklanmıştı.
Berlin 2015 yılının ilk yarısında silah şirketlerinin yurtdışına toplam 3 milyar 455 milyon Euro tutarında silah satmasını onaylamıştı. Özellikle Arap ülkelerine ve Kuzey Afrika'ya yapılan silah ihracatında artış yaşanırken, Almanya’nın en çok silah sattığı ülkeler arasında ilk sırada bir milyar Euro değerinde firkateyn alan Cezayir bulunuyor. Suudi Arabistan 484 milyon Euro, Güney Kore 205 milyon Euro ve Birleşik Arap Emirlikleri 85 milyon Euro değerinde silah alımı ile listenin ön sıralarında yer alan ve AB ve NATO üyesi olmayan ülkeler.
Almanya’nın silah ihracat yasaları, NATO ya da AB üyesi olmayan ülkelere silah ihracatında, “çatışmaların yaşandığı kriz bölgelerine silahların satılmasını ve onaylanmasını” federal hükümetin ve Federal Güvenlik Konseyi’nin özel iznine bağlıyor ve Federal Meclis’in ihracat izin sürecinde doğrudan bir nüfuzu bulunmuyor.
Alman hükümetine sert eleştiri
İnsan hakları örgütleri Alman hükümetinin uzun zamandır yasaları çiğneyerek, iç savaş ve çatışmaların yaşandığı ülkelere de silah satmasını eleştiriyor. Sektör temsilcileri ise milyarlık siparişlerin ülkede istihdama yaradığını ve toplam 320 bin kişiye iş olanağı sağladığını savunuyor. Özellikle Suudi Arabistan ve Katar'a yapılan silah ihracatı yapılmasını eleştiren insan hakları örgütleri Alman hükümetini Suriye ve Irak’ta huzurun sağlanamamasının siyasi sorumluluğunu taşımakla suçluyor. Örgütlerin raporlarında hafif silah kategorisinde bulunan Alman yapımı otomatik tabanca ve makineli tüfeklerin aracılar üzerinden ya da Peşmergeler de olduğu gibi doğrudan bu ülkelere ulaştığı öne sürülüyor. Çok sayıda Alman medya kuruluşu, terör örgütü IŞİD'le savaşması için Peşmerge'ye gönderilen silahların karaborsalarda satıldığını ve bu silahların kimlerin eline geçtiğinin bilinmediğini iddia etmişti. Berlin yaklaşık 2 yıldır silah ve mühimmat göndererek Peşmerge güçlerini destekliyor.
Ludmila Dalaman
Mainz Savcılığı, Alman mizahçı Jan Böhmermann'ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a hakaret içeren sözlere yer verdiği şiiri ile ilgili soruşturmada takipsizlik kararı aldı. Başsavcı Gerd Deutschler Böhmerrmann’ın şiirinde 'suç unsuru bulunması ihtimalinin kesin olmadığını’, bu yüzden soruşturmanın durdurulduğunu açıkladı. Savcılık Böhmermann hakkında 20 kişisel suç duyurusunun yanısıra, Alman hükümetinin de davanın açılmasına onay vermesi sonrasında, Alman Ceza Kanunu'nun‚ ‘Yabancı devlet adamına hakaret etmek' suçunu düzenleyen 103. maddesi uyarınca soruşturma başlatmıştı.
Yabancı devlet adamına hakaret suçu ceza kanununa göre üç yıla kadar hapis cezasını öngörüyor. Ancak hukukçular soruşturmanın başlamasından sonra yaptıkları yorumlarda, Böhmermann'a hapis cazası yerine, para cezası verileceğinden yola çıkıyorlardı. Böhmermann’la ilgili soruşturmada bugün açıklanan takipsizlik kararı sürpriz olarak değerlendirilirken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Böhmermann hakkında açtığı şahsi davanın planlandığı gibi Hamburg Eyalet Mahkemesi’nde görüleceğinden yola çıkılıyor.
Jan Böhmermann 31 Mart'ta Alman 2. televizyon kanalı ZDF'deki programında Alman yasalarında izin verilmeyen bir eylem yapacağını söyleyerek, Erdoğan’a ve Türklere yönelik çok ağır küfürlü bir şiir okumuştu.
Şiir Almanya ve özellikle Türkiye’de büyük tepkilere neden olmuş Berlin ile Ankara arasındaki ilişkilerde de gerilime yol açmıştı. Böhmermann şiirinin mizah olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunarak, sözlerinin arkasında durduğunu açıkladı.
Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, Alman hükümetine sözlü nota verdi ve şiir nedeniyle Böhmermann'ın yargılanması talebinde bulundu. Başbakan Angela Merkel metnin 'kırıcı şekilde kasten kaleme alındığını‘ belirterek Böhmermann’ı eleştirdi ve dava açılmasına onay verebilmek için hükümete bağlı hukukçuları görevlendirdi.
Bilirkişi raporundan sonra Merkel Böhmermann hakkında soruşturma açılması ve yargılanabilmesi içinyargıya yetki verdiğini duyurdu. Buna paralel Hamburg Eyalet Mahkemesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın avukatları tarafından açılan davanın ilk aşamasında, Böhmermann'ın okuduğu şiirin hakaret ve onur kırıcı dizelerini tekrarlayamayacağına hükmetti.
Böhmermann yasak kararına uymayarak dizeleri tekrar yayınlaması halinde 250 bin Euroya kadar para veya altı aya kadar hapis cezasına çarptırılabilecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın avukatları şiirin tamamen yasaklanmasını hedefliyor. Bu amaçla yapılan müracaat 2 Kasım'da Hamburg Eyalet Mahkemesi'nde görüşülmeye başlanacak.
Ludmila Dalaman
Berlin’deki diplomatik kaynaklardan edinilen bilgilere göre,Türkiye, Almanya’ya bir nota verdi ve firari savcılar Zekeriya Öz ile Celal Kara’nın iadesini talep etti. Türkiye’nin Berlin Büyükelçiliği aracılığıyla Almanya Dışişleri Bakanlığı’na verilen notada, Ergenekon ve 17 Aralık soruşturmalarının savcıları Zekeriya Öz ve Celal Kara’nın Freiburg kentinde oldukları şeklindeki iddiaların araştırılması ve yerlerinin tespit edilmesi durumunda yakalanarak Türkiye’ye iade edilmeleri istendi. Türkiye tarafından Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) üyesi olmakla suçlanan Öz ve Kara’nın Freiburg kentinde bir villada beraber kaldıklarıyönünde basında haberler çıkmıştı. Geçen Mayıs ayında da Türkiye’nin Zekeriya Öz ve Celal Kara'nın iadesi için Alman makamlarına başvurduğu öğrenilmiş, ancak Alman hükümetinin söz konusu kişilerin Almanya'da bulunup bulunmadıklarını tespit edemediği yönünde Türkiye'ye yanıt verdiği iddia edilmişti.
Türkiye'de aranan ve hakkında yakalama kararı olan eski savcılar Öz ve Kara’nın geçen yıl 14 Ağustos tarihinde Ermenistan üzerinden Almanya’ya kaçtıkları tahmin ediliyor. Yeşil pasaportla giriş yaptıkları için o dönemde havaalanı kayıtlarına geçmeyen eski savcıların başka bir ülkeye devam edip etmediğibelirlenemezken, Türk medyasına yansıyan haberlerde Zekeriya Öz ve Celal Kara’nın Ulm şehrinde resmi makamlardan siyasi sığınma talebinde bulundukları öne sürülmüş, Alman yetkililer ise konuyla ilgili olarak uzunsüre sessiz kalmıştı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın ‘Almanya bize Zekeriya Öz'ü vermezse hiçbir suçluyu Almanya'ya vermem. Bu konuda süratle kırmızı bülten çıkacaktır. Almanya'yı da göreceğiz. Olmadığı takdirde Almanya bizden hiçbir suçluyu Erdoğan imzası ile isteyemez, vermem’ şeklindeki açıklamasının ardından, Federal İçişleri Bakanlığı iki savcının nerede ikamet ettiğinin bilinmediğini duyurmuştu.
Türkiye’de önce meslekten ihraç edilen ardından da haklarında tutuklama kararı çıkarılan savcılara yöneltilen suçlamalar arasında ‘suç işlemek amacıyla örgüt kurma’ ve ‘cebir ve şiddet kullanarak hükümeti ortadan kaldırmaya, görevlerini yapmasına kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs’ de bulunuyor.
Ludmila Dalaman
Almanya'nın dünya çapında en çok tanınan etkinliklerinden, Ekim Şenliği Oktoberfest, ilk haftasını tamamladı. Geleneksel olarak iki hafta süren festival, Bavyera eyaletinin başkenti de olan Münih’in olduğu kadar tüm Almanya’nın da en fazla turist çeken organizasyonu.
Dev çadırlarda binlerce litre biranın içildiği, yöresel kıyafet olan Dirndl elbiseleri, kareli gömlekleri ve deri pantolonları giyenlerle özdeşleşen dev şenlikte her gün 400 bin kişi eğlencenin tadını çıkarıyor.
Ancak son aylarda yaşanan terör olayları nedeniyle Oktoberfest boyunca Münih’in merkezindeki Theresienwiese adlı devasa şenlik alanı ve çevresinde olağanüstü güvenlik önlemleri alındı.
Bu yıl 183'üncüsü düzenlenen Oktoberfest’in tarihinde ilk defa alanın çevresi güvenlik çitleriyle örüldü. Girişler sadece ana kapılardan kontrollü olarak yapılabilirken, sırt çantaları, büyük el çantaları ve çocuk arabalarının girişine izin verilmiyor.
Ayrıca güvenliği sağlamak üzere İsviçre, İtalya ve Fransa’dan gelen polisler Münih polisine destek oluyor. Özel güvenlik görevlilerinin sayısı da artırılmış durumda. Şenlik alanının hemen her köşesine ve çadırların içlerine de güvenlik kameraları yerleştirildi.
Tüm bu önlemler ve gergin atmosfer yerli ve yabancı ziyaretçileri belirgin şekilde tedirgin ediyor. Normal şartlarda aylar öncesinden tüm yerlerin satıldığı ve önlerinde uzun kuyruklar oluşan çadırlardaki boşluklar dikkat çekiyor.
Lunapark bölümündeki oyun alanlarının ve satış reyonlarının sahipleri şenliğin ilk haftasında büyük zarara uğradıklarını söyleyerek, önlemleri protesto için Perşembe akşamı iş bırakma eylemi yaptılar.
Turizm sektörünün temsilcileri de gelir kaybından şikayetçi; zira Oktoberfest’in Münih’e ekonomik katkısı inanılmaz boyutlarda. Geçen yıl festivalde yerli ve yabancı turistlerin iki hafta boyunca harcadıkları para 850 milyon Euro.
2015’te gelen altı milyon ziyaretçiden sonra bu yıl en iyi şartlarda beş milyon kişi bekleniyor. Yetkililer ise alınan önlemlerin Oktoberfest’te eğlenmeye gelenlerin güvenliği için olduğunu vurgulayarak, yaşanan olayların ve özel koşulların bu durumu gerekli kıldığını savunuyorlar.
22 Temmuz’da Münih’te bir alışveriş merkezine düzenlenen silahlı saldırıda saldırgan dahil 10 kişi ölmüş, 3'ü ağır olmak üzere 16 kişi yaralanmıştı. Saldırıyı gerçekleştiren ve olay yeri yakınında intihar eden kişinin, 18 yaşında İran asıllı Alman vatandaşı olduğu ve saldırıyı IŞİD bağlantılı gerçekleştirdiği öne sürülmüş, sonra ırkçı nedenlerden yaptığı anlaşılmıştı.
Hemen ardından gene Bavyera eyaletinde bulunan Ansbach kentinde, yaklaşık 2 bin 500 kişinin katıldığı bir müzik festivalini hedef alan intihar saldırısında, bombanın erken patlaması sonucunda sadece saldırgan yaşamını yitirmişti. Terör örgütü IŞİD ise saldırıyı üstlendiklerini duyurmuştu.
İlk kez 1810 yılında Bavyera Veliaht Prensi Ludwig ve eşi Prenses Therese‘nin evliliklerinin kutlanması amacıyla yapılan, daha sonra bugünkügeleneksel şekliyle bir halk kutlamasına dönüşen Oktoberfest, bu yıl iki Almanya’nın birleşmesinin günü olarak kutlanan milli bayram 3 Ekim tarihine kadar sürecek.
Ludmila Dalaman
Malatyalı Çirçi ailesinin komik hikayesini anlatan "Dedemin Fişi" isimli yeni sinema filminin Almanya galası Düsseldorf'ta yapıldı.UFA Palast Düsseldorf'ta düzenlenen galada gösterim öncesi film ekibi kırmızı halıda basın mensuplarına poz verdi.
Galaya katılan yönetmen Meltem Bozoflu ile filmin başrolünü paylaşan oyuncular Ali Sunal, İrem Sak, Onur Buldu, Doğa Rutkay, Erdem Yener ve Onur Atilla filmi seyircilerle birlikte izledi. Gösterim sonrası sahneye çıkan film ekibi, seyircileri selamladı ve fotoğraf çekti.
Sucuk espirisine gelen tepkilere yanıt verdiler
Gösterim sonrası düzenlenen basın toplantısına katılan ve film ekibi adına konuşan oyuncu Onur Atilla, filmde Kayseri esnafını üzdükleri yönündeki haberleri değerlendirerek filmde herhangi bir yöreyi yada herhangi bir insanı küçük düşürecek birşey yapmalarının söz konusu olmadığını belirterek şöyle konuştu:
"Filmde bir şaka var, filmi izleyenler görecektir ki orada bir korsan sucuk şarküterisi vardır ki kendisi kayserili dahi değil, burada onun söylediği bir iki cümle var, bundan dolayı alınmış olabilirler, buradan hepsine selam ediyoruz ve hepsini çok seviyoruz."
Ekip olarak sucuğu çok sevdiklerini ifade eden Onur Atilla, "Kendi adıma söyleyeyim sucuksuz yapamam. Kayseri sucuğunu hakir görmek, onu aşağılamak yada hakaret etmek yada Kayseriesnafını kötülemek söz konusu olamaz. Biz defalarca Kayseriye turneler yaptık, daha önce kendi tiyatromla da gittim, 'Güldür Güldür' ile de gittik. Hem onları çok seviyoruz hem asla üzmek istemeyiz" şeklinde konuştu.
Sinema çıkışı yoğun ilgi ile karşılaşan film ekibi seyircilerin fotoğraf çekme isteklerini geri çevirmedi.
Ludmila Dalaman
Geçen hafta Almanya’nın doğusu bir kez daha yabancılara karşı nefret sloganları ve saldırlarla manşetlere taşındı.
Şubat ayında bir mülteci yurdunun halkın alkışları eşliğinde yakıldığı Bautzen kentinde bu kez 80 kişiden oluşan ırkçı bir grup, kentin meydanında toplanan mültecilere saldırdı. Berlin Duvarı’nın yıkılıp, iki Almanya’nın birleşmesinden sonra 1990’lı yıllarda yabancılara karşı ırkçı saldırıların patlak verdiği Almanya’nın doğusu o dönemde tüm ülkede yabancı düşmanı dalganın fitilini ateşlemiş, ev ve işyerlerindeki kundaklamalar sonucunda dokuz Türk yaşamını yitirmişti.
Aradan geçen 25 yıllık sürede, mültecilere saldırılar, kundaklama eylemleri, şiddet içeren gösteriler ve vandalizm vakaları ağırlıklı olarak Almanya’nın doğusundaki eyaletlerde sürmeye devam etti. 2015 Ağustos’undan bu yana Almanya'ya 1 milyon 100 bin mültecinin gelmesi özellikle ülkenin doğusundaki eyaletlerde, yabancılara karşı şiddet olaylarında artışın yanısıra, İslam karşıtı AfD partisinin güçlenmesine neden oldu.
Federal Hükümet yetkililerinin istatistiklerine göre, Almanya genelinde göçmenlere yönelik işlenen ırkçı şiddet suçlarının yarısı, toplam nüfusun sadece yüzde 17’sini oluşturan eski Doğu Almanya eyaletlerinde kayıtlara geçti.
Polis verilerine göre, 2016’nın sadece ilk sekiz ayında sığınmacıların kaldığı yerleşim birimlerine yönelik 700 saldırı ve en az 60 kundaklama olayı yaşandı. Hükümetin iki Almanya’nın birleşmesinin 3 Ekim tarihindeki 26. yılı nedeniyle hazırladığı raporda doğudaki eyaletlerde artan ırkçılık ve yabancı düşmanlığının endişe verici boyuta ulaştığı belirtilerek, “ırkçılık ülkenin ekonomisinin büyümesi ve toplumun gelişimi için de bir tehdit oluşturuyor” denildi.
Artan yabancı düşmanlığı ve ırkçı eğilimler nedeniyle doğu eyaletlerinin demografik sıkıntılar yaşayacağına da işaret edilen raporda, “Almanya’nın doğusunun kendi içine kapanık ve kalkınma perspektifi olmayan bir bölge haline dönüştüğü” ifadesi de yer alıyor. Rapora göre, yabancı düşmanı şiddet olayları en çok Mecklenburg-Vorpommern eyaletinde yaşanıyor.
Bundan üç hafta önce göçmen düşmanı Almanya için Alternatif Partisi AfD’nin ilk kez katıldığı eyalet seçimde yüzde 21 oy aldığı eyalette, yabancı oranı sadece yüzde iki.
Yetkililer genel olarak Doğu eyaletlerinde yabancı oranının Batıdakiler’e kıyasla çok düşük olduğuna dikkat çekerek, bunu ırkçı şiddetin yabancı oranının yüksekliğiyle ilgili olmadığının kanıtı şeklinde tanımlıyorlar. Uluslararası Af Örgütü’nün Haziran ayında yayımladığı bir raporda, Almanya’da ırkçılığın tüm ülkede toplumsal barışı tehdit ettiği ve devletin göçmenleri koruyamadığı öne sürülmüştü.
Öte yandan yapılan bir başka araştırmanın, başörtüsünün iş şansını azalttığını ortaya çıkarması ülkede kurumsal ırkçılık ve dışlama tartışmasını da başlattı. Buna göre Çalışma Araştırmaları Enstitüsü adlı kurum, sekreter ve büro işleri için eleman arayan firmalara Meryem Öztürk ve Sandra Braun takma adıyla, eğitim durumu ve kişisel bilgileri tamamen aynı toplam 1.500 iş başvurusu gönderdi. “Sandra” her beş iş başvurusundan birine görüşme yanıtı alırken, “Meryem” ancak 24 başvurudan birine davet alabildi.
Ludmila Dalaman
Berlin’de dün yapılan eyalet parlamentosu seçimlerinde göçmen ve İslam karşıtı söylemleriyle bilinen Almanya İçin Alternatif Partisi AfD, yüzde 14,2 oy aldı ve böylece girdiği 10 eyalet seçiminin onuncusunda da parlamentoda temsil hakkı kazanmış oldu.
Berlin seçimi, gelecek yıl yapılacak genel seçimler için önemli bir prova olarak görülüyordu. Doğduğu eyalet Mecklenburg-Vorpommern’de iki hafta önceki eyalet seçimlerinde büyük oy kaybına uğradığı için ağır eleştirilere maruz kalan Başbakan Angela Merkel’in partisi CDU’nun başkentte ne kadar oy kaybedeceği, AfD’nin ne kadar oy alacağı en büyük merak konusuydu. Seçim sonuçlarına göre CDU, Berlin’deki 2011 seçimlerinde yüzde 23,3 olan oy oranını koruyamayarak yüzde 18’e geriledi ve büyük bir hezimete uğradı. Sosyal Demokrat Parti SPD, 2011 seçimlerine oranla yüzde 6,1 kayıp yaşamasına rağmen, yüzde 21,6 ile birinci parti oldu. Sol Parti yüzde 15,6, Yeşiller yüzde 15,2 oranında oy alırken, liberal kanatta yer alan Hür Demokrat Parti FDP yüzde 6,5 oy alarak yeniden meclise girdi. 2013’de kurulan ve Berlin'de ilk kez seçime giren AfD adeta oy patlaması yaptı ve Almanya’da geleneksel olarak ‘solun kalesi’ olarak bilinen Berlin’de açılan sandıklarda yüzde 14,2 oy almayı başardı. Seçim sonrasında eyalette Sosyal Demokratların liderliğinde, Sol Parti ve Yeşiller’in katılımıyla üç partiden oluşan bir koalisyon kurulacağından yola çıkılıyor.
Bu arada Sosyal Demokrat Parti’den üç, Yeşiller’den üç, Sol Parti’den ve Hıristiyan Demokrat Birlik’ten bir olmak üzere Türkiye kökenli sekiz milletvekili adayı Berlin Eyalet Parlamentosu‘na girmeyi başardı. Seçimlere çeşitli partilerden ve bağımsız olarak toplam 20 Türkiye kökenli aday katılmıştı. Sol Parti’den ikinci kez seçilen Hakan Taş, yeniden seçilmesini
‘sevindirici’, ancak İslamofobik Almanya için Alternatif’in başarısını ise ‘çok üzücü‘ olarak tanımlıyor.
Berlin'deki seçimden zaferle çıkan Almanya için Alternatif Partisi’nin yükselişinde en büyük etken olarak Başbakan Angela Merkel’in mülteci politikası gösteriliyor. AfD’nin eyaletlerdeki başarılı sonuçlarının yansıra, yapılan anketlere göre Almanya’nın en güçlü üçüncü parti haline gelmesi ekonomi çevrelerini de kaygılandırıyor. Ekonomi dünyasından kanaat önderleri, AfD’nin yükselişinin göçmenler için olduğu kadar genel olarak Almanya için endişe verici olduğunun altını çiziyor. Yapılan yorumlarda AfD’nin yükselişinin siyasi aşırılığı ve yabancı düşmanlığını körüklediğini, bundan dolayı yabancı kalifiye elemanların Almanya’ya gelme isteğinin azalacağını ve ekonominin ciddi bir darbe alacağını öne sürüyorlar.
Ludmila Dalaman
Genç yönetmen Emre Konuk’un ilk uzun metraj filmi "Çırak", 23.
Uluslararası Oldenburg Film Festivali'nde "En İyi Film Ödülü" aldı. Yönetmenliğini Emre Konuk'un üstlendiği "Çırak" filmi, Almanya'da düzenlenen 23.Uluslararası Oldenburg Film Festivali'nde,
"En İyi Film/Best Film" ödülüne layık görüldü. Ödül haberini, filmin yönetmeni Konuk, sosyal medya hesabından duyurdu. Daha önce "İz (Reç)" ve "Halam Geldi" filmlerinin görüntü
yönetmenliğini üstlenen Konuk’un yönetmen koltuğuna oturduğu ilk uzun metraf filmi Çırak’ın oyuncu kadrosunda Hakan Atalay, Çiğdem Selışık Onat, Tuğrul Çetiner, Levent Öktem, Sencar Sağdıç, Beran
Soysal ve Nilüfer Açıkalın gibi isimler yer alıyor. Film, 2015'te Uluslararası Antalya Film Festivali'nde "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu" ve "En İyi İlk Film", bu sene ise 35. İstanbul Film
Festivali’nde "En İyi İlk Film" ve 9. Sydney Film Festivali’nde "En İyi Film" ödüllerini almıştı. Filmin konusu "Orta yaştaki Alim, Yakub ustanın yanında on beş yıldır çıraklık yapmaktadır.
Günlerini rutin bir şekilde geçiren Alim, artık rutin hayatından sıkılmıştır. Alim’in hayatı, takıntıları yüzünden değişecektir. LPG’li araçların güvenliği olmadığına dair izlediği bir haberden
sonra evini, dükkanının yakınına taşımaya karar vermesi, Alim için dönüm noktası olur."
Ludmila Dalaman
Nejat İşler ve Serenay Sarıkaya'nın başrollerini paylaştığı 'İkimizin Yerine' adlı filmin Almanya galası Berlin'de yapılacak.
Daha önce oynadığı dizilerle adından söz ettiren Serenay Sarıkaya ve uzun bir aradan sonra sinemaya tekrar dönen Nejat İşler’in başrollerini paylaştığı romantik filmde Zerrin Tekindor, İştar Gökseven, Merve Çağıran, Aslı Bekiroğlu ve Özgür Emre Yıldırım da rol aldı. Filmin yönetmenliğini Umur Turagay yaptı. Senaryonu ise Pınar Bulut yazdı. Sanatçı ve yönetmenin katılacağı gala, Berlin’in Wedding semtindeki Alhambra Sinema’sında gerçekleşecek.
Filmde , küçük bir kasabada yaşayan Çiçek ile edebiyat öğretmeni Doğan arasında yaşanan büyük aşk konu ediliyor. Doğan bu yasak aşka ne kadar dirense de kendini Çiçek'e aşık olmaktan alıkoyamıyor. Doğan ve Çiçek farklı hayatlarına rağmen birbirlerinin yaralarını sarmaya çalışırken bir ailenin de kaderini tümden değiştiriyor.
Ludmila Dalaman
Avusturya’da cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşanan kaos yeni boyut kazandı. Avusturya İçişleri Bakanlığı ve Avusturya Seçim Kurulu kaynaklı haberlere göre, 2 Ekim’de tekrarlanması planlanan seçim ileri bir tarihe ertelenecek.
Posta yoluyla kullanılan oy pusulalarının konulduğu zarflardaki yapışkanın çözülmesi nedeniyle erteleme kararı alınacağı ve kararın yarın açıklanacağı belirtilirken, yeni zarfların en erken kasım ayına yetişeceğinden, seçimlerin büyük bir olasılıkla 2017’ye sarkacağı tahminleri yapılıyor.
Avusturya'da ve yurtdışında yaşayan yaklaşık 750 bin Avusturyalı posta yoluyla oy kullanıyor. Yapılan yorumlarda zarfların yapışmaması ile ilgili durum Avusturya demokrasisi açısından "skandal" olarak tanımlanıyor.
Avusturya’da 22 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı seçimini Yeşiller Partisi’nden bağımsız aday Alexander Van der Bellen 31 bin oy farkıyla kazanmış, ancak ırkçı Özgürlük Partisi’nin adayı Norbert Hofer usulsüzlük olduğu gerekçesiyle seçim sonucuna itiraz etmişti.
Mektupla oyların bir bölümünün tasnifinin yetkisi olmayan kişiler tarafından yapıldığını tespit eden Avusturya Anayasa Mahkemesi seçimleri geçersiz ilan ederek, 2 Ekim tarihinde yenilenmesine karar vermişti.
Son kamuoyu yoklamalarına göre seçimi Hofer'in yüzde 51 oyla kazanması bekleniyordu.
Gündem göçmen krizi ve Türkiye ile ilişkiler
Avusturya'da cumhurbaşkanlığı adaylarının en önemli gündem maddeleri göçmen krizi ve Türkiye ile olan ilişkiler.
Özellikle aşırı sağcı Özgürlük Partisi'nin adayı Hofer, İslam ve göçmen karşıtı politikaları ile giderek artan sayıda destekçi bulurken, Türkiye’yi de seçim malzemesi yaptı.
Hofer Türkiye'nin AB’ye üye olması durumunda Avusturya'nın AB'den çıkması için referanduma gitmesi gerektiğini savunarak, “Türkiye, AB'ye girerse, biz yokuz” şeklinde görüş belirtti.
