KÜLTÜR


67. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı’nın sahibi İldiko Enyedi

Macar yönetmen İldiko Enyedi’nin 18 yıl aradan sonra yazıp yönettiği ilk uzun metrajlı film olan On Body and Soul, 67. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı’nın sahibi oldu. On Body and Soul, örneğine az rastlanır bir başarı elde ederek Altın Ayı’nın yanı sıra Fipresci Uluslararası Film Eleştirmenleri Jürisi, Ekümenik Jüri ve Berliner Morgenpost İzleyici ödüllerini kazandı. Sinemacıların, eleştirmenleri ve izleyicileri aynı film üzerinde birleştiren bu film, Enyedi’nin muhteşem dönüşü olarak da anılacak ileride. On Body and Soul bir yanıyla bir bardak su ama içinde ne mineraller var! Son derece zengin bir altmetne sahip. Ormanda birer geyik oldukları aynı rüyayı gören aşıkların ruh hallerini Jungyen bir değerlendirme dışında tutmak mümkün görünmüyor. Rüyaların kökeninin bilinçdışında olduğunu savunan, kişinin bireyleşmesi sürecinde bir anahtar olacaklarını ileri süren Jung’un yaklaşımı filme yansıyor. Ayrıca Macaristan’ın kuruluş mitinde de geyiğin rehber rolü var: Hunor (Hun) ve Magor (Macar) bir beyaz geyiği izleyerek vardıkları yerde ülkelerini kurar.İldiko Enyedi sinemanın büyük ustalarından Márta Mészáros’un 1975 yapımı Örökbefogadás / Adoption adlı filminden sonra bu ödülü kucaklayan ikinci Macar kadın yönetmen oldu.

Polonyalı usta Agniezska Holland, parlak kariyerine rağmen büyük ödülleri kucaklamış bir yönetmen değil ama 67. Berlinale’de Sopot / Spoor ile Alfred Bauer Sinemada Yeni Perspektif ödülünü sonuna kadar hak etti. 68 yaşındaki Holland’ın mesleğe başlarken asistanlığını yaptığı Andrzej Wajda da 83 yaşındayken, 2009 yılında Berlin’de Tatarak / Sazlıkta ile aynı ödülü kazanmıştı.En iyi yönetmen dalında "Gümüş Ayı" ödülünü "Umudun diğer tarafı" (Toivon tuolla puolen) filmiyle Finlandiyalı yönetmen Aki Kaurismaeki alırken, en iyi erkek oyuncu ödülü Thomas Arslan'ın "Aydınlık Geceler" (Helle Naechte) filmindeki rölüyle Avusturyalı oyuncu Georg Friedrich'e verildi. En iyi kadın oyuncu ödülünü Güney Koreli yönetmen Hong Sangsoo’nun "On the Beach at Night Alone" filminde oynadığı rolle Kim Min-hee aldı.

Felicite filmi jüri büyük ödülüne layık görüldü

Jüri büyük ödülü Fransız yönetmen Alain Gomis'in yönettiği “Felicite" filmi layık görüldü.

En iyi senaryo dalındaki Gümüş Ayı ödülünü "A Fanstatic Woman" filmiyle Şilili Sebastin Leilo ve Gonzalo Maza alırken, kısa metrajlı filmlerde "Altın Ayı" ödülünü ise Portekizli yönetmen Diogo Costa Amarante'nin “Cidade Pequena” filmine verildi.

 

Ludmila Dalaman

'Kaygı' Berlin Film Festivali'nde tanıtıldı

Yönetmen Ceylan Özgün Özçelik, 67. Berlin Film Festivali'nde (Berlinale) panorama bölümünde gösterilen, en iyi film ödülü adayı "Kaygı" filmini tanıttı. Özçelik, Berlinale kapsamında düzenlenen basın toplantısında, bu filmin evde tek başına yaşayan bir kadınla ilgili olduğunu belirterek, "2011’de yeni eve taşınmıştım. Aşırı derece takıntılıydım. Sanki eve kötü bir şey olacak gibi hissediyordum. Kendimi eve kapatmaya başladım. İşimi evden yapmaya çalışıyordum. Daha sonra kendini eve kapatan bir kadının filmini yapma fikri doğdu." dedi. Filmde rol alan oyuncu Algı Eke de senaryoyu okuduğunda Özçelik'in detaylı bir anlatımını olduğunu fark ettiğini söyledi. Özçelik ile çok kolay bir çalışma dönemi geçirdiğini anlatan Eke, "Film zor bir filmdi. Çok fazla sahnem vardı. Bu anlamda yoruldum. Ceyda çok hazırdı. Hazır ve net olması işimi kolaylaştırdı." dedi.

Berlinale'de bu yıl Türkiye’den gösterilen tek film olan "Kaygı" festivalde en iyi ilk film ödülüne aday gösterildi.

Dünyada insanların birçok şeyi hatırlayamadığını belirten Özçelik, "Nihayetinde filmin hatırlamayla ilgili olmaması olanaksız bir hale geldi. Kendini eve kapatan kadın aslında bir şeyi hatırlamak, hafızasına sızan geçmişi bulmak, ortaya çıkarmak için kapatmıştı." şeklinde konuştu.

KAYGI, Berlin Film Festivali’ndeki  dünya prömiyerinin ardından Mart ayında SXSW (South By Southwest) Film Festivali’nde Amerika’daki ilk gösterimini gerçekleştirecek.

Unutma-unutturma temalı psikolojik gerilim filmi Kaygı’da başrolü daha önce komedi filmlerinde izlediğimiz Algı Eke üstleniyor. Filmin oyuncu kadrosunda ayrıca Özgür Çevik, Selen Uçer, Asiye Dinçsoy, Kadir Çermik, Boncuk Yılmaz, İpek Türktan Kaynak ve Kerem Kupacı da yer alıyor.

Bu yıl 10-19 Mart tarihleri arasında düzenlenecek South By Southwest, usta yönetmen Terrence Malick’in son filmi Song to Song ile açılacak. 1987 yılından beri düzenlenen SXSW her yıl İnteraktif, Müzik, Film ve Komedi başlıklarında teknoloji, tasarım, sinema ve müzik alanlarında öncü ve yenilikçi isimleri ağırlıyor. 

 

Ludmila Dalaman

 

Berlin Uluslararası Film Festivali Başlıyor

Dünya'nın en prestijli film festivallerinden Berlin Uluslararası Film Festivali (Berlinale), caz gitaristi ve besteci Django Reinhardt’ın hayatını konu alan “Django” adlı filmin gösterimiyle başlıyor. Fransız yönetmen Etienne Comar’ın ilk uzun metrajlı filmi olan “Django”, ünlü Roman müzisyenin 1943 yılında Alman işgali altındaki Paris’ten kaçış çabasına odaklanıyor. Avrupa cazının en tanınan isimlerinden olan ve “Gypsy Swing”in yaratıcısı olarak bilinen Django Reinhardt’ı Fransız aktör Reda Kateb canlandırıyor. 67. kez düzenlenen Berlinale’de yarışma bölümünde 24 film gösterilirken, 18 film “Altın Ayı” ödülü için yarışacak. “Altın ve Gümüş Ayı” ödüllerini alacak filmleri belirleyecek jürinin başkanlığını ise “Temel İçgüdü”‚ “Robocop” ve “O Kadın” gibi filmlerin Hollanda asıllı yönetmeni Paul Verhoeven yapacak.

Berlinale'ye Penelope Cruz, Hugh Jackman, Sienna Miller, Catherine Deneuve, Richard Gere ve Ethan Hawke gibi çok sayıda yıldız oyuncunun da katılması beklenirken, yarışmalı bölüme katılan ünlü yönetmenler arasında Finlandiyalı Aki Kaurismaeki, Polonya sinemasının büyük ismi Agnieszka Holland ve İngiltere’den Sally Potter ile Kore sinemasının Woody Allen’ı olarak tanımlanan Hong Sang-soo gibi isimler de bulunuyor.

Oscar ödüllü “Teneke Trampet”in de aralarında olduğu sayısız ünlü filmin yönetmeni Volker Schlöndorff’un yönettiği “Return to Montauk” Almanya adına yarışacak.

Türk kökenli Alman yönetmen Altın Ayı için yarışıyor

Türk kökenli Alman yönetmen Thomas Arslan’ın “Helle Nächte - Bright Nights” isimli son filmi de Berlin’de Altın Ayı için yarışacak diğer bir Alman yapımı film. “Helle Nächte” zorlu bir baba-oğul ilişkisini irdeliyor. İsrailli yönetmen Oren Moverman’ın “The Dinner -Akşam Yemeği” adlı filmde başrolleri Richard Gere ve Laura Linney paylaşıyor.

Festivalin en merakla beklenen filmi, 1990’ların kült filmi “Transpotting”in devamı “T2 Trainspotting” de ana bölümde ancak yarışma dışı gösterilecek. Filmi bu kez de Danny Boyle çekmiş, oyuncu kadrosunda ise ilk filmden tanınan Ewan McGregor, Robert Carlyle ve Jonny Lee Miller bulunuyor. Yarışma dışı gösterilecek filmlerden “Logan”, “X-Men” serisinin karakterlerinden Wolverine’e odaklanıyor.

James Mangold’un yönettiği filmin oyuncu kadrosunda Hugh Jackman ve Patrick Stewart yer alıyor. Başrollerini Fransız sinemasının büyük ismi Catherine Deneuve ve Olivier Gourmet’nin paylaştığı Martin Provost’un yönettiği “Sage Femme” de yarışma dışı olarak ana bölümde gösterilecek.

Türkiye’den tek bir film var

Berlin Film Festivali son yıllarda Türkiye’den çok sayıda filme ev sahipliği yaptı. Bu kez “Kaygı”, Türkiye’den yer alan tek film olarak dikkat çekiyor. Sinema yazarı ve yönetmen Ceylan Özgün Özçelik’in filmi “Kaygı”, festivalin en önemli yan bölümü olan “Panorama” bölümünde gösterilecek ve aynı zamanda Berlinale'de en iyi ilk film ödülü için yarışacak. Özçelik’in ilk uzun metrajlı filmi olan yapıt, sürekli aynı kabusu gören Hasret adlı genç bir kadının ailesinin otomobil kazasında ölümüyle ilgili şüpheye düşmesi üzerinden ilerleyen bir öyküyü anlatıyor. Filmde Algı Eke’nin yanı sıra Özgür Çevik, Kadir Çermik ve Selen Uçer gibi isimler rol alıyor.

Çeşitli kategorilerde 72 ülkeden 399 filmin gösterileceği festivalde ödüller 18 Şubat'ta sahiplerini bulacak.

 

Ludmila Dalaman

67. BERLİNALE’den ilk fimler heyecan yarattı

9-19 Şubat 2017 tarihleri arasında düzenlenecek 67. Berlin Film Festivali’nde yarışacak ilk filmler açıklandı. Liste, ustaların ve daha önce Berlinale’de yarışmış yönetmenlerin filmlerinden oluşuyor.

Günümüz sinemasının ustalarından Agnieszka Holland, Sally Potter ve Aki Kaurismaki ile Altın Ayı sahibi Calin Peter Netzer’in yeni filmleri 67. Berlin Film Festivali’nde yarışacak. 9-19 Şubat 2017 tarihleri arasında düzenlenecek olan festival, Altın Ayı için yarışacak ilk on filmi ve Berlinale Special kapsamında galası yapılacak üç filmi açıkladı. Listede yer alan diğer isimlerin hemen hepsinin filmlerinin daha önce Berlinale’de yarışmış ya da gösterilmiş olduğu dikkat çekti.

“İhtiyar kadınlara yer yok”!

Polonya sinemasının ustalarından, Avrupa Film Akademisi Yönetim Kurulu Başkanı, halihazırda ABD’de “House of Cards” dizisini çekmekte olan Agnieszka Holland “Pokot” adlı filmini Coen Biraderler’in “İhtiyarlara Yer Yok / No Country for Old Men”ine nazire yaparak “İhtiyar kadınlara yer yok” şeklinde tanımlıyor . Polonya Film Enstitüsü sitesinde yer alan habere göre hayvanların bıraktığı iz anlamına gelen “Pokot / Spoor” Coen Biraderlerinki misali irony içeren bir suç öyküsü ve Wes Anderson son filmlerindekine benzer gerçeküstü bir dünyada geçiyor.

Holland, Polonya Yeşiller Partisi üyesi Olga Tokarczuk’un “Prowadź swój pług przez kości umarłych / Drive Your Plow over the Bones of the Dead” adlı romanından yazarla birlikte uyarlamasını yaptığı filmde ışığa alerjisi olan bir kahramanın öyküsünü anlatıyor. Usta yönetmen “Bu karakteri filozof Simone Weil, J. M. Coetzee‘ni Elizabeth Costello’su, Stanisława Przybyszewska, the Madwoman of Chaillot ile çevre ve astrolojiye tutkun, yıllara ve getirdikleri yüke meydan okuyup gönlü genç kalan, bir zamanlar anlamlı olan daha iyi bir dünya inancını koruyan birçok çağdaşımın karışımı olarak görüyorum,” diyor.

Kaurismaki’den Suriyeli sığınmacı filmi

Finlandiyalı usta Aki Kaurismaki mizahından renklerine, oyunculuk tarzından önemli meseleleri çok hafiflermişçesine ele alma biçimine dek kendi kanonunu yaratabilmiş nadir yönetmenlerdendir. 67. Berlinale’de Finli gezgin satıcıyla Suriyeli sığınmacının yollarının Helsinki’de kesiştiği “Toivon tuolla puolen / The Other Side of Hope” (Umudun Öte Yanı) ile yarışacak. Dijital sinema yapmayı kesinlikle reddeden Kaurismaki, “Le Havre” ile başladığı liman kentleri üçlemesinin ikinci filmi olan “The Other Side of Hope”u yine 35mm. çekti. Filmde sığınmacı rolünü Finlandiya’da yaşayan Suriyeli Kürt aktör Sherwan Haji (Şirvan Hacı) üstleniyor.

Üçüncü kez yenen akşam yemeği

2009 yılında “The Messenger” adlı filmiyle 59. Berlinale’de yarışan İsrailli – Amerikalı yönetmen Oren Moverman bu kez başrollerini Richard Gere ve Laura Linney’in paylaştığı “The Dinner” (Akşam Yemeği) ile Altın Ayı’ya aday. Todd Haynes’in sıra dışı Bob Dylan biyografisi “Orada Değilim / I am not there”in ortak senaristi olan Moverman, “The Dinner”ı Hollandalı yazar Herman Koch’un çocuklarına dair çok önemli bir meseleyi konuşan iki ailenin gerilim dolu akşam yemeğini konu aldığı aynı adlı romanından uyarladı. Bir ara Cate Blanchett’ın ilk yönetmenlik denemesi olacağı konuşulan projeyi Overman üstlendi.

Bu film, Herman Koch’un romanının üç yıl içinde üçüncü uyarlaması oldu! İlkini 2013 yılında Hollandalı yönetmen Mennö Meyjes’in yaptığı uyarlama genel olarak beğenilmedi. Ivano de Matteo’nun “I nostri ragazzi” adıyla uyarladığı İtalyan yapımı, 2014 Venedik Film Festivali’nde gösterildi ve başarılı bulundu.

İddialı dönüşler

Yeni filmleri merakla beklenen ödüllü yönetmenler yıldızlarının parladığı Berlinale’ye döndü.

1984’te “The Gold Diggers” ve 2009’da “Öfke / Rage” ile Berlinale’ye katılan, feminist yönetmen Sally Potter, son birkaç yılını verdiği, BBC ve BFI desteğiyle yazdığı politik hiciv “The Party” ile Altın Ayı’ya aday. Filmde her şey bir buçuk saat içinde bir evde gerçekleşiyor. Bir partiye katılmak için gelenler siyasetçiler olunca eğlenceye politika karışıyor ve buluşma bir krize dönüşüyor. Potter bir kara komedi olarak tanımladığı filmin güncel İngiltere politikasından esinlendiğini belirtirken “Kriz koşullarında insanlara ne olduğunu ve inançlarının nasıl değiştiğini keşfetmek her daim ilginç bir şey,” demiş Variety’ye.

“Çocuk Pozu / Pozitia Copilului” ile 2013 yılında Altın Ayı ve FIPRESCI Ödülü kazanan Calin Peter Netzer, sıra dışı aşk öyküsü “Ana, Mon Amour” ile Berlinale’ye dönüyor. Okulda tanışıp aşık olan Ana ile Toma’nın ilişkisindeki dönemleri lineer olmayan kurguyla anlatan bu filmde Ana’nın psikiyatrik rahatsızlığı sırasında Toma’ya bağımlı hale gelmesini, Ana’nın çocuk sahibi olup gücüne kavuştuğunda ilişkide dominant rolü üstlenmesini izleyeceğiz.

Garcia, Lelio, Gomis ve Veiel de yeniden aday

“Gloria” adlı filmi 2013 yılında Berlinale’de coşkuyla karşılanan, Paulina Garcia’ya En İyi Kadın Oyuncu dalında Gümüş Ayı kazandıran Sebastian Lelio yine kadın odaklı bir filmle izleyicilerin karşısına çıkacak. Lelio, beşinci uzun metrajlı filminde bir garsonluk ve kulüpte şarkıcılık yapan bir genç kadının kendisinden yaşlı sevgilisinin ölümünden sorumlu tutulmasını, polisin ve sevgilisinin ailesinin ondan kuşku duymasını konu alıyor.

2012’de “Aujourd’hui” (Bugün) ile Altın Ayı için yarışan Alain Gomis, Kinşasa’da çektiği “Félicité” ile yeniden ödül peşinde. Filme adını veren karakter Kinşasalı bir şarkıcı ve yalnız bir anne… Film, Félicité’nin 16 yaşındaki oğlunun bacağının kesilmemesi için hastaneye gereken parayı bulamayınca hayatının içine girdiği çıkmazdan hayaller, sevgi ve müzikle çıkmaya çalışmasını konu alıyor.

“Biz değilsek kim? / Wenn wer nicht wir” adlı filmiyle 60’lı yılların isyankar Alman gençliğini, Nazi geçmişle hesaplaşan solcu grupları anlatan ve yan jürilerden ödüller kazanan Andres Veiel bu kez bir belgeselle yarışıyor: “Beuys”. Veiel aynı dönemde bu kez çağdaş sanat alemine çeviriyor kamerasını ve bu alemi sarsan avangardlardan Joseph Beuys’u beyazperdeye taşıyor.

Yeni nefesler

İlk filmi “Benim 20. Yüzyılım / Az én XX. századom” ile 1989 Cannes Film Festivali’nde Altın Kamera kazanan, başarılı kariyerinde 1999 tarihli “Sihirbaz Simon / Simon Magus”un ardından uzun metrajlı film yapmayan İldiko Enyedi “A teströl és a lélekröl / On Body and Soul” (Beden ve Ruha Dair) ile merakla bekleniyor. Ünlü yönetmen, gerçeküstü bir atmosferde geçen bir ilişki üzerinden aşkın ruh ve beden üzerindeki etkisini sorguluyor. Ildiko Enyedi, Berlinale’de jüri üyeliği de yapmıştı.

Teresa Villaverde ilk filmi “Üç İrma / Tres İrmaos” ile 1994 Venedik Film Festivali’nde yarıştıktan sonra başarılı bir filmografiye imza attı ama üç büyük A sınıfı festivalin yarışmasına 22 yıl sonra ilk kez “Colo” ile seçiliyor. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nde “Transe” ile FIPRESCI Ödülü kazanan Portekizli yönetmen “Colo”yu günümüz Avrupa toplumlarının ortak hedefleri, sorunları, şehir hayatı ve gerilimi üzerine serinkanlı ve isabetli bir etüd olarak tanımlıyor.

Yarışma (ilk seçilen filmler)

Ana, mon amour – Calin Peter Netzer (Romanya, Almanya, Fransa)

On Body and Soul – Ildiko Enyedi (Macaristan)

Beuys – Andres Veiel (Almanya)

Colo – Teresa Villaverde (Portekiz, Fransa)

Felicity – Alain Gomis (Fransa, Senegal, Belçika, Almanya, Lübnan)

The Party – Sally Potter (İngiltere)

Spoor – Agnieszka Holland (Polonya, Almanya, Çek Cumhuriyeti, İsveç, Slovakya)

The Other Side of Hope – Aki Kaurismäki (Finlandiya)

Una mujer fantástica – Sebastián Lelio (Şili, Almanya, ABD, İspanya)

The Dinner – Oren Moverman (ABD)

Berlinale Special Galaları

The Queen of Spain [+]- Fernando Trueba (İspanya)

The Young Karl Marx- Raoul Peck (Fransa, Almanya, Belçika)

Last Days in Havana- Fernando Pérez (Küba, İspanya)

 

Ludmila Dalaman

SİNEMA’nın 14.sü bu akşam başlıyor.

Stuttgart’ta 2003 yılından bu yana düzenlenen geleneksel Stuttgart Türk Alman Film Günleri’ SİNEMA’nın 14.sü bu akşam başlıyor. 20-27 Kasım 2016 tarihleri arasında gerçekleşecek olan SİNEMA Türk-Alman Forumu’nun (DTF) girişimleriyle, Robert-Bosch Vakfı ve Stuttgart Büyükşehir Belediyesi katkısıyla düzenleniyor. Delphi Arthaus Sineması’nda on bir film ve belgesel sunulacak.  SİNEMA

Türk-Alman Forumu’nun (DTF) girişimleriyle, Robert-Bosch Vakfı ve Stuttgart Büyükşehir Belediyesi katkısıyla düzenleniyor.

Delphi Arthaus Sineması’nda on bir film ve belgesel sunulacak. Gösterilecek filmler arasındaToz Bezi, Ana Yurdu, Bulantı, Çırak, Dünyanın En Güzel Kokusu, Eksik, El Değmemiş Aşk, Haymatloz, Köpek, Mustang ve Saklı yer alıyor.Yaklaşık bin 500 ziyaretçinin beklendiği SİNEMA’nın açılışı yönetmenliğini Ahu Öztürk’ün üstlendiği, başrollerini Asiye Dinçsoy, Serra Yılmaz, Mehmet Özgür, Nazan Kesal’ın paylaştığı Toz Bezi ile yapılıyor.

Program

21.11. Pazartesi, saat 20.15

Saklı

Ardından Selim Evci ile söyleşi.

22.11. Salı, saat 20.15

Mustang

23.11. Çarşamba, saat 20.15

Köpek

Ardından Esen Işık ile söyleşi.

24.11. Perşembe, saat 20.15
Haymatloz – Exil in der Türkei

Ardından Eren Önsöz ile söyleşi.

25.11. Cuma, saat 18.30

Bulantı

25.11. Cuma, saat 20.15

Eksik

saat 21.30’tan itibaren mocca’da canlı müzik.

26.11. Cumartesi, saat 18.30

El Değmemiş Aşk

26.11. Cumartesi, saat 20.15

Ana Yurdu

 

Ludmila Dalaman

 

Can Dündar ZDF'de konuk sunucu oluyor

Can Dündar  Aspekte'de, Cuma gecesi saat 23.45’de ekrana çıkacak.
Can Dündar Aspekte'de, Cuma gecesi saat 23.45’de ekrana çıkacak.

Almanya’da yaşayan gazeteci Can Dündar Alman Devlet Televizyonun ikinci kanalı ZDF’nin 1965 yılından bu yana yayın yapan en eski kültür ve siyaset programı Aspekte'de, Cuma gecesi saat 23.45’de ekrana çıkacak.

Cumhuriyet Gazetesi'nin eski Genel Yayın Yönetmeni, yazar, belgesel yapımcısı Can Dündar 45 dakika süren program süresi içinde Türkiye siyasetinde yaşananları Türkçe anlatacak, Almanca alt yazılı olarak ekrana gelecek. Aspekte programı içinde yer alan konular arasında Türkiye siyasi konjonktürünü de mercek altına alan bölüm bulunuyor.

ZDF'nin açıkladığı program akışına göre, bugünkü programda, Nazi iktidarından kaçan Alman bilim adamların Türkiye’ye sığındığını Türk ve Almanlar tarafından pek bilinmeyen tarihsel konuya açıklık getirilecek. Programda, "Modern Türkiye Cumhuriyeti"nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ülkesini modernleştirmek, çağdaş, medeni, batıyı örnek gösterip Türkiye’ye sığınan Alman bilim adamlarına nasıl kucak açtığı anlatılacak.

ZDF programında. Türkiye’yi halen memleketi olarak gören Alman bilim adamların Nazi döneminde Türkiye’de yaşadıkları hayatı ekrana yansıyacak. Bunların içinde eski Berlin Belediye Başkanı Ernst Reuter’in hayat’ta olan oğlu Edzard Reuter, Türkiye yaşadıklarını ve Atatürk’ü anlatacak. Almanya’da sürgünde yaşayan diğer Türk sanatçılar, akademisyenlerden Sinema Yönetmeni Mustafa Altıoklar, Sosyolog Nil Mutluer, Eren Önsöz de Can Dündar ile birlikte ekrana gelecek Program akışında ayrıca, Macaristan’da basın özgürlüğü ve Amerika’da yeni Başbakan seçilen Donald Trump mercek altına alınması da bulunuyor.

 

Ludmila Dalaman

Berlin Türk Sinema Günleri Gala ile başladı

Festivalin yöneticisi Murat Tosun (ortada)
Festivalin yöneticisi Murat Tosun (ortada)

Berlinİst - Birinci Berlin Türk Film Günleri başladı. Usta yönetmen Çağan Irmak’ın aynı gün Avrupa’da gösterime giren “Benim Adım Feridun” ile açılışı gerçekleşen Berlin film Günleri’ne yoğun ilgi oldu. Açılış konuşmasını Berlin belediye Başkanı ve Çalıma, Kadın, uyum bakanı Dilek Kolat yaptı. Film Günleri dört gün sürecek. Başkent’e kültür etkinlikleri ile ünlü Kultur Breueri’da bulunan Cinestar Kino’da düzenlenen etkinliği açılış konuşması Festival Direktörü Murat Tosun tarafından yapıldı. Tosun açılış konuşmasında, etkinliğin amacının Türk – Alman ortak film yapımlarının artması konusunda cesaret vermek ve uzun vadede ortak girişimlere katkı sağlamak olduğunu belirtti. Bir aydan kısa sürede gece gündüz çalışarak zoru başardıklarını söyleyen Tosun, gelecek yıl için de yeni festivalin müjdesini verdi. 

Festivali İstanbul Beyoğlu Belediyesi ile birlikte Berlin Senatosu adına himaye eden Berlin Belediye Başkanı ve Çalıma, Kadın ve Uyum Senatörü Dilek Kolat da yaptığı selamlama konuşmasında iki yıldır Berlin’de Türk film festivali yapılamadığını ve bu etkinlikleri özlediklerini söyledi. Kendisinin çocukken Türk filmleri ile büyüdüğünü söyleyen Kolat, dünya kenti ve çok kültürlü Berlin’de bu etkinliğin zenginlik olduğunu söyledi. Kolat, Almanya ile Türkiye arasında gerilimli politik atmosfer yaşanan bu günlerde birbirine yakın bağlarla bağlı iki ülkenin yakınlaşması ve birlikte yol alması için sanatçılara görev düştüğünü söyledi. Etkinlike söz alan Beyoğlu belediyesi Başkan Yardımcısı Yasin Balcı’nın ekinliği gelecek yıl da destekleyecekleri sözünü verdiği konuşmadan sonra Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’ın video mesajı gösterildi. Açılış konuşmalarının ardından Beyoğlu belediye Başkan Yardımcısı Yasin balcı Bakan Dilek Kolat’a üzerinde Beyoğlu ve Berlin kabartmalı teşekkür plaketi verdi.

 

Ludmila Dalaman



Alman Filmleri sinemaseverlerle buluşuyor

İngiliz müzisyen, DJ ve müzik prodüktörü Mark Reeder, dün (pazar) DESEM 75. Yıl Amfisi Sinema Salonu'nda kendisinin 80'li yıllarda Batı Berlin'de yaşadıklarını anlatan B Filmi: Batı Berlin'de Şehvet ve Müzik 1979-1989 isimli belgeselin gösterimine katıldı. B Filmi: Batı Berlin'de Şehvet ve Müzik 1979-1989 belgeselinin ikinci gösterimi 12 Kasım 19.00'da DESEM 75. Yıl Amfisi Sinema Salonu'nda yapılacak. Goethe-Institut ve German Films'in beraber düzenledikleri Kino 2016: Alman Filmleri Türkiye'de başlıklı film gösterimlerinin tamamı, İzmir Fransız Kültür Merkezi'nde ve DESEM 75. Yıl Amfisi Sinema Salonu'nda ücretsiz olarak gerçekleştiriliyor. Kino 2016 çerçevesinde İzmir'de seyircilerle buluşacak bir diğer yeni filmse, bir Fransız-Alman ortak yapımı olan François Ozon imzalı Frantz. Eylül ayında Venedik Film Festivali'nde yarışan ve büyük beğeni toplayan Frantz, I. Dünya Savaşı sonrasında Almanya'da başlıyor ve savaşta hayatını kaybetmiş Alman bir askerin nişanlısı ve Fransız arkadaşı arasında gelişen sıra dışı dostluğu konu alıyor. Kino 2016 programında son dönem Alman sinemasının ödüllü ve iddialı filmlerinden oluşan bir seçki yer alıyor. 2015 Karlovy Vary Film Festivali'nde En İyi Yönetmen ve 2015 Münih Film Festivali'nde En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo ve En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini kazanan Babam filmi, 2015 Münih Film Festivali'nde En İyi Film ödülünü kazanan Happy Hour ve 2016 Berlin Film Festivali Alman Sanat Sinemaları Birliği ödülünü alan 24 Hafta seçkide yer alan filmler arasında bulunuyor. "Elveda Lenin!" filmi ile Türkiye'de de sinemaseverlerin gönüllerini fetheden Wolfgang Becker'in son filmi Ben ve Kaminski, şahane müzikleri ve stilize sahneleri ile İstanbul Film Festivali'nde seyircileri hayranlıkla şaşırtmayı başaran Vahşi, iki kadın kahramanı eşliğinde Avrupa'nın ekonomik ve siyasi bir portresini çıkartan Bir Nefes ile orta sınıfın ahlaki değerlerini ters yüz eden bir gerilim filmi olan Ölümcül Yalanlar da seçkideki yerlerini alıyorlar. 