Yeşiller Partisi’nin adayı Van der Bellen de, Türkiye’nin AB üyeliğini konuşmanın “zaman kaybı” olduğunu öne sürerek, kendisinin cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda, bu sürede Türkiye’nin AB üyesi olamayacağını savundu.
Avusturya Başbakanı Christian Kern ise, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında yaşananlarla ilgili olarak, Türkiye'nin demokratik ve ekonomik kriterler bakımından yetersiz olduğunu öne sürerek, AB'nin üyelik müzakerelerini durdurmasını önereceğini açıklamıştı.
Avusturya Dışişleri Bakanı Sebastian Kurz da, 15 Temmuz darbe girişimine karşı Viyana’da Türk bayraklarıyla gösteri yapan Türkler için, "Türkiye siyasetine ilgi duyanlar hemen Türkiye’ye gitsin" dedi.
Savunma Bakanı Hans-Peter Doskozil ise Türkiye’deki yönetimi “diktatörlük” olarak tanımlamış ve “Böyle bir ülkenin AB’de yeri olamaz” demişti.
Avusturyalı politikacılar tarafından Türkiye’ye yönelik yapılan açıklamalar sonrasında Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu, “Avusturya, radikal ırkçılığın başkenti” şeklinde değerlendirmede bulundu. İki ülke arasındaki gerginlik sürerken, Dışişleri Bakanlığı Viyana Büyükelçisini istişarelerde bulunmak üzere Ankara'ya çağırdı.
Ludmila Dalaman
Türkiye’den sonra Avrupa ve Azerbaycan’da gösterime giren ‘El Değmemiş Aşk’ filminin galası Berlin’de yapıldı.
Umut Kırca’nın ilk uzun metrajlı filmi olan filmin senaryosunu, Yaşar Arak ve ÖmerPınar yazdı. Karmaşık bir aşk üçgenini anlatan filmde Ceren Moray, Begüm Kütük Yaşaroğlu ve Emre Karayel başrollerde oynuyor. Berlin’deki galaya katılan yönetmen ve oyuncular, filmi seyircilerle birlikte filmi izledi. Ardından da hem gazetecilerin hem de izleyicilerin sorularını yanıtladı.
Yönetmen Umut Kırca, küfür edilmeden de komedi yapılacağını göstermek istediklerini belirtirken, oyuncular Emre Karayel, Ceren Moray ve Begüm KütükYasaroğlu da Berlinlilerle film izlemenin ayrı bir mutluluk olduğunu söylediler. Filmde, çocukluk arkadaşı Feryal ile zorla evlendirilen Zafer’in arasında geçen çözülmesi zor bir aşk üçgeni konu ediliyor.
Ludmila Dalaman
Geçen yıl dünyayı sarsan mülteci krizinin doruk noktasına ulaşıp, Başbakan Angela Merkel’in Almanya’nın kapılarını sığınmacılara açmasının üzerinden bir yıl geçti.
Dünyanın en refah ülkelerinden Almanya’nın başbakanı, AB’deki başka politikacılardan farklı olarak tarihi bir karar alarak, Suriye, Irak ve Afganistan’daki çatışmalardan kaçan yüzbinlerce kişiye 4 Eylül’den itibaren ülkeye sığınma izni verdi. İlk haftalarda tüm Almanya’yı kapsayan mültecilere yönelik yardımseverlik bir süre sonra yerini endişeye bıraktı, kamuoyunun büyük bölümünün mültecilere bakışı değişti. Taciz eylemleri ve terör saldırıları sonrasında Merkel’in ‘açık kapı’ politikası yoğun eleştirilere maruz kaldı.
Birçok kişi sığınmacı akınının ülkenin kabul kapasitesini aştığı, aşırı sağcı şiddeti tetiklediği ve radikal İslamcı terörü Almanya içine de taşıdığı gerekçeleri ile mültecilere karşı çıkmaya başladı. Hükümet bu sürede iltica yasasını sertleştirdi; Türkiye ile bir ittifak oluşturdu, böylece mülteci sayısını hissedilir derecede azalttı.
Uyuma giden yolda, mültecileri barınma, eğitim ve iş olanağı gibi konularda zorlu bir süreç beklerken, diğer tarafta bir yılda yüzde 427'lik bir artışla yaşanan 923 ırkçı saldırı ve mülteci düşmanı Almanya için Alternatif partisinin eyalet seçimlerindeki büyük oy patlaması gündeme damgasını vurdu. Geride kalan bir yılın bilançosuna bakılığında hiç kuşkusuz mülteciler açısından olumlu gelişmelere rastlamak mümkün.
Ancak Berlin’deki yorumlarda Almanya'ya göç eden 1 milyon mülteci konusundaki büyük resme bakıldığında durumun çok iç açıcı olmadığı belirtiliyor. Nitekim sığınmacılar konusunda hatalarının da olduğunu söyleyerek, özeleştiri yapan Merkel’in, Almanya’ya yeni bir sığınmacı akını yaşanmayacağı sözü verdiği belirtiliyor. Basına yansıyan haberlere göre Merkel, Birlik Partileri CDU/CSU Meclis Grubu toplantısında, bundan sonraki hedeflerinin, sığınma başvuruları reddedilenleri sınır dışı etmek olduğunu söyledi. Merkel'in toplantıda, ‘Bundan sonraki aylar için en önemli konu: Sınır dışı, sınır dışı ve bir kez daha sınır dışı’ ifadesini kullandığına dikkat çekiliyor.
Ludmila Dalaman
Alman ordusu 240 askeriyle 6 Tornado askeri keşif uçağının konuşlandığı İncirlik Üssü’ne 58 milyon Euro yatırım yapacak. Alman medyasında konuyla ilgili çıkan haberleri doğrulayan Federal Savunma Bakanlığı sözcüsü, bakanlık bütçesinde öngörülen, ancak Türkiye ile Almanya arasında yaşanan ziyaret krizi nedeniyle bir süre önce dondurulan paranın Müşteşar Gert Hoofer tarafından imzalanarak, onaylandığını söyledi.
Alman ordusunun İncirlik’deki inşaat planları Nisan ayında bizzat Başbakan Angela Merkel tarafından gündeme getirilmiş, Merkel, Alman askerlerinin Adana’daki İncirlik Üssü’nde uzun soluklu görev yapabilmesi için üssün modernleştirilmesi gerektiğini belirtmişti.
Sözkonusu yatırım kapsamında Alman uçaklarının kullanacağı uçuş alanı, askerlerin kalacağı yerler ve tam donanımlı komuta merkezi kurulması planlanıyor.
Alınan bilgilere göre, yatırımın 28 milyon Euro’su Tornado keşif uçakları için kullanılacak yeni bir piste, askerlerin kaldığı kışlaların modernizasyonuna ve komuta merkezine ayrıldı. Alman tornadoları şimdiye dek, Amerikan uçaklarına ayrılan pistte park ediyordu. Diğer 30 milyon Euro ile de askeri teçhizat alınacak. Federal Savunma Bakanlığı’nın bütçeyi onaylaması iki ülke arasındaki gerilimin atlatıldığının işareti olarak yorumlanıyor.
Ermeni soykırımı kararının ardından Türkiye, bir grup Alman milletvekilinin Temmuz ayında İncirlik’e yapmak istedikleri ziyarete izin vermemiş, bu karar iki ülke arasında diplomatik krize neden olmuştu. Aralarında Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier’in de olduğu çok sayıda siyasetçi, Alman askerlerini ziyaret etme yasağının sürmesi durumunda Tornado’ların, İncirlik’ten çekilebileceği tehdidinde bulunmuştu.
Berlin’deki siyasi çevreler, Çin’deki G20 Liderler Zirvesi’nde biraraya gelen Merkel ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuyu kapalı kapılar ardında konuştuklarından ve Ankara’nın önümüzdeki günlerde ziyaret izni yasağının kaldırıldığını duyuracağından yola çıkıyor. Geçen hafta sonunda Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) savunma politikaları sözcüsü Rainer Arnold, Alman parlamentosunun Savunma Komisyonu üyesi milletvekillerinin 4 Ekim’de İncirlik Üssü’nü ziyaret edeceğini söylemişti.
Ludmila Dalaman
Başkan Barack Obama, geçen Nisan ayında dünyanın sayılı sanayi fuarlarından Hannover Fuarı'nın açılışını yapmak üzere Almanya'yı ziyaret etti ve görev süresinin dolmasına az bir süre kala Başbakan Angela Merkel’le bir dizi görüşme yaptı.
Obama’nın temasları sırasında başlıca gündem maddesi AB ile ABD arasında yürütülen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması (TTIP) oldu. ABD ile AB arasında gümrük ve diğer ticari engellerinin kaldırılmasını öngören anlaşmanın bir an önce imzalanmasını isteyen Obama, “En büyük ortağınız ve dostunuz ABD’ye güvenebilirsiniz. İki tarafından da bu anlaşmaya ekonomik büyüme için acil ihtiyacı var” mesajını verdi. AB’nin sözleşmeyle en az 119 milyar Euro, ABD’nin de 95 milyar Euro ek ekonomik kazancı olacağını söyleyen Başbakan Merkel de, TTIP’le ekonominin büyüyeceğine ve istihdam yaratılacağına vurgu yaptı.
Ancak Obama’nın ziyaretini izleyen gözlemciler anlaşmanın Obama’nın görev süresi içinde imzalanacağına ihtimal vermediler. Ağustos ayında iki taraf arasında 14. müzakere turunun sona ermesinden sonra, bu hafta başında Başbakan Yardımcısı ve Ekonomi Bakanı Sigmar Gabriel’in, “TTIP müzakereleri fiilen başarısız oldu” açıklaması, TTIP konusundaki büyük görüş ayrılıklarının aşılmasının imkansız olduğunun ve anlaşmanın yapılamayacağının kanıtı şeklinde yorumlandı.
Alman siyasetinde TTIP’in yıllardır en büyük destekçisi olan Gabriel’in tavrındaki değişiklik, müzakerelerin anlamını yitirmesi anlamına gelirken, Alman basını gelinen noktadan Amerikan tarafını sorumlu tutuyor ve Washington’un hiçbir konuda taviz vermemesi ve kendi taleplerini dayatması nedeniyle anlaşmanın çıkmaza girdiğini savunuyor.
Özellikle tüketici örgütleri TTIP’in en çok etkileyeceği alanlardan tarım ve gıda güvenliği konularında Avrupalılar’ın büyük taviz vermek zorunda kalacağını öne sürüyor. ABD genetik değişime uğratılmış ürünlerini TTIP sayesinde Avrupa'ya satabilmeyi planlarken, gıda maddeleri ve hayvan yemlerini genetik yapısı değiştirilmemiş hammaddeyle üreten AB ülkeleri kendi standartlarını değiştirmek istemiyor.
Sendikalar anlaşmanın Almanya’daki çalışanların ücretlerinin düşmesine ve çevre koruma tedbirlerinin zayıflamasına neden olacağını öne sürerken, kamuoyu tarafından en yoğun eleştirilen nokta, görüşmelerin gizli gerçekleştiriliyor olması.
Geçen Mayıs ayında Greenpeace örgütünün TTIP’in gizli belgelerini ifşa etmesi konuyla ilgili eleştirilerin artmasına neden olmuştu. Belgelerde ABD’nin Avrupa parlamentolarının tüketicileri ilgilendiren kararlarına müdahale hakkı planlandığı ortaya çıkmıştı.
Yapılan kamuoyu araştırmalarına göre, TTIP müzakerelerinin başladığı 2011 yılında Almanya’da TTIP’ye yüzde 80 olan destek oranı bu yıl yüzde 20’ye düştü.
Öte yandan Almanya ile Kanada arasında planlanan CETA anlaşmasının akıbetinin ne olacağı konusundaki belirsizlik de sürüyor. Federal Ekonomi Bakanı Gabriel TTIP’den bağımsız olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunduğu CETA anlaşmasının Ekim ayında AB tarafından kabulü için çalışma yürütüyor. Tüketici örgütleri ve muhalefet partileri ise CETA’nın da Alman anayasası ile bağdaşmadığını, çevreye önemli derecede zarar vereceğini ve günlük hayatın birçok alanını ilgilendiren sosyo-politik standartları budayacağını öne sürüyorlar. Nitekim Anayasa Mahkemesi'nde CETA'ya karşı açılan davaya 125 binin üzerinde kişi vekaletname ile destek verdi.
Ludmila Dalaman
Almanya‘nın önde gelen gazetelerinden Frankfurter Allgemeine Zeitung, birkaç gün önceülkenin başbakanı Angela Merkel’i “Avrupa’nın en yalnız politikacısı” olarak tanımladı.
Mülteciler ve Türkiye politikaları nedeniyle Merkel’in diğer AB liderleri ile arasının giderek açıldığını savunan gazetedeki konuyla ilgili yorumda, daha geçen yıla kadar AB’nin gizli lideri konumundaki Alman başbakana olan güvenin büyük ölçüde sarsıldığı öne sürüldü.
Merkel altı günde 15 lider ile buluştu
Angela Merkel’in yaz tatilinden döner dönmez bir haftalık Avrupa Birliği turuna çıkması ve altı gün içinde toplam 15 AB devlet ve hükümet lideri ile buluşması, “Merkel Avrupa’daki lider konumunu tekrardan elde etmek istiyor” şeklinde yorumlandı. Merkel 16 Eylül tarihinde yapılacak AB liderler zirvesi öncesindeki diplomatik atağında hafta başında İtalya Başbakanı Matteo Renzi ve Fransa Devlet Başkanı Francois Hollande ile İtalya'da bir araya geldi.
Çarşamba günü Estonya'ya giderek Başbakan Taavi Roivas ile görüşen Merkel, cuma günü Prag'daki temaslarının ardından Varşova'ya geçti. Merkel, Polonya Başbakanı Beata Szydlo ile ikili görüşmesinin ardından Visegrad ülkeleri olarak tanımlanan Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya ve Slovakya) liderleriyle temaslarda bulundu. Bugün ise Hollanda, Finlandiya, İsveç, Danimarka, Slovenya, Bulgaristan ve Avusturya liderlerini Berlin yakınlarındaki Meseberg Sarayı’ndaki mini zirve kapsamında bir araya getirdi.
Merkel’in temaslarında, geçen yıl ağustos ayının son günlerinde, Almanya’nın sınırlarını sığınmacılara açma politikası sonrası, birlik içinde yaşanan gerilimi yumuşatmayı hedeflediği dikkat çekerken, diğer gündeme gelen konular Brexit sonrasında AB’nin geleceği, radikal İslamcı terör, Ukrayna, Suriye savaşı ve 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye ile ilişkiler oldu.
İngilteresiz AB konusunda güvence
Berlin’deki siyasi gözlemcilere göre Merkel’in görüşmelerinde başarılı olduğu tek konu, İngiltere'nin Brexit ile AB'den ayrılma kararı sonrasında yaşanan krizin, diğer liderlere verdiği olumlu mesajlarla şimdilik aşılması oldu. Merkel görüşmelerinde, AB’nin İngiltere’siz de ekonomik ve politik açıdan güçlü kalacağı yönünde iyimser mesajlar verdi. Alman başbakanın, İngiltere‘ye AB ile gelecekteki ilişkisini nasıl şekillendireceğini netleştirmesi için zaman baskısı yapmayacağı mesajı diğer liderlerden olumlu yankı aldı.
Visegard ülkeleri, Merkel'in sığınmacı politikalarına tepkilerini sürdürüyor
Uzmanlar, Merkel’in, sığınmacı krizi konusunda ise özellikle Visegrad ülkelerinin liderleriyle yaptığı zirveden eli boş döndüğü konusunda birleşiyorlar.
Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya ve Slovakyalı politikacıların, Merkel’in mülteci politikalarına yönelik eleştirilerini artırarak sürdürmeleri ve Avrupa’da son bir yıl içinde yaşanan terör saldırılarını mültecilerle ilişkilendirerek, Alman başbakanını dolaylı olarak sorumlu tutmaları, konuyla ilgili krizi Merkel’in, ‘kulağa hoş gelen beyanatlarıyla atlatmasının zor olduğunu gösterdi.
Kern: "Türkiye’nin AB üyeliği sadece diplomatik bir hayal"
Merkel’in Avrupa’da yalnız kaldığı bir diğer konu da Türkiye ile ilişkiler. Bu hafta içinde yaptığı görüşmelerde 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Türkiye’ye yönelik politikalarını haklı çıkarma çabası içine giren Merkel’i en çok eleştirenlerin başında Avusturya geliyor.
Meseberg Sarayı’ndaki görüşme öncesi bir açıklama yapan Avusturya Başbakanı Christian Kern, Merkel’in Türkiye ile AB müzakerelerinin sürdürülmesinden yana olmasını eleştirerek, “Türkiye’nin AB üyeliği sadece diplomatik bir hayal. O yüzden müzakerelerin sonlandırılmasını ciddi bir şekilde tartışmalıyız” dedi. Kern Merkel’in girişimi ile imzalanan mülteci anlaşmasını da eleştirerek, “AB’nin Türkiye’nin önünde diz çökmeye ihtiyacı yok. Mülteciler sorununu kendimiz de çözebiliriz” şeklinde bir açıklama yaptı.
Merkel'i iç siyaset de zorluyor
Angela Merkel’i, dış siyasetteki sorunlarına paralel iç politikada da huzursuz günler bekliyor. Hristiyan Demokrat CDU’nun ortağı Hristiyan Sosyal Birlik Partisi CSU’nun, Merkel’in 2017’deki genel seçimler için adaylığını bu yıl açıklamasına karşı olduğu basına yansıdı.
Konuyla ilgili haberlere göre CSU lideri Seehofer gelecek aylarda yapılacak eyalet seçimlerinin sonuçlarını ve özellikle İslam karşıtı AfD’nin alacağı oy oranlarını beklemekten yana. AfD’nin yükselmesine paralel Merkel’in partisi CDU’nun oy oranının hissedilir oranda düşmesi durumunda CSU’nun kendi adayı ile seçimlere girebileceği tahmin ediliyor.
Eyalet seçimlerinin ilki 4 Eylül’de Mecklenburg Vorpommern’de yapılacak seçimle başlayacak. Son kamuoyu araştırmalarına göre yüzde 22 oy ile ikinci sırada yer alan CDU’nun, yüzde 21 ile hemen arkasında yer alan ve seçimlere ilk kez katılan AfD’nin bu farkı kapatabileceği tahmin ediliyor.
Ludmila Dalaman
Merkel dün bir gazeteye verdiği röportajda, ‘Almanya’da uzun süredir yaşamakta olan Türklerden ülkemize karşı büyük ölçüde bir sadakat geliştirmelerini bekliyoruz’ diyerek, bu sadakatın hayata geçmesi için devlet olarak Almanyalı Türklerin arzularına kulak kabarttıklarını ve Türkleri temsil eden kuruluşlarla sıkı irtibat içinde olmaya devam edeceğini açıklamıştı. Merkel ayrıca Türk kökenlileri Türkiye’deki politik tartışmaları Almanya’ya taşımamaları konusunda uyararak, ‘Fikir ve gösteri özgürlüğü, Almanya’da yaşayan herkes için geçerli, ancak herkes görüş farklılıklarını barışçıl bir yolla dile getirmeli’ diye konuştu.
‘3 milyon insan töhmet altında bırakılıyor’
Merkel’in Türk toplumuna yönelik eleştirel sözleri Alman basınındaki yorumlarda ülkedeki Türklerin Alman toplumuna uyum gösteremediklerinin işareti olarak tanımlanırken, Federal Hükümetin Göçmenlerden Sorumlu Devlet Bakanı Aydan Özoğuz kabine şefi Merkel’i eleştirdi. Özoğuz, Almanya’daki Türklerin ezici çoğunluğun kendini Almanya’nın bir parçası olarak algıladığını ve devlete güvendiğini savundu ve başbakanın sözleriyle 3 milyon insanı genelleştirerek, töhmet altında bıraktığını ifade etti.
‘Gereksiz yere toplum bölünüyor’
Yeşiller Partisi Parlamento Grup Başkanı Katrin Göring-Eckardt da, Merkel’in ‘gereksiz yere toplumu bölerek, dostlar ve düşmanlar diye bir ayrıma gittiğini’ öne sürerek, bu tutumun Almanya’da toplumsal barışa zarar verecek bir boyutu olduğunu söyledi. Türklere yönelik ‘Almanya’ya sadakat talebinin birkaç yıllık aralarla özellikle muhafazakar Alman siyasilerin gündemine geldiğini belirten Almanya Türk Toplumu Başkanı Gökay Sofuoğlu da Merkel’in sözlerini yanlış olarak tanımladı.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra Köln’de gerçekleşen ve onbinlerce kişinin katıldığı darbe karşıtı miting Alman politikacılar arasında ülkedeki Türklerin sorgulanmasına yol açan bir süreç başlattı. Konuyla ilgili tartışmaları başlatan CDU’lu politikacı Jens Spahn, ‘Kimin kalbi Erdoğan için çarpıyorsa, en iyisi bunu Türkiye’de yapsın’ dedi ve Türklerden sadakatlerının hangi ülke için geçerli olduğuna karar vermelerini isteyerek, mitinge katılan ya da destek veren Türkleri adeta Türkiye’ye geri dönmeye davet etti. Son olarak da koalisyon ortağı Hristiyan Sosyal BirlikCSU Genel Sekreteri Andreas Scheuer, ‘Alman pasaportu, herkesin ikinci pasaport olarak alabileceği değersiz bir pasaport değil’ dedi. İstisnai durumlar için geçerli olan çifte vatandaşlığın Almanya’da normal bir hal almaya başladığını kaydeden Scheuer, yeniden tek vatandaşlığa dönülmesini talep etti.
Öte yandan son günlerde Almanya’da özellikle Türklere yönelik dini hizmetleri koordine eden en büyük kuruluş olan Diyanet İşleri Türk İslam Birliği DİTİP de eleştirilerin hedefi oldu. Basında çıkan yazılarda bu kurumun Türkiye’den yönlendirildiği ve AK Parti’nin çıkarlarına hizmet verdiği iddia edilirken, şimdiye dek Alman tarafıyla süren ortak çalışmaların durdurulması talebi dillendirildi. Almanya Türk Toplumu Başkanı Gökay Sofuoğlu, Türklere yönelik tartışmaların yıllar içinde elde edilen kazanımları sorgulanır hale soktuğu ve birçok konuda tekrar başa dönme riskini beraberinde getirdiği görüşünde.
Berlin’deki siyasi analistler Almanyalı Türklerin sadık kalması gereken ülke tartışmasına Merkel’in de dahil olmasını, konunun önümüzdeki aylarda gündemden inmeyeceği şeklinde okuyorlar ve özellikle çifte vatandaşlığın önümüzdeki Eylül ayında ve ardından gelecek yıl gerçekleşecek eyalet ve genel seçimlerde seçim kampanyası malzemesi olarak kullanacağından yola çıkıyorlar. 4 Eylül’de Merkel’in seçim bölgesi Mecklenburg Vorpommern eyaletinde başlayacak eyalet seçimleri 18 Eylül’de Berlin ve gelecek yıl Saarland, Schleswig Holstein ve Kuzey Ren Vestfalya ile devam edecek. 2017 sonbaharında ise genel seçimler yapılacak.
Ludmila Dalaman
Ünlü oyuncu Sibel Kekilli, Alman dergisine samimi bir röportaj verdi. Röportajda kendisine karşı çok katı olduğunu belirten ünlü oyuncu "Kendime karşı katıyım çünkü, kendimden beklentilerim büyük" dedi.
DERGİ İÇİN OBJEKTİF KARŞISINA GEÇTİ
Game Of Thrones ve Tatort dizilerindeki roller sayesinde ünü tüm dünyaya yayılan Sibel Kekilli geçtiğimiz günlerde alman Gala dergisi için objektif karşısına geçti. 36 yaşındaki oyuncu, HamburgElbe sahilindeki çekimin ardından soruları yanıtladı.
"GURUR VERİCİ VE EĞLENCELİYDİ"
Kadınları yönelik namus cinayetleriyle ilgili farkındalık yaratmak amacıyla hayata geçirilen Terredes Femmes organisyonu hakkında bir belgesel çeken Kekilli, çalışması için "Bu işte bir oyuncudan daha fazla sorumluluğumun olması hem gurur verici hem de eğlenceliydi" şeklinde konuştu.
EN BÜYÜK HAYALİ
En büyük hayalinin sinema filmi yönetmek olduğunu belirten Kekilli, bunu bir gün ne pahasına olursa olsun gerçekleştirmek istediğini belirtti.
Ludmila Dalaman
Türkiye’den işçi göçü, başta Almanya olmak üzere dünyanın dört bir yanına 1960'lı yıllarda başladı. Politik ve ekonomik gelişmelere paralel, ilk baştaki işgücü nitelemesi zamanla konuk işçiliğe, sonra yabancı hemşehriliğe, göçmenliğe ve bugünlerde yurttaşlığa dönüştü. Dışişleri Bakanlığı’nın verilerine göre yurtdışındaki 5 milyonu aşkın Türk toplumunun 3 milyonla büyük bir bölümü Almanya'da yaşamakta.
Heidelberg Üniversitesi'nin araştırması
Almanyalı Türklerin en önemli sorunlarından biri, çocukların anadili meselesi. Almanya’da Türkçe’yi konuşanların sayısı her geçen gün azalıyor ve yapılan araştırmalar Türkçe’nin mirasının nesilden nesle eridiği gösteriyor. Konuya ilişkin Heidelberg Üniversitesi’ne bağlı Göç Araştırmaları ve Kültürlerarası Pedagoji Merkezi’nin yaptığı araştırmada ortaya çıkan en önemli sonuç Türkçe konuşan çocukların oranının hızla azaldığı ve okullarda ders olarak okutulmazsa Türkçe’nin orta vadede Almanya’da yok olmayla karşı karşıya kalacağı. Araştırmaya göre, anne-babasıyla sadece Türkçe konuşan çocukların oranı yarı yarıya düşmüş durumda. Kardeşler ise kendi aralarında ağırlıklı olarak Almanca’yı tercih ediyor. 6 bin 125 öğrencinin katılımıyla gerçekleştirilen araştırmanın sonuçlarına göre, öğrencilerin yüzde 27,8’i ailede sadece Türkçe, yüzde 7,9’u da sadece Almanca konuşuyor. Öğrencilerin yüzde 56’sı anneleriyle, yüzde 49,7’si de babalarıyla sadece Türkçe konuşuyor. Öğrenciler evde yüzde 83,5 oranla en çok büyükanne ve büyükbabalarıyla Türkçe konuşuyor. Kardeşlerin kendi aralarında konuştukları dil ise çoğunlukla Almanca. Anketten çıkan sonuca göre, öğrencilerin yüzde 51,5‘u kardeşleriyle sadece Almanca konuşuyor. Kardeşler arasında hem Almanca’yı hem de Türkçe’yi kullanan öğrenci oranı yüzde 22,6. Kardeşler arasında sadece Türkçe konuşanlar yüzde 16,1’de kalıyor. Öğrencilerin Türkçe dil düzeyine bakıldığında ise konunun ne kadar aciliyet arz ettiği ortaya çıkıyor. Üçüncü nesilde Türkçe’sinin iyi olduğunu düşünenlerin oranını yüzde 49,4. Bu da okul çağındaki Türk öğrencilerinin yarısından fazlasının Türkçe bilgisine güvenmediğini ortaya koyuyor. İkinci nesle mensup olup Türkçesinin iyi olduğunu düşünenlerin oranı ise yüzde 63,6 ile hayli ileride. Birinci nesilde bu oran yüzde 72,8. Almancayı iyi bilme söz konusu olduğunda ise anket tam tersi bir tablo ortaya koyuyor. Buna göre üçüncü neslin okul çağındaki mensuplarının yüzde 85,4’ü Almanca bilgisinin iyi olduğunu düşünüyor. İkinci nesilde bu oran yüzde 77,8 ile bir miktar geride. Birinci neslin yüzde 72,8’i Almancasına güveniyor. Araştırmada öğrencilerin devam ettikleri okul modellerine göre dil kullanma alışkanlıklarını da incelenmiş. Buna göre okulun eğitim düzeyi arttıkça aile içinde Türkçe konuşanların oranı önemli ölçüde düşüyor. Alman okullarında 500 bin Türkiye kökenli öğrenci olduğunu hatırlatan eğitim uzmanları, Türkçe’nin İngilizce ve Fransa ile birlikte müfredata alınmasını talep ediyor.
Engin: Yeterli ilgi gösterilmemesi durumunda Türkçe Almanya'da unutulur
Türkçenin birinci ve ikinci nesilde hala birinci iletişim dili olduğunu söyleyen Heidelberg Göç Araştırmaları ve Kültürlerarası Pedagoji Merkezi Direktörü Prof. Havva Engin, yeterli ilginin gösterilmemesi durumunda Türkçe’nin Almanya’da orta vadede unutulan diller arasına gireceğini ifade ediyor. Havva Engin ‘İki dillilik büyük bir zenginlik. Almanya’da insanlar en az iki dili günlük hayatta kullanıyor. Türkçe’nin de okullarda ikinci veya üçüncü yabancı dil statüsü kazanması gerekir’ şeklinde görüş belirtiyor.
Ludmila Dalaman
Almanya’da muhafazakar Hristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) eyalet içişleri bakanları, terör örgütleri adına yurtdışında cihada katılan çifte vatandaşların Alman vatandaşlıklarının iptal edilmesini, kısmi burka yasağı getirilmesini ve 15 bin yeni polis istihdamını kararlaştırdılar.
Berlin'de iki gün boyunca eyalet içişleri bakanlarının katılımıyla düzenlenen toplantının konusu terör tehlikesine karşı alınabilecek yeni güvenlik önlemleri oldu. Bakanların uzlaştıkları ‘Berlin Açıklaması’ taslağında en çok tartışılan maddeler çifte vatandaşlığın kaldırılması ve burka yasağıydı.
Birlik Partileri eyalet içişleri bakanlarının çoğunluğu, radikal İslamist gruplarla mücadele kapsamında burka, nikap veya tam kapalı çarşaf gibi giyim tarzlarının yasaklanmasını talep ediyordu.
Burka konusunda içişleri bakanları ile Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere burkanın kısmi olarak yasaklanması konusunda anlaştı. Buna göre, burka okullarda, bütün kamu kurumlarında, mahkemelerde, ikametgah kayıt ofislerinde, evlendirme dairelerinde, pasaport kontrollerinde, araba kullanırken, miting ve yürüyüşlerde yasaklanacak.
Burka giymenin ‘dünyaya açık Almanya toplumuna uymadığını’ söyleyen Federal İçişleri Bakanı de Maiziere, burkanın genel olarak yasaklanmasının hukuki nedenlerden ötürü gerçekleşemeyeceğini ve kısmi yasağın başörtüsünü kapsamadığını vurguladı.
Toplantı öncesinde konuyla ilgili bir açıklama yapan Başbakan Angela Merkel, her taraftan kapalı, giyen kadının önünü görmesi için sadece yüz kısmı kafesli olan burka tarzıyla kapanan bir kadının Almanya’ya uyum sağlamasının mümkün olmadığını söylemişti.
Merkel, İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere’nin bu konudaki tavrına tam destek verdiğini de açıkladı.
Sol Partili siyasetçiFerat Koçak ise, Birlik Partili içişleri bakanlarının aldıkları kararlarla, yaklaşan eyalet seçimlerini düşünürek, sağ popülist seçmene yönelik mesajlar verdiklerini, ancak tavırlarının ‘Müslümanlar’a düşmanlık’ olduğunu belirtti.
Öte yandan İçişleri Bakanları, çifte vatandaşlığın tamamen kaldırılması yerine IŞİD ve başka radikal İslamcı gruplara katılanların başka vatandaşlıklarının olması halinde Alman vatandaşlıklarının iptal edilmesine de karar verdiler.
İçişleri Bakanları Berlin’deki güvenlik zirvesi öncesinde, Köln’de düzenlenen ve onbinlerce kişinin katıldığı 15 Temmuz darbe girişimi karşıtı gösteri sonrasında çifte vatandaşlığın tamamen kaldırılmasını gündeme getirmiş, koalisyon ortağı Sosyal Demokrat Parti (SPD) böyle bir öneriye kesinlikle karşı çıkacaklarını açıklamıştı.
Üzerinde uzlaşılan bir diğer öneri, terörle mücadele yasalarının sertleştirilmesini öngören paket kapsamında daha fazla polis istihdamı. İçişleri bakanları 250 bin olan polis sayısının 2020 yılına kadar 15 binlik bir oranda artırılmasını ve polislere daha güçlü silahlar verilmesini amaçlıyor.
Ludmila Dalaman
Alman televizyon kanalı ARD’nin haber programlarında yer alan ve ardından diğer Alman medyasında da yayınlanan, Federal Hükümetin Türkiye’ye yönelik İslamcı terör gruplarına destek suçlaması haberi iki ülke arasındaki ilişkileri daha da gereceğe benziyor.
ARD’nin haberine göre, Federal Parlamento’daki Sol Parti’den milletvekili Sevim Dağdelen’in hükümete Türkiye ile ilgili verdiği bir soru önergesine Federal İçişleri Bakanlığı’nın ‘gizli’ ibareli yanıtında, ‘Türk hükümetinin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, komşu ülkelerdeki radikal İslamcı ve terörist gruplar ile işbirliği yaparak aktif bir şekilde desteklediği’ iddiası yer alıyor.
Alman İstihbarat Teşkilatı BND’nin Türkiye ile ilgili raporlarına dayanılarak hazırlanan yanıtta, AK Parti hükümetinin ‘2011’den bu yana attığı adımlarla, iç ve dış siyasette İslamcı bir çizgi izlemeye başladığı ve bu politikanın sonucu olarak Türkiye’nin Ortadoğu’daki radikal İslamcı grupların merkezi eylem platformuna dönüştüğü’ suçlaması yer alıyor.
ARD'nin haber programlarında yer verilen belgede, ‘Mısır’daki Müslüman Kardeşler’e, Hamas örgütüne ve Suriye’deki silahlı İslamcı muhalif gruplara yönelik çok sayıda dayanışma mesajı ve destek faaaliyeti AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler’e olan ideolojik benzerliğini gösteriyor’ cümlesi de bulunuyor. Raporda Türk hükümetinin, 2003 yılından bu yana AB terör listesinde yer alan Hamas ve diğer örgütlerle ilişkisini bilinçli olarak geliştirdiği de öne sürülüyor. ARD’nin konuyla ilgili haberinde, Alman hükümetinin resmi olarak ilk kez Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir terör örgütü arasında doğrudan ilişki kurduğu değerlendirmesine de yer veriliyor.
Berlin’de yapılan yorumlarda medyaya yansıyan iddiaların, Ermeni soykırımı oylaması ve ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Köln’de düzenlenen darbe karşıtı mitinge video konferansla bağlanmasına izin verilmemesi sonrasında zaten gergin olan Almanya-Türkiye ilişkilerini daha da zor bir konuma getireceği tahmin ediliyor. ARD haber programlarının ‘gizli’ ibareli rapora ve belgeye nasıl ulaştığı konusunda şimdilik kesin bir bilgi yok. Ancak raporun medyaya yansıması hem hükümet içinde hem de siyasi arenada tartışmalara neden olacağa benziyor.
Mützenich: "Bu olay Türkiye ile ilşkilerimizi olumsuz etkileyecek"
Koalisyon ortağı SPD’nin dış politikalar sözcüsü Rolf Mützenich, soru önergesine verilen gizli cevabın medyaya sızmasını sert bir dille eleştirdi ve ‘Korkarım ki bu olay Türkiye ile ilişkilerimizi olumsuz etkliyecek’ dedi. Türkiye’nin NATO’da Almanya’nın partneri olduğunu ve İncirlik’te Alman askerlerinin görev yaptığını hatırlatan siyasetçi, ‘Bu kadar hassas bir konuda dışişleri bakanlığının görüşünün alınmış olması gerekirdi’ şeklinde konuştu. Soru önergesine cevabı veren birimin neden Federal İçişleri Bakanlığı olduğu da anlaşılamazken, Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier’in ofisi söz konusu rapordan medya üzerinden haberdar olduklarını duyurdu.
Ludmila Dalaman
15 Temmuz darbe girişiminin ardından geçen bir aylık süreye rağmen, Alman kamuoyunda Berlin-Ankara arasındaki ilişkiler ve özellikle Ankara'nın Almanya'daki Türkler üzerindeki etkisi ile ilgili iddia ve tartışmalar sürüyor. Özellikle 31 Temmuz'da Köln'de yapılan ve onbinlerce kişinin katıldığı 'Darbeye Karşı Demokrasi Mitingi' sonrası patlak veren tartışmalarda, Almanya’daki Müslüman Türk nüfusunu temsil eden en köklü örgütlerden biri olan ve bu özelliği ile Alman devlet organlarının en önemli muhatabı haline gelen Diyanet İşleri Türk İslam Birliği DİTİB’in Türk hükümetinin etkisinde ve kontrolünde olduğuna yönelik iddialar sıklıkla gündeme getiriliyor.
Almanya’da 900’e yakın caminin idaresini yürüten ve 1984 yılında kurulan DİTİB, Türkiye’den Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından gönderilen imamlarla dini hizmet veriyor, ayrıca kamu okullarındaki İslam din derslerinin sorumluluğunu üstleniyor. Hamburg ve Bremen eyaletlerinde Müslüman derneklerle imzalanan ve Sünni Müslümanlar ve Alevilerin dini tatilleri, İslam ya da Alevi din dersi ve mezarlıklar gibi konuları resmileştiren devlet anlaşmalarının tarafı da olan DİTİB ile ilişkili eleştirilerin son zamanlarda gündeme gelmesinin nedeni, darbe girişimi sonrası, Fethullahçı olarak bilinen kişilerin camilere alınmadığı ve Cuma hutbelerlerinde kışkırtıcı vaazlar verildiği iddiaları. Yasalara göre DİTİB’in partiler üstü konumu bulunduğunu, ancak uygulamanın farklı olduğunu öne süren Alman medyası, AK Parti’ye yakın Avrupa Türk Demokratlar Birliği (UETD) teşkilatlanmasının ve faaliyetlerinin de kısmen DİTİB camilerinde gerçekleştiğini savunuyor.
Konuyla ilgili yazılı bir açıklama yapan DİTİB yönetimi, suçlamaları ‘maksatlı ve bir kısmı düşmanca’ olarak tanımlayarak reddetti ve birlik hakkında çıkan haberlerin ‘ayrımcı ve karalayıcı bir kampanya’ olduğunu, DİTİB'in itidal, sükunet ve gerginliklerin yatıştırılmasına yönelik çalışmalarının bilindiğini ifade etti. Ancak bu açıklama DİTİB’le ilişkili eleştirilerin sonu olmadı. Tersine Aşağı Saksonya eyaleti, DİTİB’in Türkiye’deki siyasi tartışmalara müdahil olduğunu öne sürerek, DİTİB ve Alevi Federasyonu ile imzalama hazırlığı süren ‘Devlet Anlaşması’ görüşmelerinden geri çekildi. Söz konusu anlaşma ile Hamburg ve Bremen eyaletlerinde olduğu gibi okullarda İslam din dersi, hastaneler ve cezaevlerinde din adamı tarafından hizmet verilmesi, cami yapımı gibi konuların yasal bir zemine oturtulması amaçlanıyordu.
Öte yandan bir milyona yakın Türkiye kökenli göçmenin yaşadığı Kuzey Ren Vestfalya eyalet hükümeti ise, radikalliğe karşı koruma programında DİTİB’le işbirliğini durdurma kararı aldı. Türkiye’deki gelişmelerin DİTİB’in dini cemaat olarak tanınması sürecini etkilediğini öne süren eyalet başbakanı Kraft, DİTİB’in statüsünün titizlikle incelenmesi gerektiğini belirtti.
Öne sürülen iddia ve gerekçelerin yeni bir olgu olmadığını belirten siyasi uzmanlar ise, Diyanet İşleri Başkanlığı ile akrabalığını geçmişte gizlemeyen DİTİB’in özellikle muhafazakar CDU tarafından hedef haline getirilmesini, önümüzdeki Eylül ayında yapılacak eyalet ve 2017’deki genel seçimlerle ilişkilendiriyor ve başta AfD partisi olmak üzere kamuoyundaki İslamofobik sağ popülist kesimin oylarını kazanmaya yönelik bir tutum olarak tanımlıyorlar. 4 Eylül'de Mecklenburg-Vorpommern, 18 Eylül'de ise Berlin’de eyalet meclisleri seçilecek. Anketlere göre sağ popülist söylemleriyle bilinen İslam ve yabancı karşıtı Almanya için Alternatif partisi AfD Mecklenburg Vorpommern'de yüzde 20, Berlin’de ise yüzde 14 oy alabilecek.
Ludmila Dalaman
Çagatay Ulusoy ve Leyla Lydia Tuğutlu, “Delibal”ın Almanya’nın Stuttgart kentinde yapılan özel gösterimine katıldı.Saatler öncesinden galanın yapılacağı UFA Palast’ta akın eden izleyiciler film ekibine büyük ilgi gösterdi.
Kırmızı halı seremonisin ardından izleyiciler filmi seyretmek için salona geçti. Film bitiminin ardından salona gelen oyunculardan Çağatay Ulusoy, izleyicileri Almanca ‘hoş geldiniz’ diye selamladı ve “Bu Almanya’ya ilk gelişim.Aranızda olmak, sevginizi hissetmek çok güzel, umarım filmi beğenmişsinizdir” dedi. Almanya doğumlu Leyla Lydia Tuğutlu ise sahneden Almanca konuşarak izleyicilere teşekkür etti.
Ludmila Dalaman
Osman Okkan. Türkiye’de, başkent Ankara’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. Türk işgücü göçü başladıktan birkaç yıl sonra 1965 yılında öğrenim yapmak için Almanya’ya geldi. Münster Üniversitesi’nde Ekonomi, Sosyoloji ve Siyasal Bilimler öğrenimi yaptı.
Öğrencilik yıllarında o zamanlar gastarbeiter (misafir işçi) denilen Türkiye kökenli insanların sorunları ve sosyal yaşamları ile yakından ilgilendi. Sendikal faaliyetlerde bulunduğu gibi göçmen kökenlilerin oluşturduğu birçok derneğin kuruluşuna katkıda bulundu.
1978-1980 yıllarında FİDEF kısa adıyla tanınan Federal Almanya İşçi Dernekleri Federasyonu’nun genel sekreterliğini yaptı. Üniversiteyi bitirdikten sonra da serbest gazeteci olarak çalışmaya başladı. Bazı gazete ve dergiler ile radyo ve televizyonlarda Almanca veya Türkçe haberleri yayımlandı.
Ağırlıklı olarak Batı Alman Radyo ve Televizyon Kurumu (WDR) için haber ve programlar yaptı. Türkiye’deki gelişmeleri, TürkiyeAlmanya ilişkilerini, Almanya’daki çok kültürlü hayatı, eğitim ve sosyal sorunlar ile göç ve uyumu içeren televizyon ve radyo haberleri yaptı.
1982-1984 yıllarında ünlü Alman yazar Günter Wallraff’ın En Alttakiler adlı kitap çalışmasına aktif katkıda bulundu.
Wallraf’ın belgesel film olarak da yayımlanan bu projesi için Türkiye kökenli işçiler ile tüm röportajları Osman Okkan yaptı.
Osman Okkan, 1986 yılında WDR’de kadrolu editör olarak göreve başladı. Her zamanaraştırmacı, sorgulayan ve karanlıkta kalanları aydınlığa çıkartmaya yönelik bir gazetecilik anlayışı sergiledi. Almanya’da 1961’den beri kesintisiz olarak Türkçe yayın yapan ve Köln Radyosu olarak bilinen WDR Türkçe yayınlarında editörlük ve sunuculuk yaptı.
LIVANELI, İBNİ HALDUN’UN SÖZÜNÜ HATIRLATTI
İşte Essen’de Fikret Güneş öncülüğünde bu yıl Kaçış, sığınış ve hasret adı altında 11’incisi düzenlenen Ruhr Kitap Fuarı’nın 29 Nisan’daki açılış akşamı Osman Okkan, kültür elçiliği işlevinden dolayı ödüllendirildi.
Essen’deki UNESCO Kültür mirası Zeche Zollverein’da düzenlenen törende övgü konuşmasını ise Zülfü Livaneli yaptı. Livaneli, konuşmasında 14’üncü yüzyılda yaşamış tarihçi, düşünür ve toplum bilimci İbni Haldun’un, “İnsanlar birbirlerini tanıdıkça savaşlar azalır” dediğini hatırlatarak, Osman Okkan’ın yıllardır bunu farklı ülkelerden sanatçıları bir araya getirerek yaptığını vurguladı.
Okkan’ın böylece insanların farklı kültürleri tanımalarına katkıda bulunduğunun altını da çizdi.
Fuar organizatörü Fikret Güneş de Okkan’ı tebrik ederken, “Gazeteci ve yönetmen Osman Okkan, kültürler arasında anlaşma, kaynaşma, farklı kültürlerin ve toplumların birbirini daha iyi tanıması konusunda elli yılı aşkın bir zamandır çaba gösteriyor.
Osman Okkan, Türkiye Almanya Kültür Forumu ile köprüler kuruyor. Türkiye ile Almanya arasında, Türkiye’deki farklı etnik gruplar arasında, Yunanistan ya da Ermenistan ve Türkiye toplumları arasında. Kimi zaman bu yolda karşısına çıkan engellere rağmen ya da zaman zaman destek için gereğinden fazla çaba sarfetmek zorunda kalmasına rağmen yorulmadan, usanmadan çalışıyor. Misyonu barış. Çalışmaları, özellikle filmleri bu misyonun bir eseri” dedi.
Osman Okkan da, “Bu ödülü almak benim için bir onur. Bu ödül beni ve Türkiye Almanya Kültür Forumu ekibini daha kardeşçe, daha barış dolu bir Almanya ve Türkiye için çalışma konusunda destekleyecek. Genç insanların birbirini öldürmedikleri, öldürmek zorunda bırakılmadıkları daha demokratik, daha adil, daha barış dolu toplumlar için mücadelemizi sürdüreceğiz” dedi.
NAZIM HİKMET’TEN MURATHAN MUNGAN’A
Osman Okkan’ı ber 1987 yılında Hürriyet’in Bonn Temsilcisi olarak göreve başladıktan sonra tanıdım. Araştıran, soruşturan, sorgulayan bir medyacıydı. Bu tutumunu hiç değiştirmedi. Türkiye’den gelen yazarlarla, sanatçılarla hep iç içe oldu.
Aziz Nesin, Fakir Baykurt, Yaşar Kemal gibi Türk edebiyatının dönemin yaşayan abidelerine hem eşlik etti, hem de tercümanlık yaptı.
WDR’de çalıştığı yıllarda ilk uzun metrajlı belgesellerini hazırladı. Bu belgeseller arasında Türk kökenli göçmenlerin video tutkusunu içeren Ödünç Hayaller (Hanno Brühl ile 1983), Nazım Hikmet – Şair ve İsyankar (1992), Patlayıcı Fikirler – Türkiye’deki Entelektüeller (1996) ile Yaşar Kemal – Siyaset ve Şiir Dolu Bir Yaşam (1997) vardı. Rusya’da Nazım Hikmet belgeselini çektiği dönemlerde ciddi bir şekilde rahatsızlandığını hatırlıyorum. Ama pes etmeyip, belgeseli tamamladı. 2012 yılında tamamladığı ve toplam altı bölümden oluşan İnsan Manzaraları adlı belgesel dizisi yoğun ilgi gördü.
Bu dizide Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Elif Şafak, Murathan Mungan ve Aslı Erdoğan gibi altı çağdaş Türk yazarın portresini çizdi. Türkiye’nin uluslararası üne sahip efsanevi fotoğrafçısı Ara Güler ile ilgili filmi Ara Güler – Bir İstanbul Efsanesi bundan kısa bir süre önce İstanbul’da gösterildi.
Dün akşam da Essen’de. Ara Güler de oradaydı. Okkan, Türkiye’nin yakın tarihini içeren dört bölümlük yeni bir belgesel çekti. Bu aylarda WDR televizyonunda yayımlanacak. Bu yapıtlarıyla Osman Okkan, Almanya ile Türkiye, Türkler ile Almanlar arasında tam bir kültür köprüsü mimarı işlevi görüyor.
LİYAKAT NİŞANI’NI GAUCK’TAN ALMIŞTI
Osman Okkan, 2004 yılında Simone Sitte ile birlikte hazırladığı Mübadele – Barış İçin Sürgün adlı belgesel için Öngören Demokrasi ve İnsan Hakları ödülü aldı. 2009 yılında yine Simone Sitte ile hazırladığı Hrant Dink Cinayet Dosyası, 2010 World Media Festivali’nde Intermedia Globe Gold ödülüne layık görüldü.
Osman Okkan, fahri çalışmalarından dolayı 2012 yılında Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti (NRW) Liyakat Nişanı’nı aldı. Ödül kendisine Eyalet Başbakanı Hannelore Kraft tarafından takdim edildi. 2014 yılında da Almanya Federal Cumhuriyeti Liyakat Nişanı’na layık görüldü. Başkent Berlin’deki ödül töreninde Okkan nişanını Alman Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’dan aldı. Evet kültür elçisi, kültür köprüsü mimarı Osman Okkan, bu ödülleri gerçekten hak etti.
KÜLTÜR FORUMU’NUN SÖZCÜLÜĞÜNÜ YAPIYOR
Osman Okkan, 1980’li yıllarda birçok sanatçı, yazar, kültür adamı ve medyacının girişimiyle oluşan ve 1993 yılında resmen Türkiye Almanya Kültür Forumu adı altında kurulan derneğin yıllardır sözcülüğünü yapmaktadır.
Aziz Nesin, Yaşar Kemal ve Alman yazar Günter Grass, Kültür Forumu’nun onursal başkanlığını yapmışlardı. Yunanlı Mikis Theodorakis ile Zülfü Livaneli’nin onursal başkanlığını yaptığı Kültür Forumu, kuruluşundan beri birkaç dilli medya projeleri de hayata geçiriyor. Örneğin gençler için düşünülen Cafeterra adlı çok dilli internet portalı veya vizyoner proje Yeni Avrupalılar için Yeni Medya, Avrupa Birliği ve Türkiye arasındaki karşılıklı diyaloğun yenilikçi formlarını oluşturuyor.
Kültür Forumu, Heinrich Böll Vakfı ve Robert Bosch Vakfı ile birlikte Türk - Alman Gazetecilik programını geliştirdi. Bu programa şimdiye kadar 150’den fazla Alman ve Türk gazeteci katıldı. Sayısız birçok farklı organizasyon ile birlikte Kültür Forumu uluslararası alanda basın ve ifade özgürlüğü için de çalışmalar yürütmektedir.
Ludmila Dalaman
Uluslararası Af Örgütü son haftalarda göç politikasını sertleştiren ve ırkçı saldırıların hızla arttığı Almanya’yı sert şekilde eleştirdi.
Örgütün Almanya masası tarafından yapılan açıklamada, Merkel hükümetinin geçen sonbahar aylarında sığınmacılara karşı gösterdiği hoşgörülü politikadan vazgeçerek, mülteci sayısını sınırlamak için artık “katı ve dışlayıcı” bir çizgi izlediği ve insan haklarının korunması ilkesinden uzaklaştığı öne sürüldü.
Örgüt özellikle federal hükümet tarafından “ikinci önlem paketi” adı altında hazırlanan yasayı ve bu kapsamda Tunus, Cezayir ve Fas’ın güvenli ülkeler listesine alınmasını da eleştirdi.
Söz konusu ülkelerde insan haklarının açıkça çiğnendiğini, işkencenin gündemde olduğunu ve eşcinsellere şiddet uygulandığını savunan Uluslararası Af Örgütü Almanya şubesi, Mağrip ülkelerinin sığınmacılar için de genel anlamda “güvenli ülke’” olarak kabul edilemeyeceği değerlendirmesinde bulundu.
Son aylarda Almanya’ya Cezayir ve Fas'tan gelen mülteci sayısında büyük bir artış görüldü. Yılbaşı akşamı Köln’de bu ülkelerden mültecilerin de karıştığı iddia edilen hırsızlık ve taciz olaylarından sonra hükümet Tunus, Cezayir ve Fas’ın güvenli ülkeler listesine alınarak, Mağrip’li göçmenlerin geri gönderilmesini kararlaştırmıştı.
Öte yandan Af Örgütü’nün açıklamasında, ırkçılığın Alman toplumunda sürekli zemin kazandığı, ancak hükümet ve diğer yetkililerin ırkçılığa karşı yeteri kadar tavır koymadıkları da öne sürülerek, aşırı sağcı şiddet eylemlerinin büyük hızla artmasına rağmen faillerin yakalanmaması eleştirildi.
Almanya’da ırkçılığın sadece toplumun marjinal kesimlerinde var olan bir sorun olarak değerlendirilmemesi gerektiğini savunan Uluslararası Af Örgütü, bir an önce karşı stratejiler geliştirilmesi ve gerekirse yasal değişiklikler yapılması gerektiğini ifade etti.
Son olarak geçen hafta sonunda Saksonya eyaletinde sığınmacıları konaklayacakları yurt binasına taşıyan otobüs, ırkçı saldırıların hedefi olmuş ve yaklaşık 150 kişilik mülteci karşıtı grup, ırkçı sloganlar atıp otobüsü engellemeye çalışmıştı. Yine aynı eyalette sığınmacı yurduna dönüştürülmesi hedeflenen bir bina kundaklanmış, sığınmacı karşıtları yangın esnasında itfayeyi engelleyerek, alkış tutmuştu.
Bu arada açıklanan son rakamlara göre, Almanya’ya gelen sığınmacı sayısında azalma tespit edildi. Ülkeye bir hafta önce gelen sığınmacı sayısı günlük ortalama 2 bin 196 olarak açıklanmıştı. Son günlerde ortalama 900 sığınmacı giriş yapıyor. Ocak ayı içerisinde gelen toplam sığınmacı sayısının 65 bin dolayında olduğu bildirildi. 2015 yılı içerisinde 1 milyon 100 bin sığınmacı geldiği açıklanmıştı.