 

Ludmila Dalaman

Berlin’de Türk sinemasına duyulan özlem bitiyor

Berlinİst - Berlin Türk Film Günleri başlıyor. Bu sene ilki düzenlenecek olan Film Günleri 10 Kasım Perşembe günü yapılacak gala akşamı ile başlayacak. Ünlü yönetmen Çağan Irmak’ın aynı gün Avrupa’da gösterime girecek olan “Benim Adım Feridun” ile açılışı yapılacak olan Film Günleri dört gün sürecek.Berlinİst – Birinci Berlin Türk Film Günleri’nin Festival Direktörü Murat Tosun konuyla ilgili verdiği bilgide, bu etkinlikle Berlin ve İstanbul gibi iki dünya şehrini buluşturan kültür etkinliklerinden biri olmayı hedeflediklerini söyledi. Tosun : “İstanbul’un kalbi Beyoğlu Belediyesi’nin himayesinde yaptığımız festivalin açılışını ünlü yönetmenlerimizden Çağan Irmak’ın “Benim Adım Feridun” filmi ile yapıyoruz. Gala gecemize Beyoğlu Belediye Başkanı Sayın Ahmet Misbah Demircan ve Berlin Belediye Başkanı ve Eyalet Çalışma, Kadın ve Uyum Bakanı Sayın Dilek Kolat da katılarak destek veriyorlar.” 
Berlin’deki etkinliğin amacının Türk – Alman ortak film yapımlarının artması konusunda cesaret vermek ve uzun vadede ortak girişimlere katkı sağlamak olduğunu belirten Murat Tosun “Berlinİst-Berlin Türk Film Günleri’ni kalıcı hale getirerek yapımcı, oyuncu ve sinemaseverleri bir araya getirmek istiyoruz. Bu çerçevede önümüzdeki yıllarda bu platformu daha da geliştirerek Berlin ve Beyoğlu için vazgeçilmez etkinlilerden biri haline getirmek istiyoruz” dedi. Bu sene 4 gün sürecek etkinliğin Berlinli sinemaseverlerle bir ilk buluşma olacağına dikkati çeken Murat Tosun “Berlinli sinemaseverlerin eksikliğini hissettiği böyle bir etkinliğe yeni bir soluk kazandırmak heyecan verici. Bu heyacanı tüm Berlinliler, misafirlerimiz ve sinema dünyası ile paylaşmayı umuyor ve diliyoruz” dedi.Berlinli sinemaseverler gala dışındaki etkinlik kapsamında gösterilecek tüm filmleri ücretsiz seyredebilecek. Etkinlikte, Türkiye’den Yabancı Film Oscar aday adayı olan Kalandar Soğuğu, Arama Moturu, Annemin Yarası, Kar Korsanları, Firak ve Sarmaşık filmleri gösterilecek. Sinema filmleri yanında Belgesel Filmler bölümünde de birbirinden özel dört belgesel film yer alıyor. Belgesel filmler Berlin Yunus Emre Enstitüsü sinema salonunda izlenebilecek.
Belgesel filmler ise şöyle: “Haymatloz”, “Ah Yalan Dünyada”, “Eine Opernreise” ,“Çıldır“. Berlinİst – Birinci Türk Film Günleri Beyoğlu Belediyesi ve Berlin Eyaleti Çalışma, Kadın ve Uyum Bakanlığı’nın himayesi, T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı desteği ve Berlin Yunus Emre Enstitüsü’nün işbirliğiyle hayata geçiriliyor.

Ludmila Dalaman

Sığınmacıları anlattı, Almanya’dan ödül aldı

Yaşar Üniversitesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümünü bu yıl bitiren Ece Kınacı, Almanya'nın Ankara Büyükelçiliği tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen "Sığınmacı, misafir, komşu" temalı kısa film yarışmasında birinci oldu.

Türkiye'den 60 değişik kategoriden filmin katıldığı ve sığınmacıların uyum sürecine yönelik gösterilen çaba ve katkılara işaret edilen yarışmada, Yaşar Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümünden bu yıl mezun olan Ece Kınacı birinciliği elde etti. İzmir Çimentepe'ye farklı şehir ve ülkelerden gelen iki kadının öyküsünü ve yine bu iki kadının gözünden anlatan "Komşu" filmini çeken Kınacı, sahip olduğu özgün konu ve anlatım tarzıyla ödül almaya hak kazandı. Kınacı, ödülünü Almanya'nın Ankara Büyükelçisi Martin Erdmann'dan aldı. Büyükelçi Erdmann, Suriye'yi terk etmek zorunda kalan yaklaşık 3 milyon sığınmacıya Türk hükümeti ve halkının kucak açtığını ve olağanüstü çabalarda bulunduğunu belirtti.

Daha önce "Tepedeki 5 kadın" filmiyle TRT Belgesel Film Yarışmasında özel ödül, Yeşil Ekran Kısa Film Yarışmasında da mansiyon kazanan Ece Kınacı, "Göç eden insanlarla birlikte şehirlerin, semtlerin, mahallelerin de sosyal yapıları değişiyor. Son yıllarda Suriyeli göçmenlerin de gelmesiyle birlikte birçok farklı insan mahalle içinde yaşamaya, birbirlerine destek olarak hayatlarını sürdürmeye devam ediyor. Mahallenin büyük ölçeklisini düşündüğümüzde bir Türkiye özetiyle karşılaşıyoruz. İki kadının gözünden kendi hayatlarını, göçlerinin hikayesini ve komşuluğu anlatmaya çalıştım. Bu belgeselin ortaya çıkmasında ve kazandığımız ödüllerde pek çok hocamızın desteği var. Radyo Televizyon ve Sinema Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nazlı Bayram hocamıza desteklerini ve danışmanlığını esirgemediği için teşekkür ederim" dedi.

 

Ludmila Dalaman

16. Frankfurt Türk Film Festivali başlıyor

Frankfurt Türk Film Festivali´ni organize eden ekip
Frankfurt Türk Film Festivali´ni organize eden ekip

Uzun metraj, kısa film ve belgesel türlerinde 50 filmin gösterileceği 16. Frankfurt Türk Film Festivali, 30 Ekim'de sinemaseverlerle buluşacak. "16. Frankfurt Türk Film Festivali", bu yıl 30 Ekim-5 Kasım tarihlerinde düzenlenecek. Frankfurt Belediyesinde düzenlenen basın toplantısında konuşan festival başkanı Hüseyin Sıtkı, 16. yılında da festivalin dolu bir programla izleyicilerin karşısında olacağını söyledi. Festivalde kısa ve uzun metrajlı 50'ye yakın filmin izleyicilerle buluşacağını anlatan Sıtkı, "Artık Frankfurt sınırlarını aşmış bir festival olarak, bu yıl da yarışmalar, paneller, sergiler ve film gösterimleri düzenlenecek." dedi. Festival kapsamında 3 filmin de farklı kentlerde gösterime gireceğini aktaran Sıtkı, 4-5 yıldır devam eden "Festival hapishanelerde", "Festival okullarda" etkinliklerinin de gerçekleştirileceğini dile getirdi. Sıtkı, ayrıca sinema oyuncuları Murat Soydan, Talat Bulut ve Güngör Bayrak'a, "Onur Ödülü" verileceğini kaydetti. 40 gösterimde 50’ye yakın film Festivalde 40 gösterimde izleyicilerin beğenisine sunulacak 50'ye yakın film, CineStar Metropolis, Orfeo's Erben ve Film Forum Höchst sinemalarının yanı sıra Preungesheim Cezaevi'nde ve Marc Bergmann Lisesi'nde gösterilecek. Festival çerçevesinde, söyleşi, panel, sergi, konser ve üniversiteler arası kısa ve uzun metrajlı film yarışması gibi etkinlikler de düzenlenecek. "RheinMain Festival Projesi" kapsamında Frankfurt dışında Offenbach, Langen, Dietzenbach ve Müllheim kentlerinde de 3 film, sinemaseverlerle buluşacak. Festivalde, "En İyi Film Ödülü", "Abluka", "Çırak", "Kalandar Soğuğu", "Kar Korsanları", "Merdiven Baba", "Misafir", "Saklı", "Sarmaşık", "Toz Bezi" ve "Yarım" filmleri arasından, "En İyi Senaryo Ödülü" ise "Abluka", "Kalandar Soğuğu", "Kar Korsanları", "Sarmaşık" ve "Yarım" filmleri arasından seçilecek. "En İyi Yönetmen Ödülü", "Abluka" ile Emin Alper, "Çırak" ile Emre Konuk, "Kalandar Soğuğu" ile Mustafa Kara, "Kar Korsanları" ile Faruk Hacıhafızoğlu, "Sarmaşık" ile Tolga Karaçelik arasından seçilecek isme verilecek. "En İyi Kadın Oyuncu Ödülü"nü Nuray Yeşilaraz, Şenay Gürler, Türkü Turan, Nazan Kesal ve Asiye Dinçsoy arasından, "En İyi Erkek Oyuncu Ödülü"nü Mehmet Özgür, Haydar Şişman, İnanç Konukçu, Nadir Sarıbacak ve Serhat Yiğit arasından seçilecek oyuncu alacak. "En İyi Görüntü Yönetmeni", "En İyi Müzik", "İlk 10 Kısa Film Adayı" ve "İlk 10 Türk Kısa Film Adayı" ödüllerinin de verileceği festivalde, "Kısa Film Yarışması" ve "Alman Sinemacıların Gözünden Türk Filmleri" yarışmaları da düzenlenecek. Jüri başkanlığını eski bakanlardan Yüksel Yalova'nın üstleneceği festivalde, uzun film yarışma jürisi Hale Soygazi, İsmail Güneş, Özgür Şeyben, Oya Doğan, Banu Özdemir ve Nurdan Sever'den, kısa film jürisi ise Prof. Dr. Selma Köksal Çekiç, Arda Erdikmen, Cem Başeskioğlu, Fırat Sayıcı, Gamze İlkılınç ve Mehmet Erduğan'dan oluşuyor. "Vefa Ödülü" verilecek Festivalde, geçen yıl hayatını kaybeden oyuncu Zeki Alasya da "Vefa Ödülü" ile anılacak.

Ludmila Dalaman

Frankfurt Kitap Fuarında Türkiye’de Tutuklu Yazarlara Dayanışma Mesajı

Frankfurt Kitap Fuarı, kapıları 68’inci kez edebiyat dünyasına açıldı. Kendi alanında dünyanın en önemlisi olarak kabul edilen fuarda 100’den fazla ülkeden 7 bin 100 katılımcı yer alıyor. Yaklaşık 9 bin 300 gazetecinin takip ettiği fuarda yazarları, gazetecileri, sektör temsilcilerini ve kültür iletişimcilerini bir araya getiren 4 binden fazla etkinlik düzenleniyor. Perşembe günü başlayan fuarın bu yılki konuk ülkesi Hollanda. Ancak fuarda Türkiye en az Hollanda edebiyatı ve yazım dünyası kadar gündemde. Türkiye, Kültür ve Turizm Bakanlığı koordinatörlüğü ve yayıncılık sektörü temsilcilerinin katılımıyla ve toplam 24 yayın evi ile temsil ediliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı standında 15 Temmuz darbe girişimi ile ilgili bir sergi çalışması yer alıyor. Sergi, darbe teşebbüsünün Türkiye’nin kültürel gelişimini durduramayacağı tezini ön plana çıkarıyor.Fuar kapsamında yapılan etkinliklerin bir bölümünün konusu da Türkiye’de edebiyatçıların konumu. Fuarın açılışında Alman Kitapçılar Birliği Borsa Kuruluşu Başkanı Heinrich Riethmüller’in, tutuklu yazar Aslı Erdoğan’ın cezaevinden yazdığı mektubu okuması ve Türkiye’de yayınevlerinin, medyanın zor durumda olduğunu belirterek, ‘sözün özgürlüğü pazarlık yapılamaz’ demesi Türk heyetinin tepkisine neden oldu. Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz da, Türkiye’deki darbe girişiminin ardından cezaevine konulan yazar Aslı Erdoğan ve tutuklu diğer yazar ve gazetecilerle ‘tam bir dayanışma içinde’ olduğunu söyledi ve ‘Türk hükümetine açık çağrımdır: Bu insanları serbest bırakın.’ dedi.

Fuarda Türkiye’yi temsil eden Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Nihat Gül, Schulz’un eleştirilerine yanıt vererek, Türkiye’de yargının bağımsız olduğunu, düşünce ve ifade özgürlüğünün de anayasal güvence altında bulunduğunu öne sürdü. Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı’nın verilerine göre yayıncılık sektöründe en hızlı büyüyen ülkelerden biri Türkiye. Ülkede yayıncılık sektörü, 2,5 milyar dolar büyüklüğüne ulaşırken, geçen yıl 50 bin çeşit kitap üretildi ve tahminen 650-700 milyon civarında bandrollü kitap tüketildi. Bilgi Üniversitesi Yayınları Sorumlusu Fahri Aral, tüm olumsuz koşullara rağmen Türkiye’de yayıncılığın doğru yönde ilerlediği görüşünde.

Frankfurt Kitap Fuarı önümüzdeki Pazartesi gününe kadar devam edecek.

 

Ludmila Dalaman

Hitler’in Doğduğu Eve Yıkım Kararı

vusturya’da yıllardır en çok tartışılan konulardan biri Adolf Hitler'in 1889'da Branau am İnn adlı kasabada doğduğu evin akıbeti oldu. Başta Almanya ve Avusturya olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinden Hitler hayranlarının ve Neonazilerin sürekli ziyaret edip, adeta ‘kutsal mekan’ olarak gördükleri ev hakkında Avusturya İçişleri Bakanlığı yıkım kararı aldı.

Avusturya İçişleri Bakanı Wolfgang Sobotka, evin yıkımından sonra temelinin üzerine yeni bir yapı inşa edileceğini, yeni yapılacak binanın ya hayır kurumlarına ya da kamunun kullanımına tahsis edileceğini açıkladı. Kararın bir an önce uygulanabilmesi için evin kamulaştırılmasına öngören yasa tasarısının önümüzdeki haftalarda Avusturya Meclisi'nde oylanacağını duyuran Sobotka, ardından 2017’nin ilk aylarında yıkım işleminin başlayacağından yola çıktığını söyledi. Yukarı Avusturya eyaletindeki Braunau am Inn’deki ev, uzun bir süredir şimdiki sahibi Gerlinde Pommer ile Avusturya hükümeti arasında tartışmalara neden oldu. 17’inci yüzyılda inşa edilen ve mimarisi nedeniyle koruma altında olan evin sahibi Gerlinde Pommer satışa yıllardır onay vermediği için, Avusturya hükümeti ev sahibine tazminat ödeyerek, binaya kamulaştırma yoluyla el koyma kararı aldı.

Almanya’yı Nasyonal Sosyalist Parti NsdAP’nin lideri olarak 1933’ten İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna dek yöneten Adolf Hitler, Braunau am İnn’de 1889 yılında doğmuştu. Irkçı lider babası ve altı kardeşiyle evden üç yaşında ayrılırken, bina daha sonra 1938 yılında Nazi hükümeti tarafından satın alındı ve kültür evine dönüştürüldü. Hitler’in 1945’de intiharı ve Almanya’nın savaştaki yenilgisi sonrasında boşaltılan bina, 1952 yılında kütüphane olarak hizmete açıldı ve daha sonraki yıllarda farklı amaçlar için kiraya verildi. 1977-2011 arası özürlüler için atölye olarak kullanılan bina 2011 yılından bu yana boş bulunuyordu. Çok sayıda Avusturyalı politikacı binanın göçmenler merkezi haline getirilmesini önermişti. Braunau sakinlerinin ise, ‘Hitler turizmini’ ve Adolf Hitler’in doğum tarihi olan 20 Nisan’da Neonazilerin gelenekselleşen bir şekilde gösteri yapmasını istemedikleri ve bu yüzden binanın yıkılmasına büyük oranda destek verdikleri biliniyor. Evin önünde Hitler’in doğduğu yer olduğuna dair hiç bir yazı bulunmazken, 1989’da Hitler’in 100. doğum yıldönümünde Mauthausen Nazi Kampı’ndan getirilen büyük bir taşın üzerinde ‘Barış, Özgürlük ve Demokrasi için. Bir daha faşizm olmasın. Milyonlarca ölünün anısına.’ yazısı yer alıyor.

 

Ludmila Dalaman

Alman Savcı Böhmermann İçin Takipsizlik Kararı Verdi

Mainz Savcılığı, Alman mizahçı Jan Böhmermann'ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a hakaret içeren sözlere yer verdiği şiiri ile ilgili soruşturmada takipsizlik kararı aldı. Başsavcı Gerd Deutschler Böhmerrmann’ın şiirinde 'suç unsuru bulunması ihtimalinin kesin olmadığını’, bu yüzden soruşturmanın durdurulduğunu açıkladı. Savcılık Böhmermann hakkında 20 kişisel suç duyurusunun yanısıra, Alman hükümetinin de davanın açılmasına onay vermesi sonrasında, Alman Ceza Kanunu'nun‚ ‘Yabancı devlet adamına hakaret etmek' suçunu düzenleyen 103. maddesi uyarınca soruşturma başlatmıştı.

Yabancı devlet adamına hakaret suçu ceza kanununa göre üç yıla kadar hapis cezasını öngörüyor. Ancak hukukçular soruşturmanın başlamasından sonra yaptıkları yorumlarda, Böhmermann'a hapis cazası yerine, para cezası verileceğinden yola çıkıyorlardı. Böhmermann’la ilgili soruşturmada bugün açıklanan takipsizlik kararı sürpriz olarak değerlendirilirken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Böhmermann hakkında açtığı şahsi davanın planlandığı gibi Hamburg Eyalet Mahkemesi’nde görüleceğinden yola çıkılıyor.

Jan Böhmermann 31 Mart'ta Alman 2. televizyon kanalı ZDF'deki programında Alman yasalarında izin verilmeyen bir eylem yapacağını söyleyerek, Erdoğan’a ve Türklere yönelik çok ağır küfürlü bir şiir okumuştu.

Şiir Almanya ve özellikle Türkiye’de büyük tepkilere neden olmuş Berlin ile Ankara arasındaki ilişkilerde de gerilime yol açmıştı. Böhmermann şiirinin mizah olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunarak, sözlerinin arkasında durduğunu açıkladı.

Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, Alman hükümetine sözlü nota verdi ve şiir nedeniyle Böhmermann'ın yargılanması talebinde bulundu. Başbakan Angela Merkel metnin 'kırıcı şekilde kasten kaleme alındığını‘ belirterek Böhmermann’ı eleştirdi ve dava açılmasına onay verebilmek için hükümete bağlı hukukçuları görevlendirdi.

Bilirkişi raporundan sonra Merkel Böhmermann hakkında soruşturma açılması ve yargılanabilmesi içinyargıya yetki verdiğini duyurdu. Buna paralel Hamburg Eyalet Mahkemesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın avukatları tarafından açılan davanın ilk aşamasında, Böhmermann'ın okuduğu şiirin hakaret ve onur kırıcı dizelerini tekrarlayamayacağına hükmetti.

Böhmermann yasak kararına uymayarak dizeleri tekrar yayınlaması halinde 250 bin Euroya kadar para veya altı aya kadar hapis cezasına çarptırılabilecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın avukatları şiirin tamamen yasaklanmasını hedefliyor. Bu amaçla yapılan müracaat 2 Kasım'da Hamburg Eyalet Mahkemesi'nde görüşülmeye başlanacak.

 

Ludmila Dalaman

Dedemin Fişi" Filminin Almanya Galası Yapıldı

Malatyalı Çirçi ailesinin komik hikayesini anlatan "Dedemin Fişi" isimli yeni sinema filminin Almanya galası Düsseldorf'ta yapıldı.UFA Palast Düsseldorf'ta düzenlenen galada gösterim öncesi film ekibi kırmızı halıda basın mensuplarına poz verdi. 

Galaya katılan yönetmen Meltem Bozoflu ile filmin başrolünü paylaşan oyuncular Ali Sunal, İrem Sak, Onur Buldu, Doğa Rutkay, Erdem Yener ve Onur Atilla filmi seyircilerle birlikte izledi. Gösterim sonrası sahneye çıkan film ekibi, seyircileri selamladı ve fotoğraf çekti. 

Sucuk espirisine gelen tepkilere yanıt verdiler 

Gösterim sonrası düzenlenen basın toplantısına katılan ve film ekibi adına konuşan oyuncu Onur Atilla, filmde Kayseri esnafını üzdükleri yönündeki haberleri değerlendirerek filmde herhangi bir yöreyi yada herhangi bir insanı küçük düşürecek birşey yapmalarının söz konusu olmadığını belirterek şöyle konuştu: 

"Filmde bir şaka var, filmi izleyenler görecektir ki orada bir korsan sucuk şarküterisi vardır ki kendisi kayserili dahi değil, burada onun söylediği bir iki cümle var, bundan dolayı alınmış olabilirler, buradan hepsine selam ediyoruz ve hepsini çok seviyoruz." 

Ekip olarak sucuğu çok sevdiklerini ifade eden Onur Atilla, "Kendi adıma söyleyeyim sucuksuz yapamam. Kayseri sucuğunu hakir görmek, onu aşağılamak yada hakaret etmek yada Kayseriesnafını kötülemek söz konusu olamaz. Biz defalarca Kayseriye turneler yaptık, daha önce kendi tiyatromla da gittim, 'Güldür Güldür' ile de gittik. Hem onları çok seviyoruz hem asla üzmek istemeyiz" şeklinde konuştu. 

Sinema çıkışı yoğun ilgi ile karşılaşan film ekibi seyircilerin fotoğraf çekme isteklerini geri çevirmedi.

 

Ludmila Dalaman

'Çırak' filmine Almanya'dan 'En İyi Film' ödülü

 Emre Konuk’un ilk uzun metraj filmi "Çırak", 23. Uluslararası Oldenburg Film Festivali'nde "En İyi Film Ödülü" aldı.
Emre Konuk’un ilk uzun metraj filmi "Çırak", 23. Uluslararası Oldenburg Film Festivali'nde "En İyi Film Ödülü" aldı.

Genç yönetmen Emre Konuk’un ilk uzun metraj filmi "Çırak", 23. Uluslararası Oldenburg Film Festivali'nde "En İyi Film Ödülü" aldı.   Yönetmenliğini Emre Konuk'un üstlendiği "Çırak" filmi, Almanya'da düzenlenen 23.Uluslararası Oldenburg Film Festivali'nde, "En İyi Film/Best Film" ödülüne layık görüldü.  Ödül haberini, filmin yönetmeni Konuk, sosyal medya hesabından duyurdu. Daha önce "İz (Reç)" ve "Halam Geldi" filmlerinin görüntü yönetmenliğini üstlenen Konuk’un yönetmen koltuğuna oturduğu ilk uzun metraf filmi Çırak’ın oyuncu kadrosunda Hakan Atalay, Çiğdem Selışık Onat, Tuğrul Çetiner, Levent Öktem, Sencar Sağdıç, Beran Soysal ve Nilüfer Açıkalın gibi isimler yer alıyor.   Film, 2015'te Uluslararası Antalya Film Festivali'nde "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu" ve "En İyi İlk Film", bu sene ise 35. İstanbul Film Festivali’nde "En İyi İlk Film" ve 9. Sydney Film Festivali’nde "En İyi Film" ödüllerini almıştı.   Filmin konusu "Orta yaştaki Alim, Yakub ustanın yanında on beş yıldır çıraklık yapmaktadır. Günlerini rutin bir şekilde geçiren Alim, artık rutin hayatından sıkılmıştır. Alim’in hayatı, takıntıları yüzünden değişecektir. LPG’li araçların güvenliği olmadığına dair izlediği bir haberden sonra evini, dükkanının yakınına taşımaya karar vermesi, Alim için dönüm noktası olur."

Ludmila Dalaman

‘İkimizin Yerine’ galası Berlin'de

Nejat İşler ve Serenay Sarıkaya'nın başrollerini paylaştığı 'İkimizin Yerine' adlı filmin Almanya galası Berlin'de yapılacak.

Daha önce oynadığı dizilerle adından söz ettiren Serenay Sarıkaya ve uzun bir aradan sonra sinemaya tekrar dönen Nejat İşler’in başrollerini paylaştığı romantik filmde Zerrin Tekindor, İştar Gökseven, Merve Çağıran, Aslı Bekiroğlu ve Özgür Emre Yıldırım da rol aldı. Filmin yönetmenliğini Umur Turagay yaptı. Senaryonu ise Pınar Bulut yazdı. Sanatçı ve yönetmenin katılacağı gala, Berlin’in Wedding semtindeki Alhambra Sinema’sında gerçekleşecek.

Filmde , küçük bir kasabada yaşayan Çiçek ile edebiyat öğretmeni Doğan arasında yaşanan büyük aşk konu ediliyor. Doğan bu yasak aşka ne kadar dirense de kendini Çiçek'e aşık olmaktan alıkoyamıyor. Doğan ve Çiçek farklı hayatlarına rağmen birbirlerinin yaralarını sarmaya çalışırken bir ailenin de kaderini tümden değiştiriyor.

 

Ludmila Dalaman

‘El Değmemiş Aşk’ın Almanya galası yapıldı

Türkiye’den sonra Avrupa ve Azerbaycan’da gösterime giren ‘El Değmemiş Aşk’ filminin galası Berlin’de yapıldı.

Umut Kırca’nın ilk uzun metrajlı filmi olan filmin senaryosunu, Yaşar Arak ve ÖmerPınar yazdı. Karmaşık bir aşk üçgenini anlatan filmde Ceren Moray, Begüm Kütük Yaşaroğlu ve Emre Karayel başrollerde oynuyor. Berlin’deki galaya katılan yönetmen ve oyuncular, filmi seyircilerle birlikte filmi izledi. Ardından da hem gazetecilerin hem de izleyicilerin sorularını yanıtladı.

Yönetmen Umut Kırca, küfür edilmeden de komedi yapılacağını göstermek istediklerini belirtirken, oyuncular Emre Karayel, Ceren Moray ve Begüm KütükYasaroğlu da Berlinlilerle film izlemenin ayrı bir mutluluk olduğunu söylediler. Filmde, çocukluk arkadaşı Feryal ile zorla evlendirilen Zafer’in arasında geçen çözülmesi zor bir aşk üçgeni konu ediliyor.

 

Ludmila Dalaman

 

Sibel Kekilli: En büyük hayalim sinema filmi yönetmek!

Ünlü oyuncu Sibel Kekilli, Alman dergisine samimi bir röportaj verdi. Röportajda kendisine karşı çok katı olduğunu belirten ünlü oyuncu "Kendime karşı katıyım çünkü, kendimden beklentilerim büyük" dedi.

DERGİ İÇİN OBJEKTİF KARŞISINA GEÇTİ

Game Of Thrones ve Tatort dizilerindeki roller sayesinde ünü tüm dünyaya yayılan Sibel Kekilli geçtiğimiz günlerde alman Gala dergisi için objektif karşısına geçti. 36 yaşındaki oyuncu, HamburgElbe sahilindeki çekimin ardından soruları yanıtladı.

"GURUR VERİCİ VE EĞLENCELİYDİ"

Kadınları yönelik namus cinayetleriyle ilgili farkındalık yaratmak amacıyla hayata geçirilen Terredes Femmes organisyonu hakkında bir belgesel çeken Kekilli, çalışması için "Bu işte bir oyuncudan daha fazla sorumluluğumun olması hem gurur verici hem de eğlenceliydi" şeklinde konuştu.

EN BÜYÜK HAYALİ

En büyük hayalinin sinema filmi yönetmek olduğunu belirten Kekilli, bunu bir gün ne pahasına olursa olsun gerçekleştirmek istediğini belirtti.

 

Ludmila Dalaman

 

‘Almanya’da Türkçe Eriyor’

Türkiye’den işçi göçü, başta Almanya olmak üzere dünyanın dört bir yanına 1960'lı yıllarda başladı. Politik ve ekonomik gelişmelere paralel, ilk baştaki işgücü nitelemesi zamanla konuk işçiliğe, sonra yabancı hemşehriliğe, göçmenliğe ve bugünlerde yurttaşlığa dönüştü. Dışişleri Bakanlığı’nın verilerine göre yurtdışındaki 5 milyonu aşkın Türk toplumunun 3 milyonla büyük bir bölümü Almanya'da yaşamakta.

Heidelberg Üniversitesi'nin araştırması

Almanyalı Türklerin en önemli sorunlarından biri, çocukların anadili meselesi. Almanya’da Türkçe’yi konuşanların sayısı her geçen gün azalıyor ve yapılan araştırmalar Türkçe’nin mirasının nesilden nesle eridiği gösteriyor. Konuya ilişkin Heidelberg Üniversitesi’ne bağlı Göç Araştırmaları ve Kültürlerarası Pedagoji Merkezi’nin yaptığı araştırmada ortaya çıkan en önemli sonuç Türkçe konuşan çocukların oranının hızla azaldığı ve okullarda ders olarak okutulmazsa Türkçe’nin orta vadede Almanya’da yok olmayla karşı karşıya kalacağı. Araştırmaya göre, anne-babasıyla sadece Türkçe konuşan çocukların oranı yarı yarıya düşmüş durumda. Kardeşler ise kendi aralarında ağırlıklı olarak Almanca’yı tercih ediyor. 6 bin 125 öğrencinin katılımıyla gerçekleştirilen araştırmanın sonuçlarına göre, öğrencilerin yüzde 27,8’i ailede sadece Türkçe, yüzde 7,9’u da sadece Almanca konuşuyor. Öğrencilerin yüzde 56’sı anneleriyle, yüzde 49,7’si de babalarıyla sadece Türkçe konuşuyor. Öğrenciler evde yüzde 83,5 oranla en çok büyükanne ve büyükbabalarıyla Türkçe konuşuyor. Kardeşlerin kendi aralarında konuştukları dil ise çoğunlukla Almanca. Anketten çıkan sonuca göre, öğrencilerin yüzde 51,5‘u kardeşleriyle sadece Almanca konuşuyor. Kardeşler arasında hem Almanca’yı hem de Türkçe’yi kullanan öğrenci oranı yüzde 22,6. Kardeşler arasında sadece Türkçe konuşanlar yüzde 16,1’de kalıyor. Öğrencilerin Türkçe dil düzeyine bakıldığında ise konunun ne kadar aciliyet arz ettiği ortaya çıkıyor. Üçüncü nesilde Türkçe’sinin iyi olduğunu düşünenlerin oranını yüzde 49,4. Bu da okul çağındaki Türk öğrencilerinin yarısından fazlasının Türkçe bilgisine güvenmediğini ortaya koyuyor. İkinci nesle mensup olup Türkçesinin iyi olduğunu düşünenlerin oranı ise yüzde 63,6 ile hayli ileride. Birinci nesilde bu oran yüzde 72,8. Almancayı iyi bilme söz konusu olduğunda ise anket tam tersi bir tablo ortaya koyuyor. Buna göre üçüncü neslin okul çağındaki mensuplarının yüzde 85,4’ü Almanca bilgisinin iyi olduğunu düşünüyor. İkinci nesilde bu oran yüzde 77,8 ile bir miktar geride. Birinci neslin yüzde 72,8’i Almancasına güveniyor. Araştırmada öğrencilerin devam ettikleri okul modellerine göre dil kullanma alışkanlıklarını da incelenmiş. Buna göre okulun eğitim düzeyi arttıkça aile içinde Türkçe konuşanların oranı önemli ölçüde düşüyor. Alman okullarında 500 bin Türkiye kökenli öğrenci olduğunu hatırlatan eğitim uzmanları, Türkçe’nin İngilizce ve Fransa ile birlikte müfredata alınmasını talep ediyor.

Engin: Yeterli ilgi gösterilmemesi durumunda Türkçe Almanya'da unutulur

Türkçenin birinci ve ikinci nesilde hala birinci iletişim dili olduğunu söyleyen Heidelberg Göç Araştırmaları ve Kültürlerarası Pedagoji Merkezi Direktörü Prof. Havva Engin, yeterli ilginin gösterilmemesi durumunda Türkçe’nin Almanya’da orta vadede unutulan diller arasına gireceğini ifade ediyor. Havva Engin ‘İki dillilik büyük bir zenginlik. Almanya’da insanlar en az iki dili günlük hayatta kullanıyor. Türkçe’nin de okullarda ikinci veya üçüncü yabancı dil statüsü kazanması gerekir’ şeklinde görüş belirtiyor.

 

Ludmila Dalaman

Almanya’da ‘Delibal’a büyük ilgi

Çagatay Ulusoy ve Leyla Lydia Tuğutlu, “Delibal”ın Almanya’nın Stuttgart kentinde yapılan özel gösterimine katıldı.Saatler öncesinden galanın yapılacağı UFA Palast’ta akın eden izleyiciler film ekibine büyük ilgi gösterdi.

Kırmızı halı seremonisin ardından izleyiciler filmi seyretmek için salona geçti. Film bitiminin ardından salona gelen oyunculardan Çağatay Ulusoy, izleyicileri Almanca ‘hoş geldiniz’ diye selamladı ve “Bu Almanya’ya ilk gelişim.Aranızda olmak, sevginizi hissetmek çok güzel, umarım filmi beğenmişsinizdir” dedi. Almanya doğumlu Leyla Lydia Tuğutlu ise sahneden Almanca konuşarak izleyicilere teşekkür etti.

 

Ludmila Dalaman

Belgeselin galası Almanya'da yapıldı

Osman Okkan. Türkiye’de, başkent Ankara’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. Türk işgücü göçü başladıktan birkaç yıl sonra 1965 yılında öğrenim yapmak için Almanya’ya geldi. Münster Üniversitesi’nde Ekonomi, Sosyoloji ve Siyasal Bilimler öğrenimi yaptı.

Öğrencilik yıllarında o zamanlar gastarbeiter (misafir işçi) denilen Türkiye kökenli insanların sorunları ve sosyal yaşamları ile yakından ilgilendi. Sendikal faaliyetlerde bulunduğu gibi göçmen kökenlilerin oluşturduğu birçok derneğin kuruluşuna katkıda bulundu. 

1978-1980 yıllarında FİDEF kısa adıyla tanınan Federal Almanya İşçi Dernekleri Federasyonu’nun genel sekreterliğini yaptı. Üniversiteyi bitirdikten sonra da serbest gazeteci olarak çalışmaya başladı. Bazı gazete ve dergiler ile radyo ve televizyonlarda Almanca veya Türkçe haberleri yayımlandı. 

Ağırlıklı olarak Batı Alman Radyo ve Televizyon Kurumu (WDR) için haber ve programlar yaptı. Türkiye’deki gelişmeleri, TürkiyeAlmanya ilişkilerini, Almanya’daki çok kültürlü hayatı, eğitim ve sosyal sorunlar ile göç ve uyumu içeren televizyon ve radyo haberleri yaptı. 

1982-1984 yıllarında ünlü Alman yazar Günter Wallraff’ın En Alttakiler adlı kitap çalışmasına aktif katkıda bulundu. 

Wallraf’ın belgesel film olarak da yayımlanan bu projesi için Türkiye kökenli işçiler ile tüm röportajları Osman Okkan yaptı. 

Osman Okkan, 1986 yılında WDR’de kadrolu editör olarak göreve başladı. Her zamanaraştırmacı, sorgulayan ve karanlıkta kalanları aydınlığa çıkartmaya yönelik bir gazetecilik anlayışı sergiledi. Almanya’da 1961’den beri kesintisiz olarak Türkçe yayın yapan ve Köln Radyosu olarak bilinen WDR Türkçe yayınlarında editörlük ve sunuculuk yaptı.

LIVANELI, İBNİ HALDUN’UN SÖZÜNÜ HATIRLATTI

İşte Essen’de Fikret Güneş öncülüğünde bu yıl Kaçış, sığınış ve hasret adı altında 11’incisi düzenlenen Ruhr Kitap Fuarı’nın 29 Nisan’daki açılış akşamı Osman Okkan, kültür elçiliği işlevinden dolayı ödüllendirildi. 

Essen’deki UNESCO Kültür mirası Zeche Zollverein’da düzenlenen törende övgü konuşmasını ise Zülfü Livaneli yaptı. Livaneli, konuşmasında 14’üncü yüzyılda yaşamış tarihçi, düşünür ve toplum bilimci İbni Haldun’un, “İnsanlar birbirlerini tanıdıkça savaşlar azalır” dediğini hatırlatarak, Osman Okkan’ın yıllardır bunu farklı ülkelerden sanatçıları bir araya getirerek yaptığını vurguladı. 

Okkan’ın böylece insanların farklı kültürleri tanımalarına katkıda bulunduğunun altını da çizdi. 

Fuar organizatörü Fikret Güneş de Okkan’ı tebrik ederken, “Gazeteci ve yönetmen Osman Okkan, kültürler arasında anlaşma, kaynaşma, farklı kültürlerin ve toplumların birbirini daha iyi tanıması konusunda elli yılı aşkın bir zamandır çaba gösteriyor. 

Osman Okkan, Türkiye Almanya Kültür Forumu ile köprüler kuruyor. Türkiye ile Almanya arasında, Türkiye’deki farklı etnik gruplar arasında, Yunanistan ya da Ermenistan ve Türkiye toplumları arasında. Kimi zaman bu yolda karşısına çıkan engellere rağmen ya da zaman zaman destek için gereğinden fazla çaba sarfetmek zorunda kalmasına rağmen yorulmadan, usanmadan çalışıyor. Misyonu barış. Çalışmaları, özellikle filmleri bu misyonun bir eseri” dedi. 

Osman Okkan da, “Bu ödülü almak benim için bir onur. Bu ödül beni ve Türkiye Almanya Kültür Forumu ekibini daha kardeşçe, daha barış dolu bir Almanya ve Türkiye için çalışma konusunda destekleyecek. Genç insanların birbirini öldürmedikleri, öldürmek zorunda bırakılmadıkları daha demokratik, daha adil, daha barış dolu toplumlar için mücadelemizi sürdüreceğiz” dedi.

 NAZIM HİKMET’TEN MURATHAN MUNGAN’A

Osman Okkan’ı ber 1987 yılında Hürriyet’in Bonn Temsilcisi olarak göreve başladıktan sonra tanıdım. Araştıran, soruşturan, sorgulayan bir medyacıydı. Bu tutumunu hiç değiştirmedi. Türkiye’den gelen yazarlarla, sanatçılarla hep iç içe oldu. 

Aziz Nesin, Fakir Baykurt, Yaşar Kemal gibi Türk edebiyatının dönemin yaşayan abidelerine hem eşlik etti, hem de tercümanlık yaptı. 

WDR’de çalıştığı yıllarda ilk uzun metrajlı belgesellerini hazırladı. Bu belgeseller arasında Türk kökenli göçmenlerin video tutkusunu içeren Ödünç Hayaller (Hanno Brühl ile 1983), Nazım Hikmet – Şair ve İsyankar (1992), Patlayıcı Fikirler – Türkiye’deki Entelektüeller (1996) ile Yaşar Kemal – Siyaset ve Şiir Dolu Bir Yaşam (1997) vardı. Rusya’da Nazım Hikmet belgeselini çektiği dönemlerde ciddi bir şekilde rahatsızlandığını hatırlıyorum. Ama pes etmeyip, belgeseli tamamladı. 2012 yılında tamamladığı ve toplam altı bölümden oluşan İnsan Manzaraları adlı belgesel dizisi yoğun ilgi gördü. 

Bu dizide Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Elif Şafak, Murathan Mungan ve Aslı Erdoğan gibi altı çağdaş Türk yazarın portresini çizdi. Türkiye’nin uluslararası üne sahip efsanevi fotoğrafçısı Ara Güler ile ilgili filmi Ara Güler – Bir İstanbul Efsanesi bundan kısa bir süre önce İstanbul’da gösterildi. 

Dün akşam da Essen’de. Ara Güler de oradaydı. Okkan, Türkiye’nin yakın tarihini içeren dört bölümlük yeni bir belgesel çekti. Bu aylarda WDR televizyonunda yayımlanacak. Bu yapıtlarıyla Osman Okkan, Almanya ile Türkiye, Türkler ile Almanlar arasında tam bir kültür köprüsü mimarı işlevi görüyor.

LİYAKAT NİŞANI’NI GAUCK’TAN ALMIŞTI 

Osman Okkan, 2004 yılında Simone Sitte ile birlikte hazırladığı Mübadele – Barış İçin Sürgün adlı belgesel için Öngören Demokrasi ve İnsan Hakları ödülü aldı. 2009 yılında yine Simone Sitte ile hazırladığı Hrant Dink Cinayet Dosyası, 2010 World Media Festivali’nde Intermedia Globe Gold ödülüne layık görüldü. 

Osman Okkan, fahri çalışmalarından dolayı 2012 yılında Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti (NRW) Liyakat Nişanı’nı aldı. Ödül kendisine Eyalet Başbakanı Hannelore Kraft tarafından takdim edildi. 2014 yılında da Almanya Federal Cumhuriyeti Liyakat Nişanı’na layık görüldü. Başkent Berlin’deki ödül töreninde Okkan nişanını Alman Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’dan aldı. Evet kültür elçisi, kültür köprüsü mimarı Osman Okkan, bu ödülleri gerçekten hak etti.

KÜLTÜR FORUMU’NUN SÖZCÜLÜĞÜNÜ YAPIYOR

Osman Okkan, 1980’li yıllarda birçok sanatçı, yazar, kültür adamı ve medyacının girişimiyle oluşan ve 1993 yılında resmen Türkiye Almanya Kültür Forumu adı altında kurulan derneğin yıllardır sözcülüğünü yapmaktadır. 

Aziz Nesin, Yaşar Kemal ve Alman yazar Günter Grass, Kültür Forumu’nun onursal başkanlığını yapmışlardı. Yunanlı Mikis Theodorakis ile Zülfü Livaneli’nin onursal başkanlığını yaptığı Kültür Forumu, kuruluşundan beri birkaç dilli medya projeleri de hayata geçiriyor. Örneğin gençler için düşünülen Cafeterra adlı çok dilli internet portalı veya vizyoner proje Yeni Avrupalılar için Yeni Medya, Avrupa Birliği ve Türkiye arasındaki karşılıklı diyaloğun yenilikçi formlarını oluşturuyor. 

Kültür Forumu, Heinrich Böll Vakfı ve Robert Bosch Vakfı ile birlikte Türk - Alman Gazetecilik programını geliştirdi. Bu programa şimdiye kadar 150’den fazla Alman ve Türk gazeteci katıldı. Sayısız birçok farklı organizasyon ile birlikte Kültür Forumu uluslararası alanda basın ve ifade özgürlüğü için de çalışmalar yürütmektedir.

 

Ludmila Dalaman

"Ateş" filminin Almanya galası yapıldı

Galada gösterim öncesi Haluk Piyes ve oyuncu Tamer Yiğit, kırmızı halıda basın mensuplarına poz verdikten sonra filmi seyircilerle izledi. Haluk Piyes, AA muhabirine yaptığı açıklamada, doğup büyüdüğü Köln şehrinde filmin gösteriminin gurur verici  olduğunu belirterek, filmin rüştünü ispatlayacağına inandığını ve burada olmaktan dolayı çok mutlu olduğunu söyledi. Genel olarak film çekmenin zorlu bir meziyet olduğunu ifade eden Piyes, filmi orijinal mekanlarda çektiklerini ve çeşitli aksiyon sahneleri olduğunu belirterek, "Karaköy, Tarlabaşı gibi İstanbul'un arka sokaklarında gece yarılarında film çekmek biraz zor olabiliyor ama bir o kadar da sıcak karşılanıyorsunuz. Mesela Tophane çekimlerinde aileler çaylar getiriyor, yemek getiriyor, bunları unutamıyorsunuz." dedi. Filmin asla didaktik bir proje olmadığını belirten Piyes, "Macera dolu, aşk dolu, aksiyon dolu bir proje. Filmde bazı mesajlar veriyoruz. Filmde ilgi, bilgi ve sevgi aşısından bahsediyoruz. İnsanlar birbirini sevsin ötekileştirmesin, bütün çocuklar bizim çocuklarımız" şeklinde konuştu. Hayranlarına yeni film müjdesi de veren Piyes, bu filmden sonra çekmeyi planladıkları filmi 16 yıl önce tasarladıklarını, Anadolu rüyasını anlatan "Paşa" ismindeki bu filmin Almanya'da başlayacağını, daha sonra Türkiye ve Amerika'da devam edeceğini dile getirerek, şöyle konuştu: "Ayağımızı yorganımıza göre uzatmak istedik. Bir iki film Türkiye'de antrenman oldu. Bir sonraki film köprü filmi olacak. Buradaki gurbetçilerimizin de sorunlarını, aşklarını, işte verdikleri kavgalarını, bazen de ringde verdiğimiz kavgaları anlatacak. Çok renkli ve büyük bir film olacak. Nasipse bu sene sonunda o filmi çekmeye başlıyoruz." Fimde Cihangirli ve Tophaneli iki yakın arkadaş olan Ateş ve Yavuz'un uyuşturucu satıcılarıyla hesaplaşmalarının yanı sıra, bir başka toplumsal yara olan zorla evlendirilmek istenen Aleyna'nın hikayesi konu ediliyor. 

 

Ludmila Dalaman

Aslı Özge’nin „Ansızın/Auf Einmal“ isimli filmi Berlinale'de ödüle layık görüldü.

Dünya prömiyerini festivalin Panorama Bölümü’nde yapan film 'Label Europa Cinemas' özel mansiyon ödülünü kazandı

Aslı Özge (Soldan üçüncü) Berlinale’de gösterilen filminde Julia Jentsch ve Sebastian Hülk gibi ünlü Alman oyuncularla çalıştı ve filmi Almanca çekti.
Aslı Özge (Soldan üçüncü) Berlinale’de gösterilen filminde Julia Jentsch ve Sebastian Hülk gibi ünlü Alman oyuncularla çalıştı ve filmi Almanca çekti.

Aslı Özge’nin „Ansızın/Auf Einmal“ isimli filmi 66.Berlin Film Festivali’nde „Label Europa Cinemas Özel Mansiyon“ Ödülü’ne layık görüldü. Dünya prömiyerini festivalin Panorama Special Bölümü’nde yapan ve hem seyircilerden hem de sinema yazarlarından olumlu tepkiler alan filme ödül „yüksek artistik kalitesi“ nedeniyle verildi. Filmin senaryosunu da yazan yönetmen Aslı Özge ödül ile ilgili olarak Zaman’a yaptığı açıklamada „Jüri, Europa Cinemas Berlin Label Özel Mansiyonu’nu, özellikle filmlerin dağıtımının çok sınırlı olduğu günümüzde, sinema sahipleri ve dağıtımcıların dikkatini bu filme çekmek amacıyla vermiş. O yüzden sevindim. Umarım amacına ulaşır.“ dedi.

Europa Cinemas Berlin Label Ödülü’nü veren jüri İsveçli, Polonyalı ve Litvanyalı sinema dağıtımcılarından oluştu. Europe Sinema dağıtım ağına 42 dağıtımcı ile 977 sinema üye bulunuyor. İlk filmi „Köprüdekiler“ ile İstanbul, Adana ve Ankara Film Festivalleri’nde en iyi film ödülleri alan Özge’nin bir önceki filmi „Hayatboyu“ da, dünya galasını Berlin Film Festivali’nde yapmıştı.

Almanya, Fransa ve Hollanda ortak yapımı olarak gerçekleşen ve Almanca olarak çekilen „Ansızın“ filminin görüntü yönetmenliğini Emre Erkmen gerçekleştirdi. Filmin başrollerini ise Haneke’nin „Beyaz Bant“ ve Tarantino’nun „Eşkiya Çetesi“ filmlerinde rol alan Sebastian Hülk, Sophie Scholl filmiyle gümüş ayı ödülü kazanan Julia Jentsch ve Spielberg’in „Münih“ filmindeki rolüyle hatırladığımız Hans Zischler paylaşıyor.

Türkiye – Almanya Ortak Yapım Fonu desteğini de alan „Ansızın“, aniden meydana gelen bir olayın insanı kendi zayıflıkları ve korkularıyla karşı karşıya bırakması sonucunda hayatını ve içinde bulunduğu çevreyi sorgulamasını konu alıyor.

 

Ludmila Dalaman

Berlinale'ye Mülteci Krizi Damgası

BaşkanlığınıMeryl Streep’in yaptığı jüri en iyi filme verilen ‘Altın Ayı’ ödülü için, ‘Fuocoammare’ adlı belgesel filmi seçti.

Fuocomare' filmiyle Altın Ayı ödülünü kazanan İtalyan yönetmen Gianfranco Rosi ve Jüri Başkanı Merly Streep
Fuocomare' filmiyle Altın Ayı ödülünü kazanan İtalyan yönetmen Gianfranco Rosi ve Jüri Başkanı Merly Streep

Cannes ve Venedik ile birlikte sinema festivallerinin üç büyüklerini oluşturan Berlin Film Festivali'nin Altın ve Gümüş Ayı ödülleri sahiplerini buldu. Başkanlığını ABD’li oyuncu Meryl Streep’in yaptığı jüri en iyi filme verilen ‘Altın Ayı’ ödülü için, ‘Fuocoammare’ adlı belgesel filmi seçti.

 İtalyan yönetmen Gianfranco Rosi, yıllardır sığınmacıların Akdeniz’i aşarak Avrupa topraklarına ilk ayak bastığı yerlerden olan Lampedusa Adası sakinlerinin hayatlarından bir kesit sunuyor. Filmin yönetmeni Rosi, gösterimden önce düzenlenen basın toplantısında, herkesin gözü önünde gerçekleşen bir trajediyi anlatmak istediğini belirterek, “Hepimiz, sığınmacılar konusunda sorumluluk taşıyoruz. Akdeniz’de yaşananlar, Nazi döneminde Yahudilerin yok edilişinden sonra insanlığın en büyük trajedilerinden biridir” dedi.

2013 Berlin Film Festivali'nde ‘Bir Hurdacının Hayatı’ ile Jüri Büyük Ödülü'nü kazanan Bosna Hersekli yönetmen Danis Tanović ‘Death in Sarajevo’ adlı filmi ile yine aynı ödülü kazandı. Film 1914'te Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesine neden olan suikastın 100. yıldönümünde Saraybosna'da geçiyor ve Avrupalılığı sorguluyor.

Berlinale’nin iyi yönetmen dalındaki ‘Gümüş Ayı’ ödülünü ise Fransız kadın yönetmen Mia Hansen-Løve kazandı. Genç yönetmen ‘L’Avenir’ adlı yapıtında Paris'teki bir üniversitede felsefe dersleri veren Nathalie'nin kocasının kendisini terk edeceğini açıklamasıyla değişmesini ve kendi ayakları üzerinde durma mücadelesini işliyor.

En iyi oyunculuk dalında ‘Gümüş Ayı’ ödülleri Danimarkalı yönetmen Thomas Vinterberg’in yeni filmi ‘The Commune’ daki rolü için Danimarkalı oyuncu Trine Dyrholm ve Tunuslu yönetmen Mohamed Ben Attia'nın ‘Inhebbek Hedi’ adlı filmdeki performansı için Majd Mastoura’ya layık görüldü.

Arap Baharı’nın işlendiği bu filmin yanı sıra Berlinale’de birçok filme sığınmacılar ve göç konuları damga vurdu. O yüzden ‘Fuocoammare’nın başarısı pek şaşırtıcı olmadı.

Festivalde 77 ülkeden 434 film sinemaseverlerle buluşurken, halka açık gösterimleri 300 bine yakın sinemaseverin izlediği açıklandı.

Bu yılki ‘Altın Ayı’ yarışında Türkiye’den film yoktu. Ama Türk Sineması'ndan yeni ve iddialı eserler gösterildi ve eleştirmenler tarafından çok beğenildi, ‘Genç Pehlivanlar’ belgeseli, GenerationK bölümünde Jüri Özel Mansiyon Ödülü kazandı.

Yönetmen Aslı Özge’nin Almanya’da ve Almanca çektiği ‘Ansızın’ adlı filmi, tesadüfi bir olayın insanı kendi zayıflıkları ve korkularıyla karşı karşıya bırakması sonucunda hayatını ve içinde bulunduğu çevreyi sorgulamasını konu alıyor. Eşi iş seyahatinde olan Karsten’in evinde bir partinin ardından, son kalan misafir Anna aniden ölüyor. Bu olay ile şüpheli duruma düşen Karsten’in ufak bir şehirde sürdüğü düzenli hayatı alt üst oluyor. Çevresindeki insanlar da birer birer etrafından uzaklaşıyor. İlk filmi ‘Köprüdekiler’le İstanbul, Adana ve Ankara Film Festivalleri’nde en iyi film ödülleri alan Özge’nin filminde başrolleri Quentin Tarantino’nun ‘Soysuzlar Çetesi’ filminde rol alan Sebastian Hülk ve şu anda en çok beğenilen Alman kadın oyuncuların başında gelen Julia Jentsch paylaşıyor.

Festivalin Forum bölümünde gösterilen Ahu Öztürk’ün ‘Toz Bezi’ adlı filmi de sinemaseverelerin büyük ilgisini topladı. İstanbul’un farklı yaşamları arasında sıkışıp kendilerine bir çıkış arayan iki gündelikçinin mücadelesini anlatan film, Türkiye’de kadınların yaşadığı zorlukları ele alıyor. Ahu Öztürk’ün ilk uzun metrajlı filminde başrolleriNazan Kesal ve Asiye Dinçsoy paylaşıyor.

Festivalin çocuk ve gençlik filmlerinin gösterildiği Generation Kplus bölümünde gösterilen bir diğer Türk filmi ise belgesel 'Genç Pehlivanlar’ oldu. Jüri Özel Mansiyon Ödülü’nü kazanan filmde, yönetmen Mete Gümürhan ailelerinden ayrılıp Amasya'daki yatılı Güreş Eğitim Merkezi'ne yerleşen ve bir gün güreş dalında dünya şampiyonu olmayı hedefleyen çocukların hikayesini işliyor.

Generation KPlus bölümünde gösterilen bir diğer Türk filmi Barış Kaya ve Sonar Caner'in yönettiği 'Rauf’. Film, Kars’ın bir köyünde yaşayan küçük Rauf’un kendi kapalı dünyasında aşkın sınırsızlığıyla tanışmasının hikayesini anlatıyor. Rauf’un şiddet ve çatışmalar tarafından sınırlanan gri dünyasında tek hedefi onun için aşkın sembolü haline gelen ‘Pembe’yi bulmak ve Zana’ya sunmak.

Türk sineması Berlin Film Festivali'ndeki en önemli çıkışlarını 1964 ve 2010 yıllarında yaptı. Yönetmenliğini Metin Erksan'ın yaptığı ‘Susuz Yaz’ 1964 yılında, Semih Kaplanoğlu'nun ‘Bal’ adlı filmi ise 2010 yılında Berlinale'nın en büyük ödülü olan ‘Altın Ayı’yı kazandı.

 

Ludmila Dalaman

 

Berlin Film Festivali Berlinale muhteşem bir törenle açıldı

Berlinale bu yıl da siyasi mesajların verildiği bir festival olma özelliğini koruyor

Açılış törenine katılanlar arasında öne çıkan isim George Clooney oldu
Açılış törenine katılanlar arasında öne çıkan isim George Clooney oldu

 

Berlin Film Festivali bu yıl da siyasi mesajların verildiği bir festival olma özelliğini korudu. Bu kez “Mutluluk Hakkı” sloganıyla yola çıkan Berlinale’de dikkatler sığınmacıların sorunlarına çekiliyor. Festivalde değişik ülkelerden 18 film  “Altın Ayı” için yarışacak. Türkiye ise yan bölümlerde temsil ediliyor ve “Kristal Ayı” ödülüne aday ülkeler arasında bulunuyor.

66.Berlin Film Festivali “Berlinale” muhteşem bir törenle açıldı. Kırmızı halıda yürüyen ünlüler arasında oyuncu Merly Streep’e gösterilen ilgi görülmeye değerdi. Berlinale Palast’ın etrafına döşenen bariyerlerin ardında yer tutan hayran kalabalığı Streep’in adını yüksek sesle söyleyerek tempo tuttu. Gördüğü ilgiyle duygulanan ünlü oyuncu imzalaması için uzatılan hiçbir fotoğrafı geri çevirmedi ve bol bol imza vererek sevenlerini mutlu etti.  Üç kez Oskar Ödülü’ne layık görülen Merly Streep bu yıl festivalde jüri başkanı olarak görev yapacak. Meslek hayatı boyunca ilk kez bir jüride yer aldığını ve ilk kez jüri başkanlığı yapacağını belirten Merly Streep üstlendiği görevi “Büyük sorumluluk gerektiren bir iş” olarak tanımladı.

Berlinale’nin açılış törenini geçen yıllarda olduğu gibi yine oyuncu ve komedyen Anke Engelke başarıyla sundu. Töreni açarken daha ilk cümleleriyle savaş mağduru sığınmacılara dikkat çeken Engelke “Bizler mutlu azınlığız. Dışarıda kuyrukta bekleyenler arasında olup içeriye girememek de vardı” diyerek kapılarını sığınmacılara kapatmanın yollarını arayan Avrupa Birliği’ne serzenişte bulundu. Festivale Federal Hükümet’in Kültür ve Medyadan Sorumlu Devlet Bakanı Monika Grütters ile Berlin Eyalet Başbakanı Michael Müller de katıldılar ve yaptıkları konuşmalarda sığınmacıların sorunlarına dikkat çekerek yerlerinden yurtlarından olan insanlara yardımcı olmak için eldeki tüm olanakların seferber edilmesinden yana tavır koydular.

Berlin Film Festivali ilk kez düzenlendiği 1951 yılından bu yana dünyadaki sorunların nabzını tutan ve sorunları gündeme getiren siyasi bir festival olarak varlığını korudu. Nite

kim bu yıl da “Mutluluk hakkı” sloganıyla sığınmacıların sorunlarına dikkat çekiliyor. Dünyanın sorunlarına kayıtsız kalmayan ünlü oyuncu George Clooney belki de bu özelliğinden ötürü Berlin Film Festivali’ne sık sık konuk oluyor. 66.Berlin Film Festivali’nin açılışı Clooney’nin son filmi, Joel ve Ethan Coen kardeşlerin yönettiği “Hail, Ceasar!” ile yapıldı. Konusu 1950’lerde geçen ve Hollywood’un geçmişini tiye aldığı komedi tarzındaki filmiyle ilgili toplantıda Clooney, başbakan Angela Merkel ile bugün bir görüşme yapacağını ve sığınmacıların sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak amacıyla görüş alışverişinde bulunacağını bildirdi. Festivale güzel eşi Amal ile katılan George Clooney’nin Berlin’de kaldığı süre içinde bir sığınmacı yurdunu ziyaret etmesi de bekleniyor. Açılış törenine katılan uluslararası ve ulusal ünlüler arasında Tilda Swinton, Josh Brolin, Alden Ehrenreich, Channing Tatum, Daniel Brühl, Iris Berben, Heike Makatsch, Wim Wenders, Doris Dörrie, Elyas M’Barek, Volker Schöndorff, Senta Berger, Meret Becker, Tom Schilling, Jessica Schwarz, Tom Tykwer, Sebastian Koch, Çinli sanatçı Ai Weiwei gibi isimler yer aldılar. Festivale gelmesi beklenen yıldızlar arasında ise Julianne Moore, Michael Shannon, Jude Law,Tim Robbins, Emma Thompson, Brendan Gleeson bulunuyor.

 

Ludmila Dalaman 

 

Berlin Film Festivali Berlinale Bu Yıl da İddialı

21 Şubat’a kadar sürecek festivalde 77 ülkeden 434 film, sinemaseverlerle buluşacak

Berlinale"yi 500 bine yakın sinemaseverin izlemesi bekleniyor
Berlinale"yi 500 bine yakın sinemaseverin izlemesi bekleniyor

 

Cannes ve Venedik ile birlikte sinema festivallerinin üç büyüklerini oluşturan Uluslararası Berlin Film Festivali “Berlinale” 11 Şubat akşamı başlıyor. 21 Şubat’a kadar sürecek festivalde 77 ülkeden 434 film, sinemaseverlerle buluşacak. Festivali 500 bine yakın sinemaseverin izlemesi bekleniyor.

 

“Altın Ayı” ve “Gümüş Ayı” ödülleri alacak filmleri belirleyecek jürinin başkanlığını Hollywood’un yaşayan efsanevi ismi ABD’li oyuncu Meryl Streep yapacak. Festivalde bu yıl büyük ödül “Altın Ayı” için yarışacak 18 film arasında Almanya, Fransa, İran, ABD, Tunus, Danimarka ve İngiltere'den de yapımlar var.

 

Geleneksel olarak yarışma dışı olan açılış filmi zengin oyuncu kadrosu ile dikkat çeken “Hail, Caesar!” ABD'li yönetmen kardeşler Joel ve Ethan Coen'in, Josh Brolin, George Clooney, Scarlett Johansson, Frances McDormand, Tilda Swinton, Ralph Fiennes ve başka birçok tanınmış oyuncunun rol aldığı filmi, izleyicileri Amerikan sinemasının “Altın Çağı” olarak tanımlanan 1950’li yıllarda Hollywood kulislerine götürüyor.

 

Festivalin heyecanla beklenen filmlerinden biri, başrollerini Colin Firth, Jude Law ve Nicole Kidman’ın paylaştığı, Michael Grandage’nin yönettiği “Genius”. “Take Shelter”ın yönetmeni Jeff Nichols’ın yeni filmi “Midnight Special” ve “dogma” ekolünden filmleriyle tanınan Danimarkalı yönetmen Thomas Vinterberg’in yeni filmi “The Commune” da ödül için yarışacak. “Altın Ayı” için aday filmler arasında Filipinli Lav Diaz, İranlı Mani Haghighi ve Rafi Pitts, Boşnak Danis Tanoviç gibi yönetmenlerin imzasını taşıyanlar da bulunuyor. ABD'li yönetmenler Spike Lee'nin “Chi-Raq” ve ve Michael Moore'un belgesel filmi “Where To Invade Next” de yarışma dışında gösterilecek.