Federal hükümetin Sığınmacı Politikaları Koordinatörü Peter Altmaier, sığınmacı sayısının azalmasını Türkiye ile yapılan işbirliği ile ilişkilendirerek, bu bağlamda “Türkiye'nin büyük bir istek ve kararlılık gösterdiğini” söyledi. Başbakan Merkel’in en önemli danışmanlarından da olan Altmaier, “Türkiye sığınmacılara evsahipliği konusunda AB'ye üye pekçok ülkeden daha Avrupalı bir tavır ortaya koydu” şeklinde konuştu. Mülteciler konusunda sıkı işbirliği içinde çalışan Türkiye ve Almanya son olarak dün Ankara’da iki ülkenin içişleri bakanlıkları arasında terörle mücadele, düzensiz göç ve göçmen kaçakçılığıyla ilgili “işbirliği niyet beyanları” imzaladı. Beyanın amacı Ege Denizi üzerinden yasa dışı sınır geçişlerini engelleyebilmek ve insan kaçakçılarıyla etkin mücadele için iki ülkenin emniyet makamları arasında işbirliğinin daha da geliştirilmesi.
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) yayınladığı 2015 yılı askeri harcama raporuna göre, küresel silah ticareti katlanarak artmaya devam ediyor.
Rapora göre, silah ticareti son 4 yıl içerisinde %14 arttı ve küresel silah ticareti pazarının %33’ünü elinde bulunduran Amerika, dünyanın en büyük silah ihraç eden ülkesi unvanını bu yıl da elinde tuttu. SIPRI’nin raporuna göre Almanya’nın silah ihracatı, federal hükümetin “sıkı denetime tabi tutup azaltacağız” sözüne rağmen rekor seviyeye ulaştı. Amerika, Rusya, Çin’den sonra dünyanın dördüncü en çok silah satan ülkesi Almanya’nın 7,5 milyar Euro’luk silah ihracatı 2014’e kıyasla neredeyse %15 artış anlamına geliyor.
Almanya’daki ticari yasalara göre silah şirketlerinin Federal Güvenlik Konseyi’nin izni olmadan sıcak çatışmaların devam ettiği veya insan hakları ihlallerinin olduğu ülkelere satış yapması yasak.
Ancak birçok firma ikinci ve üçüncü ülkeler üzerinden silah ticareti yaparak, konuyla ilgili yasağı delebiliyor. Buna ek olarak Federal Güvenlik Konseyi’nin başta Suudi Arabistan olmak üzere Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Irak gibi barış örgütleri tarafından “kriz ülkeleri” olarak tanımlanan ülkelere “özel izin” çıkararak silah satışını onayladığı biliniyor.
Uzmanlar 2015 yılında Katar’a 1,6 milyar Euro tutarında Leopard 2 tankı ve parçasının satıldığını, Suudi Arabistan’la da yapılması beklenen benzer hacimde bir silah ihracatı anlaşması olduğunu belirtiyorlar. Bazıları Suudi Arabistan’a Leopard 2 tankı, G36 makinalı tüfeği ve diğer küçük silahların satılmasının onaylandığını ileri sürerken, Federal Savunma Bakanlığı silahsız askeri nakil araçlarının satılmasının söz konusu olduğunu iddia etti.
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün raporuna göre, Riyad yönetimi son yıllarda silah ithal eden ülkeler listesinde Hindistan’dan sonra ikinci sıraya yerleşti ve askeri harcamalarını son dört yılda %275 oranında artırdı.
Dünyadaki en büyük silah alıcıları sıralamasında 6. Sırada olan Türkiye ise silah satıcıları sıralamasında 16. sırada. SIPRI raporuna göre Türkiye’nin silah alımı dünya toplam silah ticaretinin %3,4’üne tekabül ediyor.
Almanya’da mültecilere yönelik ırkçı eylemlerin ve tahrik yüklü söylemlerin artması endişelere yol açıyor. Son aylarda özel olarak mültecilere, genel olarak göçmenlere karşı ön yargıların körüklendiği ülkede, geçen Cuma ve Cumartesi geceleri Saksonya eyaletinde sığınmacılara yönelik yeni saldırılar oldu.
Clausnitz şehrinde bir yurda getirilen mültecileri taşıyan otobüs, 150 kadar ırkçının saldırısına uğradı. Olayla ilgili internete düşen videolarda, otübüsün önüne geçerek mültecilerin inmesini engellemeye çalışan kalabalık grubun, 'Pis yabancılar evinize dönün', 'Defolun gidin' gibi yabancı düşmanı içerikli sloganlar attıkları duyulurken, polisin tavrı da Alman basını tarafından kabul edilemez olarak tanımlandı. Videolarda, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu mültecilerin korktukları ve bazılarının ağladığı, polisin ise ırkçıları dağıtmak yerine sığınmacıları zorla çekerek ve iterek otobüsten indirdikleri görülüyor. Basında çıkan yorumlarda, görüntülerin, Hitler döneminde Nazilerin toplama kamplarına gönderdikleri Yahudilere karşı gösterdikleri tavrı hatırlattığı öne sürülürken, Saksonya Polisi’nin ırkçıları adeta koruduğu da savunuldu.
Bu arada Clausnitz Mülteci Yurdu’nun müdürünün ırkçı Almanya için Alternatif AfD partisi üyesi olduğu ve otobüsün geliş saatini ırkçılara muhtemelen onun verdiği iddia edildi. Polisin konuyla ilgili açıklamasında ise, mültecileri suçlayarak otobüsten hızlı bir şekilde inmeyerek, göstericileri tahrik ettiklerini öne sürüldü. Irkçıların attıkları sloganlar arasında ‘Halk biziz’ olması da dikkat çekti. Söz konusu slogan 1989 öncesinde Berlin Duvarı’nın yıkılmasını isteyen muhaliflerin düzenledikleri mitinglerde kullandıkları slogandı.
Sığınmacılara yönelik bir diğer saldırı ise Cumartesi’yi Pazar’a bağlayan gece Bautzen kentinde yaşandı. 300 mülteciyi barındırması planlanan ve tadilat halinde bulunan eski bir otel kundaklanma sonucu tümüyle oturulamaz hale geldi. Eyalet polisinden yapılan açıklamada, binanın çatı katında kimliği bilinmeyen kişiler tarafından çıkartılan yangının itfaye tarafından söndürüldüğü, kimsenin yaralanmadığı bildirildi. Polis, saldırının nedeninin yabancı düşmanlığı olduğunu tahmin ediyor. Sığınmacı merkezine önümüzdeki günlerde ilk sığınmacı grubunun yerleştirilmesi bekleniyordu. Olayın görgü tanıkları, yangını söndürmeye çalışan itfaye ekiplerinin bina önünde toplanan kalabalık bir grup tarafından yuhalandığını, söndürme çalışmalarının engellendiğini ve ırkçı sloganlar atıldığını belirtiyorlar.
Bu ve benzer olayların ardından güvenlik yetkilileri ve adli makamların yeterli araştırma ve soruşturma yapmadığı iddiası dikkati çekerken, artan saldırıların durdurulamaması ülkede yaşayan sığınmacıların yanısıra Türkiye kökenli göçmenleri de tedirgin ediyor. Almanya Türk Toplumu Başkanı Gökay Sofuoğlu birçok siyasetçinin sığınmacılarla ilgili tartışmalarda söylemlerinde sığınmacı ve göçmen düşmanlığının dozajını artırmasının da şiddet eylemlerine neden olduğunu savunuyor.
2015 yılında Almanya’da aşırı sağcılar tarafından işlenen suçların bir önceki yıla oranla yüzde 30 arttığı kaydedildi. Federal İçişleri Bakanlığı’nın paylaştığı istatistiğe göre, 2015 yılı içerisinde aşırı sağcılar tarafından 13 bin 846 suç işlendi. Aşırı sağ tarafından 2015 yılı içerisinde işlenen suçlardan 921’i şiddet içeriyor. Resmi verilere göre, 2014 yılında şiddet içeren suçların sayısı 496 olmuştu.
Cannes ve Venedik ile birlikte sinema festivallerinin üç büyüklerini oluşturan Berlin Film Festivali'nin Altın ve Gümüş Ayı ödülleri sahiplerini buldu. Başkanlığını ABD’li oyuncu Meryl Streep’in yaptığı jüri en iyi filme verilen ‘Altın Ayı’ ödülü için, ‘Fuocoammare’ adlı belgesel filmi seçti.
İtalyan yönetmen Gianfranco Rosi, yıllardır sığınmacıların Akdeniz’i aşarak Avrupa topraklarına ilk ayak bastığı yerlerden olan Lampedusa Adası sakinlerinin hayatlarından bir kesit sunuyor. Filmin yönetmeni Rosi, gösterimden önce düzenlenen basın toplantısında, herkesin gözü önünde gerçekleşen bir trajediyi anlatmak istediğini belirterek, “Hepimiz, sığınmacılar konusunda sorumluluk taşıyoruz. Akdeniz’de yaşananlar, Nazi döneminde Yahudilerin yok edilişinden sonra insanlığın en büyük trajedilerinden biridir” dedi.
2013 Berlin Film Festivali'nde ‘Bir Hurdacının Hayatı’ ile Jüri Büyük Ödülü'nü kazanan Bosna Hersekli yönetmen Danis Tanović ‘Death in Sarajevo’ adlı filmi ile yine aynı ödülü kazandı. Film 1914'te Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesine neden olan suikastın 100. yıldönümünde Saraybosna'da geçiyor ve Avrupalılığı sorguluyor.
Berlinale’nin iyi yönetmen dalındaki ‘Gümüş Ayı’ ödülünü ise Fransız kadın yönetmen Mia Hansen-Løve kazandı. Genç yönetmen ‘L’Avenir’ adlı yapıtında Paris'teki bir üniversitede felsefe dersleri veren Nathalie'nin kocasının kendisini terk edeceğini açıklamasıyla değişmesini ve kendi ayakları üzerinde durma mücadelesini işliyor.
En iyi oyunculuk dalında ‘Gümüş Ayı’ ödülleri Danimarkalı yönetmen Thomas Vinterberg’in yeni filmi ‘The Commune’ daki rolü için Danimarkalı oyuncu Trine Dyrholm ve Tunuslu yönetmen Mohamed Ben Attia'nın ‘Inhebbek Hedi’ adlı filmdeki performansı için Majd Mastoura’ya layık görüldü.
Arap Baharı’nın işlendiği bu filmin yanı sıra Berlinale’de birçok filme sığınmacılar ve göç konuları damga vurdu. O yüzden ‘Fuocoammare’nın başarısı pek şaşırtıcı olmadı.
Festivalde 77 ülkeden 434 film sinemaseverlerle buluşurken, halka açık gösterimleri 300 bine yakın sinemaseverin izlediği açıklandı.
Bu yılki ‘Altın Ayı’ yarışında Türkiye’den film yoktu. Ama Türk Sineması'ndan yeni ve iddialı eserler gösterildi ve eleştirmenler tarafından çok beğenildi, ‘Genç Pehlivanlar’ belgeseli, GenerationK bölümünde Jüri Özel Mansiyon Ödülü kazandı.
Yönetmen Aslı Özge’nin Almanya’da ve Almanca çektiği ‘Ansızın’ adlı filmi, tesadüfi bir olayın insanı kendi zayıflıkları ve korkularıyla karşı karşıya bırakması sonucunda hayatını ve içinde bulunduğu çevreyi sorgulamasını konu alıyor. Eşi iş seyahatinde olan Karsten’in evinde bir partinin ardından, son kalan misafir Anna aniden ölüyor. Bu olay ile şüpheli duruma düşen Karsten’in ufak bir şehirde sürdüğü düzenli hayatı alt üst oluyor. Çevresindeki insanlar da birer birer etrafından uzaklaşıyor. İlk filmi ‘Köprüdekiler’le İstanbul, Adana ve Ankara Film Festivalleri’nde en iyi film ödülleri alan Özge’nin filminde başrolleri Quentin Tarantino’nun ‘Soysuzlar Çetesi’ filminde rol alan Sebastian Hülk ve şu anda en çok beğenilen Alman kadın oyuncuların başında gelen Julia Jentsch paylaşıyor.
Festivalin Forum bölümünde gösterilen Ahu Öztürk’ün ‘Toz Bezi’ adlı filmi de sinemaseverelerin büyük ilgisini topladı. İstanbul’un farklı yaşamları arasında sıkışıp kendilerine bir çıkış arayan iki gündelikçinin mücadelesini anlatan film, Türkiye’de kadınların yaşadığı zorlukları ele alıyor. Ahu Öztürk’ün ilk uzun metrajlı filminde başrolleriNazan Kesal ve Asiye Dinçsoy paylaşıyor.
Festivalin çocuk ve gençlik filmlerinin gösterildiği Generation Kplus bölümünde gösterilen bir diğer Türk filmi ise belgesel 'Genç Pehlivanlar’ oldu. Jüri Özel Mansiyon Ödülü’nü kazanan filmde, yönetmen Mete Gümürhan ailelerinden ayrılıp Amasya'daki yatılı Güreş Eğitim Merkezi'ne yerleşen ve bir gün güreş dalında dünya şampiyonu olmayı hedefleyen çocukların hikayesini işliyor.
Generation KPlus bölümünde gösterilen bir diğer Türk filmi Barış Kaya ve Sonar Caner'in yönettiği 'Rauf’. Film, Kars’ın bir köyünde yaşayan küçük Rauf’un kendi kapalı dünyasında aşkın sınırsızlığıyla tanışmasının hikayesini anlatıyor. Rauf’un şiddet ve çatışmalar tarafından sınırlanan gri dünyasında tek hedefi onun için aşkın sembolü haline gelen ‘Pembe’yi bulmak ve Zana’ya sunmak.
Türk sineması Berlin Film Festivali'ndeki en önemli çıkışlarını 1964 ve 2010 yıllarında yaptı. Yönetmenliğini Metin Erksan'ın yaptığı ‘Susuz Yaz’ 1964 yılında, Semih Kaplanoğlu'nun ‘Bal’ adlı filmi ise 2010 yılında Berlinale'nın en büyük ödülü olan ‘Altın Ayı’yı kazandı.
Ludmila Dalaman
Mülteci akınının kontroluyla ilgili önerilerin tartışılacağı iki günlük Brüksel zirvesi hem AB ülkesi vatandaşlarının serbest dolaşımını sağlayan Schengen Anlaşması hem de Merkel’in siyasi geleceği için hayati bir anlam kazanmış durumda.
18-19 Şubat'ta Brüksel'de Avrupa Birliği devlet ve hükümet başkanlarını biraraya getirecek zirvenin en önemli konusunun İngiltere’nin AB içindeki statüsü ve 2017 yılında ülkenin Avrupa Birliği üyeliğine karar vereceği referandum olması öngörülmüştü. Ancak Suriye kaynaklı mülteci kriziyle bağlantılı AB ülkeleri arasındaki görüş ayrılıklarının derinleşmesi ve Almanya Başbakanı Merkel’in sığınmacı politikalarına karşı oluşan cephenin genişlemesi sonrasında, bu konunun zirveye damgasını vurmasına kesin gözüyle bakılıyor.
“Vişegrad Grubu” olarak adlandırılan Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Polonya ve Macaristan’ın sığınmacı akınının kontrol altına alınması için Yunanistan’ın Bulgaristan ve Makedonya ile olan sınır hattına dikenli tel çekilmesini önermesi, Berlin’de diplomatik kaynaklar tarafından Yunanistan’ın fiilen Schengen Anlaşması’ndan ve dolaylı olarak AB’den çıkarılmasına yol açabilecek bir teklif olarak nitelendirildi. Bu açından zirve hem AB ülkesi vatandaşlarının serbest dolaşımını sağlayan Schengen Anlaşması’nın hem de Merkel’in siyasi geleceği için hayati bir anlam kazanmış durumda.
AB’nin lokomotifi olarak tanımlanan Almanya’nın Başbakanı Merkel ise kritik zirve öncesinde son haftalarda izlediği politikaya sadık kalacağının sinyallerini veriyor. Bugün Federal Parlamento’da konuyla ilgili hükümet açıklaması yapan Başbakan, “Amacımız mültecilerin sayısını hissedilir oranda azaltmak ve böylece gerçek anlamda ihtiyacı olanlara daha fazla yardım edebilmek. Brüksel’de kontenjan ya da sınırların kapatılması gibi önerileri konuşmak Avrupa olarak bizi sadece gülünç bir duruma düşürür,” dedi.
Avrupa'ya mülteci akınının Türkiye ile varılan anlaşmayla gözle görülür şekilde azalacağını ve daha kontrollü olacağını vurgulayan Merkel, Türkiye’nin mültecilerin yükünü haklı olarak tek başına taşımak istemediğini ve AB’nin desteğinin kaçınılmaz olduğunu ifade etti.
Dün konuyla ilgili bir başka açıklamasında dramatik ifadeler kullanan ve “Vişegrad Grubu’nun önerdiği şekilde sınırların kapatılmasının Yunanistan, AB ve Schengen bölgesi için ağır sonuçları olacağını” savunan Merkel, Brüksel’deki zirvede “Türkiye ile üzerinde anlaşılan eylem planını hayata geçirmek için var gücüyle çaba harcayacağını” da vurguladı.
Merkel’in arzuladığı plan, Türkiye üzerinden Avrupa’ya gelecek Suriyeli mültecilerin AB içinde Dublin Anlaşması uyarınca ülkelerin ekonomik güçlerine göre dağıtımlarını sağlamak ve diğer sığınmacıların da Yunanistan ve İtalya’da oluşturulan dağıtım merkezleri üzerinden Avrupa içinde dağıtılmaları.
Merkel’e yakın çevreler Brüksel zirvesinin başarısızlıkla sonuçlanma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu bilen Başbakanın, Almanya’nın Türkiye’den yılda 250 bin sığınmacıyı kontrollü şekilde almaya hazır bulunduğunu söyleyeceğinden yola çıkıyor.
Ancak geçen hafta Münih’te düzenlenen Güvenlik Konferansı kapsamında, Almanya’nın en büyük müttefiki olan Fransa’nın başbakanı Manuel Valls’ın ülkesinin bu yıl en fazla 30 bin yeni sığınmacı kabul edileceği söylemesi Merkel’in AB içindeki pozisyonunu zayıflatarak, zirve öncesinde hareket alanını daraltı.
Merkel’in Brüksel’deki zirvede, kendi politikalarına karşı kazan kaldıran ülkelere ve Fransa’ya elindeki belkide en önemli kozu oynayacağına ve mevkidaşlarına, AB’nin tek koldan hareket etmemesi ve Schengen’in Almanya’nın da katılımıyla kaldırılması durumunda, bunun ekonomik faturasının diğer AB ülkeleri için ağır olacağını söyleyeceğine kesin gözüyle bakılıyor.
Bu arada izlediği sığınmacı politikaları yüzünden Almanya’da da ciddi biçimde izole olan Merkel’e kendi partisinin sağ-liberal kanadının sözcüsü Wolfgang Steiger’den eleştiri geldi. Merkel'den mülteci krizinde AB içinde sert bir tutum ortaya koymasını isteyen Steiger, zirvede bir uzlaşma sağlanmadığı takdirde AB’nin dış sınırlarını koruyabilmek için Yunanistan'ın Schengen bölgesinden çıkarılması gerektiğini söyledi.
Öte yandan Başbakan Merkel, hükümet açıklamasında Suriye’deki duruma da değindi ve Suriye’de uçuşa yasaklı bir bölge fikrine sıcak baktığını, bunun sığınmacılar için korunaklı bir bölge anlamına geleceğini belirtti. Merkel, uçuşa yasaklı bölgenin Halep ve Türkiye sınırı boyunca yaşama geçirilmesi sonrasında, bölgede yaşayanların korunabileceğini ve yurtlarından kaçmaları için nedenlerin azalacağını savundu.
Suriye’deki savaş, IŞİD terörüne karşı operasyonlar ve sığınmacı krizinin gündemde olduğu Münih Güvenlik Konferansı sona erdi ama yankıları sürüyor. Siyasi yorumculara göre, büyük umutlar bağlanan konferansın uluslararası barış politikaları ve Avrupa'daki güvenlik mimarisinin geleceği konusunda ne kadar başarılı olduğu konusunda değerlendirme için çok erken.
Bir yandan ise ABD ve Rusya başta olmak üzere tarafların yapıcı görüşmeler gerçekleştirmesi açısından önemli. Nitekim konferansa paralel ABD Başkanı Obama’nın Rusya Devlet Başkanı Putin’i arayarak telefonda görüşmesi ve Suriye’deki son durumu ele almaları kritik bir gelişme. İki liderin Münih Güvenlik Konferansı’ndan bir gün önce, yine Münih’te düzenlenen Uluslararası Suriye Destek Grubu’nun zirvesinde elde edilen uzlaşıyı övdükleri ve bunun yaşama geçirilmesi için diplomatik kanallar üzerinden işbirliğinin etkinleştirilmesine karar verdikleri açıklandı. Obama ve Putin’in IŞİD’e karşı mücadele konusunda da hemfikir oldukları duyuruldu.
Suriye Destek Grubu toplantısında, tarafların bir hafta içinde ateşkese gidilmesi konusunda uzlaştığı haberleri heyecana yol açmış ve bu uzlaşının Münih Güvenlik Konferansı'nda daha da netleşeceği tahmini yapılmıştı. Konferansın sonuçlarını değerlendiren Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier ise Suriye’de yakın bir tarihte ateşkes konusunda umutlu konuşmadı ve ateşkese yüzde 51 şans verdi. Steinmeier, konferansta elde edilen ve şu an için kesinleşen bir sonucun, abluka altındaki bölgelere insani yardımın ivedilikle ulaştırılması olduğunu duyurdu. Alman Dışişleri Bakanı’nın değerlendirmesi Münih’te hedefe ulaşılamadığı şeklinde yorumlanıyor.
Klasik uluslararası zirvelerin protokolünden uzak bir çerçevede düzenlenen Münih Güvenlik Konferansı’nın en yankı uyandıran konuşmalarından birini Rusya Başbakanı Dimitri Medvedev yaptı. Son yıllarda Rusya ile AB ilişkilerinin dramatik bir şekilde kötüleşerek, durma noktasına geldiğini iddia etti. Medvedev bu durumu konferansta çok tartışılan ‘Yeni bir soğuk savaş dönemi yaşıyoruz’ sözleriyle tanımladı. Başta Suriye olmak üzere uluslararası soruların çözümü için ABD ve Rusya arasında diyalog ve düzenli görüşmelere alternatif görmediğini de söyledi Rusya Başbakanı; Suriye ve Türkiye tarafından gündeme getirilen kara operasyonlarına ise Rusya’nın karşı olduğunu, sorunun hükümet ve muhalefet arasında barış masasına oturmakla çözülebileceğini de belirtti.
Alman Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier, Medvedev'in soğuk savaş sözlerinin yanlış yorumlandığını öne sürerek, “Anladığımız kadarıyla: Yeni bir soğuk savaşın içine sürüklenecek bir durumdan kaçınmalıyız” dedi.
20 ülkenin hükümet ve devlet başkanı ile yaklaşık 60 dışişleri ve savunma bakanının katıldığı konferansta ele alınan bir diğer konu Avrupa'nın bir numaralı sorunu haline gelen sığınmacı krizi oldu.
Konferans kapsamında Almanya’nın gündeme getirdiği, sığınmacıların yasal yollardan AB’ye gelmeleri ve belli bir kontenjana göre birlik içerisinde dağıtılması önerisi, Berlin’in en önemli ortağı Fransa tarafından reddedildi.
Münih’te konuyla ilgili açıklama yapan Fransa Başbakanı Manuel Valls, AB dış sınırların korunması ve Yunanistan ile İtalya’da sığınmacıların ilk kayıtlarının yapılacağı kampların kurulmasının daha önemli olduğunu savundu ve “Avrupa’nın daha fazla sığınmacı alamayacağının mesajı verilmeli” dedi.
Başbakan Merkel geçen hafta Ankara’da yaptığı temaslarda önceliğinin sığınmacıların Türkiye'de alınacak önlemlerle Avrupa'ya gelişi durdurulurken, AB içerisinde sığınmacıların adil şekilde dağıtılması konusunda görüş birliğine varılması olduğunu açıklamıştı.
Almanya’nın Münih kentinde Uluslararası Suriye Destek Grubu’nun zirvesinde tarafların bir hafta içinde ateşkese gidilmesi konusunda anlaşmasının ardından, gözler şimdi Münih Güvenlik Konferansı’na çevrildi. Siyasi gözlemciler ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında sağlanan uzlaşmanın Güvenlik Konferansı’ndaki görüşmeleri de belirleyebileceğini söylüyor.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, varılan anlaşmanın kağıt üstünde olduğunun unutulmaması gerektigini belirterek, “Önemli olan bundan sonraki süreçte varılan uzlaşının sahadaki eylemlere nasıl yansıyacağıdır. Siyasi dönüşüm olmadan barışı sağlamak mümkün değil” şeklinde konuştu. Kerry, insani yardımların her ihtimalde önümüzdeki hafta başlayacağına inandığını da söyledi.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ise daha temkinli konuşarak, "Suriye'de insani durum kötüleşiyor, düzeltmek için ortak çaba gerekiyor" dedi ve aynı zamanda Rusya”nın IŞİD ve El Nusra'ya yönelik hava saldırılarını sürdüreceğini belirtti. Uluslararası Suriye Destek Grubu’nun tutumunu twitter hesabından yorumlayan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Suriye'deki sorunun çözümü yolunda önemli bir fırsat yakalandığını söyledi. Çavuşoğu, “Önemli olan bu fırsatın kullanılması, hava saldırılarının durdurulması, sivillerin hedef alınmaması ve insani erişimin sağlanmasıdır” dedi.
Uluslararası Suriye Destek Grubunun toplantısından sonra daha da önem kazanan Münih Güvenlik Konferansı 20 ülkenin hükümet ve devlet başkanı ile yaklaşık 60 dışişleri ve savunma bakanının katılımı ile başlıyor. “Suriye’de başlatılacak olası bir kara harekatı 3. dünya savaşına davet demektir.” şeklindeki açıklamasıyla gündemi oluşturan Rusya Başbakanı Medvedev’in ülkesinin Suriye politikası ile ilgili yapacagı sunum merakla bekleniyor.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’in yanısıra Ürdün Kralı Abdullah, Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda, Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroşenko ve NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg gibi isimlerin beklendigi, Türkiye’yi de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun temsil edecegi konferansın başkanı Wolfgang Ischinger, “Münih Güvenlik Konferansı şiddet sarmalından kurtulmak icin çok önemli bir fırsattır” dedi. Dünyanın tehlikeli bir süreçten geçtiğini vurgulayan Ischinger, “Rusya Türkiye´nin düsürdügü uçak olayında misilleme yapmayı tercih etseydi, nerede olurduk, bunu düşünmek bile istemiyorum” dedi.
Münih’te tüm tarafların arkasında duracağı bir uzlaşma için çaba gösterilmesini isteyen konferans başkanı, “Burada da sonuç alamazsak, bu krizin daha da büyümesini engellemek icin tek alternatif kalıyor, o da ABD Başkanı Obama ile Rusya Devlet Başkanı Putin arasında bir zirve” şeklinde konuştu.