 

Berlinale’yi, Cannes ve Venedik’deki diğer iki dev festivalden ayıran en önemli özelliklerinden biri, siyasi söylemli filmlere ağırlık vermesi. Festivalin bu yıl da doğrudan siyasi bir tavır sergileyeceğini açıklayan Berlinale yöneticisi Dieter Kosslick, filmlerde “mülteci krizinin ve insanların mutluluk arayışı” temalarının öne çıkacağını söyledi.

 

Bu yılki “Altın Ayı” yarışında Türkiye’den film yok. Ama Türk sinemasından yeni ve iddialı eserler gösterilecek. Bunlardan biri festivalin popüler yan programı Panorama Special seçkisine alınan Asıl Özge imzalı “Ansızın”. İlk filmi “Köprüdekiler” ile Türkiye’deki festivallerde büyük ödüller kazanan Özge, şiddeti önceden kestirilemeyen tesadüfi bir olayın insanı kendi zayıflıkları ve korkularıyla karşı karşıya bırakması sonucunda hayatını ve içinde bulunduğu çevreyi sorgulamasını konu alıyor.

 

Forum bölümünde ise Ahu Öztürk’ün “Toz Bezi” gösterilecek. Film, iki gündelikçi kadının İstanbul'daki hayat mücadelesini anlatıyor. Festivalin çocuk ve gençlik filmlerinin gösterildiği Generation Kplus bölümünde “Kristal Ayı” ödülü için yarışmaya hak kazanan bir film Ümit Köreken'in yönettiği “Mavi Bisiklet”. Hazırlık ve çekim dönemi beş yıl süren “Mavi Bisiklet”, bir çocuğun büyüklerin dünyasında karşılaştığı adaletsizliklere kendince çözüm arayışını naif bir anlatımla beyazperdeye taşıyor.

 

Yine Generation Kplus’un yarışma bölümüne seçilen bir diğer Türk filmi ise belgesel “Genç Pehlivanlar”. Yönetmen Mete Gümürhan, ailelerinden ayrılıp Amasya'daki yatılı Güreş Eğitim Merkezi'ne yerleşen ve bir gün güreş dalında dünya şampiyonu olmayı hedefleyen çocukların hikayesini işliyor. Generation KPlus bölümünde yarışacak üçüncü Türk filmi Barış Kaya ve Sonar Caner'in yönettiği “Rauf”. Film, Kars’ın bir köyünde yaşayan küçük Rauf’un kendi kapalı dünyasında aşkın sınırsızlığıyla tanışmasının hikayesini anlatıyor.

 

Türk sineması Berlin Film Festivali'ndeki en önemli çıkışlarını 1964 ve 2010 yıllarında yaptı. Yönetmenliğini Metin Erksan'ın yaptığı “Susuz Yaz” 1964 yılında, Semih Kaplanoğlu'nun “Bal” adlı filmi ise 2010 yılında Berlinale'nın en büyük ödülü olan “Altın Ayı”yı kazandı.

 

Ludmila Dalaman

Berlin'de Altın Ayı için 18 film yarışacak

Festival bu yıl 11-21 Şubat tarihlerinde düzenlenecek

Bu yıl Festival 11-21 Şubat  tarihlerinde düzenlenecek Berlin Film Festivali'nde 18 film 'Altın Ayı' için yarışacak.

66. Berlinale - Berlin Film Festivali, Coen kardeşlerin ‘Hail, Caesar!’ filmi ile açılacak. Yarışma programında bu sene özellikle Michael Grandage, Jeff Nichols ve Thomas Vinterberg‘in filmleri merakla bekleniyor.

Iırkçı ayrımcılık yapıldığı gerekçesiyle akademi ödüllerine boykot çağrısı yapan ve Oscar törenine katılmayacak olan Spike Lee’nin yönettiği ‘Chi-Raq‘ filmini son dakika özel gösterim için programa alan Berlinale böylece yine politik ve diplomatik bir festival olduğunu sergileme fırsatını kaçırmadı.

Berlinale’nin geçen sene kadınlara verdiği önemden ise bu sene pek bir eser yok. Altın Ayı için yarışacak kadın yönetmenlerin sayıları bu sene sadece iki: Almanya’dan yarışma bölümünde gördüğümüz tek filmin yönetmeni Anne Zohra Berrached ve Fransız Mia Hansen- Løve. Ancak jüri başkanı Merly Streep.

Ahu Öztürk’ün filmi ‘Toz Bezi‘, festivalin ‘Forum” bölümünde gösterilirken, 13 uzun metrajlı filmin yer aldığı ’Generation Kplus‘ kategorisinde Ümit Köreken’in ilk uzun metrajlı filmi ‘Mavi Bisiklet‘, Barış Kaya ve Soner Caner’in ilk uzun metrajlı filmleri ‘Rauf‘ ile Mete Gümürhan’ın yönettiği ‘Genç Pehlivanlar‘, “Kristal Ayı” için yarışacak.

Berlinale Dünya Sinema Fonu 47 ülkeden 120 proje arasından seçtiği Pelin Esmer’in ‘İşe Yarar Bir Şey‘ adlı film projesi için 40.000 Euro yapım desteği verecek. Film Türkiye’den Mars Yapım ve Almanya’dan Mitosfilm işbirliği ile gerçekleştirilecek.

Berlinale sırasında açılacak Avrupa Film Pazarı’ndaki Türkiye Standı’nın organizasyonu T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Ankara Sinema Derneği’ne verildi. Stantta dağıtılmak üzere kısa film ve belgeseller ile uzun metrajlı filmler için İngilizce olarak iki ayrı katalog hazırlandı. Katalogda Türkiye’de düzenlenen film festivalleri ile ilgili bir bölüm de yer alıyor. Ayrıca uzun metrajlı filmlerin İngilizce altyazılı fragmanlarından oluşacak bir DVD ile kısa metrajlı film seçkisinin ve kısa metrajlı belgesel film seçkisinin yer alacağı DVD setleri dağıtılacak.

Gösterilecek filmler

Festivalde yarışacak filmlerle birlikte gösterilecek tüm filmlerin listesi:

24 Wochen (24 Weeks)

Almanya – Yönetmen: Anne Zohra Berrached

Chang Jiang Tu (Crosscurrent)

Çin Halk Cumhuriyeti – Yönetmen: By Yang Chao

Chi-Raq – yarışma dışı

ABD – Yönetmen: Spike Lee

Des nouvelles de la planète Mars (News from planet Mars) – yarışma dışı

Fransa / Belçika – Yönetmen: Dominik Moll

Inhebbek Hedi (Hedi)

Tunus / Belçika / Fransa – Yönetmen: Mohamed Ben Attia

Mahana (The Patriarch) – yarışma dışı

Yeni Zelanda – Yönetmen: Lee Tamahori

Saint Amour – yarışma dışı

Fransa / Belçika – Yönetmen: Benoît Delépine, Gustave Kervern

Soy Nero

Almanya / Fransa / Meksika – Yönetmen: Rafi Pitts

Alone in Berlin

Almanya / Fransa / İngiltere – Yönetmen: Vincent Perez

Boris sans Béatrice (Boris without Béatrice)

Kanada – Yönetmen: Denis Côté

Cartas da guerra (Letters from War)

Portekiz – Yönetmen: Ivo M. Ferreira

Ejhdeha Vared Mishavad! (A Dragon Arrives!)

İran – Yönetmen: Mani Haghighi

Fuocoammare (Fire at Sea)

İtalya / Fransa – Yönetmen: Gianfranco Rosi

Genius

ABD – Yönetmen: Michael Grandage

Hail, Caesar! – yarışma dışı

Joel and Ethan Coen

ABD – Yönetmen: Ethan Coen, Joel Coen

Hele Sa Hiwagang Hapis (A Lullaby to the Sorrowful Mystery)

Filipinler / Singapur – Yönetmen: Lav Diaz

Kollektivet (The Commune)

Danimarka / İsveç / Hollanda – Yönetmen: Thomas Vinterberg

L’avenir (Things to Come)

Fransa / Almanya – Yönetmen: Mia Hansen-Løve

Midnight Special

ABD – Yönetmen: Jeff Nichols

Quand on a 17 ans (Being 17)

Fransa – Yönetmen: André Téchiné

Smrt u Sarajevu / Mort à Sarajevo (Death in Sarajevo)

Fransa / Bosna Hersek – Yönetmen: Danis Tanović

Zero Days

ABD – Yönetmen: Alex Gibney

Zjednoczone Stany Miłosci (United States of Love)

Polonya / İsveç – Yönetmen: Tomasz Wasilewski

 

Ludmila Dalaman

‘Mustang’ en iyi yabancı film Oscar’ına aday

İnebolu’da geçen bir hikayeyi ele alan Deniz Gamze Ergüven’in ‘Mustang’ filmi, Altın Küre’den sonra Oscar’a da aday gösterildi

28 Şubat’ta Los Angeles’in Dolby Tiyatrosu’nda 88’incisi düzenlenecek Oscar ödülleri için yarışacak isimler açıklandı. Listede ‘Mustang’ de yer aldı.

Karadeniz kıyısında yaşayan beş kız kardeşin özgürlükleri için verdiği mücadeleye odaklanan ve başrollerini Güneş Şensoy, Doğa Doğuşlu, Elit İşcan, Tuğba Sunguroğlu ile İlayda Akdoğan’ın paylaştığı film, Fransa’dan yabancı dilde en iyi film kategorisinde aday gösterildi.

Türkiye-Fransa-Almanya ortak yapımı film Cannes’da ‘Europa Cinemas Label’ ödülünü, Odesa’da ‘Büyük Ödül’ü ve ‘En İyi Yönetmen’i, Saraybosna’da ‘En İyi Film’i ve filmin beş genç oyuncusuna birden verilen ‘En İyi Kadın’ı, Batum’da yine aynı beş oyuncunun paylaştığı ‘En İyi Kadın’ı kazanmıştı.

Film son olarak 28. Avrupa Film Ödülleri’nde Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Federasyonu (FIPRESCI) tarafından verilen ‘Keşif Ödülü’nün sahibi olmuştu.

Adayların listesi şöyle:

En İyi Film: The Big Short, Bridge Of Spies, Brooklyn, Mad Max: Fury Road, The Martian, The Revenant, Room, Spotlight

En İyi Yönetmen: Lenny Abrahamson – Room, Alejandro Gonzalez Iñárritu – The Revenant, Adam McKay – The Big Short, Tom McCarthy – Spotlight, George Miller – Mad Max: Fury Road

En İyi Erkek Oyuncu: Bryan Cranston – Trumbo, Matt Damon – The Martian, Leonardo DiCaprio – The Revenant, Michael Fassbender – Steve Jobs, Eddie Redmayne – The Danish Girl

En İyi Kadın Oyuncu: Cate Blanchett – Carol, Brie Larson – Room, Jennifer Lawrence – Joy, Charlotte Rampling – 45 Years, Saoirse Ronan – Brooklyn

En İyi Yabancı Film: Embrace of the Serpant, Mustang, Son of Saul, Theeb, A War

 

Ludmila Dalaman

''Delibal'' Berlin'de gösterime girdi

Delibal filminin Almanya galası Berlin’de yapıldı

'Delibal' sinema filmi Almanya’da gösterime girdi
'Delibal' sinema filmi Almanya’da gösterime girdi

Çağatay Ulusoy ve Leyla Lydia Tuğutlu’nun başrollerini paylaştığı 'Delibal' sinema filmi Almanya’da gösterime girdi. 

Yönetmenliğini Ali Bilgin’in, senaristliğini ise Yıldırım Türker’in üstlendiği filmin Berlinli izleyicilerle buluşmasını Af-Media üstleniyor.Berlin’de yapılan galaya başrol oyuncuları Çağatay Ulusoy, Leyla Lydia Tuğutlu ve yönetmen Ali Bilgin de katıldı. Berlinlilerin yoğun ilgisiyle karşılaşan oyuncular bol bol fotoğraf çektirdiler. Filmde başrol oyuncuları Ulusoy ve Tuğutlu’ya; Hüseyin Avni Danyal, Laçin Ceylan, Mustafa Avkıran, Nazan Kesal, Toprak Sağlam eşlik ediyor. Filmin kısaca öyküsü şöyle: 

İzleyici aynı üniversitede öğrenci olan Barış ve Füsun’un tutku dolu aşk hikâyesine tanıklık ediyor. Mimarlık öğrencisi olan ve hobi olarak müzik yapan Barış hayatın tadını çıkarmaktan keyif alan birisidir. Füsun’u ilk gördüğü anda hayatında hiç bilmediği bir duyguya kapılmıştır. Hep teğet geçen aşk bu defa Barış’ı yakalamıştır. Aşkı ona tattıran bu kız kimdir? İsmini bile bilmediği ama aşık olduğu bu kıza bir şekilde ulaşmak ister ve ulaşır da… Füsun’u bulmak, ulaşmak tamamdır da; aklında üniversiteyi derece ile bitirip Amerika’da master yapmaktan başka şey olmayan Füsun’u bir de aşka ikna etmek lazımdır. Yakışıklı, akıllı ve içten olan Barış, sonunda bunu da başarır. Füsun’u kendine aşık eder, evlenirler. Her şey masallardaki gibidir. Ta ki masal bir gün bozulana kadar.

 

Ludmila Dalaman

Almanya'da 'Kavgam' Tartışması

Kavgam, gelen tepkilere rağmen 8 Ocak tarihinden itibaren Almanya’da yeniden satışa çıkacak.

Kavgam, Nazi Almanya'sında 10 milyon kez basılmıştı
Kavgam, Nazi Almanya'sında 10 milyon kez basılmıştı

1933 yılında iktidara gelen ve 2. Dünya Savaşı’nın baş sorumlusu olan Nazi lideri Adolf Hitler’in kaleme aldığı ‘Kavgam’ isimli kitap, gelen tepkilere rağmen önümüzdeki 8 Ocak tarihinden itibaren Almanya’da yeniden satışa çıkacak.

Almanya’nın 2.Dünya Savaşı’nı kaybetmesinden sonra müttefikler tarafından ‘halkı kin ve nefrete teşvik ediyor‘ suçlamasıyla satışı yasaklanan‚ Kavgam’ın telif hakları 70 yıllığına Bavyera eyaletine teslim edilmişti. Almanya’daki yasalara göre bir yazarın ölümünün üzerinden 70 yıl geçince eserlerinin telif hakkı süresi doluyor. Bavyera eyalet hükümeti geride kalan süre içinde kitabın yeniden basılmasını engellerken, telif hakkının 31 Aralık’ta sona ermesiyle ‘Kavgam‘ tekrardan piyasaya sürülebilecek.

Hitler’in özellikle Yahudilere olan kin ve düşmanlığını anlattığı manifestosunun yeniden basılacak olmasının açtığı tartışmalar basımın bilimsel bir kurum olan Münih Çağdaş Tarih Enstitüsü tarafından üstlenilmesine neden olmuştu. Alman Yahudi Cemaati kitabın basılmasına olan çekincelerinin sadece ‘yorumlu‘ bir baskı ile kalkacağını açıklamıştı.

Alman Holokost Kurbanları Derneği ise, kitabın Almanya’daki Neonaziler için bir sembole dönüşebileceğini savunup, yayınlanmasına son ana kadar karşı çıktı ve ‘Bu karar Almanya için bir utanç kaynağıdır‘ şeklinde görüş belirtti. Münih Çağdaş Tarih Enstitüsü çatısı altında iki yıl önce bir araya gelen ve tarihçilerden oluşan komisyon, Hitler’in yazdıklarını yorumlayarak, tezleri arasındaki çelişkileri ve alıntı yaptığı kaynakları ortaya koydu. Komisyon yetkilileri yorumlu ‘Kavgam’ın, dünyanın en kanlı diktatörü olarak bilinen Hitler'in özellikle ırkçı ve Yahudi düşmanı düşüncelerini çürüteceği görüşünde.

Normalde 800 sayfa olan kitap, komisyonun yorumlarıyla 150 sayfa önsöz ve 5 bin detaylı dipnot ilavesiyle toplam 2 bin sayfa olarak 59 Euroya satışa sunulacak. Kitapta Hitler’in orijinal metinleri kitabın sağ sayfalarında, tarihçi komisyonun not ve eleştirileri ise sol sayfalarda yer alacak.

Nazi döneminde Almanya’da toplam 10 milyon kez satılan ve İncil’den sonra en çok okunan kitap rekorunu kıran ‘Kavgam’, Hitler tarafından Kasım 1923'teki Nazi ayaklanmasından sonra, Münih yakınındaki Landsberg Cezaevi'nde hapis yattığı dönemde 9 ayda yazılmıştı. Kitapta, Yahudilerle ilgili ırkçı tezlerin yanısıra, Nazi düzeninin kurulmasından sonra Almanya'nın Avrupa’nın doğusuna yayılma planları ve devletçi ekonomi politikaları ile ilgili görüşler de yer alıyor.

Yıllardır internet ortamında çeşitli dillerde indirilebilen kitap, Hitler’n doğduğu Avusturya’da ve birçok Doğu Avrupa ülkesinde yasak durumda. 2005 yılında Türkiye'de telif haklarını ödenmeden kitabın basılması Almanya ile Türkiye arasında gerilime yol açmıştı. 'Kavgam' o dönemde Türkiye'de en çok satan kitaplar listesine girerken, Alman Dışişleri Bakanlığı Türk hükümetinden, ‘kitabın kin ve düşmanlığa tahrik yaptığı’ suçlamasıyla yayınları durdurmasını istedi. Ardından Bavyera hükümetinin kitabı basan yayınevleri hakkında Türk mahkemelerinde açtığı dava sonunda, kitabın yayımlanması ve satılması Türkiye'de de yasaklanmıştı. 

Ludmila Dalaman

 

 

Zaimoğlu'nun yeni kitabı ‘Sieben Türme Viertel’ (Yedikule Mahallesi) Alman edebiyat eleştirmenlerinden tam not aldı 

Zaimoğlu, göç olgusunun kendi yaşamını olduğu gibi edebiyatını da etkilediğini belirtiyor 

Almanya’da Türk edebiyatı denince akla ilk olarak Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’un yanısıra, Nazım Hikmet ve Yaşar Kemal gibi yazarlar gelir. Ancak Almanya’da yaşayan ya da burada doğup büyümüş Türkiye kökenli yazarlar son yıllarda edebiyatseverler tarafından takip edilerek, okunanlar listelerinde kendilerine yer bulmaya başladı. Eleştirmenler Emine Sevgi Özdamar, Zafer Şenocak ve Hilal Sezgin gibi genç isimlerin Alman edebiyatını zenginleştirdiğini belirtirken, Almanca yazan Türkiye kökenlilerin kısa süre içinde bir edebiyat geleneği oluşturduğu da biliniyor. Söz konusu isimler arasında en çok tanınanı ise kuşkusuz Feridun Zaimoğlu. 1964‘de Bolu’da dünyaya gelen ve bir yaşından bu yana ailesiyle birlikte Almanya’da yaşayan Zaimoğlu, ‘Kafa örtüsü‘ adlı ilk eserini yayımladığı 1995 yılından bu yana çağdaş Alman dilinin kitapları en çok satan yazarları arasında yer alıyor. Zaimoğlu‘nun çok sayıda roman, hikaye ve denemesi bulunuyor. ‚Kafa Örtüsü’nün yanısıra ‚Leyla‘, ‚Aşk Yanığı‘ gibi romanları Türkçe’ye de çevrilen yazar Almanca'nın sözdizimini, kalıplarını ve lügatini bilinçli bir şekilde bozarak yeni kuşak Türk göçmenlerin kullandığı kırık dili de kendi eserlerine yansıtıp, eserlerinde 'karşı dil' kullanıyor. Zaimoğlu'nun yeni kitabı ‘Sieben Türme Viertel’ (Yedikule Mahallesi) Alman edebiyat eleştirmenlerinden tam not aldı ve ülkenin bu yıl çıkan en iyi 20 romanı listesine seçildi. Yazar yeni romanında babasının İstanbul’da Yedikule’de geçen gençlik döneminden yola çıkarak, bir ülkeden bir başka ülkeye göçmenin hissiyatını anlatıyor.

Bilgisayar kullanmayan ve kitaplarını daktiloda yazan Zaimoğlu, göç olgusunun kendi yaşamını olduğu gibi edebiyatını da etkilediğini ve kimlik arayışının yeni kitabına yansıdığını belirtiyor. 

 

Ludmila Dalaman

Türkiye'nin adayı 'Sivas' Oscar'dan elendi; Türk yönetmenli Fransa adayı 'Mustang' ön finalde

Berlinli yönetmen Kaan Müjdeci'nin "Sivas" filmi son 9 yapıt arasına giremedi

88. Oscar Ödülleri "Yabancı Film" dalında Türkiye'yi temsil eden Kaan Müjdeci'nin "Sivas" filmi son 9 yapıt arasına girmezken, diğer Türk yönetmen Deniz Gamze Ergüven'in Fransa adına yarışan "Mustang"ı ön finale kaldı.

"Yabancı Film" dalında yarışacak son 5 film 8 Ocak'ta açıklanacak. Ön finale kalan 9 aday film şöyle:

- "The Barand New Testament" (Belçika)
- "Embrance of the Serpents"  (Kolombiya)
- "A War" (Danimarka)
- "The Fencer" (Finlandiya)
- "Mustang" (Fransa)
- "Labyrinth of Lies" (Almanya)
- "Son of Saul" (Macaristan)
- "Viva" (İrlanda)
- "Theeb" (Ürdün) 

Ludmila Dalaman

Berlin´de Star Wars çılgınlığı başladı

Dünyayı etkisi altına alan Star Wars çılgınlığı, renkli görüntüler yaşanmasına neden oldu

Starwars bu kez J.J.Abrams´dan
Starwars bu kez J.J.Abrams´dan

Dünyayı etkisi altına alan Star Wars çılgınlığı, Berlin’de de renkli görüntüler yaşanmasına neden oldu. Hayranlardan bazıları, serinin son filmi Güç Uyanıyor’u Star Wars karakterlerinin kostümlerini giyerek karşıladı. Geç olsun da güç olmasın diyelim. Star Wars hayranları olarak 32 sene bekledik, ve sonunda baştan sona heyecanlandıran, nefes kesen, yaratıcı, yetenek dolu, ve her anlamıyla harikülade bir Star Wars filminin vizyona girmesine şahit oluyoruz. On sene önce biten, George Lucas’ın kontrolü altında yaratılan prequel üçlemesi, her ne kadar teknik olarak Star Wars havasını, teknolojisini, karakter arketiplerini seyirciye sunmuş olsa da yaratıcılık, hikaye, ve kinetik görsellikler bakımından sınıfta kalıyordu.

Ta kariyerinin başından beri yönetmenlikten pek haz almadığını itiraf etmiş olan Lucas, sıra prequel’lara geldiğinde belki de kendi prodüksiyon stüdyosu Lucasfilm’in imparatoru olarak yavan ve enerjisiz bir yönetim sunmak yerine, bu efsane serinin kontrölünü orjinal üçleme ile büyümüş yeni yeteneklere verseymiş daha hayat dolu bir üçleme çıkarabilirdi.

 

Hikaye bakımından Güç Uyanıyor, bir bakıma orjinal üçleme ve yeni üçleme arasında bir köprü görevi görüyor.Jurassic World gibi nostalji pornolarındaki ‘Sırf seyircinin ilk filmlerde sevdiği elementlere göndermede bulunarak parayı koparalım’ tarzı sinik bir yaklaşım yok Abrams’ın Star Wars’unda.

Evet, hikaye neredeyse adımı adımına ilk Star Wars filmi A New Hope’u takip ediyor: Bu sefer adı First Order olan yeni İmparatorluk bir droid’in içinde saklanmış olan önemli bilgilerin peşinden gidiyor, Luke Skywalker gibi unutulmuş bir çöl gezegeninde yaşayan mütevazi bir karakter Joseph Campbell’in ‘The Hero’s Journey’ şablonunu takip ederek Güç’le olan bağını keşvediyor, Han Solo tarzı bir karakter hikayeye bencil motivasyonlarla başlamasına rağmen evrende bir değişiklik yapabileceğinin farkına varıyor vs... Ve evet, eski Death Star’dan on kat büyük yeni bir Death Star bile var.

Sıra teknik tarafa geldiğinde, oyuncuları yeşil perde önünü koyup her sahneyi banal uzun çekimlerle yaratan prequel’lara kıyasla bariz bir görsel yaratıcılık dopingi var Güç Uyanıyor’da. Gerçek mekanlar ve CGI elementler arasında muazzam bir bileşim yaratılmış. Savaş sahneleri boyunca karakerlerin uzun planlarla gerçek mekanlarda koşturmasını izlemek orjinal üçlemenin cazibesini yeniden yakalattırıyor. Pratik kuklalar ve CGI animasyonu bir araya getirerek yaratılan yaratıklar ise prequel’lara kıyasla daha gerçekçi bir havaya sahip.

Abrams, ekibin belki de aylarca üzerinde çalıştığı bazı yaratıkları arka planlara sokuşturup iki saniyede geçen çekimlerde kullanıyor, bu sayede orjinal üçlemenin yarattığı detaya saygı, burada da yakalanıyor. Tahminim o ki, hayranlar filmi tekrar tekrar izlerken bir sürü yeni detaylar keşvedecek. Ha, ayrıca Abrams hakkında dalga geçilen ‘lens flare’ efekti hemen hemen hiç yok filmde, bu konuda rahat bir nefes alabiliriz.

Güç Uyanıyor ile yeni ve eski arasındaki köprü muazzam bir biçimde yaratılıyor. Artık bundan sonraki filmlerin görevi, bu köprüden geçerek Star Wars efsanesini hem hikaye içinde, hem de gerçek dünyada, yeni jenerasyonlara aktarmak.

 

Ludmila Dalaman

 

 

Merkel “Yılın Kişisi” Seçildi

29 yıldan bu yana Time'ın ‘Yılın Kişisi’ seçtiği ilk kadın olan Merkel, Almanya’da mülteci krizi nedeniyle zor günler geçiriyor

Merkel Time tarafından 'Yılın Kişisi' seçildi
Merkel Time tarafından 'Yılın Kişisi' seçildi

Son beş yıldır Forbes dergisi tarafından dünyanın en güçlü kadını seçilen Almanya Başbakanı Angela Merkel şimdi de dünyanın en saygın haber dergilerinden olan Time tarafından 'Yılın Kişisi' seçildi.

Her yıl yapılan konuyla ilgili ankette finale kalanlar arasında terör örgütü IŞİD lideri Ebubekir Bağdadi ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in önünde yer alan Merkel’in, Yunanistan’daki kriz, mülteci sorunu ve terör örgütü IŞİD’le mücadele konularındaki başarıları nedeniyle ön plana çıktığını açıklayan dergi, Merkel'i ‘Özgür dünyanın başbakanı’ olarak tanımladı. Merkel’in liderlik özelliklerini öven Time Baş Editörü Nancy Gibbs, “Almanya başbakanını beğenebilirsiniz ya da beğenmeyebilirsiniz. Ama bilinmesi gereken kolay yolu seçmeyen bir politikacı olduğu” görüşünü savundu. Merkel için “Çoğu Alman politikacının cesaret bile edemediğini isteyen ve zorbalığa karşı taviz vermeyen bir siyasetçi” ifadelerini kullanan Gibbs, bu yıl Merkel’in Avrupa’da yaşanan her krize sahip çıktığını belirtti.

 

Federal Hükümet Sözcüsü Steffen Seibert, Merkel’in bu seçimle onurlandırıldığını ve “Almanya ile Avrupa’nın ilerlemesi için yaptığı çalışmaların ivme kazanacağını,” söyledi.

29 yıldan bu yana Time'ın ‘Yılın Kişisi’ seçtiği ilk kadın olan Merkel, Almanya’da mülteci krizi nedeniyle zor günler geçiriyor. Birlik Partilerinden çok sayıda siyasetçi Merkel’in mülteci politikasında değişiklik istiyor. AB’nin Türkiye ile mülteci politikaları konusunda daha sıkı işbirliği yapmasına önayak olan Merkel'in, önümüzdeki haftasonunda Karlsruhe'de gerçekleşecek CDU Kurultayı'nda delegelerin desteğini almak için mültecilerle ilgili yeni bir taslağı gündeme getirmesi bekleniyor.

Bu yıl içinde Almanya'ya 1 milyon sığınmacı geldi. Merkel Ağustos ayında Macaristan’da yaşanan olaylardan sonra hiç tereddüt etmeden zorda kalan mültecilere kapıları açarak, halkın sevgi ve desteğini kazandı. Başlangıçtaki coşku kısa sürede yerini tepkilere bıraktı. Geride kalan haftalarda göçmen ve mülteci karşıtı “Almanya için Alternatif” adlı parti güçlenirken, Merkel'e ve partisi CDU’ya kamuoyu desteğinin azaldığı belirlendi. Bundan kısa bir süre önce Almanların %71’i 2017'de federal seçim sonrası yeniden başbakan olmasına destek verirken, bu oran %48'ye düştü.

1954 yılında dünyaya gelen Angela Merkel, eski Doğu Almanya'da büyüdü. 2000 yılından bu yana CDU'ya liderlik eden Merkel, 22 Eylül 2013'te yapılan genel seçimlerin ardından üçüncü dönem başbakanlık koltuğuna oturdu.

Ludmila Dalaman

 

Vizyona Giren "SİVAS"a Alman Basınından Büyük Övgü!

Berlinli yönetmen Kaan Müjdeci'nin, başarılarını katlayarak ve ödüllerine yenilerini katarak yolcuğuna devam eden ilk filmi "Sivas"; Almanya'da 15 sinemada gösterimde

11 yaşındaki Aslan adlı bir çocuk ile Sivas isimli bir dövüş köpeğinin, bozkırda geçen hikayesini anlatan film; Almanya'nın önde gelen gazetelerinden ve eleştirmenlerden oldukça önemli yorumlar alıyor.

Dünyanın farklı festivallerinde büyük övgüler alan ve ödüller kazanan "Sivas"; Berlin'de gerçekleşen galasının ardından, geçtiğimiz hafta Almanya'da 15 salonda gösterime girdi. İlk filminde yakaladığı başarıyla sinema dünyasında adından sıkça söz ettiren Kaan Müjdeci'nin yazıp yönettiği "Sivas"; Almanya'da da büyük övgüler alıyor.

 

Frankfurter Allgemeine Zeitung Kültür Eki'nde Dietmar Dath'ın "Öfkeli güzelliğin ısırığı: Buz gibi bulutları nefes veren bir manzara, bir çocuk, bir köpek ve acımasız yetişkin dünyası. Müjdeci'nin filmi 'Sivas' bir sinema mucizesi" şeklinde yorumladığı "Sivas" için; Berliner Zeitung Kültür Eki'nde Susanne Lenz "Lassie bir rüya, 'Sivas' ise gerçeklik" diyor. Tip Berlin, Hamburger Abendblatt gibi gazete ve dergilerin yanı sıra; RBB TV, RBB Radyosu, Deutschland Radio Kultur, Radio Eins, Funkhauseuropa Köln Radyosu ve Metropol FM gibi mecralar da "Sivas"la ilgili röportaj ve haberlere geniş yer veriyor. SWR Kültür'de Rüdiger Suchsland'ın "Yetişkinliğin acımasızlığına karşı duruş" şeklinde yorumladığı "Sivas" aynı zamanda ARTE Cinema kanalının da bu haftaki seçkisinde yer alıyor.

88. Akademi Ödülleri'nde (Oscar) "En İyi Yabancı Film" dalında Türkiye'nin adayı olan "Sivas"; başvurusunun kabul edildiği 73. Altın Küre Ödülleri adaylarının açıklanması için de gün sayıyor.

Ludmila Dalaman

Almanya’daki 150 sinemada son dört yıldır düzenli olarak Türk filmleri gösteriliyor

Sinema artık yurtdışındaki Türkler için buluşma noktası oldu

Ali Fidan sinemayı ve işini çok seven bir insan
Ali Fidan sinemayı ve işini çok seven bir insan

Almanya’daki 150 sinemada son dört yıldır düzenli olarak Türk filmleri gösteriliyor. Filmleri sinemalara Af Media pazarlıyor. Af Media’nın sahibi Ali Fidan “Sinema artık yurtdışındaki Türkler için buluşma noktası oldu. ” diyor. Ali Fidan kendisini “sanatsever ve parasını sanattan kazanır bir insan” olarak tanımlıyor. İşi Türk filmlerini Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerindeki sinemalara pazarlamak. 1969 yılında Erzincan’da doğdu. Daha sonra aile İstanbul’a taşındı. Yolu İstanbul’un Kurtuluş Mahallesi’nden Berlin’e uzandığında 18 yaşındaydı. Evlenip buralara geldi. Çok geçmeden Berlin’deki ATT, BTT, TD1 gibi yerel amatör televizyon kuruluşlarında çalıştı. TD1’e “Yola Çıkanlar” adlı bir program yaptı. Beğenilince Kanal D Televizyon Kanalı’ndan gelen teklif üzerine onlara da program hazırladı. Medyaya yakınlığı esasen daha çocuklukta başladı. İki ağabeyinden birisi Günaydın Gazetesi’nde foto muhabiri, diğeri ise TRT’de ışıkçı olarak çalışıyordu. Ali Fidan’ın 23, ve 20 ve 16 yaşlarında üç kızı, 2 yaşında da bir torunu var. Ali Fidan sinemayı ve işini çok seven bir insan. İşiyle ilgili en büyük sorunu vize. Filmlerin galasına gelecek oyuncular Almanya’dan vize almakta zorlanıyorlar. Bazıları vizesini Fransa’dan alıyor ancak o zaman da Almanya’ya girişte sorun çıkabiliyor, oyuncunun Almanya’ya girmesine izin verilmiyor ya da izin gecikmeli çıkıyor ve sinirler fena halde yıpranıyor. Fidan’ın bu konuda yetkililerden bir talebi var. Diyor ki “Fransa sanatçılara hızlı vize veriyor. Almanya da böyle bir uygulama başlatsın!”

 

Ludmila Dalaman

Berlin'i Soğuk Savaş Günlerine Götüren Film

‘Casuslar Köprüsü’ adlı film izleyiciyi, 1950'li yıllarda Soğuk Savaş'ın henüz başlarında, ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki tansiyonun yükseldiği döneme götürüyor

Berlin 1950’li yıllardan sonra yaşanan Soğuk Savaş döneminin dünya çapında tanınan merkezlerinden biri. Doğu ile Batı Almanya’yı, ve o dönemdeki sosyalist ülkelerin Varşova Paktı ile batılı müttefiklerin NATO’sunu ayıran Berlin Duvarı ve iki tarafın casuslarının değiş tokuşunun gerçekleştiği Glienicke Köprüsü konuyla ilgili tüm tarih kitaplarının vazgeçilmezleri arasında yer alıyor.

Berlin Duvarı 9 Kasım 1989’da Doğu Almanya’daki halk ayaklanması sonrasında yıkıldı, bugün kente gelen turistler sadece birkaç yerde ‘müzelik atraksiyon’ olarak korunan alanlarda duvarın anlamını ve önemini kavramaya çalışıyorlar. Soğuk Savaş’ın diğer simgesi Glienicke Köprüsü de turistlerin ‘Berlin’de mutlak görülmesi gereken yerler’ listesinde üst sıralarda yer alıyor.

Havel nehrinin ayırdığı Berlin ile hemen yanıbaşındaki Postdam kentleri arasında ulaşımı sağlayan köprü bugünlerde beyazperde de Amerikan yönetmen Steven Spielberg'in son filmi ile adeta eski günlerine dönüyor. Üç Oscar ödülü sahibi Spielberg’in 2010 yılında kaleme alınan aynı isimli romandan uyarladığı ‘Casuslar Köprüsü’ adlı film izleyiciyi, 1950'li yıllarda Soğuk Savaş'ın henüz başlarında, ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki tansiyonun yükseldiği döneme götürüyor.

Gerçek bir hikayeye dayanan ve senaryosunu Oscar ödüllü Joel ve Ethan Coen kardeşlerin yazdığı filmde Sovyetler Birliği için casusluk yapan Rudolf Abel'in 1957 yılında FBI tarafından yakalanması ve 1962 yılında ABD ajanlarıyla takas edilmesi anlatılıyor.

Casus Rudolf Abel'e İngiliz aktör Mark Rylance hayat verirken, Abel'in avukatını Tom Hanks canlandırıyor.

Gerçekte 1960’da Adana İncirlik üssünden havalandıktan sonra Sovyetler Birliği hava sahasında U-2 casus uçağı düşürülen ve esir alınan ABD pilotu Francis Gary Powers 1962’de ABD’de tutuklu bulunan KGB ajanı Rudolf Abel’le Glienicke Köprüsü’nde takas edilmişti.

Soğuk Savaş’ın sıcak savaşa dönme tehlikesi nedeniyle o günlerde tüm dünyanın nerdeyse nefesini tutarak izlediği bu takas sonrasında Glienicke Köprüsü ilerleyen yıllarda başka ajan takaslarına da sahne oldu. Haziran 1985’te çoğu CIA üyesi olan 30 ajan, köprünün tam ortasındaki sınırı belirleyen beyaz çizgiyi geçerek, tekrardan özgürlüklerine kavuştu.

Akıllarda en çok kalan son takas ise 11 Şubat 1986'da tarihinde gerçekleşti. Sovyetler Birliği’nde ihanet ve casusluk iddiasıyla 1977'de hapse atılan Yahudi kökenli rejim muhalifi Anatoli Şaranski ve üç batılı casus karı-koca, KGB ajanı olan Karl ve Hanna Koecher adlı Alman çifti ile takas edildi.

Buz gibi bir havada televizyon kanallarının canlı yayınladığı takas daha sonra çevrilen hemen tüm casus filmlerine ilham sağlayan bir atmosferde gerçekleşti ve Glienicke Köprüsü’nü tarihe geçirdi.

CIA başkanlarından William Colby’nin, anılarında ‘Köprünün yarısı bizimdi, yarısı onların. İki devlet bazı sorunları gizlice çözmek istediklerinde, buluşmaları için en uygun yer orasıydı.’ şeklinde anlattığı Glienicke Köprüsü 1907 yılında inşa edildi.

1945’de, 2.Dünya Savaşı’nın son günlerinde Sovyet Ordusu’nun Berlin’e girişine sahne olan köprü, 1961 yılında Berlin Duvarı’nın dikilmesiyle trafiğe kapatıldı. William Colby’nin belirttiği gibi, köprünün bir yarısı Doğu, diğer yarısıysa Batı Berlin sınırları içerisindeydi.

Berlin Duvarı’nın yıkılmasının hemen ertesi günü, 10 Kasım 1989’da Berlinliler ve Postdamlılar köprü üzerindeki nöbet kulübelerini ve köprüyü ayıran bariyeri yerle bir ederek, tekrar bir araya geldiler.

O gün sonrasında köprü yeniden normal trafiğe açıldı. ‘Casuslar Köprüsü’ adlı filmin hemen tümünü Potsdam’daki Babelsberg stüdyolarında çeken Spielberg, filmin en önemli sahneleri olan takasın çekimi için köprüyü bir haftalığına kiralayıp, trafiğe kapattı.

O günlerde böyle bir tarihi olayı kaçırmak istemeyen Başbakan Angela Merkel, çekimleri yerinde izleyerek, yönetmen Spielberg ve oyuncu Tom Hanks’le sohbet etmiş ve ardından da hatıra fotoğrafı çektirmişti. ‘Casuslar Köprüsü’ Almanya’da 26 Kasım, Türkiye’de ise 27 Kasım günü vizyona giriyor.

Ludmila Dalaman

Avrupa Parlamentosu'ndan Mustang filmine ödül

Avrupa Parlamentosu'nun sinema ödülü Lux, Deniz Gamze Ergüven'in yönettiği "Mustang"a gitti

Avrupa Parlamentosu'nun (AP) her yıl verdiği sinema ödülü Lux, bu yıl 'Mustang'ın oldu.

AP'nin Strazburg oturumunda yapılan törende, ödüle Türkiye-Almanya-
Fransa ortak yapımı Mustang'ın layık görüldüğü duyuruldu.

Ödülü AP Başkanı Martin Schulz'dan alan Mustang'ın yönetmeni Deniz Gamze Ergüven, 'Mustang kendince, Avrupa Birliği'nin ideallerini temsil ediyor' dedi.

Lux Sinema Ödülü 2010'da da Sibel Kekilli'nin başrol oynadığı Alman-Türk ortak yapımı Ayrılık filmine verilmişti.

Bu yıl 68. Cannes Film Festivali'nde de 'Yönetmenlerin 15 Günü' bölümünde gösterilen Mustang,
Fransa'da da seyirciyle buluşmuştu.

Oscar Ödülleri'nde 
Fransa adına 'en iyi yabancı film' kategorisinde yarışacak Mustang, Karadeniz'de bir sahil kasabasında babaannelerinin yanında büyüyen 5 kız kardeşin maruz kaldığı toplumsal baskı ve özgürlük arayışlarını konu alıyor.

Film, Cannes'da Europa Cinemas Label Ödülü'ne de layık görülmüş ve 21. Saraybosna Film Festivali'nde 'en iyi film' büyük ödülünü ve en iyi kadın oyuncu ödülünü kazanmıştı.

Lux Sinema Ödülü, her yıl Avrupa temalı filmleri teşvik etmek için AP tarafından veriliyor.


Ludmila Dalaman

Almanya'nın Oskar Ödülü Sayılan Bambi Ödülleri Sahiplerine Verildi

Almanya'nın en prestijli medya ödülü 67. Bambi ödülleri dün akşam Berlin'de yaklaşık üç saat süren törenle sahiplerine verildi.

Almanya'nın Oskar ödülü sayılan Bambiödülleri 15 kategoride verildi

Almanya'nın en prestijli medya ödülü 67.Bambi ödülleri dün akşam Berlin'de yaklaşık üç saat süren törenle sahiplerine verildi.

15 kategoride verilen ödül töreninde 800 davetli arasında FC. Arsenal Londra'da oynayan dünya futbolunun yıldızı Mesut Özil, şarkıcı sevgilisi Mandy Capristo'nun şıklığı herkesin ilgisini çekti.

Komedi dalında Otto Waalkes, yaşam ödülü televizyon eğlence program yapımcısı Wolfgang Rademann, fashion-moda dalında podyumların dünyaca ünlü mankeni AlmanHeidi Klum küçük ceylan Bambi ödülü kazananlar arasındaydı. Ulusal aktris kategorisinde oyuncu Henriette Confurius, ulusal aktör dalında Tobias Moretti, uluslararası aktris dalında Hilary Swank, uyum ödülü Thomas Jansen, spor dalında triatlon olimpiyat şampiyonu Jan Frodeno, uluslararası müzik dalında Rita Ora, ulusal müzik dalında 'sing mein song 2015' şarkısı, bizim dünyamız ödülü 'clear water' projesi,onur ödülü sinema sanatçıları Dieter Hallervorden ve Till Schweiger, ikilisine verildi.

Milenyum ödülü Almanya Maliye Bakanı Wolfgang Schaueble'ye verildi. Uzun müddet ayakta alkışlanan Maliye Bakanı Wolfgang Schaueble herkese teşekkür edip, spora daha çok değer verilmesini, her şeyin para olmadığını, sporda dönen büyük paraların bazen sporu bozabileceğine dikkat çekti. Ulusal sinema dalında 'Who Am I- Kein System ist Sicher' sinema filmi, en iyi eğlence programı seyirci Bambi ödülü 'Grill den Henssler' televizyon programı ödüle layık görüldü.

Ödül kazananlar, törene ev sahipliği yapan Burda Medya'nın sahibi Senatör Dr. Hubert Burda ve aktris eşi Maria Furtwaengler'e teşekkür ettiler.

Ludmila Dalaman



Avrupa sinemalarında neler oluyor?

Başta Almanya olmak üzere Avrupa sineması şaha kalktı

2015 yılının son çeyreğinde Avrupa sineması şaha kalktı. Alman filmi ‘Virgin Mountain’ Türkçe adıyla Bakire Ada, annesiyle yaşayan 43 yaşındaki Fusi’nin genç Hera ile tanışarak bekarlığın sultanlık konforunu bozmasını konu alıyor. 6 Nisan 2016’da İstanbul Film Festivali’ne konuk olacak filmin yönetmen koltuğunda Dagur Kari oturuyor.

İtalyan yapımı ‘Alaska’ ise, hayalinde iyi bir uşak olmak yatan otel odası hizmetlisi Fausto ile Paris’te tanıştığı, modellik planları yapan güzel Nadine’in hapishane, hastane ve suç üçgeninde geçen romantik ilişkileri anlatılıyor. Yönetmenliğini Claudio Cupellini’nin üstlendiği yapım 5 Kasım’da İtalya’da gösterime girdi.

Fransız filmi ‘Çılgın Bir Hikaye’, Ermeni kökenli Marsilyalı gençlerin Türk Konsolosluğu önünde araç patlatmasını konu alıyor. Yönetmen Robert Guediguian kamerasını Türk – Ermeni sorununa değil, aracın patlamasıyla bacaklarını kaybeden bir bisikletçinin etrafında döndürüyor. Bisikletçi Gilles Tessier değişen hayatını gözden geçirirken, terör olayını gerçekleştiren gencin annesi yaralı Tessier’in annesinden Ermeni ırkı adına özür diliyor. Film Fransa’da vizyona girdi.

Bir dönemin güçlü yönetmeni boşandıktan sonra Minorka’ya kaçamağa giderse ne olur? ‘Isla Bonita’ isimli İspanyol filmi hayatının dönüm noktasını yaşayan bir yönetmenin sisteme karşı gelen bir heykeltıraşla dostluğu anlatılıyor. Filmin yönetmen koltuğundaysa hikayede kendini anlatan Fernando Colomo oturuyor.

Ludmila Dalaman

Almanya'da Eski Başbakan Schmidt Öldü

96 yaşında yaşama veda eden Helmut Schmidt ülkenin 5. başbakanlığını yapmıştı


Almanya’nın eski başbakanlarından ve Sosyal Demokrat SPD'nin efsane genel başkanlarından Helmut Schmidt'in ölümü ülkede büyük üzüntüye yol açtı. Almanya'nın yakın tarihine damgasını vuran ve 96 yaşında yaşama veda eden Helmut Schmidt ülkenin 5. başbakanlığını yapmıştı. SPD’nin bir diğer efsanevi ismi Willy Brandt’ın adının karıştığı casusluk söylentileri sonrasında istifa etmek zorunda kalmasından sonra, 1974 yılında Hür Demokrat Parti ile koalisyon hükümetinde başbakanlık koltuğuna oturan 1976 ve 1980 seçimlerini kazanan Schmidt, 1982’de Hür Demokrat Parti'nin Hıristiyan Birlik partilerinin safına geçmesi sonrasında görevden ayrılmıştı.

Alman ekonomisinin ve Avrupa Birliği'nin gelişmesinin mimarı sayılan Schmidt, 1977 sonbaharında Kızıl Ordu Fraksiyonu adlı aşırı solcu terör örgütünün eylemlerine karşı koyduğu taviz vermeyen sert tavırlarıyla da Alman tarihine geçti. Schmidt’i SPD’nin en başarılı ve sevilen genel başkanı olarak tanımlayan Almanya Halkçı Devrimci Birliği’nin Başkanı SPD üyesi Ahmet İyidirli, Schmidt tarzında tüm kamuoyunu etkileyen ve kucaklayabilen siyasetçilerin sayısının giderek azaldığını belirtiyor.

Son yıllarda çıktığı televizyon programlarında ve katıldığı konferanslarda, Avrupa’nın geleceğini parlak görmediğini vurgulayan Schmidt, Türkler'in Almanya’ya uyum sağlamakta güçlük çektiklerini ve bu nedenle de Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine sıcak bakmadığını da söylemişti. Türkler'in işçi olarak Almanya’ya gelmeye başladığı 1960’lı yıllardaki Başbakan Ludwig Erhard’ı kast ederek, “Erhard, ‘misafir işçileri’ ülkeye getirdi. Bu çok büyük bir hataydı. Aslında Almanlar bunu istemiyorlardı. Çünkü içimizde bir yabancı düşmanlığı var” şeklindeki sözleri ile bilinen Schmidt, Türkiye’yi çok sevdiğini ama Müslüman bir ülkenin AB’de yeri olmadığı tezini de sıklıkla dile getirdi.

Ağır sigara tiryakiliğiyle tanınan Schmidt son yıllarda sık sık sağlık problemleri yaşıyordu. Televizyonda bile sigara içmesine izin verilen tek kişi olan Schmidt'in, tiryakisi olduğu mentollü sigaraların Avrupa Birliği tarafından yasaklanması ihtimali üzerine, iki yıl önce 200 kutu sigara stokladığı ortaya çıkmıştı. 

Berlin’e Yıldız Yağacak

Almanya'nın en eski prestijli medya ödülü 67. "Bambi" ödül töreni 12 Kasım Perşembe akşamı Berlin kentinin Potsdam meydanında "Stage Theater" salonunda

Almanya'nın en eski prestijli medya ödülü 67. "Bambi" ödül töreni 12 Kasım Perşembe akşamı Berlin kentinin Potsdam meydanında "Stage Theater" salonunda yapılacak.

Başkent Berlin ödül törenine 1999, 2000, 2001, 2002, 2014 yılından sonra 6. kez ev sahipliği yapıyor. Alman Dergi Yayıncıları Birliği Başkanı ve Burda Matbaasın kurucusu ve sahibi Senatör Prof. Dr. Hubert Burda aktris eşi Maria Furtwaengler ödül töreninin ev sahipleri. Her yıl yaklaşık 6 milyon kişinin ekrandan izlediği ödül törenini Alman Devlet Televizyonunun birinci kanalı "ARD" saat 20.15 de canlı verecek. 18 ayar altın kaplama Bambi ödüllerinin sahipleri belli olmaya başladı. Milenyum kategorisinde Almanya Maliye Bakanı Dr. Wolfgang Schaeuble (73) başarılı siyasi çalışmaları, Almanya'nın birleşmesi ve Avrupa siyasetinde yararlılığıyla "Bambi" ödülüne layık görüldü. Uluslararası Müzik dalında İngiliz pop sanatçısı, model, aktris Rita Ora (25), onursal ödül dalında komedyen Dieter Hallervorden (80), aktör Till schweiger (52), komedi dalında Otto Waalkers (67) Bambi ödülü kazanan ilk sanatçılar oldu. Stage Tiyatro salonunda 800 seçkin davetli arasında sanatçı Rita Ora yeni albümünden "Body on Me" şarkısını seslendirecek. Değişik kategorilerde verilecek Bambi ödül gecesine Hollywood yıldızlarının katılması bekleniyor. Almanya ve Avrupa'da şov, spor, siyaset, sanat, sinema dünyasın tanınmış simaları yine kırmızı halıda objektiflere poz verecekler.

Ludmila Dalaman

IŞİD’in Rapçi Alman Militanı Öldürüldü

Alman cihatçılar arasında en tanınan isim olan 'Deso Dogg' lakaplı eski rapçi Denis Cuspert öldü

Suriye’de çözüme ulaşabilmek amacıyla Viyana’da biraraya gelen Batılı ve bölge devletlerinin diplomatik temsilcilerinin zirvesinden çıkacak sonuç merakla beklenirken, ülkede gerek Esat yönetimi, gerek rejim karşıtı binlerce insanın yaşamını yitirmesine neden olan iç savaş tüm şiddetiyle sürüyor. Suriye son yıllarda dışarıdan gelen pek çok yabancının çeşitli gruplara katılarak savaştığı bir bölge haline de geldi. İç savaştaki en tehlikeli aktörlerden IŞİD, İslam Devleti adlı terör örgütünün üyelerinin bir bölümünün Almanya’dan gelenlerden oluştuğu biliniyor. Alman güvenlik birimleri söz üç yılda Almanya’dan IŞİD’e katılan ve Suriye ve Irak’ta şeriat devleti kurmak için savaşanların sayısını en az 750 olarak tanımlıyor.

Amerika Savunma Bakanlığı tarafından resmen doğrulanan bir habere göre ise, IŞİD’le birlikte savaşan Alman cihatçılar arasında en tanınan isim olan 'Deso Dogg' lakaplı eski rapçi Denis Cuspert öldü. Almanya’daki Selefi ve terör yanlısı radikal İslamcı çevrelerde büyük etkisi ve IŞİD’e katılmasından sonra yaptığı propaganda çalışmaları ile Almanya’dan başka gençlerin Suriye ve Irak’a gitmesine neden olan Cuspert’in, ABD'nin 16 Ekim'de Rakka yakınlarında düzenlediği bir hava saldırısında ağır yaralandığı ve ardından kan kaybından öldüğü açıklandı. 

Berlin’de Türklerin yoğun olarak yaşadığı Kreuzberg semtinde Ganalı bir babayla Alman annenin oğlu olarak 1975 yılında doğan Denis Cuspert, 2002 yılında ‘Deso Dogg’ adını alarak rap müziği yapmaya başladı ve kısa zamanda Almanya’nın en popüler rapçilerinden biri oldu. 2007 sonrasında Müslümanlığa geçen ve Berlin’de radikal Selefi grupların kontrolü altındaki Al Nur Camisi’ne gitmeye başlayan Cuspert, 2012 yılında ülkeyi terk ettiğini ve Mısır’a gittiğini duyurdu. Orada önce El Kaide’ye bağlı ‘Global İslamic Media Front’ adlı gruba dahil olan Cuspert, daha sonra yayımladığı bir video mesajında 2013 yılında Suriye’ye geçerek IŞİD’e katıldığını bildirdi. Alman güvenlik birimlerinin raporlarına göre, kısa süre içinde IŞİD lideri Ebu Bekir El Bağdadi'nin yakın çevresine girmeyi başaran Cuspert, örgüt içinde Almanya’ya yönelik propagandadan sorumlu konumuna geldi. Abu Talha al-Almani takma adını kullanarak Youtube ve Facebook üzerinden sıklıkla Almanya’daki gençlere yönelik mesajlar yayımlayan Cuspert, son olarak geçen Mayıs ayında Almanya’daki “Uyuyan IŞİD hücrelerine seslenerek, cihat yapmalarını ve Allah yolunda savaşmalarını” tavsiye etti. Alman güvenlik birimlerine göre, Suriye’ye savaşmaya gidenlerin üçte ikisi internet üzerinden yapılan propagandanın etkisinde kalarak radikalleşiyor. Cuspert geçen yıl IŞİD’in Türkiye’deki Alman temsilciliklerine bomba yüklü araçlarla saldırı yapacağını öne sürmüştü.

Alman Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın hazırladığı raporlarda Cuspert IŞİD'in propaganda ve militan toplama mekanizmasında “kilit isimlerden biri” olarak tanımlanıyor ve Almanya’daki genç Müslümanlara ve sonradan İslam’a geçenlere hitap ederek, çok sayıda gencin Suriye'ye ve Irak'a gidip burada cihada katılmasına neden olduğu vurgulanıyor. Uzmanlar ABD'nin “Küresel terörist” listesinde de bulunan Denis Cuspert’in etkisiz hale getirilmesini, IŞİD’in Almanya’ya yönelik propaganda çalışmaları ve yeni militan devşirmesi açısından büyük bir darbe olarak yorumluyor.

Ağustos 2015 tarihli son sayılara göre, Almanya’dan radikal IŞİD örgütü saflarında savaşmak üzere Irak ve Suriye'ye giden yaklaşık 750 kişiden 100’ü katıldıkları çatışmalarda yaşamını yitirdi. 

Kızıl Ordu Fraksiyonu’ndan günümüz Rönesans’ına, Alman Gençliği Sinemada

Fransız yönetmen Jean-Gabriel Periot’un arşiv görüntülerinden derlediği belgesel yapım ‘A German Youth / Alman Gençliği’, Almanya’da savaş sonrası Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun düşüşünü işliyor

Bu hafta Cinema Box’da sizlere farklı bir film tanıtıyoruz. Fransız yönetmen Jean-Gabriel Periot’un arşiv görüntülerinden derlediği belgesel yapım ‘A German Youth / Alman Gençliği’, Almanya’da savaş sonrası Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun düşüşünü işliyor.

Alman Gençliği, kısa filmleriyle birçok ödül kazanan Periot’un ilk uzun metrajlı yapımı. Bir anlatıcısı bulunmayan yapımda arşivlerin sıralanışı seyirciye tüm yaşananları yansıtıyor.Dönemin radyo ve televizyon kayıtlarından derlenen filmde Periot, sol görüşlü muhalif öğrencilerin nasıl radikalleştiğini ve aşırı solcu terörizm olarak nitelendirilen bir yola doğru ilerleyişlerini anlatıyor.

Film hiç bir dış yoruma gerek kalmadan dönemin politik ve toplumsal yapısını bize veriyor, demokrasi hakkında sorular sormamızı ve günümüz Rönesans’ının nasıl oluştuğunu anlamamızı sağlıyor.

Aklınızdan bir süre silinmeyecek olan ‘A German Youth / Alman Gençliği’ izlediğinize değecek. İyi seyirler.

Ludmila Dalaman

Almanya'da Türk Yazardan Skandal Konuşma

Türk kökenli yazar Akif Pirinçci'nin yaptığı skandal konuşmanın yankıları sürüyor

“Batının İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar” kısa adıyla Pegida olarak bilinen hareketin geçen Pazartesi akşamki gösterisinde Türk kökenli yazar Akif Pirinçci'nin yaptığı skandal konuşmanın yankıları sürüyor. Berlin Parlamentosu'ndan Sol Partili milletvekili Hakan Taş'ın şikayeti üzerine Akif Pirinçci hakkında “halkı kin ve nefrete tahrik etmek” suçlamasıyla soruşturma açıldı.

Almanya’da haftalardır gündemi belirleyen mülteci akınıyla birlikte yeniden yükselişe geçen İslam ve göçmen karşıtı Pegida hareketi, kuruluşunun birinci yılında Dresden’de yaklaşık 30 bin kişinin katıldığı bir gösteri düzenledi. Göstericiler, artan mülteci krizinden sorumlu tuttukları Başbakan Angela Merkel aleyhine, “Merkel gitmeli” ve “Vatan haini” gibi sloganlar attılar.

Ancak gösteriye damgasını vuran olay Akif Pirinçci'nin konuşması oldu. Almanya’nın “Müslüman çöplüğüne dönüştüğünü ve mültecilerin işgali altında” olduğunu öne süren ve federal hükümetin mülteci politikasını sert cümlelerle eleştiren Pirinçci konuşmasında Hitler dönemindeki toplama kamplarına gönderme yaparak, “Tabii ki alternatifler mevcut ancak ne yazık ki, toplama kampları artık yok,” dedi. Pegida taraftarlarının büyük bölümü bu cümleyi alkışlarken, Pegidacıların lideri Lutz Bachmann, Akif Pirinçci'nin konuşmasını keserek sahneden uzaklaştırdı.

Dün sosyal paylaşım sitesi Facebook'dan açıklama yapan Bachmann, Pirinçci'nin bir kitabından bir bölüm okumasının kararlaştırıldığını, ancak Pirinçci'nin bunun dışına çıkarak başka bir konuşma yaptığını ve bundan dolayı Pegida olarak sorumluluğu alarak, kamuoyundan özür dilediklerini açıkladı.

1990'li yıllardan bu yana yazdığı ve kedilerin baş karakter olduğu Felidae adlı romanlarıyla bestseller olan yazar Pirinçci, iki yıl önce “Deutschland von Sinnen” (Almanya Çıldırmış Olmalı) kitabıyla, İslam ve göçmen karşıtı bir tavır alarak tepkileri üzerine çekmişti. Eşcinsellere, sol görüşlülere ve göçmenlere hakaretleriyle geçmişte sıkça gündeme gelen Pirinçci'nin kitaplarının çıktığı Randomhouse Yayınevi Grubu tek taraflı olarak sözleşmeyi feshettiğini ve Türk kökenli yazarla yolları ayırma kararı aldığını bildirdi. Yayınevi dağıtımı yapılan tüm kitapların da geri çekileceğini duyurdu.

Dresden Savcılığı'nın Akif Pirinçci hakkında soruşturma açmasından sonra, bugün de Berlin Parlamentosu'ndan Sol Partili milletvekili Hakan Taş, Pirinçci hakkında “halkı kin ve nefrete tahrik etmek” nedeniyle suç duyurusunda bulundu. Taş, Pirinçci’nin Müslümanlara ve göçmenlere karşı nefret söylemleri kullanmasının cezalandırılması gerektiği görüşünde.

Bu arada Başbakan Yardımcısı ve Sosyal Demokrat Parti SPD lideri Sigmar Gabriel, Pegida hareketinin radikalleştiği uyarısında bulunarak, “Pegida, ırkçı yabancı düşmanlığının havzası ve ırkçı partilerin sokaklardaki vahşi uzantısı haline geldi,” şeklinde konuştu.

Ludmila Dalaman

 

Almanya'ya göç belgesel oluyor

Almanya'daki Türklerin 55 yıllık geçmişi belgesel oluyor

Gazeteci ve Belgesel Yapımcısı Nebil ÖzgentürkAlmanya'da yaşayan Türkiye kökenlilerin 55 yıllık geçmişini konu alan bir belgesel yapacak.
Almanya'daki tüm kuşakları içine alacak belgeselde, Türklerin yaşadıkları acı ve sıkıntıların yanı sıra başarı hikayelerine yer verilecek. Tamamen bağımsız ve her kesimi kucaklayacak 7 bölümlük belgeselin bir yıl içinde tamamlanması planlanıyor.