Açılışını Federal Savunma Bakanı Ursula von der Leyen'in yapacağı konferans Pazar gününe dek sürecek.
Almanya’nın Münih kenti önümüzdeki günlerde Suriye konusunda iki önemli uluslararası toplantıya ev sahipliği yapacak. Suriye’de barışın sağlanması amacıyla Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından Cenevre’de başlatılan görüşmelerin başlar başlamaz askıya alınmasından sonra daha da önem kazanan toplantıların ilki, 11 Şubat'taki Uluslararası Suriye Destek Grubu’nun zirvesi.
Suriye’de altıncı yılına giren savaşa son vermek ve siyasal geçiş sürecini hızlandırmak amacıyla oluşturulan Uluslararası Suriye Destek Grubu, geçen yıl Ekim ve Kasım aylarında önce Viyana’da, daha sonra da New York'ta toplanmış, görüşmelerde taraflar arasında müzakerelerin başlaması, ateşkes sağlanması ve 18 ay içinde adil bir seçim düzenlenmesi konularında anlaşmaya varılmıştı.
Buna rağmen özellikle ABD ve Rusya arasındaki görüş ayrılıklarının aşılamaması ve geçen hafta Cenevre’de yapılan toplantının da sonuçsuz kalmasından sonra, yarın ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Rus meslektaşı Sergey Lavrov bir araya gelerek, müzakerelerin nasıl devam edebileceği konusunu masaya yatıracaklar.
Berlin Büyükelçiği’nden edinilen bilgiye göre Türkiye’yi Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun temsil edeceği buluşmada, Rusya'nın Suriye'de sürdürdüğü bombardıman sonrası yeni mülteci dalgası da konuşulacak konular arasında yer alacak.
Toplantıyla ilgili bir açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Münih’teki zirvede, IŞİD’le mücadeleye destek veren ülkelerin katkılarını yoğunlaştırmasının da ele alınacağını ifade ederek, “Her ülke operasyonlardan lojistik ve istihbarat desteğine kadar katkıda bulunabilir“ şeklinde konuştu. Rusya'nın ise IŞİD’e karşı mücadelesiyle ön plana çıkan Kürt Demokratik Birlik Partisi PYD’ninbundan sonraki Suriye konulu zirvelere dahil edilmesi çağrısını tekrarlaması bekleniyor.
Uluslararası Suriye Destek Grubu’nun toplantısına katılan siyasetçilerin büyük bölümü, Münih’de düzenlenecek ikinci zirvenin de konuğu olacak. Dünyanın en önemli gayri resmi uluslararası siyasi toplantıları arasında yer alan Münih Güvenlik Konferansı, hafta sonunda yaklaşık 20 ülkenin hükümet ve devlet başkanı ile yaklaşık 60 dışişleri ve savunma bakanının katılımı ile gerçekleşecek.
İlk kez 1963 yılında düzenlenen zirvede öncelikli gündem maddesi Suriye olacak. Rusya Başbakanı Medvedev’in ülkesinin Suriye politikası ile ilgili sunum yapması beklenen konferansa, Dışişleri Bakanı John Kerry’in yanısıra Ürdün Kralı Abdullah, Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda, Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroşenko ve NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg gibi isimler bekleniyor. Türkiye’yi bu zirvede de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu temsil edecek. ABD ile AB arasında imzalanması planlanan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı TTIP’i de kapsayan uluslararası ticari konuların ele alınacağı Münih Güvenlik Zirvesi'nin açılışını Federal Savunma Bakanı Ursula von der Leyen'in yapacağı açıklandı.
Kendilerini ‘Batı’nın İslamlaşmasına karşı vatansever Avrupalılar’ olarak adlandıran Pegida hareketinin, kıta çapında planladığı gösterilere ilgi beklenenin çok altında kaldı.
Çıkış noktası Almanya’nın Dresden kenti olan Pegida,6 Şubat’ı ‘Avrupalı vatanseverler günü’ ilan etmişti. Pegida, Dresden’in yanı sıra Londra, Varşova, Talin, Prag, Graz, Bratislava, Amsterdam ve Birmingham’ın yer aldığı 14 kentte, ‘Avrupa’nın İslamlaşmasına ve mülteci akınına karşı’ sokağa çıkma çağrısı yapmıştı.
Dresden’deki Pegida gösterisine polisin verdiği sayılara göre yaklaşık 8 bin, Pegida’nın iddiasına göre ise 15 bin kişi katılırken, diğer kentlerdeki eylemlere katılanların toplam sayısının 2 bini geçmediği bildirildi. Amsterdam’daki gösteri bomba ihbarı nedeniyle iptal edilirken, Fransa’nın Calais kentinde yaklaşık 150 Pegida taraftarı ırkçının polise taşla saldırdığı haberleri geldi.
Aylardır Almanya’nın gündemini belirleyen sığınmacı kriziyle desteğini artıran Pegida’nın yöneticileri, hareketi Avrupa’ya yaymayı hedefliyor ve bu amaçla diğer ülkelerde İslam ve mülteci karşıtı örgütlerle işbirliği içindeler. Ancak bugünkü katılımcı sayısı Pegida açısından hayal kırıklığı oldu ve planlanan gövde gösterisi başarılı olamadı. Uzmanlara göre de, İslam karşıtlarının Avrupa çapında bir büyük birleşik kitle hareketine dönüşmesi planı tutmadı ve bundan sonra Almanya’daki etkinliklerine yoğunlaşmaları bekleniyor.
Yeşiller Partisi’nden Federal Parlamento milletvekili Özcan Mutlu eylemlere katılımın tahminlerin altında kalmasının sevindirici olduğunu, ancak son yıllarda başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinde ırkçı ve İslam karşıtı bir dalganın oluştuğunun unutulmaması gerektiği görüşünde.
Bu arada Sol Parti tarafından verilen bir soru önergesini yanıtlayan Federal Hükümet, 2015 yılında Pegida’nın gösteri ve katılımcı sayısının büyük oranda arttığını doğruladı. Geride kalan yılın ilk dokuz ayında 95 gösteri yapan Pegida’nın, son üç ayda gösteri sayısı 208’e çıkarken, katılımcı sayısı ise bir kaç ay içerisinde 10 bin dolayından 36 bin’e yükseldi.
Pegida hareketi ile söylemleri benzer olan göçmen karşıtı Almanya için Alternatif AfD partisi ile ilgili bir kamuoyu araştırması da endişeye yol açtı. Buna göre ankete katılan Almanların yaklaşık üçte biri Almanya sınırlarını aşmak isteyen sığınmacıları engellemek için üzerlerine gerekirse ateş açılmasından yana. AfD lideri Frauke Petry’nin bu yöndeki açıklaması Alman siyasetinde tepkilere yol açmış, Yeşiller ve Sol Parti AfD’nin istihbarat birimleri tarafından takibe alınmasını talep etmişlerdi.
Federal Hükümet Sözcüsü Stefen Seibert, Başbakan Angela Merkel’in meslektaşı Ahmet Davutoğlu'nun daveti üzerine Pazartesi günü Ankara'ya gideceğini açıkladı. Haftalık basın toplantısında konuyla ilgili açıklama yapan Seibert, görüşmelerin ana gündem maddesinin mülteci krizi olacağını ve Türkiye ile Avrupa Birliği arasında Kasım ayı sonunda mutabakatı sağlanan eylem planının yaşama geçirilmesinin ayrıntılarının konuşulacağını duyurdu.
Alman gazeteciler tarafından "sürpriz" olarak yorumlanan ziyaret kararının, iki liderin dün Londra’da yapılan Suriye Donörler Konferansı’nda yaptıkları toplantıda alındığı öğrenildi. Merkel ve Davutoğlu konferans kapsamında ikili bir görüşme gerçekleştirmiş, Davutoğlu, Alman meslektaşına Suriye’deki son durum hakkında bilgi vererek, Rus hava operasyonları ile Suriye ordusunun ilerleyişinin Halep’den 70 bin kişinin sığınma amacıyla Türkiye sınırına yönelmesine yol açtığını aktarmıştı. Davutoğlu, Rusya'nın düzenlediği hava saldırılarında IŞİD'in değil, ılımlı muhalif grupların hedef alındığı şeklindeki bilgileri de iletmişti.
Suriye’deki güncel gelişmelerin de konuşulacağını belirten hükümet sözcüsü Seibert, öncelikli olarak Ege Denizi’nde insan kaçakçılığıyla mücadele ve kaçak göçün nasıl önüne geçilebileceği gibi konuların yeniden ele alınmasına gereklilik görüldüğünü ifade etti.
Türkiye'ye üç milyar Euro'luk yardım öngören eylem planına atıfta bulunan ve "İki taraf da üzerlerine düşen sorumlulukların bir bölümü yerine getirdiler" diyen sözcü, insan kaçakçılığına karşı Türkiye'nin sınırlarını daha iyi denetlemesi konusunda "yerine getirilmesi gereken bir ödev bulunduğu anlaşıldı" şeklinde görüş belirtti. Seibert Merkel'in Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile de buluşup-buluşmayacağı konusunda gelen soruları cevaplamadı, ancak Berlin’deki diplomatik çevreler Merkel’in Ekim ayındaki ziyaretinde olduğu gibi bu kez de Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından da kabul edileceğinden yola çıkıyor.
Türkiye ile Almanya arasındaki diplomatik trafik geçen sonbahar aylarından bu yana hız kazandı. Merkel, 18 Ekim’de İstanbul’a yaptığı günü birlik ziyarette, Erdoğan ve Davutoğlu ile biraraya gelmiş, Suriyeliler'in göç külfetininin paylaşılması karşılığında, Türkler'e Schengen vize muafiyeti tanınabileceğini ve AB’yle yeni fasılların açılacağını söylemişti. Ardından 29 Kasım’da AB devlet ve hükümet başkanlarının katılımıyla Brüksel’de yapılan AB Zirvesi’nde buluşan Merkel ve Davutoğlu, 22 Ocak Berlin’de düzenlenen Hükümetlerarası Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi’nde de biraraya geldi. İki başbakanın birlikte yönettikleri konsey toplanstısında da Suriyeli sığınmacıların Türkiye üzerinden AB’ye geçişleriyle Almanya’da oluşan krizin Türkiye sınırları içinde kontrol altına alınması ana maddeyi oluşturmuştu.
İzlediği mültecilere "açık kapı" politikası nedeniyle kamuoyunun büyük bir bölümünün ve kendi partisinin bile tepkisini çeken Merkel, her fırsatta taviz vermeyeceğini tekrarlayarak çözümün, sığınmacıların Avrupa ülkelerine eşit olarak dağıtılmasıyla ilişkili olarak Türkiye’den geçtiğini yineliyor. Türkiye’nin mülteciler konusunda anahtar rol oynadığını belirten Merkel, para yardımı sonrasında alınacak önlemlerle sığınmacıların Avrupa'ya gelişinin durdurulmasını ve hayat şartlarının iyileştirip Türkiye’de kalmalarını sağlamak istiyor.
Almanya’da IŞİD örgütünün üyeleriyle, sempatizanlarına yönelik operasyonda en az üç kişi gözaltına alındı. Eşzamanlı olarak başkent Berlin, Kuzey Ren Vestfalya ve Aşağı Saksonya eyaletlerinde düzenlenen operasyonun “büyük bir terör saldırısı” hazırlığında olan bir hücreye karşı yapıldığını duyuran Federal Başsavcılık, bu kapsamda Kuzey Ren Vestfalya’daki Attendorn kasabasında 35, Hannover’de 26 yaşında iki zanlının, Berlin’de de 49 yaşındaki bir kişinin IŞİD tarafından planlanan bir saldırı için hazırlık yaparken ele geçirildiğini açıkladı.
Terör saldırısının ne zaman için planlandığı konusunda “soruşturmanın gizliliği” nedeniyle açıklama yapılmadı, bir yetkili saldırı hedefinin Berlin olduğunu söylemekle yetindi. Bild gazetesi ise güvenlik birimlerinden sızan haberleri kaynak göstererek saldırının Berlin’deki Alexander Meydanı’na yönelik olacağının tahmin edildiğini duyurdu.
Berlin’de gözaltına alınan kişinin saldırı hazırlığı kapsamında, turistlerin ilgi odağı ve buluşma noktası sayılan, meydanın ortasındaki televizyon kulesi ile Berlin’in sembollerinden olan Alexander Meydanı’nı izleyebilecek bir yerde dükkan kiraladığı öne sürüldü.
Operasyona toplam 450 polis ve anti-terör elemanı katılırken, toplam dört ev ve iki işyerinde yapılan aramalarda bazı evrak, cep telefonu ve bilgisayarlara el konuldu, ancak silah ya da patlayıcıya rastlanmadı. Berlin Emniyet Teşkilatı'nın koordinasyonunda gerçekleşen operasyonda gözaltına alınanların hepsinin Cezayir kökenli oldukları, Attendorn’da yakalan 35 yaşındaki zanlının grubun lideri olduğu ve 24 yaşındaki eşiyle birlikte sahte Suriye pasaportu ile Almanya’ya giriş yaparak, bir mülteci kabul merkezinde kaldığının saptandığı belirtildi.
Terör gruplarıyla ilişkisi olduğu iddiasıyla Cezayir tarafından uluslararası yakalama bültenle aranan zanlının Suriye’de IŞİD kamplarında terör eğitimi aldıktan sonra, geçen Aralık ayında Almanya’ya geldiği belirlendi. Alman güvenlik birimleri Cezayirli yetkililerden aldıkları uyarı sonrasında zanlı ve eşiyle birlikte bağlantı içinde bulundukları kişileri de takibe aldı.
Zanlının Berlin’de cihatçı çevrelerde bağlantı kurduğu ve terör saldırısı için hazırlıklara başladığı tespit edildi. Güvenlik yetkilileri toplam dört kişiden oluştuğu tahmin edilen hücre üyelerinin bu hafta Berlin’de biraraya gelmeyi hedeflediklerini saptadıktan sonra operasyon için düğmeye basıldı. Gözaltına alınan zanlılarla ilgili “devleti tehlikeye atacak bir şiddet eyleminin hazırlığı” suçlamasıyla soruşturma başlatıldı. Yapılan yorumlarda, operasyonun doruk noktası gelecek Pazartesi ve Salı yaşanacak olan karnaval etkinlikleri öncesine rastlamasına dikkat çekildi. Özellikle Köln kentinde dünya çapında tanınan karnaval geçidinin yapılacağı Pazartesi için polisin çok geniş kapsamlı önlemler aldığı biliniyor. Geçen sene ülkenin kuzeyindeki Braunschweig kentindeki en büyük karnaval gösterisi, terör saldırısı olacağı şeklindeki bir ihbar nedeniyle polis tarafından son anda iptal edilmişti.
Alman iç istihbaratı, bundan kısa bir süre önce ülkede şiddete hazır 1100 radikal İslamcının bulunduğunu, bu kişilerden 430'unun her an büyük bir terör eylemi yapabilecek kadar tehlikeli görüldüğünü duyurmuştu. Güvenlik uzmanları Alman ordusuna bağlı Tornado keşif uçaklarının Suriye'de IŞİD’e karşı düzenlenen operasyonlara katılmasının ardından Almanya’daki terör tehlikesinin daha da arttığı görüşünde.
Cem Dalaman
Almanya Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier ile Bavyera eyaleti Başbakanı Horst Seehofer’in yurtdışında ziyaret ettikleri ülkeler Alman kamuoyunda tepkilere neden oluyor. Ortadoğu gezisinin ilk durağı İran olan Steinmeier, sonrasında Suudi Arabistan'a geçecek. Horst Seehofer de, Moskova’da Devlet Başkanı Vladimir Putin ile bir araya gelecek.
Steinmeier’in üç günlük turunun hedefi İran ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesini sağlamak. Steinmeier, Berlin’den ayrılmadan önce, bölgenin en önemli aktörleri olarak tanımladığı iki ülkenin, Cenevre'de devam eden Suriye barış görüşmelerine katılmalarını sağlamayı amaçladığını da söyledi. Alman Dışişleri Bakanı, bu ülkelerin aktif katkısı olmadan konferansın başarıya ulaşamayacağını söyledi. İran ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkiler, aralarında tanınmış bir Şii din adamının da bulunduğu rejim aleyhtarlarının Suudi Arabistan’da idam edilmesinden sonra kopma noktasına gelmişti.
Dışişleri Bakanı Steinmeier'in ziyareti, her iki ülkede de insan haklarının ayaklar altına alınması nedeniyle gerek muhalif partiler tarafından, gerekse federal koalisyon hükümetinin büyük ortağı Hıristiyan Demokrat Birliği CDU tarafından eleştiriliyor. Eleştirilerin yoğunlaştığı konu, Steinmeier’in, Suudi Arabistan'da bir kültür festivalinin açılışına katılacak olması. Ülkede sanatın ve sanatçıların büyük baskı altında olduğunu belirten muhalafet, Dışişleri Bakanı Steinmeier’in Suudi yetkililer tarafından organize edilen festivale katılarak resmi politikaları meşrulaştırdığı suçlamasında bulunuyor.
Steinmeier ise dış politikada bütün taraflarla diyalogun kurulmasını ve diplomatik dengelerin devamlılığını ön plana çıkarıyor. Siyasi uzmanlara göre, Almanya’nın hem İran hem de Suudi Arabistan'la sıkı ekonomik ve ticari ilişkileri olması ve yaptırımlardan kurtulan İran ile ekonomik ilişkilerini geliştirmeye büyük önem verilmesi de belirleyici. Başbakan Merkel’le birlikte ekonomi dünyası da Steinmeier’in misyonuna destek veriyor.
Ancak iddialara göre Başbakan Merkel’in keyfini kaçıran bir gezi de var. Bavyera Eyalet Başbakanı Horst Seehofer, IŞİD ile mücadele gerekçesiyle Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile bir araya gelecek. Seehofer'in Putin ile görüştükten sonra, Bavyera ile Rusya arasındaki ekonomik ilişkiler konusunda sanayi ve ekonomi bakanları ile de görüşeceği de gelen haberler arasında. Ukrayna Savaşı nedeniyle Rusya’ya uygulanan boykotu eleştiren Seehofer daha önce Suriye krizinin Putin’in katılımı olmadan çözülemeyeceğini söylemişti.
Siyasi uzmanlar, Seehofer’in iki günlük Rusya gezisine Merkel ve Steinmeier’le görüşmeden karar vermesinin, koalisyondaki krizi daha da derinleştireceğini vurguluyor. Almanya’da federal hükümet ile eyalet hükümetleri arasındaki yetki paylaşımları net. Buna göre eyalet başbakanlarının dış politika gezileri ekonomi ve kültür politikalarıyla sınırlı. Seehofer’in ise Suriye, mülteciler ve AB’nin Rusya’ya ekonomik yaptırımları masaya yatıracak olması, Putin’le buluşmasında dışişleri bakanı gibi davranması şeklinde yorumlanıyor. 1 Şubat‘ta Berlin’de Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroşenko ile bir araya gelen Merkel de “AB’nin Rusya’ya uyguladığı yaptırımların kaldırılması Minsk Anlaşması’nın yerine getirilmesine bağlıdır“ diyerek Seehofer’i açıkça eleştirdiği de belirtiliyor.
CDU ile koalisyonun küçük ortağı Bavyera merkezli Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi CSU arasındaki ilişki, sığınmacı politikalarına farklı yaklaşımları nedeniyle uzun süredir kopma noktasında. Almanya’ya gelen sığınmacı sayısının yıllık 200 binle sınırlandırılmasını talep eden Seehofer, Merkel’i açıkça tehdit etmişti. Bavyera Başbakanı, Merkel’in sığınmacı politikalarından geri adım atmazsa, gerekirse Federal Anayasa Mahkemesi’nde dava açacağını duyurmuştu. 1950 yılından bu yana Federal Parlamento’da ittifak kuran iki parti arasında ipleri koparma noktasına getiren bir diğer olay da, Seehofer’in Kasım ayındaki CSU kurultayında Merkel’i dakikalarca sahnede bekletip, sonra kürsüden sığınmacı politikası nedeniyle ağır bir şekilde eleştirmesi olmuştu.
Almanya’da yapılan bir kamuoyu yoklamasına göre, Almanlar'ın yüzde 74’ü ABD seçimlerinde Demokrat Parti’nin aday adayı Hillary Clinton’ı başkan olarak görmek istiyor.
ABD’de Kasım ayında yapılacak başkanlık seçimine siyasi partilerin hangi adayla katılacaklarını belirleyecek eyaletlerdeki ön seçimler bugün başlıyor. Ön seçim döneminin tamamlanacağı 7 Haziran’a kadar partilerin başkan aday adayları büyük ölçüde netleşmiş olacak, ardından Cumhuriyetçiler 18 Temmuz’da, Demokratlar ise 25 Temmuz'da yapacakları kurultaylarla adaylarını resmen duyuracak.
Önümüzdeki aylarda maraton gibi geçecek ön seçim dönemi Almanya’dan da ilgiyle izleniyor.
Bild gazetesi tarafından yapılan kamuoyu yoklamasına göre, Almanların arzuladığı başkan adayı şimdiden belli. Araştırma, Almanların yüzde 74’le büyük çoğunluğunun Demokrat Parti’den eski ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’u başkan olarak görmek istediğini ortaya koydu.
Cumhuriyetçi Parti’nin aday adayları arasında ise, emlak zengini iş adamı Donald Trump’ı ABD Başkanı olarak görmek isteyen Almanların oranı yüzde 8.
Alman basınında kamuoyu araştırmasının sonucu ile ilgili çıkan yorumlarda Clinton’a olan destek, eski ABD Başkanı Bill Clinton'un eşi olarak daha iyi tanınması, polemikleriyle adından bahsettiren
Donald Trump’ın ise Alman kamuoyu için “kuşkuyla yaklaşılan bir isim” olmasıyla gerekçelendiriliyor.
Alman kamuoyunun daha önceki seçimlerde deDemokratların adaylarını tercih ettikleri biliniyor. Nitekim 2008 ve 2012’deki Amerikan başkanlık seçimleri öncesinde Barack Obama’nın uluslararası
kamuoyundan en çok destek aldığı ülkelerin başında Almanya geldi.
Siyaset uzmanları Almanya’daki bu “geleneği”, Demokrat Parti’den eski Başkan John F. Kennedy’nin Berlin Duvarı’nın dikilmesinden kısa bir süre sonra 1963 yılında Berlin’e gelerek yaptığı konuşma ve gösterdiği angajmanın yarattığı ve unutulmayan atmosferle ilişkilendiriyorlar.
Bunun yanında Almanya’da derin iz bırakan 68 gençlik hareketinin de, Vietnam Savaşı’ndan Cumhuriyetçileri sorumlu tuttuğu, aynı şekilde 1990’lı ve 2000’li yıllardaki Irak Savaşları’nın da Alman kamuoyu tarafından Cumhuriyetçilerin sorumluluğu altında değerlendirildiği şeklinde görüşler ağır basıyor.
Bu arada gazetelerde Amerika’daki kamuoyu araştırmaları ile bağlantılı çıkan yorumlarda, Cumhuriyetçi Parti'den aday adayı Trump'a olan desteğin artması, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerindeki sağ popülist parti ve politikacıların zafer serisi kapsamında değerlendiriliyor ve mülteci kriziyle de bağlantılı dünya çapında sağ siyasi görüşlere desteğin çoğaldığı öne sürülüyor.
Başbakan Angela Merkel ve Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier’in adayların kesinleşmesine kadar konuyla ilgili açıklama ve değerlendirme yapması beklenmiyor. Merkel’in, 2008 seçimleri öncesinde, o dönemde aday olan Barack Obama’yı Berlin’de kabul etmeyi reddetmesi politik bir tavır olarak nitelenmişti.
Eski ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, 2014’de çıkan ‘Kararlar’ adlı kitabında, Merkel'e olan hayranlığını anlatmış, Merkel’in Avrupa'nın ‘erkekler kulübünde’ sesini duyurmasını övmüştü.
Öte yandan, Berlin’deki siyasi gözlemciler, Avrupa Birliği ile ABD arasındaki Serbest Ticaret Anlaşması TTIP müzakerelerinde yeni başkan seçilip, koltuğuna oturuncaya kadar ilerleme kaydedilemeyeceğini düşünüyor. Taraflar anlaşmanın 2015’de ya da en geç 2016’da imzalanmasını hedefliyordu, ancak birçok ekonomik ve hukuki sorunun çatışması nedeniyle bu konuda ilerleme olmadı.
Konunun Başkan Obama'nın nisan ayı sonunda dünyanın en önemli teknolojik etkinliklerinden biri olan Hannover Fuarı’na yapacağı ziyarette ve Angela Merkel’le görüşmesinde gündeme geleceği tahmin ediliyor.
800 milyonluk nüfusuyla dünyanın en büyük serbest ticaret bölgesini oluşturacak anlaşma AB için yıllık 120 milyar Euroluk ekonomik büyüme ve yaklaşık 400 binlik ek istihdam anlamına geliyor.
Almanya ekonomik olarak dünyanın en güçlü ülkeleri arasında yer alsa da, yeni bir rapor Almanya’da 15 yaşın altındaki her 5 çocuktan birinin yoksulluk sınırı altında yaşadığını ortaya koydu.
Diğer Avrupa ülkelerinde ekonomide durgunluk devam ederken, dünyanın en büyük üçüncü ekonomisi olan Almanya’da uzmanlar bu ve önümüzdeki yıl ekonominin yüzde 1,8 oranında büyüyeceğini tahmin ediyor. İşsizlik oranı da yüzde 6,3 ile Almanya'nın birleşmesinden bu yana ölçülen tarihi düşük seviyesini koruyor.
Ancak tüm bu olumlu verilere ve refaha rağmen yoksulluk sınırının altında yaşayanların sayısı günden güne artıyor ve özellikle çocuklar arasında gözlenen yoksulluğun boyutları giderek endişe verici seviyelere ulaşıyor.
Alman Çocuk Yardım Kurumu’nun konuyla ilgili son raporuna göre 15 yaşın altındaki her beş çocuktan biri, başka bir deyişle 3 milyona yakın çocuk yoksulluk sınırında yaşıyor.
Almanya'daki ortalama gelir seviyesinin yüzde 60'ı ve daha azına sahip ailelerde yaşayan çocuklar “yoksul” kategorisine giriyor. Yoksulluk sınırı yalnız yaşayan tek çocuklu bir birey için 1.300 Euro seviyesindeyken, iki çocuklu bir ailenin yoksulluk sınırı ise 2.070 Euro.
Ülkeye gelen mülteci ailelerinin büyük çoğunluğunun orta ve uzun vadeli yoksulluk tehlikesi altında yaşayacağı, dolayısıyla yoksul çocuk sayısının daha da artacağını belirten uzmanlar, çocukların sosyal ve ekonomik mağduriyetlerinin birçok alanda kendini gösterdiğini belirtiyor.
Söz konusu çocukların yüzde 11'i kışlık giysilere sahip değil, yüzde 15’i sağlıksız konutlarda yaşıyor. Bu çocukların yüzde 76’sı tatile gidemiyor, yüzde 14’ünün evde internet kullanma olanağı yok.