Belgeselin tanıtımı için Cumhuriyet Halk Platformu (CHP) Köln derneğinde bir basın toplantısı düzenlendi. Toplantının açış konuşmasını yapan CHP Köln Derneği Başkanı Günay Çapan ortak değerlere vurgu yaparak şunları söyledi: “Muharrem ayı geldiğinde muharrem orucunda buluşacağız; ramazan ayı geldiğinde ramazan orucunda buluşacağız. Bayramlarda buluşacağız; düğünlerde buluşacağız ve 60 kuşağından beri Almanya'ya yerleşmiş tüm Türkiye topraklarının insanlarını da bu proje buluşturacak. Bu proje hepimizin ve gelecek nesillere bırakacağımız bir eser olacak.”

Belgesel Yapımcısı Nebil Özgentürk ise konuşmasına Fransa'daki terör saldırısında yaşamını yitirenler için duyduğu üzüntüyü dile getirerek başladı. Özgentürk, “Bubelgesel, 61 yılında özel bir yasayla buraya gelen, belki sizden bir, iki kuşak önceki insanların ve bugünlere uzanan gencecik insanların hikayelerini bir potada eritsin istiyoruz. İnsanlığın ortak düşü kardeşçe, özgürce bir arada yaşamak diye düşünüyoruz. Bu belgeselin içindeki mesajın bu olmasını istiyoruz. Bu belgesel, hem Türkiyeli hem Almanyalı, hem Fransız hem Amerikalı olsun istiyoruz. Günay ağabeyin de dediği gibi bu belgesel biraz barış biraz kardeşlik içersin tabii ki. Her iki ülkenin televizyonlarında gösterilecek olan bu belgesel 7 bölüm boyunca herkesin bir rengini, bir beklediğini karşılasın. İstiyoruz ki Alevisi de olsun, Sünnisi de olsun, Sivalısı da olsun, İstanbullusu da olsun. Yani mühendis de olsun Ford işçisi de olsun, maden işçisi de olsun sinemacısı da olsun. Yani her renkten insan olsun.”

Belgeselde yaşam hikayeleriyle yer almak isteyenler CHP Köln Derneği'ne veyaNebil Özgentürk'e nebilozgenturk@mynet.com elektronik posta adresinden başvurabilirler.


Ludmila Dalaman

Berlin Film Festivali 66. Berlinale'nin jüri başkanı Meryl Streep oldu

11-21 Şubat 2016 tarihlerinde düzenlenecek 66. Uluslararası Berlin Film Festivali'nin (Berlinale) jüri başkanlığına Amerikalı ünlü oyuncu Meryl Streep getirildi

Dünyanın en çok takip edilen festivallerinden birin olan Berlin Film Festivalinin bu seneki jürisi dünyaca ünlü bir isim oldu. Almanya'da 11-21 Şubat 2016 tarihlerinde düzenlenecek 66. Uluslararası Berlin Film Festivali'nin (Berlinale) jüri başkanlığına Amerikalı ünlü oyuncu Meryl Streep getirildi. Meryl Streep kariyeri boyunca üç Oscar almış on dokuz kere ise Oscar'a aday olmuştu.Böyle büyük bir ismi seçme nedenlerini açıklayan Berlinale Direktörü Dieter Kosslick, Streep'in çok yaratıcı ve farklı aktrislerden biri olduğunu belirterek, bundan dolayı 2012'de düzenlenen Berlin Film Festivali'nde Amerikalı oyuncuya "Onursal Altın Ayı Ödülü" verildiğini hatırlattı.

Kariyerinde ilk kez jüri başkanlığı yapacak olan ünlü oyuncu Meryl Streep ise jüri başkanlığına getirilmesiyle ilgili "Bu onur için müteşekkirim. Berlin'de olmak muhteşem olacak. Sinema adına her zaman katkılarıma devam edeceğim. Desteğim sizinle" dedi.

Muhteşem bir kariyeri olan ve 40'tan fazla filmde rol alan Meryl Streep 19 kez Oscar'a aday gösterilmişti. 3 Oscar, 8 Altın Küre ve 2 Emmy ödüllerine layık görülen Streep, Avcı (The Deer Hunter), Kramer Kramer'e karşı, Sophia'nın kararı ve Demir Leydi gibi filmlerle sinema tarihinin en özel oyuncularından biri oldu.

0 Kommentare

"Nefesim Kesilene Kadar" Filmi gösterimde

Emine Emel Balcı’nın senaryosunu da yazıp yönettiği, bu yıl seçildiği Berlinale’nin Forum bölümünde gösterilmişti

Hep uzaklardaki uzun yol kamyon şoförü babasının (Rıza Akın) doğru dürüst babalık etmediği, yurtlarda-yetimhanelerde aile sevgisinden mahrum büyümüş, mecburen ablasıyla eniştesinin evinde kalan, bir tekstil atölyesinde ortacı olarak çalışan, az gördüğü ve ikna etmeye çalıştığı babasıyla tutacağı bir evde yaşamanın hayallerini kuran ancak kaypak babasının sürekli oyaladığı, yalnız bir emekçi genç kızdır Serap (Esme Madra). Pek rahat vermediği gibi haftalığına da göz koyan eniştesinden saklayıp biriktirdiği paraları, kaçakçılıktan hapis yattığını daha sonra öğreneceğimiz ama ev tutma önerisini hep sallayan, eyyamcı babasına verir Serap. İşyerindeki kül yütmaz amiri Sultan Hanım’ın (Sema Keçik) göz yummasıyla kaldığı atölyede bir köşede kıvrılıp yatar gizlice. İş arkadaşı Dilber (Gizem Denizci), Serap’la uzaktan kesişen atölyenin şoförü Yusuf’la (Uğur Uzunel) kırıştırınca Dilber’i Sultan Hanım’a ihbar eder, onu bir gece diskoya götüren Yusuf’un da parasını çalar. Atölyeye yeni gelen toy kıza (Ece Yüksel) yardımcı olur. Bir süreliğine ucuz bir otelde birlikte kaldığı babasını da bir hayat kadınıyla iş tutarken basar. Serap’ın, yeni bir iş alıp kamyonuyla Almanya’ya gidecek olan yalancı babasını sonunda yine kaçakçılık yapacak diye polise ihbar etmesiyle finale bağlanan, buraya dek konusunu özetlediğimiz “Nefesim Kesilene Kadar”, kısa film ve belgeselden yetişen, ilk uzun metrajı “İch Liebe Dich- Seni Seviyorum”la 2012’de dikkati çekmiş, 1984 doğumlu Emine Emel Balcı’nın senaryosunu da yazıp yönettiği, bu yıl seçildiği Berlinale’nin Forum bölümünde gösterilip oldukça beğenilmiş ikinci uzun metrajı. Son derece gerçekçi anlatımı, inandırıcı ana ve yan karakterleri, özellikle Serap’ı canlandıran oyuncu Esme Madra’nın öne çıktığı, Rıza Akın’ın da baba rolünde göz doldurduğu oyuncu kadrosu ve baştan sona sürekli Serap’ı izleyen, Murat Tuncel’in devingen omuz kamerasıyla sağlanan işlek görselliğinin, doğrusu acemi işi bir ikinci filmden beklenmeyecek kadar başarılı kıldığı “Nefesim Kesilene Kadar”, Berlin’in ardından dünya festivallerini dolaşmaya koyuldu. Daha önce “Çoğunluk”, “Zenne”, “Evrenin Sonu” gibi filmlerde de oynamış, 1987 doğumlu Esme Madra’ya, Güney Kore’de düzenlenen Asya’nın en saygın film şenliği olan Jeonju Festivali’nde özel mansiyon kazandıran ve sinemamıza Emine Emel Balcı adındaki yeni bir okullu, kadın yönetmenin gelişini müjdeleyen “Nefesim Kesilene Kadar” sonuçta bence yılın kayda değer yerli filmlerinden biri. 


Ludmila Dalaman

Almanya'nın Birleşmesinin 25. Yıldönümü

Batı ve Doğu Almanya’nın 3 Ekim 1990’da yeniden birleşmesi Soğuk Savaş döneminin sonu şeklinde tarihe geçti

İki Almanya'nın birleşmesinin simgesi Brandenburg Kapısı
İki Almanya'nın birleşmesinin simgesi Brandenburg Kapısı

Doğu Almanya ile Federal Almanya'nın birleşmesinin üzerinden tam 25 yıl geçti. ‘Utanç Duvarı’ olarak da adlandırılan Berlin Duvarı’nın 9 Kasım 1989’da yıkılışı ile başlayan süreçte Batı ve Doğu Almanya’nın 3 Ekim 1990’da yeniden birleşmesi Soğuk Savaş döneminin sonu şeklinde de tarihe geçti.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, savaşı kazanan devletler tarafından iki devlete bölünerek birbirinden kopmak zorunda kalan Almanya’nın doğusu ve batısı, Berlin Duvarı ile 1961’de tümüyle ayrılmıştı.

Bu sürede Batı Almanya pazar ekonomisi ile hızlı bir ekonomik gelişme içine girerken, Doğu ise ekonomik açıdan gelişmeyi başaramadı.

Berlin Duvarı’nın yıkılışından sadece on ay sonra 12 Eylül 1990’da imzalanan ‘İki Artı Dört Anlaşması’ ile iki Almanya’nın birleşmesinin önündeki engeller tamamen kalktı, iki ülke Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin batıya ilhak etmesiyle Federal Almanya Cumhuriyeti adı altında 3 Ekim 1990’da resmen birleşti.

Almanya’da son 25 yılda büyük değişiklikler ve aynı zamanda hala süren sorunlar yaşandı. Uzmanlara göre 40 yıl boyunca iki ülkeye ve iki ayrı sisteme bölünmüş Alman halkının yeniden tam anlamıyla birleşmesi daha uzun bir süre alacak.

Almanya birleşmenin ardından geçen 25 yıla rağmen özellikle aradaki ekonomik farkları giderebilmiş bir ülke görüntüsü sergileyemiyor. Örneğin Doğu, Batı'daki gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 67'sine ulaştı. Eski Batı Almanya sınırları içinde yaşayanların saat başına kazandığı ücret erkeklerde ortalama 22, kadınlarda 18 Euro iken, Doğu’da erkekler saatte 14 Euro, kadınlar ise 13 Euro kazanıyor.

Büyük sanayi kuruluşlarının olmadığı ve yatırımın da az kaldığı doğuda işsizlik oranı da batıdakine kıyasla ortalama yüzde 14’le çok daha yüksek. Doğudaki eyaletlerin en büyük sorunlarından biri, kendilerine gelecek göremeyen gençlerin batıdaki eyaletlere göç etmesi.

Buna karşılık sadece Almanya’nın değil belki de dünyanın en başarılı ve tanınan kadın politikacısı Doğu Alman kökenli olan Başbakan Angela Merkel. Merkel tam on yıldır Almanya’yı yönetiyor ve yönlendiriyor. Avrupa'nın en güçlü ekonomisi olan Almanya‘nın Merkel döneminde dünyada da liderliğe soyunduğu, son olarak Ukrayna, Yunanistan ve göçmenler krizinde Berlin’in ağırlığının hissedildiği siyaset yorumcuları tarafından kabullenen bir durum. Bu arada Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinin getirdiği değişiklikler ülkede yaşayan Türkleri de derinden etkiledi. Çok sayıda fabrikanın kapanması, buna paralel istihdamda Doğu Alman kökenli işçilere öncelik verilmesi sonrasında işsiz kalan Türklerin sayısında artış oldu.

Birinci nesil Türklerin yüzde 40’a varan büyük bir bölümü işlerini kaybederken, buna paralel özellikle birleşen Almanya’nın doğusunda baş gösteren Türk ve göçmen düşmanlığı büyük bir sorun haline dönüştü. 1992‘de Solingen’de, 1993’de de Mölln’de Türklerin yaşadığı evlerin kundaklanması sonrasında sekiz kişinin yaşamını yitirmesi, sonradan ortaya çıkan aşırı sağcı NSU Nasyonal Yeraltı Örgütü’nün de 8’i Türk biri Yunan ve biri polis memurunu öldürene kadar güvenlik birimleri tarafından önemsenmemesi genç nesil Türkiye kökenlilerin Almanya’ya kaynaşma ve uyum sürecini frenleyen gelişmeler oldu.

Almanya Türk İşadamları Derneği’nden Baha Kaya, son aylarda sığınmacılarla bağlantılı ırkçı saldırı ve eylemlerin artmasının, toplumdaki yabancı düşmanlığının, birleşmenin 25. yılında da en önemli sorunlardan biri olduğunu gösterdiğini söylüyor ve konunun algılanışı nedeniyle problemin büyüyeceğini belirtiyor.

Çeyrek yüzyılı geride bırakan birleşik Almanya, bu anlamlı günü Frankfurt kentinde düzenlenen etkinliklerle kutluyor. Kutlama kapsamındaki şenlikleri Cumhurbaşkanı Joachim Gauck ve Başbakan Angela Merkel’in yanısıra bir milyondan fazla ziyaretçinin takip etmesi bekleniyor.

'Eşkıya' Almanya Film Festivali'nde

Şener Şen ve Yavuz Turgul'un "Onur Ödülü" aldığı 20. Türkiye-Almanya Film Festivali "Eşkıya" filmiyle başladı

Türkiye ve Almanya'dan çok sayıda sinema sanatçısının katıldığı 20. Türkiye-Almanya Film Festivali, Almanya'nın Nürnberg kentinde başladı.

Tafenhalle Kültür Sanat Merkezi'nde düzenlenen açılış törenine, sinema sanatçılarının yanı sıra Nürnberg Belediye Başkanı Ulrich Maly ve Türkiye'nin Nürnberg Başkonsolosu Asip Kaya da katıldı.

Sinema eleştirmeni Klaus Eder, oyuncu Cem Yılmaz ve sinema sanatçısı Uğur Yücel'in onur konuğu olarak katıldığı galada Alman sinema oyuncusu Hanna Schygulla, sinema sanatçısı Şener Şen ve açılışa katılamayan yönetmen Yavuz Turgul'a "Onur Ödülü" takdim edildi.

Başrollerini Şener Şen ve Uğur Yücel'in paylaştığı "Eşkıya" filmiyle açılan festivalde bu yıl 30'u prömiyer olmak üzere 38 film seyirciyle buluşacak.

70'den fazla sanatçının katıldığı festivalde, iki ülke sinemasından kısa metrajlı, belgesel ve uzun metrajlı filmler de gösterilecek. 

Yılmaz'ın "Burada bulunan herkesin özellikle de biz burada misafir olduğumuz içinAlman arkadaşlarımızın iyi insanlar olduğunu başından beri biliyorum. Bunu bir Mercedes otomobile bindiğiniz zaman zaten anlarsınız" sözleri salondan büyük alkış aldı.

Sinema sanatçısı Şener Şen ise kısa bir konuşma yaparak sevgi ve sanatın hayatlarında önemli bir yeri olduğunu vurguladı.

Konuşmaların ardından "Eşkıya" filmi izleyicilerle buluştu.

 

22 Mart'a kadar sürecek festivalde Türkiye'den 5 ve Almanya'dan 4 olmak üzere 9 sinema filmi yarışacak.

Türk-Alman sinema oyuncuları, yapımcıları ve yönetmenlerinden oluşacak jüri heyeti, en iyi filmi belirleyecek.

Alman sinema oyuncularından Uwe Kockisch bu yılki seçici kurulun başkanı olarak belirlenirken, ödülleri kazananlar 21 Mart'ta Nürnberg'deki Künstlerhaus K4 adresinde gerçekleştirilecek törende açıklanacak.

 Ludmila Dalaman

Berlin'de IFA Fuarı'nda 'Akıllı Ürünler' Damgası

Avrupa'nın en büyük tüketici elektroniği fuarı olan IFA’ya, 1400 civarında şirket katılıyor

Her yıl Berlin'de düzenlenen Uluslararası Elektronik Fuarı IFA’ya bu yıl son dönemlerin en büyük teknoloji trendi olan ‘akıllı elektronik ürünler’ damga vuruyor. Sektörün vitrini olarak kabul edilen ve Avrupa'nın en büyük tüketici elektroniği fuarı olan IFA’ya, 1400 civarında şirket katılıyor.

Akıllı telefondan bilgisayarlara, akıllı saatlerden tabletlere son teknolojiiyi yakalayan ürünler ön plana çıkanlar arasında ilk sırada. En çok ilgi çeken başka bir ürün, kavisli ekranlara sahip televizyon ve cep telefonları.

Kavisli ekrana sahip olan yeni nesil televizyonların görüntü kalitesi standart düz ekranlı televizyonlara göre çok daha yüksek. Kavisli ekranlarda hem ekranın ortasına hem de kenarlara olan uzaklık eşdeğer olduğundan izlenilen filmler veya futbol maçları kullanıcıda üç boyutlu izleme hissi yaratıyor. Konunun uzmanları kavisli televizyonların ortaya çıkmasıyla, son yıllarda 3D teknoloji ile piyasaya sürülen televizyonların geri planda kaldığını, kullanıcıların gözlerinin 3D gözlükle yorulduğunu, ancak 3 boyut kalitesi sunan kavisli ekranların gözlüksüz de aynı hissi yarattığını belirtiyorlar.

‘Akıllı’ etiketiyle sunulan ve her geçen gün daha da ucuzlayan ürünler fuarın dikkat çeken dorukları arasında bulunuyor. En çok ilgi gören, evlerde tüm donanımların, bir arada tek merkezden kontrolü ve hayatı kolaylaştıran akıllı sistemler.

Söz konusu sistemler yapay zekayla adeta evin özel sekreteri gibi çalışmaya doğru ilerliyor. Örneğin buzdolabında tereyağınız bittiğinde sistem bunu tespit ederek eksiği kullanıcıya bildiriyor veya kendisi sipariş veriyor.

Fuarda görücüye çıkan akıllı saatler de büyük ilgi topluyor ve hızla yaygınlaşmaya devam ediyor. 2014 yılında dünya çapında yaklaşık 7 milyon adet akıllı saat satışı gerçekleştirildi. Bu rakamın bu yılın sonuna dek yüzde 400 civarında artması ve yaklaşık 30 milyon adet akıllı saatin satılması bekleniyor.

Alışık olduğumuz saat kavramını geride bırakan akıllı saatler ‘akıllı’ kelimesinin hakkını veren özelliklre sahip. İletişim kurabilen, gündelik faaliyetlerin yanı sıra ve nabız, vücut sıcaklığı gibi değerlerini kayıt altına alan söz konusu saatlerin İFA’da atnıtılan son modellerinde Google Translate çevirisi bulunuyor, yani kullanıcılar yanlarında bir tercüman varmışçasına bir hizmete kavuşuyor. Sergilenen yeni modellerin kısa süre içinde piyasaya sürülmesi bekleniyor.

Fuara katılan Vestel ve Beko gibi sektör liderlerinin yanısıra 50'ye yakın çoğu orta ölçekli Türk şirketleri de yeni müşteriler kazanmayı ümit ediyor. İlki 1924 yılında gerçekleşen fuarı bu yıl 200 binden fazla kişinin ziyaret etmesi bekleniyor ve hem sektör temsilcileri hem de tüketiciler birçok Avrupa ülkesini saran ekonomik krizin Uluslararası Elektronik Fuarı’nı teğet geçtiğini belirtiyorlar.

Ludmila Dalaman

Türkiye Herşeye Rağmen Almanlar'ın Gözdesi

Türkiye, her sene yaklaşık 5 milyon Alman turisti ağırlıyor

Dünya Turizm Örgütü'nün en çok turist kabul eden ülkeler sıralamasına göre Türkiye geçen yıl 36 milyonla 6. sırada  yer aldı. Almanlar için turistik açıdan yıllardır cazibe merkezi olan Türkiye, her sene yaklaşık 5 milyon Alman turisti ağırlıyor. Ancak PKK’nın terör eylemleri ve Türk ordusunun düzenlediği operasyonlara paralel ülkenin özellikle Güneydoğu şehirlerinde meydana gelen olayların Alman turistlerin Türkiye destinasyonuna olan ilgisini orta ve uzun vadeli olarak olumsuz etkileme olasılığı turizm sektöründe keyifleri kaçırıyor.

Sektör temsilcileri Alman basınında Türkiye’deki gelişmelerle bağlantılı çıkan haberlerin ve Federal Dışişleri Bakanlığı’nın uyarılarının endişeye neden olduğunu belirtiyor. Dışişleri Bakanlığı internet sitesinde Temmuz ayının sonunda yer alan duyurularda PKK’nın intikam eylemleri yapabileceği uyarısında bulunarak, özellikle Suriye ve Irak sınır bölgelerine gidilmemesini tavsiye etmiş, ardından da İstanbul'da metro şebekesi ve otobüs duraklarına yönelik olası saldırı uyarısında bulunmuştu. Bu gelişmeler ışığında, yurtdışında 'Türkiye güvensiz bir ülke' algısının oluşturulmaya çalışıldığını öne süren Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Abdurrahman Arıcı, olumsuz tabloyu gidermek için yaptıkları kampanya ile Almanya’dan gelen turist sayısında 200 bine yakın artış sağladıklarını, yıl sonunda gelen turist sayısının önceki yılı yakalayacağını açıkladı.

Turizm Bakanlığı‘nın verilerine göre, 2015'ün ilk 6 ayında Almanya'dan gelen turist sayısında yüzde 11'lik bir artış oldu. Alman turistlerin sayısı ilk 6 ayda 2 milyon 110 bini buldu. Ancak sektör temsilcileri Rusya‘dan gelen turist sayısındaki sert düşüşle birlikte gelen turistlerin harcamalarının, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 40’a varan oranda gerilemesi neticesinde yıl sonu turizm gelirinde yaklaşık 5 milyar dolar kaybın söz konusu olabileceğinden yola çıkıyorlar. Devam eden yaz sezonu için şu ana kadar Almanya’dan kayda değer rezervasyon iptalinin söz konusu olmadığını belirten seyahat acentaları temsilcileri, şiddetin tırmanması halinde rezervasyon akışında iptallerin gündeme gelebileceğini, ama Türkiye’deki turizm sektörünün geçmişte de krizleri çok büyük zarar almadan atlabildiğini savunuyor ve Türkiye’nin Akdeniz’de Yunanistan, İspanya ve İtalya’ya kıyasla çok daha ucuz olduğunu anımsatıyorlar.  

Turizmcileri devam eden sezondan daha çok ileriye yönelik rezervasyon akışı kaygılandırıyor. Almanya’nın en büyük turizm şirketi TUİ sonbahar ve kış aylarına yönelik rezervasyonlarda yüzde 20’lik azalma olduğunu açıkladı. Almanya’daki Türk turizm şirketlerini düşündüren bir diğer gelişme ise, Alman turistlerin ‘her şey dâhil' yani all inclusive sistemiyle hizmet veren otellere olan ilgisinin giderek azalması. Sektör temsilcileri all inclusive otellerde örneğin Rus turistlerin tesislerden hiç çıkmadığını, Almanların ise kültür ve doğa gibi farklı arayışlar içinde olduklarını belirterek Türkiye'deki turizm çeşitliliğinin daha iyi tanıtılmasını talep ediyorlar. İstatistiklere göre Almanların yaklaşık yüzde yetmişi tatillerini yurt dışında, üçte biri de Almanya'da geçiriyor. Tatilini yurt dışında geçirenlerin yarısı da Akdeniz çevresindeki ülkelerde tatil yapıyor.

Almanya'da Federal Başsavcı Görevden Alındı

Basın özgürlüğü tartışması Federal Başsavcı'nın görevinden alınması ile yeni bir boyut kazandı

Marcus Beckedahl'ın  netzpolitik.org adlı haber sitesi  başsavcının kultuğuna mal oldu
Marcus Beckedahl'ın netzpolitik.org adlı haber sitesi başsavcının kultuğuna mal oldu

Almanya'da netzpolitik.org adlı haber sitesinde görevli iki gazeteciye karşı devletin gizli sırlarını sızdırdıkları gerekçesiyle vatana ihanetten soruşturma açılması üzerine başlayan basın özgürlüğü tartışması Federal Başsavcı'nın görevinden alınması ile yeni bir boyut kazandı.

Adalet Bakanı Heiko Maas, soruşturmayı açan Federal Başsavcı Harald Range'ya artık güveni kalmadığını gerekçe göstererek, emekliye sevk ettiğini duyurdu ve görevinden aldı. netzpolitik.org sitesi iç istihbarattan sorumlu Anayasayı Koruma Teşkilatı’na ait ve internet üzerinden iletişimde devlet takibini artırmaya yönelik planları ifşa eden haberler yayınlamış, kurumun gizli belgelerinden alıntılara yer vermişti.

Başsavcı Range söz konusu haberlerin devlet sırrı kapsamına girdiğini savunarak, sitenin yöneticilerini vatana ihanetle suçlayarak, soruşturma başlatmıştı. Federal Başsavcı, kamuoyundan bunun basın özgürlüğüne müdahale olduğu şeklinde gelen yoğun tepkiler üzerine önce soruşturmanın geçici olarak durdurulduğunu ve yayınlanan belgelerin gerçekten devlet sırrı olup olmadığının gözden geçirilmesi ve inceleme başlatılması konusunda bilirkişi heyeti görevlendirildiğini bildirdi.

Range’nin soruşturması geçen günlerde Almanya’da basın özgürlüğü ile bağlantılı tartışmaları alevlendirirken, Başbakan Angela Merkel devreye girdi ve basın özgürlüğünü ‘en yüksek değer’ olarak vurguladı. Ardından Adalet ve İçişleri Bakanları da Başsavcı Range'yi eleştiren açıklamalar yaptılar. Alman Gazeteciler Birliği Başkanı Michael Konken soruşturmanın basın özgürlüğüne bir saldırı olduğunu ve derhal durdurulması gerektiğini açıkladı.

Range ise dün basın toplantısı düzenleyerek, bağlı bulunduğu Adalet Bakanlığı’nı ve genel olarak siyaseti soruşturmayı etkilemekle suçlayarak, “Basın özgürlüğüne sonsuz saygım var, ancak Başsavcılığa yapılan da hukukun bağımsızlığına kabul edilemez bir müdahaledir” şeklinde eleştirdi. Bunun üzerine Adalet Bakanı Heiko Maas, Başsavcının sözlerinin kabul edilemeyeceğini belirtti ve “Kendisine güvenim kalmadı. Görevine derhal son verilmesi için işlem başlattım” dedi. Y

Almanya’da ceza yasası, vatan hainliğini “ülkenin dış güvenliği ve bütünlüğüne yönelik ajanlık, yabancı bir güce ve aracılarına devlet sırlarını sızdırmak veya kamuoyuna açıklamak” şeklinde tanımlanıyor. Gazetecilerin devlet sırlarını kamuoyuna sızdırması kendi başına suç teşkil etmiyor ve haklarında soruşturma açılabilmesi için vatana ihanet şüphesi gerekiyor. Memet Kılıç konuyla ilgili tartışmaların Türkiye’de de büyük yankı bulduğunu, ancak bazı medya kuruluşları tarafından yanlış yorumladığını savunuyor.

Almanya’da en son 1962 yılında Der Spiegel dergisi hükümetin savunma politikasını sorgulayan haberlerle devlete ait gizli bilgilerin ifşa edilmesinden suçlanmış, üç gazetecinin geçici olarak tutuklandığı olaydan sonra, operasyonun arkasındaki kişi olduğu ortaya çıkan dönemin Savunma Bakanı Franz-Josef Strauss istifa etmek zorunda kalmış, ondan kısa bir süre sonra yapılan seçimde Hıristiyan Birlik Partisi’nin yenilgisi bu olaya bağlanmıştı.

Ludmila Dalaman

Almanya'da Basın Özgürlüğü Tartışması

Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Maaßen, netzpolitik.org çalışanlarını istihbarat servislerine ait devlet sırlarını ifşa etmekle suçladı

Almanya'da araştırmacı gazeteciliği ile bilinen netzpolitik.org adlı haber sitesine yönelik ‘vatana ihanet’ suçlamasıyla başlatılan soruşturma ülkede basın özgürlüğü konusunu tartışmaya açtı. Gerçi soruşturma siyaset ve medya dünyasından gelen yoğun tepkiler sonrasında ‘şimdilik’ askıya alındı, ama konu Berlin’in gündeminde kalmaya ve tepki çekmeye devam ediyor.

Federal Başsavcılık haber sitesinde çalışan iki gazeteciyi, iç istihbarattan sorumlu Anayasayı Koruma Teşkilatı’na ait gizli belgeleri yayınladıkları gerekçesiyle geçen Perşembe vatana ihanetle suçlayarak, soruşturma başlatmıştı. Alman ceza hukukuna göre vatana ihanet suçuna ömür boyu hapis cezası verilebiliyor. Söz konusu haberlerin geçen Şubat ve Nisan aylarında yayınlandığını duyuran Başsavcılık, soruşturmaya Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Hans-Georg Maaßen’in başvurusu üzerine karar verildiğini de duyurdu. Söz konusu haberlerin tarih ve başlıkları 25 Şubat'ta 'Gizli para yağmuru: Anayasayı Koruma Teşkilatı internet iletişiminde kitle değerlendirmeleri yapıyor' ve 15 Nisan'da da 'Gizli çalışma grubu: İnterneti takip eden Anayasayı Koruma Teşkilatı yeni çalışma ekibini tanıtıyoruz'.

Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Maaßen, netzpolitik.org çalışanlarını istihbarat servislerine ait devlet sırlarını ifşa etmekle suçlarken, haber sitesinin yöneticisi Marcus Beckedahl, başta Federal Başsavcılık olmak üzere yetkilileri, kendileri hakkında soruşturma açarak ABD Ulusal Güvenlik Kurumu NSA’in Başbakan Angela Merkel ve pek çok Alman siyasetçiyi dinlemesine ilişkin skandalla ilgili gerçekleri örtmeye çalışmakla suçladı.

Alman Gazeteciler Birliği Başkanı Michael Konken soruşturmanın basın özgürlüğüne bir saldırı olduğunu ve soruşturmanın derhal durdurulması gerektiğini açıkladı. Birlik Partileri dışında hemen tüm partiler soruşturmayı kınayan açıklamalar yaptı, koalisyon ortağı SPD ve muhaleffeteki Yeşiller ve Sol partileri Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Hans-Georg Maaßen’in basın özgürlüğüne müdahalede bulunduğunu ve özgür basını yıldırmaya çalıştığını öne sürerek, istifasını istediler.

Birçok başka haber portalı‚ suça konu olan dosyaları sitelerinde yayınlayarak kendileri hakkında da soruşturma açılması için savcılığa suç duyurusunda bulundu. 50 yılı aşkın bir süre sonrasında ilk kez gazetecilere ‘vatana ihanet’ soruşturması açan Federal Başsavcılık tepkiler üzerine soruşturmanın geçici olarak durdurulduğunu ve yayınlanan belgelerin gerçekten devlet sırrı olup olmadığının gözden geçirilmesi ve inceleme başlatılması konusunda bilirkişi heyeti görevlendirildiğini bildirdi.

Der Spiegel 1962 yılında hükümetin savunma politikasını sorgulayan haberlerle devlete ait gizli bilgilerin ifşa edilmesinden suçlanmış, dergi binası polis tarafından basılmış ve yazı işleri büroları aranmıştı. Üç gazetecinin geçici olarak tutuklandığı olaydan sonra, operasyonun arkasındaki kişi olduğu ortaya çıkan dönemin Savunma Bakanı Franz - Josef Strauss istifa etmek zorunda kalmış, ondan kısa bir süre sonra yapılan seçimde Hırisiyan Birlik Partisi’nin yenilgisi bu olaya bağlanmıştı. Der Spiegel skandalı Almanya’da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan en büyük skandallar arasında gösteriliyor. Berlin’deki yorumlarda netzpolitik.org adlı haber sitesine yönelik soruşturmanın da bağımsız ve kritik gazeteciliğe taciz anlamına geldiği ve bu olay sonrasında ‘gazeteciliğe bağlı vatana ihanet suçunun’ kaldırılması gerektiği belirtiliyor.


Ludmila Dalaman


Türkiye’de Eşcinseller Ayrımcılığa Uğruyor

Sol Parti’nin Berlin Eyalet Meclisi’ne seçilen ilk Türk kökenli eşcinsel milletvekili olan Hakan Taş’a göre, Türkiye’de eşcinsel bireyler, cinsel yönelimleri nedeniyle birçok alanda ayrımcılığa maruz kalıyor, temel hak ve özgürlüklerine müdahale ediliyor

Hakan Taş, Türkiye’de eşcinsel bireylerin ayrımcılığa maruz kaldığını söylüyor
Hakan Taş, Türkiye’de eşcinsel bireylerin ayrımcılığa maruz kaldığını söylüyor

Amerika’da eşcinsel evliliklerin yasal hale gelmesinin ardından sosyal medya gökkuşağı renklerine büründü. Eşcinsel evlilik ve eşit haklar Avrupa’nın birçok ülkesinde de gündeme gelirken, İstanbul'da 27 Haziran’da Onur Yürüyüşü’ne katılmak için gelen binlerce kişinin tazyikli su ile dağıtılması ve polisin şiddet kullanması büyük tepkiye yol açtı. Kendilerini ‘Ankara merkezli gençlik hareketi’ olarak tanıtan Genç İslami Müdafaa adlı örgütün, Ankara cadde ve sokaklarında afişle eşcinsellerin öldürülmesi yönünde afişler asması ise Türk toplumunun eşcinsellere bakışı tartışmalarını yeniden başlattı.


Sol Parti’nin Berlin Eyalet Meclisi’ne seçilen ilk Türk kökenli eşcinsel milletvekili olan Hakan Taş, Türkiye’de eşcinsel bireylerin, cinsel yönelimleri sebebiyle birçok alanda ayrımcılığa maruz kaldığını, temel hak ve özgürlüklerine müdahale edildiğini söylüyor. Bu yıl yapılamayan ‘Onur Yürüyüşü’nün eşcinsellerin içinde bulunduğu durum açısından çok anlam taşıdığını ifade eden Hakan Taş, AKP’nin bu konuda daha önceki hoşgörülü yaklaşımını değiştirdiğini ve siyasetini sertleştirdiğini öne sürüyor.

Almanya'da 'Bayram' Sıkıntısı

Bayram Almanya’da resmi tatil olarak kabul edilmiyor, o yüzden çalışanlar ancak paydostan sonra bayramlarını kutlayabiliyorlar


İslam dünyasında 11 ayın sultanı olarak tanımlanan Ramazan ayı sona erdi, bugün bayramın ikinci günü kutlanıyor. Türkiye’de yaşam bayram rehavetine girmiş durumda. Almanya’daki Müslümanlar ise bayram sevincini buradaki şartlarda yaşayabiliyor. Eş dost ziyaretleri, bayramlaşmalar iş hayatının elverdiği boyutta bayram günlerine damgasını vuruyor.

Bayramı evlerinde aileleri, çocukları ve akrabalarıyla birlikte yaşamak isteyen vatandaşlar, bayram günü için izin almaya çalıştıklarını fakat bunun her zaman mümkün olmadığını belirtiyorlar.

Bayram Almanya’da resmi tatil olarak kabul edilmiyor, o yüzden çalışanlar ancak paydostan sonra bayramlarını kutlayabiliyorlar. Bu yılın avantajı bayramın bugünkü ikinci ve yarınki üçüncü gününün hafta sonuna rastlaması, yani birçok insan çalışmak zorunda değil.

Almanya’da yaşayan Müslümanlar, yıllardır Kurban ve Ramazan bayramlarının kendileri için tatil günü olmasını istiyor ve bunu Türklerin Müslümanların temsilcileri de her fırsatta dile getiriyor.

Almanya'da dini cemaat olarak tanınmış Hristiyanlık ve Museviliğin kutsal günleri, bayramları o inanç mensupları için resmi tatil olarak uygulanıyor. 4 milyon Müslümanın yaşadığı ülkede 16 eyalet içinde sadece Bremen ve Hamburg'da Müslümanlar ile eyalet hükümetleri arasında, Müslümanlar dini cemaat olarak resmen tanındı. İmzalanan sözleşme kapsamında, bu eyaletlerde, talep etmesi durumunda, Müslüman çalışana dini bayramlarda izin veriliyor. Diğer eyaletlerde böyle bir olanak yok.Bundan kısa bir süre önce Almanya’nın en saygın vakıflarından olan Robert Bosch Vakfı, Müslümanların bayramlarının da resmi tatil olarak tanınmasını istedi.

Tatiller konusunda mevcut hukuki düzenlemenin ‘dinlere giderek artan farklı muamele’ olduğuna dikkat çeken vakıf uzmanları, Müslüman bayramların tanınmasının farklı muameleyi kaldıracağına, Müslümanları ‘teyit, tasdik edilmiş’ hissettireceğine dikkat çekti.

Ancak siyaset ve Hristiyan kiliseleri bu talebe pek sıcak yaklaşmıyorlar. Nitekim Almanya Piskoposlar Konferansı Müslümanların bayramlarının, Hristiyanların dinî günleri ile aynı karaktere sahip olmadığını ifade etti. Katolik Kilisesi’nin bir sözcüsü ise, dinî bayramların sadece tatil günü olmadığını, kültürün ve Hristiyan geleneğinin bir simgesi olduğunu vurguladı.

Hristiyan Sosyal Birlik CSU ise, Almanya'da ‘Hristiyan-Batı kültürünün’ ağırlıkta olduğunu, bunun böyle kalacağını, bu kültürün hoşgörü bahanesiyle sulandırılmaması gerektiğini ifade etti.

Almanya'da Arka Arkaya İftar Davetleri

Başbakan Angela Merkel de göreve geldiğinden bu yana ilk kez bir iftar programına katıldı

Alman toplumunun yaklaşık yüzde 5’i Müslümanlardan oluşmakta. İstatistiklere göre 3 milyona yakını Türkiye’den olmak üzere toplam 4 milyon Müslümanın yaşadığı ülkede, İslamiyet resmi din olarak tanınmıyor. Ancak Alman toplumunun çoğunluğu Müslümanların dini yaşamlarına, gelenek ve adetlerine genel olarak saygı ile yaklaşıyor.

Bunda Müslümanların temsilcilerinin ve özellikle ülke genelinde yaklaşık 3 bin 500 caminin son yıllarda Almanlara yönelik çalışmalarını yoğunlaştırmaları ve kapılarını Müslüman olmayanlara da açmaları büyük pay sahibi.

Nitekim bundan daha birkaç yıl öncesinde sadece Müslüman cemaatlerin kendi içinde geçirdikleri Ramazan dönemi iftar yemekleri ve şenlikler geleneksel hale gelmeye başladı ve Alman toplumunun da ilgisini görüyor.

Camilerin neredeyse tamamında Ramazan boyunca her akşam iftar sofraları kuruluyor. Ramazan sofralarında değişik dinden ve inançlardan insanlar bir araya geliyorlar. Bunun böyle olmasına da Müslüman cemaatleri büyük önem veriyor.

İslamiyet ile ilgili önyargıların giderek arttığı bir dönemde iftarlar dinler arası diyalog, karşılıklı anlayış, tanışma ve kaynaşmaya zemin hazırlayan önemli bir etkinlik olarak algılanıyor.

Çok sayıda Alman kuruluşu da artık iftar yemekleri veriyor. Alman bankaları, sosyal kuruluşlar, işletmeler ve siyasi partiler Müslüman çalışanları ya da üyeleri için iftarlar düzenliyor. Bu yıl Almanya’daki Katolik Kilisesi de bu konuda bir ilke imza atarak, Müslümanlara bir iftar yemeği verdi.

Berlin Başpiskoposluğu tarafından organize edilen iftarda Kur'an-ı Kerim tilaveti ve yemek duası yapıldı. Başpiskoposluk sözcüsü Tobias Przytarski, Müslümanların geleneğine uygun bir davet düzenlenmesinin kilise içinde çok tartışıldığını, ancak Almanya gibi çok kültürlü bir ülkede böyle bir davetin gerekli olduğunu belirtti ve iftar davetinin, dini bir gelenek olarak oruç tutan Hristiyanlar tarafından 'inanç kardeşliği jesti' olduğunu ifade etti.

Diyanet İşleri Türk İslam Birliği DİTİB Yönetim Kurulu Bekir Alboğa, Ramazan'da paylaşmanın dini bir gereklilik olduğunu vurgulayarak, Müslüman, Hıristiyan veya diğer inançlara sahip insanların ya da hiç bir dine inanmayanların bu sofralarda bir araya gelebilmesinin Almanya’daki uyum süreci açısından önemli bir gelişme olduğunu belirtiyor.

Siyasi partiler de iftar yemekleri düzenliyor, siyasetçiler farklı kesimlerin bir araya geldiği iftar sofralarını değerlendirmenin yolunu arıyor. İki yıl önce Federal Dışişleri Bakanı Steinmeier’in iftar daveti vermesi ile yeni bir boyut kazanan bu gelenek, bu yıl yeni ilklere de neden oldu. Münih kentinde 1819 yılında kurulan Bavyera Parlamentosu’nun 196 yıllık tarihinde bir ilk yaşandı. Almanya’nın en muhafazakâr eyaleti olan Bavyera Parlamentosu'nda Alman Sosyal Demokrat Partisi SPD milletvekilleri, kentte yaşayan yaklaşık 110 bin Müslüman'ın temsilcilerine bir iftar yemeği verdi.

Başbakan Angela Merkel de göreve geldiğinden bu yana ilk kez bir iftar programına katıldı. Federal Hükümet'in Göç ve Uyumdan Sorumlu Devlet Bakanı Aydan Özoğuz'un evsahipliğini yaptığı iftar programında Başbakan Angela Merkel ile birlikte farklı inanca sahip 43 davetli hazır bulundu. Merkel yaptığı konuşmada Almanya'da yaşayan Müslümanların büyük çoğunluğunun yasalara ve anayasal kurumlara bağlı yurttaş olduğunu söylerken ‘İslam şüphesiz Almanya'ya aittir’ dedi.

Merkel, Almanya'daki Müslümanların ülke refahına katkı sunduklarını da söyledi. Merkel’in iftara katılması Almanya’daki Türk ve Müslüman çatı örgütlerinin temsilcileri arasında çok olumlu yankı buldu. Almanya Türk Toplumu’nun konuyla ilgili açıklamasında, bu tarzda simgesel tavırların kamuoyunda büyük etkisi olduğu vurgusu yapıldı ve Merkel’in katılımının ‘Müslümanların Almanya’ya ait olduğunun göstergesi’ sayılabileceği ve ‘toplumun da Müslümanları kabulünü hızlandırabileceği’ belirtildi.

ABD’de Başkan Barack Obama’nın her yıl iftar verdiğini hatırlatan Türk sivil toplum kuruluşları temsilcileri, benzer bir uygulamayı bundan sonraki yıllarda Almanya Başbakanı’ndan beklediklerini de açıkladılar.

Türkler Alman Vatandaşlığına İlgi Duymuyor

Almanya vatandaşlığa geçişleri teşvik amacıyla yıllardır kampanya yapıyor. Ancak son veriler, 2014'te, bir yıl öncesine göre daha az yabancının Alman vatandaşlığına geçtiğini gösteriyor. Vatandaşlığı seçenlerin oranı toplamda %3,5 azalırken, bu azalma Türkler’de %19,7’yi buldu

Almanya‘da vatandaşlığa geçişleri teşvik etmek amacıyla yıllardır kampanyalar yapılıyor
Almanya‘da vatandaşlığa geçişleri teşvik etmek amacıyla yıllardır kampanyalar yapılıyor

Almn vatandaşlığına geçme koşullarını yerine getirenlerden sadece yüzde 2,2’sinin geçen yıl Alman vatandaşlığına geçmesi, Alman pasaportuna ilginin genel olarak az kalması geleneğinin sürmesi olarak yorumlanıyor. 

Nüfusu azalan ve aynı zamanda kalifiye eleman ihtiyacı sürekli artan Almanya’nın göçmenler için daha cazip bir ülkeye dönüşmesinin önündeki en büyük engel ülkedeki yabancı düşmanlığı olarak tanımlanıyor. Göçmen kökenli gençlerin son yıllarda eğitimde başarılı olmalarına rağmen çalışma piyasasına girişte zorluk yaşamaları ve genel olarak yabancıları

anya'da istatistiklere göre toplam 7 milyon yabancı ve 8 milyon 500 bin Alman pasaportlu göçmen yaşıyor. Buna göre 80 milyon nüfusu olan Almanya'da yaşayan her 5 kişiden biri göçmen kökenli.

Dünyada en fazla göç alan ülkelerin başında gelen Almanya‘da vatandaşlığa geçişleri teşvik etmek amacıyla yıllardır kampanyalar yapılıyor. Geçen yıl kabul edilerek yürürlüğe giren ve özellikle Türkiye kökenlileri ilgilendiren yeni vatandaşlık yasasına göre, Almanya'da doğup büyüyen ve doğumla Almanya vatandaşlığını kazanan göçmen kökenli ailelerin çocukları 21 yaşına girdiğinde iki ülke vatandaşlığından birini seçmek zorunda kalmıyor, başka bir deyişle sözkonusu gençlere çifte vatandaşlık hakkı veriliyor.

Bu yeni düzenlemenin Alman vatandaşlığına geçiş sayısını yukarılara çekeceğinden yola çıkılıyordu. Ancak konuyla ilgili açıklanan sayılar, 2014'te, bir yıl öncesine göre daha az yabancının Alman vatandaşlığına başvurarak pasaport aldığını gösteriyor. Alman vatandaşlığına geçenlerin oranı toplamda yüzde 3,5 azalırken, bu azalma Türkler’de yüzde 19,7’yi buldu. 2014 yılında Alman vatandaşlığına geçen Türklerin sayısı geçen yıl da, önceki yıllarda olduğu gibi gerileyerek 5 bin 500 azaldı. Ancak genel sayılara bakıldığında, halen en çok geçiş 22 bin 500 ile Türkiye kökenliler tarafından yapılıyor.

Federal İstatistik Dairesi’nin verilerine göre, geçen yıl Alman vatandaşlığı alan yabancı sayısı 108 bin 420 olarak kaydedildi. Geçen yıl Avrupa Birliği ülkelerinden gelerek Alman pasaportu alanların sayısının bir yıl öncesine göre yüzde 12'den daha fazla yükselmesi dikkat çekti. Nitekim Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) ve Avrupa Birliği Komisyonu’nun hazırladığı bir rapora göre, OECD ülkeleri arasında kamuda göçmen istihdamında en düşük seviyede Almanya bulunuyor. Aynı rapora göre göçmen kökenli gençler arasında işsizlik oranı yüzde 15, buna karşılık Alman gençlerde işsizlik oranının yüzde 6’larda. 

Öte yandan Avrupa Birliği İstatistik Ofisi Eurostat’ın 2013 yılında AB ülkesi vatandaşlığına geçenlerin rakamlarına dair raporuna göre, sayı 1 milyonu buldu. AB vatandaşlığına geçenler listesinde ilk sırayı 86 bin ile Faslılar alırken, ikinci sırada 48 bin kişi ile Hintliler ve üçüncü sırada da 46 bin 500 kişi ile Türkler geliyor. 2013 yılında en çok vatandaşlık hakkı tanıyan ilk beş ülke sıralamasında yüzde 4,5 oranıyla İspanya ilk sırada yer aldı. İspanya’yı yüzde 4,2 oranıyla İngiltere, yüzde 2,5 oranıyla Fransa, yüzde 2,3 oranıyla İtalya ve yüzde 1,5 oranıyla Almanya takip ediyor.

Ludmila Dalaman

Merkel İlk Kez İftara Katılıyor

Merkel, Federal Hükümetin Uyum Bakanı Aydan Özoğuz tarafından organize edilen iftar programına katılacak

Merkel'li iftar basına kapalı olarak gerçekleşecek
Merkel'li iftar basına kapalı olarak gerçekleşecek

Başbakan Angela Merkel göreve geldiğinden bu yana ilk kez bu akşam bir iftar programına katılacak. Merkel, Federal Hükümetin Uyum Bakanı Aydan Özoğuz tarafından organize edilen ve Federal Dışişleri Bakanlığı’nın Villa Borsig isimli konuk evinde yapılacak iftar programına katılacak.

Basına kapalı olarak gerçekleşecek iftar programına davet edilenler arasında Almanya Protestan Kilisesi Konsey Başkanı Heinrich Bedford-Strohm, Katolik Piskoposlar Konferansı adına Berlin Katolik Bürosu Başkan Vekili Katharina Jestaedt, Almanya Katolikleri Merkez Komitesi Başkanı Alois Glück ve Almanya Yahudileri Merkez Konseyi Başkanı Josef Schuster gibi isimler de var.

Federal Hükümet Sözcülüğü, Merkel’in iftar programına katılmasının Alman hükümetin Müslümanlarla diyaloğu geliştirmeye yönelik açılımları arasında görülmesi gerektiğini ve başbakanın toplumsal birlikteliğin güçlendirilmesi yönünde bir mesaj vermek istediğini ifade etti.

Merkel’in iftara gidecek olması Almanya’daki Türk ve Müslüman çatı örgütlerinin temsilcileri arasında çok olumlu yankı buldu. Almanya Türk Toplumu konuyla ilgili açıklamasında, bu tarzda simgesel tavırların kamuoyunda büyük etkisi olduğu vurgusu yapıldı ve Merkel’in katılımının ‘Müslümanların Almanya’ya ait olduğunun göstergesi’ sayılabileceği ve ‘toplumun da Müslümanları kabulünü hızlandırabileceği’ belirtildi.

ABD’de Başkan Barack Obama’nın her yıl iftar verdiğini hatırlatan Türk sivil toplum kuruluşları temsilcileri, benzer bir uygulamayı ileride Almanya Başbakanı’ndan beklediklerini de açıkladılar. Merkel’le iftara çağrılan isimlerden Almanya Müslümanları Koordinasyon Konseyi Sözcüsü Nurhan Soykan, Başbakan Merkel’in katılımını ‘bu ilk adım’ şeklinde yorumluyor.

Almanya’nın kendini göçmen alan bir ülke olarak tanımlamakta birçok başka ülkeye kıyasla geç kaldığını düşünen Almanya Müslümanları Koordinasyon Konseyi Sözcüsü Nurhan Soykan, buna paralel son zamanlarda radikal İslamist terör eylemlerinin Müslümanların imajına olumsuz yansıdığını ve Merkel’in iftara katılmasının bu açından daha da önem kazandığını ifade ediyor.

Ludmila Dalaman

‘Boşnak Ajan’dan Çarpıcı İddialar

‘Terror-Made in Germany’ adıyla çıkan ve eski radikal İslamcı İrfan Peci’nin kaleme aldığı kitapdaki iddialar iç istihbarat teşkilatını büyük töhmet altında bırakıyor 

Amerikan Ulusal Güvenlik Kurumu NSA adına yıllardır başta Alman olmak üzere Avrupalı politikacıları ve şirketleri gizlice dinlediği ve haklarında bilgi topladığı yönündeki haberler yüzünden eleştirilerin odak noktasında olan Alman Dış İstihbarat Servisi BND’den sonra şimdi de iç istihbarat teşkilatı Anayasayı Koruma Örgütü Verfassungschutz’e yönelik ağır suçlamalar gündeme damgasını vurdu.

‘Terror-Made in Germany’ adıyla çıkan ve eski radikal İslamcı İrfan Peci’nin kaleme aldığı kitapdaki iddialar iç istihbarat teşkilatını büyük töhmet altında bırakıyor. Bosna kökenli 26 yaşındaki İrfan Peci, 2000’li yılların ortasında Berlin’de radikal İslamcı gruplara katıldığını, o dönemde internet üzerinden cihatçı propaganda yapan ‘Global İslami Medya Cephesi’ adlı grubta liderlik yaptığını, 2008 yılında ‘şiddet eylemlerine destek’ suçundan tutuklandığını ve istihbarat teşkilatının 2009 yılında bulunduğu cezaevinde kendisi ile bağlantı kurarak, serbest bırakılması karşılığında ajanlık önerdiğini iddia ediyor.

2009 kışında istihbarat örgütü adına 1400 Euro aylık maaş karşılığında muhbir olarak çalışmaya başladığını aktaran İrfan Peci, bilgi aktarımı için aldığı para miktarının kısa bir süre sonra 3000 Euroya çıktığını, teşkilatın ev kirasını ve seyahat gibi ekstra harcamalarını da üstlendiğini belirtiyor. Eski muhbir bu dönemde ‘Alman Taliban Mücahitleri’ isimli Berlin merkezli bir grupta da yer aldığını, söz konusu grubun El Kaide ile ilişkide olduğunu ve iç istihbarat teşkilatından aldığı ekstra ödenekleri, El Kaide ile irtibattaki kişilerin güvenini kazanabilmek için bu kişilere aktardığını anlatıyor. Kitabında başta ‘Alman Taliban Mücahitleri’ örgütü gibi radikal İslamcı gruplarda faal olanların cep telefon numaralarını ve fotoğraflarını istihbarattaki elemanlara teslim ettiğini yazan İrfan Peci, 2010 yılında Bosna’da radikal İslamcı bir grubun terör kampına katılarak eğitim aldığını da açıklıyor.

Peci’nin iç istihbarat teşkilatına yönelik bir başka iddiası Temmuz 2010’da radikal İslamist tanıdıkları ile bir metro istasyonunda karşılaştıkları bir ABD askerini dövüp ağır yaraladıkları, ancak kendisinin deşifre olmaması için bağlı bulunduğu istihbarat şefinin olayı polise kapattırdığı şeklinde. ‘Alman istihbaratı James Bond gibi bir yaşam sürmeme olanak sağladı ve destek verdi’ şeklinde o dönemdeki yaşamını özetleyen ve radikal İslamcı gruplarla bağlantısını kopardığını, bu gibi gruplara katılmayı düşünen egnçleri uyarmak için kitabı yazdığını anlatan İrfan Peci, ‘Global İslami Medya Cephesi’ adlı gruba yönelik bir operasyon sonrasında 2010 sonbaharında deşifre olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığını ve o yüzden muhbirlik işinin sona erdiğini de öne sürüyor.

Kitabın yayınlanması sonrası iç istihbarat teşkilatı Anayasayı Koruma Örgütü konuyla ilgili açıklama yapmayı red ederken, Federal Başsavcılık İrfan Peci’nin söz konusu dönemde iç istihbarat teşkilatının ajanı olduğunu doğruladı. Berlin’de konuyla ilgili yorumlarda, istihbarat örgütünün Peci’ye verdiği maaşın ‘teröre mali destek’ olduğu ve ‘terör faaliyetlerinin devletin parası ile finansmanın suç teşkil ettiği’ vurgulandı. Amerikan askerinin dövülmesi olayında istihbarat teşkilatının ‘bilinçli bir şekilde bir suçun üzerini örttüğü’ ifade edilirken, başsavcılığın istihbarat örgütünde konunun sorumlularına karşı harekete geçmesi gerektiği de belirtildi.

Sekizi Türk dokuz göçmeni ve bir Alman polisi öldüren Neonazi NSU terör örgütüyle ilgili soruşturma da, Thüringen ve Sachsen eyaletlerinin iç istihbarat dairelerinin aşırı sağcı gruplar içerisinde paralı muhbirleri bulunduğu ve söz konusu cinayetleri işleyen Neonazilerin istihbarat tarafından yıllarca izlendikleri, cinayetlerin bilinmesine rağmen tutuklama girişimde bulunmadıkları iddiaları gündeme gelmişti. 2012’de NSU ile ilgili bazı dasyaların ve belgelerin yakılarak imha edildiğinin ortaya çıkmasından sonra ise, istihbarat örgütünün başkanı Heinz Fromm istifa etmek zorunda kalmıştı.

Ludmila Dalaman

74 Yaşındaki Muhabir IŞİD'in Kitabını Yazdı

Jürgen Todenhöfer, IŞİD’in Suriye’deki kamplarına giren ilk batılı gazeteci oldu

74 yaşındaki Jürgen Todenhöfer, IŞİD’in Suriye’deki kamplarına giren ilk batılı gazeteci oldu © Jürgen Todenhöfer
74 yaşındaki Jürgen Todenhöfer, IŞİD’in Suriye’deki kamplarına giren ilk batılı gazeteci oldu © Jürgen Todenhöfer

Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) terör örgütüyle ilgili haber ve gelişmeler dünya gündemini belirlemeye devam ediyor. Son üç gün içinde Amerikan ordusuna bağlı özel birliklerin Suriye’nin doğusunda düzenledikleri operasyonda IŞİD komutanlarından Ebu Seyyaf’ı öldürmesinden sonra, Bağdat’ın batısında ülkenin en büyük eyaletinin başkenti olan Ramadi’nin, şiddetli çatışmaların ardından kısmen IŞİD’in kontroluna geçtiği ve örgütün kentte 503 kişiyi infaz ettiğini ileri sürüldü.

Bugünkü Alman basınında büyük yankı bulan bir haber ise, IŞİD militanlarının Akdeniz'deki göçmen krizinden faydalanarak Avrupa'ya kaçak göçmen olarak sızdığı iddiaları. Konuyla ilgili olarak konuşan Libyalı bir yetkili, radikal İslamcı IŞİD militanlarının göçmen teknelerini kullanarak gelecekte Avrupa'da eylemler planladığı şeklinde açıklama yapmıştı. Almanya, IŞİD üyelerinin ve sempatizanlarının terör tehditleri ve iç istihbarat uzmanlarının bu tehditleri çok ciddi olarak değerlendirmesi nedeniyle adeta diken üstünde.

Bu arada Almanya’nın ünlü terör uzmanlarından gazeteci ve Hristiyan Demokrat Parti CDU eski federal milletvekili Jürgen Todenhöfer’in, IŞİD’le ilgili izlenimlerini derlediği ‘IŞİD ile 10 Gün’ adlı kitabının en çok satan 100 kitap listesinde altıncı sıraya yükselmesi kamuoyunun konuya olan ilgi ve duyarlılığının işareti olarak yorumlanıyor.

74 yaşındaki Jürgen Todenhöfer, IŞİD’in Suriye’deki kamplarına giren ilk batılı gazeteci oldu. IŞİD’in lider kadrosu ile internet üzerinden gerçekleştirdiği görüşmeler sonrasında, kendisine bir şey yapılmayacağı garantisi ile yanında 31 yaşındaki kameraman oğluyla Türkiye üzerinden Suriye’ye geçen Todenhöfer, geçen Aralık ayında Musul ve başka kentlerde IŞİD liderleri ve militanlarıyla görüşmüştü. Döndükten sonra çeşitli televizyon kanallarında izlenimlerini aktaran ve oğlunun çektiği röportajları gösteren deneyimli gazeteci, ardından IŞİD militanlarıyla geçirdiği 10 günü kitaplaştırdı.

Geçen ay ortasında çıkan kitabında örgütün Batılı politikacıların ve medyanın sandığından çok daha güçlü ve tehlikeli olduğunu savunan Todenhöfer, IŞİD’in Kobani’yi kaybetmesinin Batı’da yenilgi olarak algılandığını, ancak örgütün Suriye ve Irak’ta İngiltere büyüklüğünde bir alanda hakimiyet kurduğunu, ayrıca son zamanlarda da Libya'da çok geniş bir bölgeyi kontrolü altına aldığını aktarıyor. 

50 yıldan bu yana savaş muhabirliği yapan Alman gazeteci, IŞİD’i kitabında ‘belki de tarihin en güçlü, en tehlikeli terör örgütü ve terör ordusu’ olarak isimlendiriyor ve ‘İbrahimi dinlerin dışında tüm dinleri yok edecek dini bir soykırım planlıyor. Yahudi olmayan, Hıristiyan olmayan ve IŞİD'in anladığı tarzda Müslüman olmayan herkesi yok etmek istiyorlar’ şeklindeki iddiasını gündeme getiriyor. Gözlenimlerine göre IŞİD’de Suriye'de yüzde 70, Irak'ta yüzde 30 yabancı savaşçı olduğunu anlatan Todenhöfer, her gün dünyanın dört bir yanından militanların IŞİD’e katılmak için bölgeye gittiğini de savunuyor.

Karşılaştığı yabancı savaşçılar arasında IŞİD’e katıldığı için pişman olduğunu söyleyene rastlamadığını ifade eden Alman gazeteciye göre, ‘dünyayı fethetmek isteyen’ IŞİD’e karşı sürdürülen mücadele ve hava operasyonları ‘yanlış bir metot’ ve örgütün daha da güçlenmesine neden oluyor.

Bölgede IŞİD’e verilen desteğin kendisini şaşırttığını ve savaş muhabirliği kariyerinde bu tarz bir olaya tanık olmadığını belirten Todenhöfer, beyin yıkama ve interneti propaganda için kullanma konusunda da oldukça ileri düzeyde olduğunu savunduğu örgütü yenmenin tek yolunun Batı'da Müslümanların dışlanmasının sona erdirilmesi ve buna paralel Irak’taki ılımlı Sünnilerle ortak cephe oluşturulması olduğu görüşünde. Todenhöfer’in bu bağlamda dikkat çeken bir tezi ise, Almanya kökenli IŞİD militanlarının geçen sonbahar aylarından bu yana Almanya’da artan aşırı sağcı eylemleri ve Pegida hareketini kendileri açısından çok olumlu olarak değerlendirdikleri. Buna göre Almanya’daki ırkçı hareket Müslümanların tepki vermesine ve bu yolla IŞİD’e katılımın artmasına yol açıyor.

Hristiyan Demokrat Birlik Partisi CDU’nun 1972-1990 yıllarında Federal Meclis'te milletvekili olan Todenhöfer, kitabından elde ettiği gelirin tamamını Suriyeli ve Iraklı mülteci çocuklara bağışlayacağını açıkladı.