En önemli sorunlarından biri de maddi durumu iyi olmayan ailelerin, çocuklarının eğitimine yeteri kadar olanak sağlayamaması. Ailenin sosyo-ekonomik koşullarına bağlı olarak yoksul çocuklar kötü eğitim ve öğretim koşulları ile karşı karşıya kalıyor ve yoksulluk döngüsünden çıkma şansı daha küçük yaşta daralıyor.
Birçok uzman, Alman devleti tarafından yoksul çocuklar için sunulan olanakları yeterli görmüyor ve yıllardır 0-16 yaş grubu çocuklara ücretsiz bakım, vasıflandırma ve eğitim programları sunulması talebini dile getiriyor.
Yeşiller Partisi Federal Meclis milletvekili ve eğitim politikaları sözcüsü Ekin Deligöz de, göçmen kökenlilerin yoksullaşma olasılığının göçmen olmayanlara göre iki kat daha fazla olduğunu belirten, iyi bir eğitim alamayanları gelecekte işsizlik ve buna bağlı olarak yoksulluğun beklediğini vurguluyor.
Almanya’da Neonazilerin en çok kullandığı internet sitesi olan Altermedia yasaklandı. Yıllardır ırkçı, yabancı düşmanı, İslam ve Yahudilik karşıtı içerik yayınlayan ve Neonazi grupların favori sitelerinin başında gelen Altermedia ile ilgili yasak kararını Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere aldı.
Kapatma öncesinde, başta Berlin olmak üzere Almanya’nın birçok eyaletinde ve İspanya’da Altermedia bürolarına polis eşzamanlı baskın yaparken, sitenin yöneticisi ile daha önceden arandığı ortaya çıkan bir Neonazi operasyonda göz altına alındı, siteyle bağlantılı oldukları şüphesiyle üç kişi hakkında da arama kararı çıkarıldı.
Güvenlik birimleri operasyona paralel, Rus yetkililerle bağlantı kurulduğunu, şimdiye dek Rus linkleri üzerinden yayın yapan sitenin bağlantılarının da servisi sağlayan Rus şirketi tarafından kesildiğini açıkladılar.
Altermedia’nın ırkçı ve yabancı düşmanı söylem ile paylaşımların yayılmasına hizmet ettiğini belirten Thomas de Maiziere, bu paylaşımlarda yabancılara yönelik şiddet eylemlerinin savunulduğunu ve Nazi rejiminin icraatlarının da haklı çıkarıldığını, Alman hukuk devletinin bu tarzda bir siteye hoşgörü ile yaklaşamayacağını açıkladı. Savcılık sitenin yöneticisi ve çalışanları hakkında ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik' suçlamasıyla soruşturma başlattı.
Altermedia uzun bir süredir en etkin Neonazi internet platformu olarak, ırkçı eylem ve saldırıların organize edildiği ve duyurulduğu, şiddet içeren eylem videolarının paylaşıldığı ve kriptolu bloglarda da Neonazi ideolojisi ile ilgili yazışmaların yapıldığı bir site olarak biliniyordu.
Erişimi kesilen platformda 2011 yılında üst düzey Alman siyasetçilerle gazetecilerin öldürülmesi çağrısı yapılan suikast listesi yayınlanmış, son zamanlarda da liberal mülteci politikaları nedeniyle Başbakan Angela Merkel’e karşı ölüm tehditleri içeren yazılara da yer verilmişti.
Altermedia üzerinden Hitler dönemine ait yasaklı yazı ve eşyaların satışlarının yapıldığı da biliniyordu. Basında son dönemde söz konusu sitenin ‘nefret’ ve ‘cinayete teşvik’ gibi suçlamalara karşın nasıl olup da hala serbest bir şekilde yayın hayatına devam edebildiğini sorgulayan haberler yapıldı.
Uzmanlar Neonazi çevrelerin son yıllarda yoğun bir şekilde, yeni üyelerini Altermedia gibi platformlar üzerinden ve YouTube, Facebook ve Twitter gibi internet sosyal ağlarını kullanarak buldukları konusunda uyarıyorlar.
Irkçı internet sitelerinde özellikle toplum içinde tartışılan mülteciler, çocuklara kaba kuvvet ya da kadınlara cinsel taciz gibi hassas konularının ele alındığı, ilk bakışta bu sitelerde neonazi propagandası yapıldığının farkına varılmadığı, ancak iyice inceledikten sonra ırkçı ve yabancı düşmanı karşıtı içeriklerin ortaya çıktığı belirtiliyor.
İslam ve göçmen karşıtı ‘Batı'nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar - Pegida’ ve benzer oluşumların da sosyal medya üzerinden örgütlendiği biliniyor.
Federal Hükümet son aylarda sıklıkla internet işletmecisi şirketlerin ırkçı söylemlere karşı daha fazla sorumluluk taşıyarak, aşırı içeriklere karşı mücadele etmeleri konusunda çağrılar yaptı. Bunun üzerine Facebook, geçen pazartesi Avrupa çapında sosyal medyada aşırıya kaçan yorumda bulunmamaya yönelik bir kampanya başlattı. Berlin’de bir basın toplantısı düzenleyen Facebook Genel Müdürü Sherly Sandberg, Almanya’daki Facebook sitesinde yayınlanan ırkçı ve nefret içerikli paylaşımları tespit etmek ve silmek için Berlin’de bir özel merkez oluşturulacağını, bu tarz söylem ve davranışları tespit etmeleri için Almanca bilenlerin yanısıra, Türkçe ve Arapça bilen elemanların da merkezde görevlendirileceğini açıkladı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yurtdışında yaşayan vatandaşlar için dövizli askerlikte kolaylık sağlayan yasayı imzaladı.
Askerlik Kanunu ve kanun hükmümdeki kararnamelerde gidilen değişikliğe göre; yurt dışında oturma veya çalışma izniyle en az 3 yıl süreyle bulunan Türk vatandaşları, 6000 Euro yerine 1000 Euro ödeyerek askerlik yapmış sayılacak.
Türk vatandaşlarının bundan sonra yapması gereken, 38 yaşını tamamladıkları yılın sonuna kadar durumlarını gösteren belgelerle birlikte konsolosluk aracılığıyla askerlik şubelerine başvurmak.
Askerlik Kanunu’ndaki değişiklik, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 7 Haziran ve 1 Kasım seçim vaatlerinin yurtdışında yaşayanları en çok cezbedeni olarak görülüyordu. Yeni hükümetin 100 günlük eylem planında da yer alan konu Aralık ayındaki ilk torba yasa tasarısında yurtdışında 10 yıl kalma şartı tepkilere neden olmuştu. 6000 Euro’yu ödemeye başlayanların paralarının iade edilip edilmeyeceği ve 38 yaş üzerindekilerin durumu ilk tasarıda yanıtsız kalmıştı. Birçok vatandaş ve Türk derneği yasa bu şekliyle kabul edilirse haklarını mahkemede arayacaklarını duyurmuştu. 10 yıl yurtdışı maddesi, yeni tasarıdan çekildi.
Yeni anayasayla daha önce para yatıranların durumuna da açıklık getirildi. Düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten önce başvuran ve genelde 1250 Euro olan ilk taksiti yatıranlar, yaptıkları 250 Euroluk fazla ödemeyi geri alamayacaklar, ancak 6000 Euro’ya tamamlamaları da gerekmeyecek.
38 yaşının sonuna kadar başvuruda bulunmamış veya başvurdukları halde ödemelerini tamamlamadıkları için dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkarılan yükümlüler de 2017 Aralık sonuna kadar 1000 Euro ödemeleri durumunda affedilerek, askerlik hizmetini yerine getirmiş sayılacak. Yurtdışında üniversiteden mezun olma durumda Türkiye’ye hemen dönenler ise yurtdışında çalışmadıkları için yasadan yararlanamayacak ve askerlikten muaf tutulmayacaklar.
Selefiler gibi cihat yanlısı grupların Almanya’da hızla yayılmaları siyasetçileri ve güvenlik birimlerini endişelendirmeye devam ediyor. Alman iç istihbaratı Anayasayı Koruma Örgütü'nün elindeki bilgilere göre başkent Berlin Selefi hareketinin yeni merkezi haline dönüşüyor. Kentte en az 690 kişinin kendini Selefi olarak tanımladığını ve bunlardan en az 360’nın ‘şiddeti destekleyen militan kesim’ olarak sınıflandırıldığını belirten Anayasayı Koruma Örgütü yetkilileri, Berlin’deki Selefi sayısının son beş yıl içinde iki kat arttığına dikkat çekiyor.
Yapılan tüm aydınlatıcı kampanyalara ve özellikle gençlere yönelik projelere rağmen, Selefilere katılanların sayısındaki artışı kaygıyla değerlendiren yetkililer, Selefiliğe karşı daha güçlü bir şekilde mücadele edilmesi gerektiğini vurguluyor. İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere geçen Aralık ayında konuyla ilgili yaptığı açıklamada, Almanya genelinde de artış tespit edildiğini ve 7 bin 900 Selefi bulunduğunu, bunlardan en az 850’nin şiddet yanlısı olduğunu, 760 kişinin ise IŞİD saflarında savaşmak üzere Suriye ve Irak’a gittiğini duyurmuştu. Yetkililer uzun bir süredir IŞİD kamplarından geri dönen kişilerin, olası terör eylemleri karşısında dikkatli olunması gerektiği konusunda uyarıda bulunuyorlar.
Yapılan yorumlarda, Berlin’in radikal İslamcılar için bir merkez haline gelme sebebinin kentteki artan mülteci sayısı ve yoğun Arap nüfus olduğu ifade ediliyor. Selefi grupların son aylarda koordineli bir şekilde mülteci kampları önünde bedava Kur’an dağıtma bahanesiyle, IŞİD ve diğer radikal oluşumların propagandasını yürüttüğünü gözlemleyen güvenlik birimleri, mültecilerin kaldıkları yurtlardaki özel güvenlik görevlilerinin arasında da Selefi yanlısı olanların bulunduğuna dair bilgileri değerlendiriyor.
Öte yandan Almanya’nın diğer kentlerine oranla Berlin’de çok daha fazla caminin bulunduğu, Arap cemaatine hizmet veren bazı camilerin son zamanlarda Mısır, Suriye ve Libya gibi ülkelerden IŞİD’e yakınlığı ile bilinen ‘konuk imam’ davet ederek, radikal görüşlerin yayılmasına olanak sağladıkları belirtiliyor.
Geçen yıl Berlin’deki El Nur Camii'deki vaazlarında bir kadının eşinin cinsel ilişkide bulunma talebini hiçbir şekilde geri çevirmeye hakkı olmadığını, eşinin izni olmadan dışarı çıkamayacağını ya da çalışamayacağını söyleyen bir Mısırlı imam, gelen tepkilerden sonra soruşturma açılması üzerine ülkesine geri dönmüştü. Yine geçen yıl başka ‘konuk imamların’ camilerde nefret vaazları vermesi, cihat ve Yahudilerin öldürülmesi çağrısında bulunması sonrasında, Berlin eyalet hükümeti camilerde görev yapacak imamların ve okullarda ders verecek din dersi öğretmenlerinin eğitileceği bir enstitü kurulması için çalışmalara başladı. Planlanan eğitim enstitüsünde yalnızca imam eğitimi verilmeyerek, Müslüman gençlere yönelik sosyal çalışma yapacak kişiler de eğitilmesi hedefleniyor. Eyalet hükümeti söz konusu enstitünün 2017’den itibaren eğitime başlamasını amaçlıyor.
‘Selefilik konusunda daha fazla önlem alınmalı’ diyen Yeşiller Partisi milletvekili Arif Ünal, buna rağmen Almanya’da yaşayan Müslümanlar içinde şiddet eylemlerini savunanların sayısının yok denecek kadar az olduğunun da unutulmaması gerektiğini belirtiyor. Yaklaşık 4 milyon Müslüman içinde, Sünni çizgiyi savunan aşırı İslamcı Selefilerin yüzde 0,5’lik bir oran oluşturduğunu hatırlatan Ünal, konuyla ilgili tartışmaların Alman kamuoyundaki önyargıları güçlendirecek şekilde yapılmamasına da özen gösterilmesini istiyor.
Türkiye-Almanya Yüksek İşbirliği Konseyi iki ülkenin başbakanlarının yönetimde ve dışişleri, içişleri, savunma, kalkınma bakanlarının katılımıyla Berlin’de toplandı.
Türk-Alman ilişkilerinde bir ilki ifade eden ve iki yılda bir düzenli olarak yapılması hedeflenen hükümetlerarası istişare toplantısının odağında mülteci krizi ve terörle mücadele yer aldı.
Askeri tören sonrası yapılan toplantıda Merkel ve Davutoğlu ikili ilişkileri kapalı kapılar ardında değerlendirirken, aynı saatlerde bakanlar düzeyinde de bir görüşme gerçekleşti.
İki başbakan daha sonra tüm bakanlarla birlikte Federal hükümetin toplandığı salonda biraraya geldi. Toplam dört saate yakın süren toplantı maratonunun ardından Merkel ile Davutoğlu görüşmelerin sonuçlarını basın toplantısıyla açıkladı.
Yoğun bir gündemle biraraya geldiklerini belirten Merkel, istişarelerde göçmen krizinin en önemli nokta olduğunu söyledi. Türkiye’nin son yıllarda 2,5 milyonun üzerinde sığınmacı kabul ettiğini ve büyük bir yük aldığını aktaran Merkel, bunun beraberinde getirdiği mali ağırlığın eşit şekilde dağıtılmasının şart olduğunu ve Türkiye’ye vaad edilen 3 milyar Euro’nun ödeneceğini bildirdi. Yaşadışı göçün ve insan kaçakçılığının engellenmesi için daha yoğun çaba gösterilmesi gerektiğini savunan Almanya Başbakanı, önümüzdeki Şubat ayının ortasına kadar bu konuda yeni adımların atılacağını tahmin ettiğini ve 18 Şubat’ta Türkiye ile AB arasında yapılacak toplantıda konunun yeniden görüşüleceğini ifade etti. Türk tarafı ile gazetecilerin tutuklanması ve PKK ile mücadele yöntemleri gibi konuların da ele alındığını söyleyen Merkel, Kürt sorununda yeniden siyasi bir sürecin başlatılmasını umut ettiğini aktardı.
Davutoğlu basın açıklamasının başında Almanca olarak İstanbul’da 10 Almanın hayatını kaybettiği terör saldırısında yaşamını kaybedenleri anarak, taziyelerini sundu ve iki ülkenin teröre karşı ortak mücadele vermesi gerektiğini söyledi.
Türkiye’nin özellikle Suriyeli mülteciler konusunda çabalarının uzun bir süre uluslararası arenada karşılık bulmadığını, ancak Başbakan Merkel’in geçen yaz Almanya’nın sınırlarını sığınmacılara açarak farklı bir algı oluşturduğunu belirten Davutoğlu, iki ülkenin de Suriye'den gelen mültecileri barbar bir rejimden kaçan masumlar olarak gördüklerini ifade etti.
Mülteci sorunun tüm dünyayı sarstığını ifade eden Başbakan Davutoğlu, yaşanan krizde uluslararası toplumun omuz omuza vermesi gerektiğini söyledi. Başbakan Davutoğlu, sığınmacıların ülkelerine dönebilmeleri için gerekli olanın Suriye’de siyasi diyalog üzerinden çözüm olduğunu da belirtti.
Alman meslektaşı Merkel’le terör sorununu da ele aldıklarını duyuran Davutoğlu, PKK’ya karşı verilen mücadelenin hukuk sınırları içinde yürütüldüğünü anlattığını bildirdi.
Basın toplantısı sonrası Alman medyasında yapılan ilk yorumlarda, Türkiye-Almanya Yüksek İşbirliği Konseyi görüşmelerinin başarılı geçtiği, ancak Merkel’in siyasi hayatının Türkiye ile yapılan anlaşmaların yaşama geçirilmesine bağlı olduğu belirtiliyor. Almanya’ya gelen mültecilerin yüzde 80’inin Türkiye üzerinden geçtiği ifade edilirken, izlediği‚ açık sınırlar ve ılımlı mülteci politikası nedeniyle kendi partisinin bile tepkisini çeken Merkel, kamuoyunu ve özellikle Birlik Partileri CDU/CSU’yu sakinleştirme umudunu Türkiye’ye bağlamış durumda. Her fırsatta sığınmacı sorununun çözümünde “Türkiye kilit ülke” diyen Merkel’in üstündeki baskının sürekli arttığı hissediliyor. Başbakan Merkel’in girişimiyle AB tarafından, 29 Kasım’da yapılan Eylem Planı Anlaşması ile Türkiye'ye verilmek üzere 3 milyar Euro’nun yanısıra vize kolaylıkları ve AB müzakere sürecinde canlanma vaadedildi. Bu kapsamda Türkiye'nin ülkede bulunan sığınmacılara kalmaları için daha iyi şartlar sunması ve Yunanistan üzerinden Avrupa'ya sığınmacı akınını kontrol altına alınabilmesi amacıyla çeşitli önlemleri hayata geçirmesi üzerinde de uzlaşıya varılmıştı.
Merkel, basın toplantısında sığınmacılarla bağlantılı bundan sonraki ikinci toplantının 4 Şubat'ta Londra’da İngiliz Başbakan David Cameron ile Norveç ve Suudi Arabistan temsilcileriyle yapılacağını, üçüncünün ise 14 Şubat’taki Avrupa Birliği zirvesi olacağını belirterek, burada da Suriye'nin komşularındaki mültecilere daha fazla yardım konusunun ele alınacağını duyurdu.
Başbakan Angela Merkel ile Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun başkanlığında, Cuma günü ilk kez yapılacak konsey toplantısında üzerinde durulacak konuların başında mülteci krizi geliyor.
Ancak Alman siyasetinde Merkel’in sığınmacılara yönelik yürüttüğü politika, çok sert eleştirilere hedef olmayı sürdürüyor. Son olarak Birlik Partileri CDU/CSU grubundan 44 Federal parlamento üyesinin, bir ‘uyarı mektubu’ aracılığıyla Merkel’den sığınmacı politikalarının değiştirilmesini talep ettikleri basına yansıdı.
Mektupta sınırların açık olması nedeniyle hergün binlerce mültecinin Almanya’ya girişinin devam ettiği ve ülkede durumun tehlikeli olmaya başladığı belirtilerek, Merkel’in, sığınmacı politikalarında acilen değişiklik yapması ve mülteci sayısına üst sınır getirmesi talep ediliyor.
Merkel’i eleştirenler kervanına ilk kez bir bakan da katıldı. Federal Ulaştırma Bakanı Hristiyan Sosyal Birlik CSU’lu Alexander Dobrindt, Almanya’nın sınırlarını kapatmaktan başka çaresi kalmadığını ve sığınmacıların geçiş güzargahında bulunan ülkelerle de bu durumunun acilen görüşülmesi gerektiğini söyledi.
Dobrint, Başbakan Merkel için, “Vakit kaybetmeden bir B Planını yaşama geçirmesi gerekli” şeklinde konuştu. Merkel ise tüm eleştirilere rağmen, sınırların kapatılması yerine sığınmacıların Avrupa ülkelerine eşit olarak dağıtılmasını ve sığınmacıların, Türkiye’de alınacak önlemlerle Avrupa’ya gelişinin durdurulmasını hedefliyor.
O yüzden Cuma günkü Yüksek İşbirliği Konseyi Merkel için çok önemli bir buluşma olarak değerlendiriliyor. Kendi siyasi kariyeri açısından da kriz haline dönüşen mülteci sorununun çözümünde, Türkiye’ye anahtar ülke rolü biçen Merkel’e destek veren isim, Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier oldu.
Sığınmacı sorununun bir günden diğerine çözülemeyeceğini vurgulayan Steinmeier, sınırların kapatılmasının sorunları çözmeyeceğini söyledi. Merkel gibi, Türkiye’nin sığınmacı krizinde kilit ülke olduğunun altını çizen Steinmeier, “Avrupa’ya doğru gelen sığınmacı akınının bu yıl azaltılması konusunda Türkiye’ye ihtiyaç duyduğumuzu inkar edemeyiz” şeklinde konuştu.
Steinmeier, Türkiye’nin taahhütlerini henüz tam olarak yerine getirmediğini, ama AB’nin de Türkiye’ye 3 milyar Euro yardım konusunda henüz ortak bir çizgisi olmadığını belirtti. Steinmeier’in partisi sosyal demokrat SPD’nin Genel Başkanı Sigmar Gabriel ise sığınmacılar konusunda Merkel’e baskı yapmaya başladı. Almanya’nın kabul edebileceği sığınmacı sayısı konusunda sınıra yaklaşıldığını kaydeden Gabriel, ilkbahara kadar önlem alınmasını talep etti.
Bu arada Berlin’de çok ses getiren bir iddia geçtiğimiz günlerde Bild gazetesinin eski editörlerinden, siyasi danışman Michael Spreng’den geldi. Daha önce Birlik Partileri’nin seçim kampanyalarını koordine eden ve Berlin’deki siyasi kulisleri en iyi tanıyan isimlerden olan Spreng, Mart ayında yapılacak eyalet seçimlerinde CDU’nun ağır bir yenilgi alması durumunda, Merkel’in görevinden ayrılacağını öne sürdü.
Başbakanın izlediği açık sınır politikasından geri dönmek için çok geç kaldığını savunan Spreng, başbakanın AB ülkeleri ile ortak bir çözüm bulamaması ve Türkiye’den gelen mülteci sayısında da hissedilir bir azalma olmaması durumunda eyalet seçimlerinde büyük oranda oy kaybı yaşayacağını ve istifadan başka alternatifi kalmayacağını öne sürdü.
Yapılan son anketlere göre, Merkel’in lideri olduğu Hristiyan Demokrat Partisi, CDU ile kardeş parti Hristiyan Sosyal Birlik, CSU’nun oy oranı 2,5 puan azalarak 2012 yılından beri en düşük seviye olan yüzde 32,5’e düştü. Buna karşın mülteci ve İslam karşıtı Almanya İçin Alternatif, AfD partisi oy oranını arttırmaya devam ediyor ve bu oran yüzde 12,5’e ulaştı.
Başbakan Angela Merkel’in ev sahipliğinde, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun katılımıyla Berlin’de düzenlenecek Almanya-Türkiye Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi görüşmelerinde, mülteci krizi başta olmak üzere birçok uluslararası konu ele alınacak. Almanya’da siyasi krize neden olan mültecilerle bağlantılı olarak, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sınır güvenliği ve Ege Denizi’nde insan kaçakçılığıyla mücadele, Merkel ve Davutoğlu’nun öncelikli gündemi.
Sultanahmet’te 10 Alman turistin katledildiği canlı bombalı terör saldırısı sonrasında, terör örgütü IŞİD’le mücadele de öncelikli konular arasında masada yer alacak. AB-Türkiye Geri Kabul Anlaşması'nın uygulanması da gündemi belirleyecek.
Türkiye tarafından Haziran ayından itibaren yürürlüğe konulacağı taahhüt edilen anlaşmanın devreye girmesiyle, Türk vatandaşlarına Ekim 2016’da vize muafiyeti başlayacak. Federal Hükümet Sözcüsü Seibert konuyla ilgili olarak “Türkiye'deki durum da ele alınacak” şeklinde bir açıklama yaptı. Hükümete yakın çevreler, Güneydoğu’da yaşanan gerilim ve PKK ile mücadele konularının konuşulabileceğini, nitekim Türkiye’nin güvenlik ve terörle mücadele konusunda Almanya ile işbirliğini geliştirme talebini dile getireceğini, ancak ifade ve basın özgürlüğü ihlalleri gibi konuların masaya gelmesinin beklenmediğinde birleşiyorlar.
Yapılan yorumlarda Başbakan Merkel’in sığınmacı akınıyla oluşan krizin aşılmasında Türk hükümetinin desteğine ihtiyacı olduğu ve bunun neticesinde gerilime yol açabilecek konulara girmeden, bunları sineye çekeceği vurgulanıyor. Yeşiller Partisi Federal Parlamento eski milletvekili ve Federal Göçmenler Meclisi Başkanı Memet Kılıç, “Alman tarafı demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi AB değerlerinden taviz vermemeli” şeklinde görüş belirtiyor.
Alman hükümetinin demokrasi konusunda Türkiye’ye karşı daha cesaretli olması gerektiğini savunan Kılıç, temel hak ve özgürlükler olmadan kalıcı istikrar sağlanamayacağını ve sığınmacıların Avrupa’ya akınının engellenemeyeğini öne sürüyor.
Almanya Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi toplantılarını Rusya, Çin, Hindistan, Brezilya, Fransa, Polonya, Hollanda, İtalya ve İspanya ile yapıyor. Yarınki toplantıya Almanya’dan Başbakan Merkel’in yanı sıra Yardımcısı ve Ekonomi Bakanı Sigmar Gabriel, Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier, İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, Savunma Bakanı Ursula von der Leyen ve Kalkınma Bakanı Gerd Müller katılacak. Türkiye’den ise Başbakan Davutoğlu ile birlikte Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İçişleri Bakanı Eftkan Ala, Savunma Bakanı İsmet Yılmaz ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz yer alacak.
Almanya’nın 2014 göç raporu geçen hafta açıklandı. Rapora göre Almanya'dan Türkiye'ye 31 bin 941 kişi dönüş yaptı. Dönenlerin yüzde 42,5'i 18 yaşın altında. Türkiye'den Almanya'ya gelen kişi sayısı ise 27 bin 805.
Son yıllarda artan ‘geri dönenler’ sayısı, çok sayıda araştırmaya konu oldu. Genelde ortaya çıkan sonuç, Almanya’da Türklere yönelik ayrımcılık, ötekileştirme ve İslamofobi, Türkiye’ye dönmede en büyük etkenlerden arasında yer aldığı. Almanya’da meslek sahibi olmayan ya da eğitimsiz Türkiye kökenlilerin sosyal ve ekonomik koşullarının kötüleşmesi de dönüşü hızlandırıyor.
Sakarya Üniversitesi Diaspora Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından yapılan bir yeni araştırma,ilk olarak Federal Almanya’daki Türkiye kökenlilerin yaşadıkları hak ihlallerini irdeliyor. Merkezin direktörü Bünyamin Bezci, araştırmayı yaparken amaçlarının Almanya’yı insan hakları konusunda yargılamak olmadığının altını çiziyor. Ancak Bezci, yabancılar söz konusu olduğunda insan haklarının hukuki metinlerde belirlendiği gibi uygulanmadığını saptadıklarını da açıkladı.
Konuyla ilgili 2014 verilerini temel alan raporda, çifte vatandaşlık hakkı, başörtülü çalışmak isteyen Müslüman kadınların iş yerlerinde ayrımcı muameleye tabi tutulması, cami inşaatlarında yaşanan zorluklar ve İslamofobi gibi birçok başlığa yer verilmiş.
Raporda ayrıca 2000-2007 yılları arasında 8'i Türk 10 kişinin öldürülmesinden sorumlu Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) örgütünün davasındaki ayrıntılara dikkat çekiliyor. Bunlara göre ‘Alman hukuk sisteminin yavaş işlemesi, şahitlerin kaybolması, faillerin bir şekilde intihar ediyorlar olması’ hak ihlali boyutunu gösteren gelişmeler.
Bünyamin Bezci, Almanya'nın hukuksal açıdan gelişmiş insan hakları standartlarına sahip olduğunu söylüyor ancak yetkililerin yaklaşımları olumlu olsa da, bu hakların aynı şekilde göçmenlere uygulanmamasını eleştiriyor.
Diaspora Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi, Almanya’da yabancılara yönelik ayrımcılık iddialarının bürokrasi, eğitim sistemi ve iş hayatında artarak sürdüğünü ortaya koyuyor. Direktör Bünyamin Bezci, Almanya’nın yaşadığı mülteci göçünün konuya daha da duyarlı bir yaklaşım zorunluluğunu getirdiğini vurguluyor. Bezci’ye göre, Alman hükümeti toplumsal zihniyet dönüşümü için bu konuda da olumlu algı oluşturmaya çalışmalı.
Temeli, Başbakanı Angela Merkel’in geçen Ekim ayındaki son Türkiye ziyaretinde ve ardından 29 Kasım 2015’de düzenlenen AB-Türkiye Zirvesi’nde atılan ortak hükümet toplantılarının ilkine, Merkel ile birlikte Başbakan Ahmet Davutoğlu başkanlık edecek.
Toplantıya Almanya’dan Merkel’in yanı sıra, Başbakan Yardımcısı ve Ekonomi Bakanı Sigmar Gabriel, Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier, İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, Savunma Bakanı Ursula von der Leyen ve Kalkınma Bakanı Gerd Müller de katılacak. Türkiye ise Davutoğlu ile birlikte, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İçişleri Bakanı Eftkan Ala, Savunma Bakanı İsmet Yılmaz ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz tarafından temsil edilecek.
Düzenli olarak yılda iki kez yapılması beklenen toplantıların ilkinde, Suriyeli ve Iraklı sığınmacıların durumu ve Türkiye’ye sağlanacak 3 milyar Euro hacmindeki yardımın gündemi belirlemesi bekleniyor. İstanbul’da 10 Alman turistin hayatını kaybettiği Sultanahmet saldırısı sonrasında, terör örgütü IŞİD’le ve genel olarak terörizmle mücadelede konusunun da masaya yatıralacağı tahmin ediliyor. Toplantı kapsamında çalışma gruplarının oluşturulacağı, bunlardan birinde de, Türkiye’de yaşayan sığınmacılara mali desteğin nasıl kullanılacağının ele alınacağı belirtiliyor.
Türkiye’ye iltica eden mültecilerin ülkede kalmasını hedefleyen 3 Milyar Euro mali yardım mekanizmasının, 1 Ocak 2016 tarihinden itibaren devreye gireceği konuşulmuştu. Ancak sadece bu yılın ilk 14 gününde Yunanistan’a Türkiye üzerinden giriş yapan mültecilerin sayısının 10 bini aşması, Berlin’de Ankara’nın mülteci trafiğini engelleme sözünü şimdiye kadar tam anlamıyla yerine getirmediği şeklinde yorumlanıyor. Başbakan Merkel’in meslektaşı Davutoğlu’ndan ‘Türkiye’den Avrupa’ya göçün tam denetim altına alınmasını’ isteyeceği tahmin ediliyor.
Bu arada geçtiğimiz Eylül ayının ilk günlerinde mültecilere Almanya’nın kapılarını açan ve bu politikasından şimdiye dek geri adım atmayan Başbakan Merkel’e yönelik eleştiri ve baskılar her geçen gün artıyor. Son olarak CDU’nun kardeş partisi CSU Genel Başkanı ve Bavyera Başbakanı Horst Seehofer, Merkel'e iki hafta süre verdiğini, bu zamana kadar mülteci politikasında değişiklik olmazsa, mültecilerin engellenmesi için Bavyera eyaleti olarak kendi başlarının çaresine bakacaklarını ve gerekirse Anaysa Mahkemesi’ne başvuracaklarını duyurdu.
Seehofer geçen Aralık ayında da buna benzer bir ültimatom vermiş, Merkel, Türkiye ile varılan anlaşmanın yaşama geçirilmesi ile sorunun çözüleceğini savunmuştu. Merkel’e ve mülteci politikalarına destek kamuoyu yoklamalarında da azalıyor ve Alman halkı arasında, mülteci krizinin üstesinden gelinemeyeceğine dair endişe artıyor.
Alman televizyon kanalı ARD tarafından yapılan son kamuoyu araştırmasına göre, Merkel’in mülteci politikasından memnun olmayanların oranı yüzde 56’ya yükseldi. Buna paralel olarak, mülteci ve İslam karşıtı Almanya için Alternatif AfD partisine oy vereceklerini belirtenlerin oranı yüzde 11’e çıktı. AfD bu oranla, Yeşiller ve Sol Parti’yi geçerek, Birlik Partileri ve SPD’den sonra üçüncü sıraya yükseldi.
Sultanahmet’teki terör saldırısı, Berlin’de siyaset ve kamuoyunun ağırlıklı konusu olmaya devam ediyor. Dün İstanbul’da Türk mevkidaşı Efkan Ala ile biraraya gelen ve olay yerinde inceleme yapan Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, saldırganının kim olduğunun açıklığa kavuşmadığını öne sürdü.
Günübirlik gezisinden döndükten sonra Alman ARD televizyonuna konuyla ilgili demeç veren de Maiziere, Türk yetkililerin patlamanın yaşandığı yerde bir ceset üzerinde bir kimlik kartı bulduklarını, ancak söz konusu kartın gerçekten intihar eylemcisine ait olup-olmadığının henüz bilinmediğini söyledi. İçişleri Bakanı, “Bulunan bir kimlikle bir adam tespit edildi. Ancak bu kimliğin o adama ait olup-olmadığı noktası henüz soruşturmanın konusu” diye konuştu.
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, olay sonrasında isim vermeden 1988 Suriye doğumlu bir canlı bombanın saldırıyı gerçekleştirdiğini açıklarken, emniyet kaynakları saldırganın Nabil Fadlı adlı Suudi Arabistan doğumlu ve Türkiye’ye mülteci olarak giren terörist olduğunu duyurmuştu. Başbakan Davutoğlu ise, “Saldırıyı gerçekleştiren canlı bomba yabancı uyruklu IŞİD mensubu” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Nabil Fadlı’nın Türk istihbaratı tarafından takip edilen ve ismi bilinen canlı bomba eylemcisi listesinde bulunmadığının anlaşılmasından sonra, soruşturmayı yürüten yetkililerin eylemcinin kendisini gizlemek için sahte kimlik kullanmış olabileceği ihtimali üzerinde de durdukları bildiriliyor.
Berlin’de olayla ilgili bir diğer açıklama Almanya iç istihbaratından sorumlu Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Hans Georg Maasen’den geldi. Maasen, Alman güvenlik birimlerinin elindeki bilgilere göre saldırının hangi örgüt tarafından yapıldığının kesinleşmediğini öne sürdü. “Türkiye’nin kendi içinde birçok örgütle sorunu var. IŞİD bunlardan sadece biri” diyen Maasen, geçmişte PKK ya da DHKP-C’nin de benzer saldırılar yaptığını belirtti.
Maasen, saldırı öncesinde Türk istibaharat birimlerinden bir terör eylemi olacağı şeklinde uyarı aldıkları haberlerini yalanladı. IŞİD’in Almanya'ya savaş ilan ettiğini belirten yetkili, ülkeye gelen mülteciler arasında terörist unsurların sızabileceğinden endişe ettiklerini de kaydetti.
Öte yandan İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, dün İstanbul’da meslektaşı Efkan Ala ile birlikte düzenlediği basın toplantısında söylediği “Turist olarak İstanbul’a gitmemek için hiçbir neden yok” şeklindeki görüşünü ARD’ye verdiği röportajda da yeniledi. Terör eylemlerine karşı dünyanın hiçbir yerinde garanti verilemiyeceğini söyleyen Bakan, “Paris'te de iki büyük saldırı oldu. Dolayısıyla şunu diyemeyiz: ‘Lütfen kafelere gitmeyin, konser salonlarına gitmeyin ya da sokaklara çıkmayın.’ O zaman terör istediğini elde eder” şeklinde konuştu. Türk yetkililerin konuyla ilgili çalışmalarını öven de Maiziere, Federal Kriminal Polis Teşkilatı'ndan dört uzmanın Sultanahmet’teki terör saldırısı soruşturmalarına dahil edildiğini açıkladı.
Taciz olaylarının özellikle sosyal medyada ve Pegida, Hogesa ve ProNRW gibi ırkçı oluşumlar tarafından mültecilere ve Başbakan Merkel’e karşı bir kampanyaya dönüştürüldüğü gözlemlenirken, mülteci ve sığınmacılarla ilgili yasaların sertleştirilme talepleri de tartışmaya açıldı.
Dün ‘Batı'nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar’ Pegida hareketinin Köln’de yılbaşındaki yaşanan olayları bahane ederek yabancı karşıtı gösteri yapmak istedi, ancak protesto gösterisine katılan yaklaşık bin kişi polis müdahalesiyle karşılaştı. Göstericiler açtıkları pankartlarda Müslüman mültecilerin ‘tecavüzcü’ olduğunu öne sürerken, Başbakan Merkel’i sert bir biçimde eleştirerek, suç işleyen yabancılara göz yummakla suçlayan dövizler taşıdıkları da dikkat çekti.
Protestocular arasında kendilerini 'Selefiler'e karşı Holiganlar' Hogesa olarak nitelendiren şiddet yanlısı aşırı sağcı gruptan çok sayıda gösterici ile polis arasında gerginlik yaşandı. Bazı Hogesacıların şişe ve taş atmaları üzerine polis, göstericileri dağıtmak için tazyikli su ve göz yaşartıcı gaz kullandı, üç kişi göz altına alındı. Böylece son yaşananları göçmenleri karalamak için kullanan Pegida’nın 1,5 yıldır düzenlediği mülteci ve İslam karşıtı gösterilerde ilk kez olaylar çıktı.
Federal Polis Teşkilatı ise yaşanan olaylarla ilgili şimdiye dek kimlik bilgileri tespit edilen 31 kişinin sadece 18’inin sığınmacı olduğunu duyurdu. Sığınmacı statüsünde bulunmayan zanlılar arasında uzun süredir Almanya’da Kuzey Afrikalı ve Ortadoğu kökenlilerin yanısıra Sırp, ABD ve Alman vatandaşları da var. Çok sayıda örgüt ve kurum ise taciz olaylarının kimlik tartışmalarına ve toplumsal linç kampanyasına dönüştürülmesini eleştirmeye devam ediyor. Nitekim kadın haklarını da savunan Terre des Hommes örgütü, Almanya’da her 3 dakikada bir kadının cinsel tacize uğradığını, 2014’de 8 binin üzerinde kadının ise cinsel tecavüz nedeniyle polise başvurduğunu, bu olayların yüzde 90’nından Alman erkeklerin sorumlu olduğunu açıkladı.
Yılbaşındaki toplu taciz ve gasp olayları Başbakan Merkel’in genel başkanlığını yaptığı Hristiyan Demokrat Birlik CDU partisinin Yönetim Kurulu’nun bu yılki ilk toplantısının konusu oldu. CDU Yönetim Kurulu, Almanya’ya gelen sığınmacı sayısının düşürülmesi gerektiğini belirterek, iltica yasasının sertleştirilmesini istedi. Yapılan açıklamada suç işleyen yabancıların sınır dışı edilmesininin kolaylaştırılması ve iltica başvurusu kabul edilmeyen sığınmacıların da hızlı bir şekilde sınırdışı edilmeleri istendi. Adalet Bakanı Heiko Maas, yasalarda değişikliğe gerek olmadığını, sınırdışının şu anda da yapılabileceğini açıkladı. İltica başvurusu yürüyen mültecilerin bir yıl ceza alması durumunda sınırdışı kararının çıkabileceğini belirten Maas, bu cezanın cinsel içerikli suçlar için mümkün olduğunu vurguladı.
Başbakan Merkel ise mülteci tartışmalarında bir kez daha Türkiye ile olan işbirliğinin önemine vurgu yaptı. AB’nin Türkiye’ye sığınmacılar için kullanılmak üzere vereceği 3,5 milyar Euroluk mali yardımı savunan Merkel, ‘Türkiye 2 milyondan fazla sığınmacıyı kabul etti. 500 milyondan fazla nüfusu olan Avrupa Birliği ne yaptı?’ şeklindeki açıklamasıyla, sığınmacı sayısının azaltılması için Türkiye’ye yardımın alternatifi olmadığını ifade etti. Merkel Cuma günü Başbakan Ahmet Davutoğlu ile telefon görüşmesi gerçekleştirdiğini de söyledi.
Bundan bir süre önce Birleşmiş Milletler Suriye’deki çatışmalarda en fazla etkilenenlerin çocuklar olduğunu ve binlerce çocuğun doğrudan çatışma nedeniyle öldüğünü, 600 bine yakınının işe yetim kaldığını açıkladı.
Yaşanan iç savaştan kaçarak başka ülkelere sığınan ve zor şartlarda yaşamlarını idare etmeye çalışan mülteciler arasında da çocukların sayısının bir milyona ulaştığı tahmin ediliyor. Eylül ayında 4 yaşındaki Aylan Kurdi'nin can verdiği ve dünyayı sarsan Bodrum'daki trajedinin ardından mülteciler arasında kaçarken yaşamlarını yitiren bebek ve çocuklar konusu da sıklıkla gündeme geldi.
Yardım örgütleri son aylarda Batı Avrupa ülkelerine ailesiz gelen mülteci çocukların sayısının dramatik şekilde artığını ve iltica başvurusunda bulunan kimsesiz mülteci çocukların özellikle Almanya’da yetkili daireleri yeni sorunlarla karşı karşıya bıraktığını belirtiyor.
Almanya’da ilticacı olarak kayıtlara geçen kimsesiz mülteci çocuk sayısı resmi verilere göre 65 bin. Yıl sonuna kadar bu rakamın 75 bin olması bekleniyor. Bu sayının gerçekleri yansıtmadığını ve çok daha fazla olduğunu savunan uzmanlar insan tacirlerinin istediği parayı denkleştiremeyen bir çok ailenin hiç olmazsa çocukları kurtulsun diyerek evlatlarını Ortadoğu’dan Almanya’ya uzanan bu tehlikeli yolculuğa gönderdiklerini tespit etmiş.
Almanya ve diğer ülkelere gelmeyi başarabilen kimsesiz mülteci çocuklar için yeni ülkeleri her şeyden önce savaştan kurtulmak ve gelecek umudu demek. Ancak yetimliğin, öksüzlüğün acısına paralel gelen mülteci çocukların bazılarının ortadan kaybolması yetkilileri tedirgin eden bir gelişme.
1 Ekim 2015’deki tespitlere göre, Almanya’da kayıtları yapılan en az 299 çocuğun akıbeti bilinmiyor. Yetkililer çocukların kaybolduğunu doğrulayarak, ülkede yaşayan yakınları tarafından alınmış olabileceği ihtimali üzerinde durduklarını belirtiyor, ancak kaçırılmış veya seks tacirlerinin eline düşmüş olmaları ihtimalini de açık bırakıyorlar. Ekim ayında Berlin’de yaşanan bir olayda 4 yaşındaki Muhammed, bir mülteci kayıt merkezinde beklerken kaçırılmış, polis daha sonra yakalan 32 yaşındaki zanlının çocuğa öldürülmeden cinsel taciz yaptığının belirlendiğini tespit etmişti.
Öte yandan ülkeye gelen kimsesiz mülteci çocukların eğitim sistemine nasıl entegre edileceği de tartışılıyor. Birçok eyalette okullar yeniden düzenlenirken, yaşları çok küçük olan kimsesiz çocuklar ‘bakıcı ailelere’ veriliyor. Yetkililer ve çok sayıda sivil toplum kuruluşu, din farkı gözetmeksizin mültecilere yardım etmeye çalışırken, Müslüman bakıcı aile bulmak ise neredeyse imkânsız.
Almanya’nın Köln, Stuttgart ve Hamburg kentlerinde yeni yıl kutlamaları esnasında Kuzey Afrika ve Ortadoğu kökenli olduğu öne sürülen bazı genç erkeklerin Alman kız ve kadınlara tacizde bulunması Almanya’da büyük tepkiye neden oldu.
Yeni yılı arkadaşları ile kutlamak için sokaklara çıkan kız ve kadınlar daha önce hiç yaşamadıkları bir saldırı tarzına maruz kalırken, olay Alman komuoyunu, siyasetçileri ve mültecilere destek verenleri şoke etti. Mülteci karşıtı grup ve oluşumlar ise, yaşanan olayların kendi görüşlerini haklı çıkardığı şeklinde tavır koydular.
Yılın ilk gününden bu yana en az 100 kız ve kadının ihbar ve şikayette bulunduğunu, olaylar kapsamında en az bir kadına tecavüz edildiğini açıklayan Federal İçişleri Bakanı de Maiziere, yaşananları ‘iğrenç ve kabul edilemez’ olarak niteledi. Olayların suçlularının bir an önce yakalanarak mahkeme önüne çıkarılması gerektiğini belirten de Maiziere, ‘Hukuk devleti sokaklarda eğlenen insanlara yönelik bu tarz saldırılara izin veremez’ şeklinde konuştu. Federal İçişleri Bakanı de Maiziere, yabancı kökenli insanların karıştığı bu olayların genelleştirilerek tüm mültecilere yüklenmesinin yanlış olduğunu da vurguladı.
Köln Emniyet Müdürü Albers, saldırılara karışanların ‘Arap ya da Kuzey Afrikalı görünümlü’ olduklarını açıklamış, Alman basınında ise saldırganların bir bölümün mülteci olduğu iddialarına yer verilmişti. Bu arada mülteci karşıtı Almanya İçin Alternatif AFD Partisi, Başbakan Merkel’e olaylara el koyması ve ‘Almanya’nın güvenliğini sağlaması’ yönünde bir çağrı yaptı. Köln’ün de bulunduğu Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Başbakanı Hannelore Kraft korumasız kadınlara bu şekilde davranmanın kabul edilemez olduğunu, olaylara karışanların ele geçirilmesi durumunda gerekirse sınır dışı edilmelerini talep etti. Köln Belediye Başkanı Henriette Reker saldırıları ‘canavarca’ diye nitelerken, Yeşiller Partisi’nden eski Eş Başkan Claudia Roth, olaylardan sadece mültecilerin sorumlu tutulmasını eleştirerek, ‘Kadınlara yönelik şiddet, Arapların yada Kuzey Afrikalıların değil, erkeklerin bir sorunudur’ dedi. Bu arada mülteci karşıtı aşırı sağcı ve ırkçı gruplar sosyal medya üzerinden, ‘önümüzdeki hafta sonunda Köln’de bir araya gelerek, olayların sorumlusu yabancıları cezalandıralım’ şeklinde mesajlar yayınladılar.
Polisin verilerine göre, Köln’deki olaylar yılbaşı kutlamalarının geleneksel merkezlerinden Köln Katedrali’nin önündeki meydanda başladı. Katedralin ve hemen yanıbaşındaki Köln Tren İstasyonu’nun önünde toplanan ve nasıl organize oldukları hala bilinmeyen yaklaşık bin kişilik bir grubun önce yılbaşını kutlayanlara havai fişeklerle saldırdığı, ardından en az 200 kişinin oradan geçen kız ve kadınlara cinsel tacizde bulunduğu, etraflarını sarıp sözle ve elle sarkıntılık yaptıkları ve cep telefonu gibi değerli eşyalarını gasp ettikleri belirlendi. Köln’deki olayları araştırmak için 10 kişilik özel bir polis komisyonu oluşturulurken, söz konusu grubun kadınlara yönelik tacizi sosyal medya üzerinden örgütleyip örgütlemedikleri de araştırılıyor. Soruşturma kapsamında güvenlik ve cep telefonu kameraları da taranıyor. Bu arada Stuutgart’daki yeni yıl kutlamaları esnasında da en az 15 kadına benzer şekilde taciz yapıldığı, Hamburg'un barlarıyla ünlü St.Pauli semtinde de altı kadının, ‘yabancı görünümlü’ erkeklerin kendilerini taciz edip, eşyalarını çaldıkları ihbarında bulundukları açıklandı. Polis Köln ve diğer kentlerde henüz şikayetçi olmayan başka kadın mağdurların olduğundan hareket ediyor.
2015 yılında, Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkiler tam anlamıyla sert inişlere, ardından da sürpriz çıkışlara sahne oldu. Yılın ilk dokuz ayında iki ülke arasında soğukluk ve kısmen gerilim etkili olurken, Almanya’yı sarsan mülteci sorunu Türkiye ile ilişkilerin gündemin ana konularından biri olmasına yol açtı.
Başbakan Merkel’in 2013 yılındaki Gezi olaylarında aldığı tavır, Ankara ile soğuk rüzgarların esmesine neden olmuştu. Berlin’in daha sonraki dönemde de Türkiye'ye bakışı ve yaptığı hamleler ‘diplomatik durgunluk’ olarak değerlendirildi. 2015 Ocak ayında Merkel ve Başbakan Davutoğlu Berlin’de bir araya geldiklerinde de, bu atmosfer hissediliyordu. İki lider dış politika ağırlıklı ama bağlayıcı olmayan açıklamalar yaptılar. AB süreci konusunda da somut bir ilerleme tespit edilmedi. Merkel, Türkiye’nin AB adaylığı konusunda, ‘Tam üyelik ile ilgili kuşkularımın yanında her zaman müzakere sürecinin sürdürülmesini destekledim.’ şeklindeki açıklamasıyla olumsuz yaklaşımını değiştirmediğini ifade etti.
Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkiler sonraki aylarda daha sıkıntılı bir duruma geldi. Mart ayında Savunma Bakanı Ursula von der Leyen NATO deteği kapsamında Kahramanmaraş’ta bulunan ve iki patriot bataryası, füzeler ve 400 asker oluşan Alman birliğinin, Suriye’deki savaş bitinceye kadar Türkiye’de kalacağını söyledi. Ancak, Ağustos ayında aniden askerlerin bu yılın sonuna kadar Türkiye’den çekileceği duyuruldu.
2014’ün son günlerinde Alman güvenlik birimleri, ‘Mit ajanı' oldukları iddiasıyla iki Türk ve bir Türkiye kökenli Alman vatandaşını gözaltına almıştı. 2015’in ilk aylarında Alman basınında konuyla ilgili çıkan haberler, ‘yabancı bir istihbarat örgütü için bilgi toplamak’ suçlamasıyla tutuklananlardan birinin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın eski danışmanı, AKP’li Muhammed Taha Gergerlioğlu’nun olduğunu ortaya çıkardı. Almanya’da, Türk hükümetine muhalif gruplar, PKK, Gülen cemaati, Ezidiler ve Aleviler hakkında bilgi toplamakla suçlanan Gergeroğlu ve diğer zanlılar hakkında, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu açıklama yaptı ve iddiaların yalan olduğunu, Gergerlioğlu ve ekibinin MİT’le bir ilişkilerinin bulunmadığını duyurdu. Eylül ayında Koblenz Eyalet Yüksek Mahkemesi'nde konuyla ilgili başlayan davada, zanlıların beş yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilecekleri tahmin edilirken, Kasım ayında mahkeme heyeti sürpriz bir kararla şartlı tahliyeye karar verdi.
Türkiye ile Almanya arasında keyifleri kaçıran bir diğer gelişme, haklarında yakalama kararı çıkarılan ve Gülen cemaati ile ilişkilendirilen eski savcılar Zekeriya Öz ve Celal Kara'nın Gürcistan
üzerinden Almanya'ya kaçışı oldu. Bir gazetenin iki savcının Almanya'da olduğunu ortaya çıkarmasından sonra, Ankara iadelerini talep etti. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘İade olmadığı
takdirde Almanya bizden herhangi bir suçluyu bundan sonra Tayyip Erdoğan imzasıyla isteyemez, alamaz, vermem.’ şeklinde sert bir açıklama yaptı, ancak Almanya buna rağmen Türkiye’ye yanıt
vermedi.
Berlin’de 7 Haziran seçimlerinin sonuçlarına ilişkin yapılan yorumlarda, AKP'nin güç kaybetmesi, ‘Erdoğan'ın yenilgisi’ olarak okunurken, 1 Kasım seçimleri öncesinde Başbakan Merkel’in
İstanbul’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu ile biraraya gelmesi, Almanya’da ‘AKP’ye seçim desteği’ olarak eleştirildi. Almanya’nın karşı karşıya kaldığı mülteci akınına çözüm
arayışları çerçevesinde Türkiye’yi devreye sokan Merkel, Erdoğan ve Davutoğlu’na vize kolaylığı, AB süreci ve mali yardım gibi konularda teklifler sundu. 1 Kasım seçiminin ardından ise ikili
ilişkiler ve diplomatik trafik son yıllarda yaşanmayan bir tarzda yoğunlaştı.
Almanya’ya gelen mülteci sayısının bir milyon sınırına yaklaşması ve bu sorun nedeniyle Alman siyasetinde yaşanan kaos döneminde Angela Merkel Türkiye ile ilgili politikalarında bir değişikliğe
gitmek durumunda kaldı. 11 Kasım’da Merkel, mülteci krizinde ‘kilit ülke’ olarak tanımladığı Türkiye ile özel zirve yapılacağını duyurdu. Merkel’in öncülüğünde 30 Kasım’daki zirvede Avrupa
Birliği ve Türkiye arasında eylem planı imzalandı, Türkiye’ye 3 milyar Euroluk maddi destek, üyelik sürecinde canlanma ve AB'ye vizesiz giriş konusunda ilerleme karşılığında mülteci akınına karşı
sınırların daha etkin denetimini sağlama taahhüdünü konusunda anlaşıldı. Başbakan Merkel’in mevkidaşı Davutoğlu ile sıklıkla telefon görüşmeleri yaptıkları açıklanırken, iki liderin önümüzdeki 22
Ocak'ta Berlin'de Türkiye-Almanya İş Birliği Toplantısı düzenleyeceklerinin duyurulması son dönemde ivme kazanan ilişkilerin 2016’da da aynı yönde ilerleyeceğinin işareti olarak yorumlandı. Bu
arada muhtemelen Şubat ayının ilk günlerinde de Angela Merkel, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Yunanistan Başbakanı Alexis Tsipras’ın mülteci krizini görüşmek üzere Sakız Adası'nda bir
araya gelecekleri bildirildi.
aşbakan Angela Merkel, Almanya’nın kendi tarihindeki hatalardan ders çıkardığını belirterek, geride kalan 2015’de gelen bir milyonun üzerindeki sığınmacıyı ‘ülkenin geleceği için bir fırsat’ olarak tanımladı.
Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’un geleneksel Noel konuşmasının hemen tümünü sığınmacılar sorununa ayırmasından sonra, Başbakan Merkel de geleneksel yılbaşı konuşmasında ağırlığı Almanya’nın 2015 gündemine damgasını vuran sığınmacılara verdi. Almanya’nın büyük sorunları aşmakta deneyimli olduğunu belirten ve buna örnek olarak Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra iki Almanya’nın birleşmesi sürecini gösteren Merkel, bu kapsamdaki problemlerin aşılarak, ülkede bugünlerde en düşük işsizlik ve en yüksek istihdam oranının yakalandığını hatırlattı.
Sığınmacıların gelmesi ile yeni sorunlarla karşılaşıldığını ifade eden Merkel, Almanya’nın başka ülkelere kıyasla çok daha zengin olanaklara sahip olduğunu ve mültecilerin topluma uyumu için ‘zaman, güç ve paraya’ ihtiyaç olacağını söyledi. Sığınmacıların Almanya’nın değerlerine saygı göstermesi gerektiğini belirten başbakan, 'Bizim değerlerimiz, bizim geleneklerimiz, bizim hukuk anlayışımız, bizim dilimiz, bizim kanunlarımız, bizim kurallarımız, karşılıklı saygı ile yoğrulmuş ortak bir hayatın temel şartıdır. Bunlar, bu ülkede yaşamak isteyen herkes için geçerlidir.' dedi.
2015’de yaşanan mülteci karşıtı, ırkçı ve İslamofobik saldırıları kınayan Merkel, isim vermeden ‘Batı'nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar’ Pegida hareketini ve Almanya için Alternatif AfD partisini eleştirerek, ‘Alman toplumunu bölmeye çalışan, Almanlığı sadece kendilerine layık görerek, başkalarını ötekileştiren oluşumlara karşı tavır koymalıyız’ dedi. Merkel'in bu seneki yılbaşı konuşması, bir ilke de sahne oldu. Başbakanın konuşması televizyondaki yayına paralel, ZDF adlı televizyon kanalının internet sitesinde, Arapça ve İngilizce altyazı ile yayınlandı. Federal Uyum Bakanı sosyal demokrat politikacı Aydan Özoğuz, mültecilere bir jest olarak, Merkel'in yılbaşı televizyon konuşmasının Arapça altyazı ile yayınlanmasını taleb etmişti. Mültecilerin yılın konusu olduğunu belirten Özoğuz, bu yüzden konuşmaları mültecilerin de anlayabilmelerinin anlamlı olacağını söylemişti. Merkel'in konuşması arabic.ZDF.de ve english.zdf.de linklerinden izlenebilecek.
Bu arada yılın son gününde Berlin’de Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, ABD Başkanı Barack Obama’nın önümüzdeki nisan ayında Almanya’yı ziyaret edeceği bildirildi. Beyaz Saray tarafından da doğrulan açıklamada, Obama’nın ziyaret kapsamında Başbakan Merkel’le birlikte dünyanın en önemli sanayi fuarı olan Hannover Messe’yi açacağı duyuruldu. Hannover Messe’nin açılışı 25 Nisan için planlanıyor. Konuyla ilgili haberlere göre, iki liderin başkent Berlin’e gelmeleri şu an için öngörülmüyor. Hannover’de yapılacak zirvede uluslararası konuların yanısıra, ağırlıklı olarak ekonomik ilişkiler ve AB ile ABD arasında Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı TTİP görüşmelerinin ilerletilmesi hedefleniyor. 800 milyonluk nüfusuyla dünyanın en büyük serbest ticaret bölgesini oluşturacak anlaşmanın 2016’da yürürlüğe girmesi hedefleniyordu. Anlaşma AB için yıllık 120 milyar euroluk ekonomik büyüme ve yaklaşık 400 binlik ek istihdam anlamına geliyor.
Görev süresi 2017'nin sonunda bitecek olan Obama, Almanya'yı muhtemelen son kez resmen ziyaret edecek. Barack Obama henüz başkan olmadan, 2008 yılı yazında Berlin’i ziyaret etmiş, yaklaşık 200 bin kişilik bir kalabalığa hitap etmişti. Başkanlık görevi sırasında Almanya’ya toplam beş ziyaret yapan ve son olarak geçen Haziran ayında Bavyera Eyaletindeki G7 zirvesine katılan Obama, 2013 Haziran ayında ise başkent Berlin'e gelerek ünlü 'Brandenburg Kapısı' önünde bir konuşma yapmıştı.
Almanya’da sığınmacı yurtlarına ve göçmenlere yönelik saldırılar Noel’de de sürdü. Çarşamba akşamı Bavyera eyaletinde bulunan Wallerstein’de göçmen kökenli Polonyalı ve İtalyanlar’ın yaşadığı iki komşu bina kundaklandı. Evlerde bulunan 12 kişinin yaralandığı olayla ilgili olarak 22 yaşında bir Alman gözaltına alınırken, polis olayın yabancı düşmanlığı nedeniyle yapılmış olabileceğini duyurdu.
Noel Gecesi’nde ise Baden-Württemberg eyaletinin Gmünd kentinde mültecilerin taşınması için tadilattan geçirilen bir bina kundaklandı. 120 mültecinin barınması planlanan binadaki yangın, itfaye tarafından söndürülürken, polis olayla ilgili olarak şimdiye dek herhangi bir şüphelinin gözaltına alınmadığını açıkladı.
Berlin’de ise “Küçük İstanbul” olarak tanımlanan ve Türkiye kökenli göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı Kreuzberg semtindeki Mevlana Camisi'ne içinde kesik bir domuz başı ve Kur’an bulunan bir paket yollandığı belirlendi. Polis paketin cemaatın namaz kıldığı bir anda, kapının önüne bırakıldığını bildirdi. Mevlana Camisi, Ağustos 2014'te kundaklanmış, olay büyük tepkilere neden olurken, caminin büyük bir bölümü kullanılamaz hale gelmişti.
Hıristiyanlar için en kutsal günler olarak bilinen Noel’de yaşanan bu olaylar, sığınmacı, göçmen ve İslam düşmanlığının arttığı konusundaki uyarıları da bir kez daha gündeme getirdi. Cumhurbaşkanı Joachim Gauck, geleneksel Noel konuşmasının ağırlıklı bölümünü sığınmacılarla ilgili tartışmalara ve mültecilere yönelik şiddet olaylarına ayırdı. Dünya genelinde yaşanan mülteci sorununa dikkat çeken Gauck, Almanya’da bir krize dönüşen bu sorunun açık bir şekilde tartışılabileceğini, ancak şiddet olaylarının en sert bir şekilde çezalandırılması gerektiğini ifade etti. “Kundaklama olayları ve savunmasız insanlara yapılan saldırıların toplum olarak horlanması ve cezalandırılması gerekir,” diyen Cumhurbaşkanı Gauck, Almanların “iyi niyet, profesyonellik ve yaratıcılıkla sığınmacı krizinin üstesinden gelinebileceğini gösterdiklerini” de ifade etti.
Geride kalan 2015 yılında, Almanya'da özellikle sığınmacılara yönelik şiddet olaylarında adeta patlama yaşandı. Kasım ayı itibariyle mültecilere yönelik 817 saldırı kayıtlara geçerken, mülteci yurtlarına yönelik 220’nin üzerinde kundaklama olayı yaşandı.
Başbakan Angela Merkel, partisi Hristiyan Demokrat Birlik CDU'nun hafta başında düzenlenen kongresinde, başta Suriyeliler olmak üzere Almanya’ya gelen sığınmacı sayısının azaltılacağı vaadinde bulundu.
Merkel’in bu tavrına paralel Almanya’ya gelen mülteci sayısında zaten son günlerde ciddi oranda azalma yaşandığı bildirildi. Uzmanlara göre bunun iki nedeni var: Avrupa Birliği’nin, Türkiye'ye aktaracağı yardımlar karşılığında Türkiye'nin sığınmacıların Avrupa tarafına geçmesini engellemek için yeni önlemler alması ve Balkan ülkelerinde soğuk havaların başlaması.
Almanya ve diğer ülkelere giren mülteci sayısında son günlerde azalma yaşansa da, uzmanlar en geç ilkbahar aylarında yeni mülteci dalgaları olacağına kesin gözüyle bakıyorlar. Bu kapsamda Almanya’da Federal Polis Teşkilatı tarafından hazırlanan önlemler paketi federal hükümete sunuldu. Paket geçen aylardaki gibi onbinlerce mültecinin sınırlara dayanması durumunda, Avusturya ile Almanya arasındaki 60 sınır kontrol noktasının kapatılması ve gerekirse TOMA kullanarak mültecilerin sınırı geçmesinin engellenmesi gibi önerileri içeriyor.
Hükümetin bu önerilerin yaşama geçirilmesi durumunda kamuoyundan gelebilecek tepkiler nedeniyle vereceği yanıt merakla bekleniyor.
Öte yandan Angela Merkel’in CDU kongresinden, tahminlerin tersine, iltica politikaları ve sığınmacılar konusunda daha da güçlenerek çıkmasının yankıları sürüyor. Merkel kendisini eleştirenlerin ‘sığınmacılara sınırlama getirilmesi’ yönündeki taleplerini geri çevirerek ‘sığınmacı sayısının Türkiye’nin de katkısıyla hissedilir oranda azaltılması’ önerisi ile kurultayın ezici çoğunluğunu arkasına almıştı.
Geride kalan günlerde Alman basınında ve Berlin’in siyasi kulislerinde yapılan yorumlarda, CDU’nun Merkel’i önümüzdeki yıl yapılacak ve 2017’deki genel seçim öncesi prova niteliği taşıyan eyalet seçimleri öncesinde yıpratmamayı tercih ettiği, ancak mülteci sayısının uzun vadeli olarak sınırlı tutulamaması durumunda, Merkel‘in yeni bir isyanla karşı karşıya kalacağı vurgulanıyor.“Başbakan kararlı ve tavize yanaşmayan tarzıyla otoritesini güçlendirdi” diyen CDU Feeral Parlamento milletvekili Cemile Giousouf, Merkel’in parti içi muhalefeti kendi saflarına çekmeyi sağladığını belirtiyor.
2015 Merkel’in siyasi kariyerinde en zor günlerini yaşadığı ama sonuçta güçlenerek çıktığı bir yıl olarak akıllarda kalacak. Ağustos ayı sonunda Macaristan’a gelen başta Suriyeli olmak üzere onbinlerce mülteciye yönelik tutum ve davranışların insan onuruna yakışan şekilde olması gerektiğini söyleyerek “Almanya’nın sınırlarını açın” talimatı veren Merkel, iki hafta önce ABD'nin saygın haftalık dergisi Time tarafından, ‘Yılın Kişisi’ olarak seçilmişti.
Almanya İçişleri Bakanlığı olası terör saldırılarına ve radikal gruplara karşı yeni bir özel anti-terör birimi kurdu. Berlin yakınlarındaki Blumenberg'de konuşlanan ve “BFE+” ismi verilen birim 50 özel harekâtçıdan oluşuyor. BFE+’nin Türkçe açılımı “Delil Tespiti ve Gözaltı Birimi Artı” anlamına geliyor. Almanya’da bu tür terör eylemleri ve saldırılarda şimdiye kadar 1970’li yıllarda kurulan özel operasyon birimi GSG9 devreye giriyordu. Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere Ocak ayında Paris’te Charlie Hebdo dergisine yapılan kanlı baskından sonra, GSG9 biriminin takviye görmesi gerektiğini ve Almanya’nın artan terör tehlikesine karşı yeteri kadar hazırlıklı olmadığını belirtmişti. Uzmanlar GSG9 biriminin yurt dışı operasyonlara yoğunlaşacağını, yeni kurulan BFE+’nin ise yurt içindeki operasyonlarında görev alacağını tahmin ediyor.
Öte yandan Alman polisi, Suriye'de IŞİD ve başka cihatçı gruplara destek verdiğinden şüphe edilen kişilere yönelik baskın düzenledi, operasyonda daha önce IŞİD için çalıştığı belirlenen bir kişi yakalanarak tutuklandı. Sabah saatlerinde Berlin’de yapılan operasyonda Çeçen kökenli 28 yaşındaki bir zanlının adres kaydı bulunan iki ev arandı. Söz konusu zanlının internette elinde Kalaşnikof makinalı tüfekle poz verdiği ve çevresine Suriye’ye giderek oradaki militan gruplara katılmayı planlandığını anlattığı şüphesiyle düzenlenen operasyonda polis zanlıyı geçici olarak göz altına aldı.
Berlin emniyet teşkilatının düzenlediği operasyonda arama yapılan evlerde bir pompalı tüfeğin yanı sıra bazı telefon, bilgisayar ve belgelere el konulduğu belirtildi. Eş zamanlı ikinci operasyon ise Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde Unna kentinde bulunan bir sığınmacı yurduna yapıldı. Operasyonda 31 yaşındaki Suriye pasaportlu bir kişi‚ devletin güvenliğini ağır şekilde tehlikeye atabilecek eylemler planlandığı` şüphesiyle tutuklandı. Zanlının yaklaşık bir hafta önce mülteci olarak Almanya’ya giriş yaptığı, Unna’daki sığınmacı yurduna yerleştirildiği ve burada başka Suriye kökenli mülteciler tarafından eskiden IŞİD saflarında savaşan bir cihatçı olarak tanındığı açıklandı. Söz konusu zanlının IŞİD’in Suriye’deki kamplarında para işleriyle ilgilendiği ve maaşların dağıtılması görevini üstlendiği, Mayıs ayında ise örgütten ayrılarak Türkiye’ye geçtiği de öne sürüldü.
Bu arada geçen Temmuz ayında Almanya’ya giriş yaparken tutuklanan Harry S. adlı IŞİD’ci militanın yetkililere verdiği ifadelerin ayrıntıları basına yansıdı. Der Spiegel dergisinin verdiği habere göre, üç ay boyunca üyesi olduğu IŞİD’in katliamları nedeniyle örgütten kaçarak Almanya’ya dönen 27 yaşındaki Harry S., örgütün Almanya ve Avrupa’nın birçok kentinde eş zamanlı saldırı planı yaptığını söyledi. IŞİD komutanlarının yeni katılan cihatçılara intihar eylemlerine hazır olup-olmadıklarını sorduklarını ve sürekli olarak Avrupa’da saldırı planları üzerine konuştuklarını aktaran Harry S., yetkililere IŞİD’in büyük hedefinin “Aynı anda her yerde düzenleyecekleri büyük bir saldırı” olduğunu anlattı. IŞİD’in propaganda videolarında sıklıkla yer alan Viyana doğumlu Mısır asıllı Avusturya vatandaşı Mohammed Mahmoud’u “Hayatımda gördüğün en hastalıkla kafa” olarak tanımlayan Harry S., Berlinli eski rap şarkıcısı Deso Dogg’un ise IŞİD tarafından propaganda amacıyla çok önemsendiği anlattı. Almanya'nın en ünlü IŞİD üyesi olarak bilinen Deso Dogg‘un 16 Ekim tarihinde Amerikan ordusu tarafından gerçekleştirilen insansız hava aracı operasyonunda öldürüldüğü öne sürülmüş, iddia ABD kaynakları tarafından doğrulanmıştı, Alman güvenlik birimleri ise eski rapçinin öldüğü konusunda şüpheleri olduğunu aktardı.
Almanya’da bir yandan Başbakan Angela Merkel’in sığınmacılara yönelik ılımlı politikaları tartışılırken, diğer taraftan sığınmacı yurtlarına yönelik saldırılar adeta rekor seviyeye ulaştı.Federal İçişleri Bakanlığı’nın konuyla ilgili bir soru önergesine verdiği cevaba göre, bu yıl içinde sığınmacı yurtlarına 800’den fazla saldırı yapıldı ve geçen yıla kıyasla 4 kat artış tespit edildi. Bu saldırıların bir kısmı yabancı düşmanı ve aşırı sağcı sloganların duvarlara yazılması, molotof kokteyli ve taş atma gibi saldırılar olurken bir çok yerde sığınmacı yurdu ateşe verildi, saldırılarda toplam 104 sığınmacı yaralandı. Öte yandan sığınmacılara yönelik doğrudan şiddet olaylarında da büyük bir artış yaşandı.
Kasım ayına kadar bin 610 olay kayda geçerken, eldeki verilere göre her dört saldırıdan sadece birisinin failleri mahkeme karşısına çıkarılarak yargılandı, açılan soruşturmaların hemen hepsi delil yetersizliğinden kapatıldı ve ikisi dışında hiçbir bir saldırı tam olarak aydınlığa kavuşturulamadı. Yapılan yorumlarda Almanya’da ırkçı şiddetin‚ yeni ve ürkütücü bir boyuta’ ulaştığı vurgulanırken, çoğunluğu can güvenliği olmadığı için Almanya’ya sığınmak zorunda olan mültecilerin yaşamlarının bu saldırılar nedeniyle Almanya’da da tehlikede olduğu belirtildi.
Kamuoyunda tedirginliğe neden olan bir diğer sayı ise sığınmacı sayısının bir milyon sınırını geçmesi ve yurtlara yerleştirilmelerinin yol açtığı tartışmaların göçmen düşmanı eylemlere de ivme kazandırması. Aşırı sağcı ve ırkçı kişi ve grupların göçmenlere karşı kayda geçen suçlarının sayısı yılın ilk 11 ayında 3 bin 625 oldu. Bu sayı geçen yıla kıyasla yaklaşık iki kat arttı. Son olarak Pazartesi gecesi Stuttgart kentinde Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne ait Feuerbach Camisi‘ne kundaklama girişiminde bulunuldu. Yanıcı ve patlayıcı madde kullanılarak gerçekleştirilen saldırıda caminin kitap satış bölümü, market ile bürolar yandı. Güvenlik kameralarına yansıyan görüntülere göre, dört maskeli kundakçı gece yarısı ellerindeki taşlarla caminin pencerelerini kırarak binanın içine molotof kokteyli attı. İtfaiyenin olay yerine çok hızlı ulaşması sonrasında daha büyük çaplı yangının önüne geçildiği aktarılırken, polis kundaklama girişiminin nedeninin araştırıldığın, ancak güvenlik kamerası kayıtlarından kimlik tespiti yapılamadığı belirtti. Geçtiğimiz günlerde Stuttgart Başkonsolosluğu’na boyalı saldırıda bulunulmuş, kentteki bir başka caminin duvarına ise gamalı haç çizilmişti.
Öte yandan İslam ve göçmen karşıtı, Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar ‘Pegida' hareketinin düzenlediği gösterilerde bu yıl en az 29 gazetecinin saldırıya uğradığı açıklandı. Avrupa Basın ve Medya Özgürlüğü Merkezi’nin Leipzig kentinde yaptığı açıklamada, birçok gazetecinin yürüyüşlerde tehdit edildiği, 29’una ise fiziki saldırı yapıldığı aktarıldı. Geçen Nisan ayında Pegida taraftarlarının Berlin’de düzenlediği bir gösteride İslam karşıtı iki gösterici taşıdıkları bayrak direğini Türk kameraman Metin Yılmaz’ın sırtına saplayarak, yaralanmasına yol açmışlardı.
Almanya’da Selefiler’in liderlerinden biri olarak tanımlanan Alman Müslüman Sven Lau, bu sabah düzenlenen operasyon sonrasında polis tarafından tutuklandı. Federal Başsavcılık 35 yaşındaki Lau’nun Mönchengladbach kentinde kendi idaresi altındaki Selefi camide yakalandığını ve Suriye’de bir terör grubuna destek sağlamaktan dolayı tutuklandığını açıkladı. Başsavcılığın açıklamasında, Sven Lau’nun 2013 yılından bu yana Suriye’de etkin olduğu ve bundan kısa süre önce IŞİD’e biat eden Ansar Cephesi adlı radikal İslamcı terör örgütüne destek amacıyla, Almanya’dan Suriye’ye gitmeyi planlayan en az iki cihatçıya aracılık yaptığı, ayrıca en az bir kez Suriye’ye giderek örgüte para taşıdığı ve en az üç termal kameralı dürbün götürdüğünün saptandığı belirtildi.
2010’lu yılların başında gene Mönchengladbach kentinde faaliyet gösteren “Cennete Davet” isimli radikal İslami derneğin başkanı olduğu dönemde de gözaltına alınan, ancak bir süre sonra delil yetersizliğinden serbest bırakılan Lau, Alman istihbarat teşkilatı Anayasayı Koruma Örgütü tarafından Selefiler arasında en ön plana çıkan isimli olarak görülüyor.
Başsavcılık geçen yıl Lau’nun bir ambulans için para topladığını ve binlerce Euro ile birlikte iki kişiyi o aracı kullanmak için ikna ettiğini ve bunları Suriye’ye gönderdiğini öne sürmüş ve soruşturma açmıştı. Sosyal medya üzerinden propaganda çalışmalarına ağırlık veren Lau, ‘Youtube’ üzerinden yayınlanan videolarında cihatçıları desteklediğini reddederken, Selefiler’i terör gruplarına katılmaları için ikna etmediğini de öne sürüyor, aynı zamanda yaptığı provakatif açıklamalar ve eylemlerle tanınıyor. Mayıs 2011’de Usame Bin Ladin’in öldürülmesinin ardından toplu bir anma töreni
gerçekleştirme girişimlerinde bulunan Lau, geçen yıl Eylül ayında ise 'Şeriat Polisi' adı altında sözde polis birliği kurarak, taraftarları ile birlikte üzerinde 'Şeriat Polisi' yazan turuncu yeleklerle Wuppertal kentinde kontrol yapmıştı. Lau ve yandaşları diskotek ve barlar başta olmak üzere sokaklarda karşılaştıkları Müslüman göçmen gençlere ‘İslam’a aykırı olduğu için, içki, kumar, müzik ve seksten uzak durmalarını çağrısı’ yapmışlardı. Almanya’da büyük tepkiye neden olan söz konusu eylemden sonra Wuppertal polisi güç kullanma yetkisinin sadece devlette olduğunu belirterek soruşturma başlatmış, Lau hakkında ise, izinsiz gösteri organize etmekten dolayı dava açılmıştı.
Almanya’da radikal İslamcı akımların kaynağı sayılan Selefilik, son yıllarda ücretsiz Almanca Kur’an dağıtımı gibi kamuoyunun dikkatini çeken etkinliklerle adından söz ettiriyor. Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın verilerine göre 2009 yılında 800 olan Selefiler’in sayısının 2015 yılında 8 bin 350’ye ulaştığı tahmin ediliyor. Selefi dernek ve camilerde Suriye ve Irak’taki terör gruplarına destek sağlandığından ve teröristliğe manevi zemin hazırlandığından şüphelenen güvenlik birimleri, son haftalarda Selefiler’in ülkeye gelen Sünni sığınmacılar arasında yeni taraftarlar toplamaya çalıştığına da dikkat çekiyor.
Almanya’da hükümet ortağı Sosyal Demokrat Parti SPD’nin kurultayının hemen ardından, Başbakan Angela Merkel’in partisi Hıristiyan Demokrat Birlik CDU’nun genel kurultayı bugün Karlsruhe'de başladı. Salı akşamına dek sürecek kurultayda gündemi belirleyen konu Merkel'in mülteci politikaları oldu.
Ağustos ayı sonunda Macaristan'daki Suriyeli mültecilere kapıları açan Merkel’in Alman basını tarafından ’anaç’ olarak tanımlanan tavrı Birlik partileri CDU ve CSU arasında büyük gerileme yol açmış ve büyük koalisyon hükümetini de ciddi bir krizin eşiğine getirmişti. Bu yüzden Merkel’in CDU kurultayında vereceği mesajlar büyük merakla bekleniyordu. Kurultaya katılan bine yakın delege tarafından konuışmasına başlamadan dakikalarca ayakta alkışlanarak karşılanan Merkel, ‘Daha hiçbir şey söylemedim. Bugün yapacak çok işimiz var’ sözleriyle konuşmasını açtı.
2015’i ‘inanılmaz ve kavraması zor olayların yılı’ olarak tanımlayan ve Paris’deki terör saldırılarını, Ukrayna’daki çatışmaları, Mart ayında Alman Germanwings uçağının Alp Dağları’nda düşmesini, Yunanistan’daki krizi ve Akdeniz’de yaşanan sığınmacı ölümlerini anımsatan Merkel, 4 Eylül günü Macaristan’da bekleyen binlerce sığınmacıya sınırları açma kararını ise ‘insani zorunluluk’ şeklinde isimlendirdi. AB’nin mülteci sorununu çözmesine alternatif görmediğini ve karşı karşıya kaldığı ‘tarihi testi’ geçeceğine inandığını söyleyen Merkel, partisinin muhafazakar kanadı tarafından dillendirilen, sığınmacılar için bir üst sınır getirilmesi önerisine karşı olduğunu açıkladı. Globalizm çağında sınırların kapatılmasının ya da bir ülkenin kendini izole etmesinin imkansız olduğunu öne süren ve uluslararası önlemlerle mülteci sayısının azalacağını belirten Merkel, sığınmacı akınını kontrol altına alabilmek için Türkiye’nin anahtar rol oynadığını belirtti. Son haftalarda yapılan görüşmelerin amacının Türkiye üzerinden AB’ye göçü önlemek olduğunu belirten başbakan, Türkiye’ye yapılacak 3 milyar Euro tutarındaki yardımla ülkedeki mültecilerin durumunun iyileştirilmesinin hedeflendiğini ifade etti.
Almanya’ya gelen sığınmacıların ve ülkedeki göçmenlerin ülkenin kanun ve geleneklerine saygı gösterip Almanca öğrenmesi gerektiğini de ifade eden Başbakan Angela Merkel, ‘Çok kültürlülük paralel toplumlara yol açan ve bu yüzden kendi kendini kandırmak anlamına gelen bir yalandır’ şeklinde konuştu.
70 dakika süren konuşma sonrasında yapılan yorumlarda, Merkel’in partisini ikna ettiği ve sığınmacı krizini uluslararası alanda çözme misyonunu vurgulayarak, bunun için uzun soluğa ihtiyaç duyduğunu ima ederek, 2017 yılında yeniden başbakan adayı olacağının da işaretini verdiği belirtildi. Yarın kurultaya kardeş parti Hıristiyan Sosyal Birlik CSU Başkanı ve Merkel'in mülteci politikası karşıtı Seehofer de katılacak ve bir konuşma yapacak.
Almanya'da yapılan son anket sonuçlarına göre, federal hükümetin büyük ortağı Hıristiyan Birlik'in oy oranı, son bir haftalarda yüzde 34'e düştü. Mülteci ve AB karşıtı, sağ popülist Almanya için Alternatif AfD ise Birlik Partileri’nin kaybından yararlanarak, oylarını iki puan birden artırarak yüzde 10'a tırmandı. AfD böylece Almanya genelinde ilk kez çift haneli oy oranına ulaştı.
Öte yandan hafta sonunda tamamlanan SPD kurultayında Genel Başkan Sigmar Gabriel'e verilen desteğin zayıflaması en çok yankı bulan sonuçlardan biri oldu. 2009 yılında delegelerin yüzde 95,5’inin seçtiği Gabriel’e destek bu kez yüzde 74,3’e düştü, yani her 4 delegeden biri Gabriel’e ‘Hayır’ dedi. SPD tarihinde bir genel başkanın aldığı en kötü sonuçla tekrar seçilen Gabriel, partisinin ‘orta sınıfı’ yeniden kazanacak bir politika izleyeceğini duyurdu. ‘Modern bir parti olarak SPD politikasını toplumun ortasına yönlendirmelidir’ diyen Gabriel, 2017 seçimlerinden sonra Yeşiller’le koalisyona sıcak baktığının sinyalini de verdi. Berlin’deki siyasi çevreler 2017'de yapılacak seçim sonuçlarına göre Angela Merkel'in de Yeşiller Partisi ile koalisyon kurabileceği yönünde yorumlarda bulunuyorlar.