Ludmila Dalaman


Ünlü Yazar Günter Grass Öldü

Nobel Edebiyat Ödülü sahibi ve çağdaş dünya edebiyatının en büyük romancılarından Günter Grass’ın ölümü Almanya’da büyük üzüntüye neden oldu. 87 yaşındaki usta kalem, uzun süredir tedavi gördüğü Lübeck kentinde hayatını kaybetti

Günter Grass’ın ölümü Almanya’da büyük üzüntüye neden oldu
Günter Grass’ın ölümü Almanya’da büyük üzüntüye neden oldu

Nobel Edebiyat Ödülü sahibi ve çağdaş dünya edebiyatının en büyük romancılarından Günter Grass’ın ölümü Almanya’da büyük üzüntüye neden oldu. 87 yaşındaki usta kalem, uzun süredir tedavi gördüğü Lübeck kentinde hayatını kaybetti.

16 Ekim 1927’de şimdi Polonya sınırları içinde olan Danzig’de doğan Grass, İkinci Dünya Savaşı'na asker olarak katıldı. 1945’de Amerikan savaş esirleri kampına gönderildi, bir süre Sovyet ordusu tarafından esir edildi ve 1948’de serbest bırakıldıktan sonra Batı Almanya’ya gelerek Düsseldorf Üniversitesi’nde sanat eğitimi aldı. 1959'da Alman faşizmini, tanık olduğu Hitler dönemini anlattığı ve adını tüm dünyaya duyurduğu ‘Teneke Trampet’ romanını yayımladı. Üç yaşına bastığı gün, büyüklerin yozlaşmış dünyasına olabildiğince geç katılmak için ‘büyümemeye’ karar veren Oscar’ın hikayesinin anlatıldığı roman, 2. Dünya Savaşı sonrasında Almanya’da tüm zamanların en çok satılan kitabı oldu. 1979 yılında Alman yönetmen Volker Schlöndorff tarafından sinemaya aktarıldı ve aralarında En İyi Yabancı Film Akademi Ödülü ve Cannes Film Festivali'nin büyük ödülü Altın Palmiye'nin de olduğu 13 ödül kazandı.

Edebiyata paralel şiir, resim ve heykel konusunda da çalışmaları olan Grass, hemen hepsi Türkçeye de çevrilen ‘Kedi ve Fare’, ‘Köpek Yılları’, ‘Lokal Anestezi’, ‘Pisi Balığı’, ‘Dişi Fare’, ‘Kafadan Doğumlar’, ‘Uzak Tarla’ ve ‘Yengeç Yürüyüşü’ gibi romanlara imza attı. Son olarak 20. yüzyılın bir muhasebesi niteliğindeki ‘Yüzyılım’ isimli anlatı kitabını yayımladı. Ağzından düşürmediği piposuyla tanınan ve geçen yıl sağlık sorunları nedeniyle bir daha roman yazamayacağını açıklayan Grass, geri kalan zamanını resim çalışmalarına ayıracağını belirtmişti.

Grass, edebiyatçı kişiliğinin yanı sıra, siyasete de karışan, klasik anlamda bir entelektüel oldu. Örneğin Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra iki Almanya'nın 1990’da birleşmesine karşı muhalefet gösterdi, en azından aceleye getirilmemesini talep etti. Almanya’nın Ortadoğu ülkelerine silah satmasına sıklıkla karşı çıktı. 2012 yılında İran'ın nükleer programına karşı çıkan Batılı ülkelerin İsrail'in nükleer programına sessiz kalarak iki yüzlü davrandığını, İsrail’in dünya barışını tehlikeye attığını öne sürdü. Bunun üzerine İsrail tarafından istenmeyen adam ilan edildi. Almanya’da yabancı, Türk ve Müslüman düşmanlığı olaylarına hemen tavizsiz tavır koydu ve toplumsal tepkilere öncü oldu. 1960’lı yıllardan bu yana üye olduğu SPD’den 1992 yılında istifa ederken, partisinin başarısız göçmenler politikalarını neden gösterdi. Yunanistan’ı iflasın eşiğine getiren krizden Almanya’yı ve Başbakan Merkel’i sorumlu tutan Grass, bu konuyu işlediği ‘Avrupa’nın Ayıbı’ şiiriyle Merkel’in şimşeklerini üzerine çekti.

Edward Snowden’ın ortaya çıkardığı Amerikan Ulusal Güvenlik Dairesi’nin (NSA) izleme skandalı hakkında ise “Böyle sürekli gözlem altında tutulan bir insan özgür değildir” şeklinde görüş belirtti. Almanya Sanatlar Akademisi Başkanlığı döneminde buradaki genç Türk edebiyatçılarına destek veren Grass’ın, yazar Yaşar Kemal’le de çok yakın arkadaşlığı vardı. Grass, 1997 yılında Yaşar Kemal Alman Yayıncıları Birliği’nin Barış Ödülü’ne layık görüldüğünde yaptığı konuşmada, Kemal’in edebiyatına atıfta bulunarak, kitaplarını okuyana kadar Anadolu’da hiç bulunmamış olmasına karşın, bölgeyi ve bölge sorunlarını çok iyi tanıdığını söylemiş ve Kemal’in tasvir gücüne övgüler sıralamıştı. Grass, Yaşar Kemal’in bir ‘insan hakları avukatı’ olarak yazdığını vurgulamıştı.

Son olarak 2010’da Türkiye’ye giden Günter Grass AB-Türkiye Kültür Köprüleri Programı kapsamında yaptığı konuşmada, edebiyatta en önemli unsurlarından birinin kadın olduğuna dikkati çekmiş ve “Kadınlar olmasaydı edebiyat olmazdı. Erkekler daha az okuyor, bu sadece Türkiye için değil, dünyanın her yeri için geçerli” şeklinde konuşmuştu.

Günter Grass’ın ölümü nedeniyle bir mesaj yayınlayan Federal Cumhurbaşkanı Joachim Gauck, Grass’ı “Alman toplumuna ayna tutan, eleştirilmekten korkmadan toplumsal konularda söz alan ve toplumu yıllarca etkileyen, yeri zor doldurulacak” bir yazar olarak tanımladı. Federal Kültür Bakanı Monika Grütters ise, Grass’ın büyük Alman yazarı Johann Wolfgang Goethe ile birlikte anılacağını söyledi.

Ludmila Dalaman

Merkel Dünyanın En Güçlü Kadını

2005 yılından beri üç kez seçim kazanıp Almanya başbakanı olan Angela Merkel Forbes dergisinin "Dünyanın En Güçlü 100 Kadını" listesinde yıllardır ilk sırayı elinde tutuyor

Merkel ve Obama dünyada en etkin siyasetçiler bir arada
Merkel ve Obama dünyada en etkin siyasetçiler bir arada

Almanya Başbakanı Angela Merkel, Hristiyan Demokrat Parti CDU’nun Genel Başkanlığı’nda 15’inci yılını doldurdu. 2005 yılından bu yana başbakanlık koltuğunda da oturan Merkel, CDU Başkanı olarak 2000’den bu yana üç genel seçim kazanıp partisini üç kez iktidara taşıdı.

Alman medyasının güçlü kalemleri o dönemdeki siyasi kehanetlerinde Merkel’in parti başkanlığına seçilmesi sonrasında bu pozisyonda çok kısa bir süre kalabileceğini, o zamana kadar erkeklerin sözünün geçtiği CDU’da  başarısız olacağını ve silinip gideceğini öne sürmüşlerdi. Ancak Merkel geride kalan 15 yıl sonrasında artık Alman siyaset tarihinin en önemli isimlerinden biri olarak tanımlanıyor.

Berlin Duvarı’nın yıkıldığı 1989 sonrasında 16 yılda sessiz sedasız biçimde en tepeye tırmanan Merkel’e en büyük desteği halefi ve akıl hocası eski Başbakan Helmut Kohl verdi. Merkel, Kohl’ün adının karıştığı yasadışı bağış skandalı sonrasında, en büyük destekçisinin gözyaşına bakmadan onu koltuğundan ederek, yerine aday oldu.

CDU Başkanı seçildiğinde Angela Merkel 46 yaşındaydı. Helmut Kohl’ün 1998’de kaybettiği seçimden yedi yıl sonra da partisini 2005’te yeniden iktidara 51 yaşında taşıyan Merkel, Almanya'nın ilk Doğu Alman kökenli, ilk kadın ve en genç başbakanı olarak göreve başladı. Dünya görüşü yetiştiği sosyalist Doğu Almanya’daki planlamacı sistemle biçimlenen Merkel, kısa sürede ekonomik ve sosyal konulardaki bilgisi ve diplomasi alanındaki başarıları ile kendini kabul ettirdi.

Genel başkanlığı, sonrada başbakanlığı döneminde CDU’yu modernleştiren Merkel, kadınların siyasi ve ekonomik arenada daha fazla rol üstlenmesine katkıda bulundu ve partinin kapılarını CDU’nun o zamana kadar barışık olmadığı göçmenlere açtı, onları sosyal demokrat SPD’den daha önce parti yönetimine aldı.

 Çok sayıda Türk kökenli de CDU’da önemli sorumluluklar üstlendi. Merkel, Berlin Eyaleti Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Emine Demirbüken-Wegner’in, partinin en etkili karar alma organı olan yürütme kuruluna ve Aşağı Saksonya eyaleti Sosyal İşler Bakanı Aygül Özkan ile Kuzey Ren Vestfalya Eyalet Meclisi Üyesi Serap Güler’in CDU yönetim kuruluna seçilmesine ön ayak oldu. 2013’de yapılan genel seçimlerde, partinin muhafazakar kesiminden gelen tepkilere rağmen Merkel’in Türk kökenli Cemile Giousouf’a verdiği açık destek sonrasında, Giousouf Hristiyan CDU’nun Müslüman kökenli milletvekili olarak Federal Meclis’e girdi.  

Kamuoyu araştırmalarında Alman halkının yüzde 70’lere varan oranda çoğunluğu, Merkel’den başbakan olarak memnun olduklarını belirtiyor. Bu Almanya’da bir başbakanın şimdiye dek aldığı en büyük destek oranı. Merkel’in başarısının sırrı ise, ülke içindeki siyasetlerine paralel, uluslararası arenadaki rolü ve imajı ile de bağlantılı.

Alman ekonomisinin Euro Krizi’ni hiç yara almadan atlatmasının mimarı olarak kabul edilen Merkel,  çok sayıda siyasi yorumcuya göre CDU lideri olarak 15’inci  yılında ABD Başkanı Obama ve Rusya lideri Putin ile ile birlikte dünyanın kaderini elinde tutan siyasetçilerden biri.

Yunanistan’ı iflasın ve AB’yi de bölünmenin eşiğine getiren kriz kapsamında Atina’ya yönelik sert politikaları sonrasında, Yunan kamuoyu tarafından ‘istenmeyen kadın’ ilan edilen Merkel, aynı zamanda Avrupa Birliği’ni dağılmaktan kurtaran, tersine yeniden sözü geçen bir duruma getiren lider olarak tüm dünyada saygınlık kazandı.

Amerikan Forbes dergisinin, ‘Dünyanın En Güçlü 100 Kadını’ listesinde, yıllardır ilk sırayı elinde tutan Merkel, geçen Aralık ayında yapılan kurultayda da yüzde 96.72 oy oranıyla bir kez daha CDU Genel Başkanı seçildi.

Almanya'da "Beyin Göçü" Sorunu

2006 yılından sonra Almanya'dan birçok ülke gibi Türkiye'ye de göç sayısı artarken göç edenlerin hemen hepsi Türkiye kökenli göçmen ailelerin Almanya'da yetişen 40 yaşın altında eğitimli ve kalifiye çocukları

Almanya'ya göç eden Türk vatandaşlarının sayısı Almanya'yı terk edenlerden fazla
Almanya'ya göç eden Türk vatandaşlarının sayısı Almanya'yı terk edenlerden fazla

Uluslararası insan hakları kuruluşu Amnesty International’ın geçen yıl yayınladığı göç raporuna göre, son iki yıl içinde dünya genelinde İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana görülen en büyük göç dalgası yaşanıyor.

Verilere göre sadece 2013 yılında 57 milyon kişi yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kaldı. Tabii bu benzersiz göç akımının ana nedenleri arasında ekonomik zorlukların yanısıra, özellikle Yakındoğu ve Afrika ülkelerinde yaşanan içsavaşlar, IŞİD ve Boko Haram gibi dini terör örgütlerinin neden olduğu çatışmalar ilk sırada geliyor.

Ancak Almanya gibi toplumsal barış ve ekonomik refah açısından çok daha iyi konumda olan ülkelerde de göç yaşanıyor.

Nitekim Alman Uyum ve Göç Vakfı’nın göç rakamları ile ilgili son araştırmasına göre, 2009 yılı ile 2013 arasında Almanya’yı terk eden sayısı 710 bini buldu. Almanya ile ilgili bu verinin en büyük özelliği söz konusu sayının Almanya’dan göç eden akademisyenleri kapsaması. Göç edenler arasında kalifiye elemanlarla birlikte gençlerin de fazla olması dikkat çekiyor.

Ülkeyi terk edenlerin yüzde 70’inin üniversite mezunu olması konunun uzmanları tarafından ‘beyin göçü’ olarak tanımlanarak, Almanya için ‘büyük kayıp’ olarak görülürken, göç eden her üç kişiden biri Almanya’ya bir daha geri dönmek istemediğini bildirmiş. Araştırmaya göre yüzde 41,4’lük kesim ise kısa ve orta vadeli olarak tecrübe kazanmak için yurtdışına gidiyor.

Araştırmada Almanya’dan göç edenlerin yüzde 46,9’unun daha fazla para kazanmak için, yüzde 41’nin ise Almanya’daki yaşamı sıkıcı bulduklarını için başka bir ülkede yeni bir yaşam kurmayı hedefledikleri ortaya çıkmış. Almanların en çok tercih ettiği ülkeler listesinde İsviçre ilk sırada geliyor. 2009 yılı ile 2013 arasında İsviçre’ye giden Almanların sayısı 209 bin. ABD’ye ise yine aynı zaman diliminde 136 bin Alman göç etti. Avusturya’yı tercih edenlerin sayısı ise 109 bin civarında bulunuyor.

Türkiye’ye göç eden akademisyen ve kalifiyelerin sayısı ise 43 bin. Türkiye ve Almanya'da konuyla ilgili kurumların yaptıkları çalışmalara göre, 2006 yılına kadar Almanya'ya göç eden Türk vatandaşlarının sayısı Almanya'yı terk edenlerden fazla olurken, bu yıldan sonra tersine bir durum söz konusu.

Türk Alman Eğitim ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı’nın araştırmalarına göre, Almanya’dan Türkiye’ye göç edenlerin hemen hepsi Türkiye kökenli göçmen ailelerin Almanya’da yetişen, 40 yaşın altında, eğitimli ve kalifiye çocukları. Berlin Üniversitesi’nde konuyla ilgili bir araştırma yapan Serdar Yazar, genç Türk akademisyenlerin Almanya’yı terk nedenlerinin maddi olanaklar nedeni ile değil, dışlanma sonucu olduğunu savunuyor.

Almanya’nın en büyük sorunlarından biri gün geçtikçe artan kalifiye iş gücü açığı. Ekonomik gücüyle Avrupa Birliği’nin lokomotifi konumundaki Almanya’da, 2020 yılında 1,3 milyonluk kalifiye eleman eksikliği olacağından yola çıkılıyor. Uzmanlar yıllardır kalifiye iş gücü açığının Almanya’nın daha da büyümesi ve refahını arttırmasını yavaşlatıp, düşüreceği uyarısında bulunuyor.

Ülkeden giden akademisyenlerle daha da büyüyen kalifiye eleman sorununa çözüm olarak, yeni kalifiye göçmenleri çekmek için göç başvurularında puan sistemine geçilmesi tartışılıyor. İktidar ortaklarından Sosyal Demokrat Parti istihdam piyasasındaki kalifiye eleman açığının kapatabilmesi için Almanya’nın 21.yüzyıla yakışır bir yeni ‘Göç Yasası’na ihtiyacı olduğunu vurguluyor ve buna örnek olarak ‘Kanada Modeli’ni gösteriyor, bu modelin Almanya’da uygulanmasını talep ediyor. Şuandaki uygulamada Avrupa Birliği vatandaşları açısından buraya gelip çalışmak bir sorun teşkil etmiyor.

Diğer ülkelerin, bu arada Türk vatandaşlarının da ilk olarak Almanya’da bir işyeri bulması gerekiyor, ayrıca bu işyerine Almanya’dan birinin talip olmaması gerekiyor. Bu bakımdan bir kalifiye elemanın buraya gelebilmesinin önüne değişik engeller çıkıyor.

Kanada ise değişik kategorilerde yaş, eğitim seviyesi, İngilizce veya Fransızca dilbilgisi ve mesleki deneyimini dikkate alarak 100 üzerinden puan veriyor. Toplam 67 puanı geçenler bekleme listesine alınıyor, istihdam piyasasındaki aktüel durum ve ihtiyaca göre bu listedekiler tercih ediliyor. Söz konusu model Başbakan Merkel ve partisi CDU tarafından da benimseniyor.

Ludmila Dalaman

Almanya'da Yahudiler Huzursuz

Terör eylemleri Almanya’daki Musevileri de huzursuz ediyor, konuyla ilgili tartışmalarda antisemitizmin özellikle Müslüman gençler arasında yaygınlaştığı öne sürülüyor

Ocak ayının başında Paris’te Charlie Hebdo katliamına paralel bir Yahudi marketine düzenlenen saldırı, ardından Kopenhag'daki bir sinagoga ve bir kültür merkezine düzenlenen saldırılar Avrupa'daki Yahudileri derinden sarstı. Bu olaylar sonrasında İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Avrupa’daki tüm Yahudilere ‘İsrail’e dönün’ çağrısı yaptı.

Terör eylemleri Almanya’daki Musevileri de huzursuz ediyor, konuyla ilgili tartışmalarda antisemitizmin özellikle Müslüman gençler arasında yaygınlaştığı öne sürülüyor. Hitler döneminde Yahudi soykırımının yaşandığı Almanya’da Musevilere karşı tavırlar ve antisemit saldırılar hemen büyük toplumsal tepkilere neden oluyor.

Konuyla ilgili tartışmalar son olarak Almanya Yahudileri Merkez Konseyi Başkanı Josef Schuster’in, ‘Müslümanların yoğun olduğu mahallelerde kipanın tahrik olarak algılanabileceğini ve bu yüzden takılmamasını tavsiye ettiği’ şeklindeki açıklamayla yeni bir boyut kazandı. Kipa Musevi erkeklerin sinagoglarda ve sokakta başlarına taktıkları takkeye verilen isim.

Schuster’in açıklaması hem destek buldu hem de tepkiyle karşılandı. Yahudi cemaatinden temsilciler kendilerine yönelik sataşma ve saldırıların eskiden aşırı sağcı Almanlar’dan geldiğini, son yıllarda ise Müslüman göçmenler tarafından yapılan antisemit sözel ve fiziksel saldırılarda büyük bir artış olduğunu öne sürdüler.

Geçen yıl yapılan bir araştırmaya göre, Almanya’da yaşayan Yahudilerin yüzde 32’si Yahudi düşmanlığının ‘güçlü’ bir şekilde arttığı, yüzde 36’sı da ‘az’ oranda arttığı kanısında.

Konuyla ilgili somut verilere göre, Almanya genelinde Yahudi düşmanı saldırılarda gerçekten bir artış var. 2013’de kayıtlara geçen toplam 1275 olay var, ancak Federal Hükümet tarafından yapılan açıklamaya göre bunlardan 1218’i aşırı sağcı Almanların adının karıştığı eylemler, Müslüman kökenliler ise sadece 57 olaya neden olmuş.

Ancak güvenlik birimleri de son iki yıl içinde İsrail'in Gazze operasyonunu kınamak ve Filistin halkına destek olmak amacıyla düzenlenen yürüyüşlerde, Yahudi karşıtı ifade ve davranışların arttığını, aynı şekilde sosyal medyada da antisemitizmin adeta olağan olarak görüldüğünü ifade ediyorlar.

Uzmanlar antisemitizmin artışına bir neden olarak, Almanya’dan da izlenebilen Arap televizyonlarının Yahudi aleyhtarı programlar yayınlamalarını ve propaganda yapmalarını gösteriyor.

Bu duruma rağmen, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun ve Almanya Yahudileri Merkez Konseyi Başkanı Josef Schuster’in ifadelerini doğrudan ya da dolaylı olarak eleştirenler de var. Nitekim Başbakan Angela Merkel, Almanya hükümetinin ve yetkili makamların, ülkedeki Yahudilere ait kurumların ve Yahudi vatandaşların güvenliğini sağlayacağını vurguladı ve Yahudilerin yeniden Almanya'da yaşamasından mutluluk duyduğunu belirtti.

Alman İslam Konseyi Başkanı Ali Kızılkaya, İslam'ın antisemitizmi yasakladığını ve son zamanlarda yapılan açıklamaların Müslümanları töhmet altında bıraktığını savunuyor.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü

8 Mart Dünya Kadınlar Günü çeşitli etkinliklerle kutlanırken, bir yandan da kadınların sorunlarına dikkat çekiliyor.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü çeşitli etkinliklerle kutlanırken, bir yandan da kadınların sorunlarına dikkat çekiliyor. Kadınlara yönelik zulüm ve şiddetin yanısıra fırsat eşitliği de bu kapsamda en çok konuşulan ve sorun olarak aşılamayan konulardan biri.

Kadın-erkek eşitliği konusundaki hakların yasal olarak en üst düzeyde olduğu Almanya gibi bir ülkede bile kadınlar, adaletsizliğe karşı ve haklarının yaşama geçirilebilmesi için hala çetin bir mücadele veriyor.

Çalışma koşulları ve ücretlendirmede kadın ve erkekler arasında eşitlik Anayasa tarafından güvence altına alınmış durumda. Ancak kağıttaki eşitliğin iş ve akademik yaşamın üst düzey pozisyonlara yansıması beklentilerin çok altında kalıyor.

Almanya’nın en büyük sendikası Ver.di’nin verilerine göre, Almanya’da kadınlar aynı işi yapmalarına rağmen erkeklerden ortalama yüzde 22 oranında daha az maaş alıyor. Avrupa Birliği genelinde kadınların daha az para kazandığı ülkeler sıralamasında ise Almanya sondan ikinci ülke.

Almanya'da üst düzey pozisyonlardaki kadınların oranı da erkeklere oranla az. Alman kadınlar, iş yaşamında tepe noktalarda yer bulamıyor, 2013 yılı rakamlarına göre Alman borsası DAX'ta işlem gören 30 şirket içindeki kadınların oranı yüzde 6 civarında.

2005 yılından bu yana bir kadın başbakan, Angela Merkel tarafından yönetilen, Ursula von der Leyen ile Savunma Bakanı’nın da kadın olduğu ve akademisyen kadın oranının yüzde 60’larda olduğu bir toplumda kadınların daha fazla üst düzey pozisyonlara gelebilmesinin önünü açan yasa tasarısı geçen Cuma Federal Meclis’te kabul edildi.

Yasa Alman borsası DAX'a kayıtlı toplam 108 Alman şirketinin denetim kurulu üyelerinin yüzde 30′unun kadınlardan oluşmasını öngörüyor. Ayrıca Alman ekonomisinde ilk 3 bin sırada yer alan diğer şirketler de önümüzdeki iki yıl içinde kadın kotasını ne kadar süre içinde yaşama geçireceklerini ilan etmek zorunda olacak.

Resmi dairelerde, mahkeme heyetlerinde ve kamuya hizmet veren şirketlerde de yüzde 30 kadın kotası zorunlu olacak. Kadın kotasına uymayan şirketlere ise yaptırım uygulanması, denetim kurullarında kadınlar için ayrılan koltukların boş bırakılması planlanıyor. Muhalefet ve kadın örgütleri yeni yasadan pek hoşnut değiller.

Yüzde 30’luk kotanın yetersiz kalacağı ve bunun toplumdaki kadın oranına eşit, yani yüzde 50 civarında olması gerektiği savunuluyor. İş verenler ise kota uygulamasının şirketlerin kendi eleman kıstaslarını yoka saydığını ve uzmanlık niteliklerinin geri plana atılacağını savunuyor.

Ludmila Dalaman

Türkiye'nin Hedefi Turizmde İlk 5'e Girmek

Dünyanın en büyük turizm fuarı Berlin Uluslararası Turizm Borsası ITB 180 ülkenin katılımıyla geçen Çarşamba ziyaretçilere kapılarını açtı.

© itb-berlin
© itb-berlin

Dünya turizmcilerinin olmazsa olmazı, ihmal etmedikleri tek turizm fuarı olan ITB, özellikle yaz sezonunu belirleyen etkinlik olarak biliniyor.

Bu yıl 49'uncu kez düzenlenen fuar bağlanan iş anlaşmaları ile 6 milyar Euro’luk ticaret hacmine sahip.

Turizm dünya çapından en önemli sektörlerden bir olma yolunda. Dünyadaki toplam hasılanın yüzde 10’nunu oluşturan turizm, her 11 kişiden birinin de geçim kaynağı. Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü'nün verdiği bilgilere göre, turist sayısı geçen 2014’de yeni bir rekor kırarak 1 milyar 100 milyon kişiye ulaştı. Bu ise bir önceki yıla oranla yüzde 5’lik bir artış anlamına geliyor. Örgüt, bu rakamın önümüzdeki senelerde bir buçuk milyara kadar çıkabileceğini belirtiyor.

Sektör uzmanları dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan jeopolitik ve sağlık sorunlarına, ekonomik anlamdaki kırılganlıklara rağmen turizmin en sağlam ve yeni istihdam yaratma konusunda da en cesur sektör olduğunu belirtiyorlar.

Dünya genelinde 250 milyon kişiye ekmek kapısı olan turizm Türkiye’de de kalkınmada önemli bir motor işlevi görüyor. ITB kapsamında yapılan açıklamalara göre, 35 milyon turistle en fazla ziyaret edilen ülkeler listesinde Fransa, ABD, Çin, İspanya ile İtalya’nın ardından dünya sıralamasında 6’ncı olan Türkiye’nin geçen yılki turizm geliri ise 34 milyar dolar. Söz konusu gelirin yüzde 81,5'i yabancı ziyaretçilerden, yüzde 18,5'i ise yurt dışında ikamet eden vatandaş ziyaretçilerden elde edildi.

Hedefin ilk 5’e girmek olduğunu kaydeden yetkililer, bunun için Türkiye’ye yılda yaklaşık 50 milyon turistin gelmesi gerektiğine işaret ediyor.

Türk turizmi Berlin Uluslararası Turizm Borsası’nda çok iddialı bir şekilde temsil ediliyor. Türkiye fuarın en büyük ülke standı ile tanıtılırken, 3079 metrekarelik alanda otellerden tur şirketlerine, araç kiralama şirketlerinden turizm acentalarına, yerel yönetimlere, valiliklerden sivil toplum kuruluşlarına 245 katılımcı yer alıyor.

Türkiye bu yıl deniz, kum ve güneşin yanı sıra kültür ve sağlık turizmine ağırlık veriyor, ayrıca Çanakkale Zaferi’nin 100’üncü yıldönümü dolayısıyla özel tanıtım yapıyor.

Önümüzdeki yaz ve kış sezonuna yönelik sözleşmelerin imzalandığı fuarda, şimdiye dek yapılan pazarlık ve anlaşmaları değerlendiren şirket ve operatörlerin beklentileri genelde çok olumlu. Ancak Vural Öger gibi konuya eleştirisel yaklaşan, turizmin kontrölsüz gelişmemesi gerektiğini ve sürekli artan turist sayısının tek kıstas olmadığını savunan operatörler de var.

Bu arada ITB’de Türkiye ile birlikte İspanya, Yunanistan, İtalya ve Mısır gibi Akdeniz çanağında iddialı ülkerle birlikte, bu sektörde adını duyurmak bir yana, adı terör, savaş, hastalık ve yoksullukla anılan birçok ülkede turizm pastasından pay kapma yarışına katılıyor. Bunlar arasında dünyanın en eski medeniyetlerinden birine ev sahipliği yapan, ama yıllardır savaş ortamından çıkamayan ve son olarak birçok kentin IŞİD terör örgütünün kontrolüne geçtiği Irak’da var. Irak sekiz otel ve tur şirketiyle ITB’deki katılımcıları ve turistleri ikna etmeye çalışıyor.

Ludmila Dalaman

Almanya'da İslam Yasası Tartışması

Hükümet ortağı Hristiyan Birlik Partileri CDU/CSU camilerde vaazların Almanca olması ve daha fazla İslam fakülteleri açarak genç Müslüman göçmenlerin Almanca eğitimle yetiştirilmesi gerektiğini savunuyor

Geçen hafta Avusturya’da İslam Yasası’nın yenilenerek çıkmasının ardından benzer bir yasanın Almanya’da da gerekli olup, olmadığı tartışması gündeme girdi.

Avusturya’da meclis 1912'den kalma yasada yapılan değişikliklerle Müslümanlara ordu, hapishane ve hastahanelerde dini destek alma hakkı tanıdı. Yasa Viyana Üniversitesi’ne bağlı imam yetiştirecek bir İlahiyat Fakültesi’nin açılmasını da öngörüyor. Öte yandan yasa Müslümanlara ait camii ve sivil toplum örgütlerinin Avusturya dışından finanse edilmesini ve camilerde yurt dışından gelen imam ve din görevlilerinin vaaz vermesini yasakladı. Alınan karar sonrasında Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı görev yapan 60 imamın yasanın kabul edildiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde Avusturya’yı terk etmesi gerekecek. Yasayı savunanlar, yurt dışından gelen imamların ülkenin dilini ve kültürünü tanımadıkları için uyuma engel oluşturduklarını savunuyor. Söz konusu yasanın Almanya’da ‘ithal imam’ olarak tanımlanan başta Türkiye olmak üzere yurt dışından gelen imamlarla ilgili tartışmalara örnek teşkil edebileceği yorumları yapıldı. 

Hükümet Ortağı Hristiyan Birlik Partileri CDU/CSU’dan Parlamento Grubu Din Politikaları Sözcüsü Thomas Josef Jung, camilerde Almanca vaaz ve konuşmaların günlük yaşamın parçası olması gerektiğini söyledi ve Almanya’nın daha fazla sayıda İslam fakülteleri açarak, burada doğup büyüyen ve kendi kültürel ve dini değerlerini anayasal prensiplerle bağdaştıran genç Müslüman göçmenleri Almanca eğitimle yetiştirmesi gerektiğini söyledi.

Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi CDU’dan ikisi federal ikisi eyalet dört milletvekili ise konuyla ilgili basın bildirisi yayınladı. Açıklamada Türkiye’den Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan imam göndermenin 1970’li yıllardaki ‘misafir işçi’ anlayışından kaldığı, söz konusu imamların Almanya’nın ne kültürünü nede dilini bilmedikleri vurgulanarak bunun uyuma katkısının olamayacağı belirtildi.

Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Almanya DİTİB Dinlerarası Diyalog Sorumlusu Bekir Alboğa ise Türkiye’den gelen imamların ise anayasal sisteme bağlı olduğunu belirterek, ‘iyi çalışan bir sistemin kaldırılması halinde bunun radikal güçler tarafından doldurulabileceği’ uyarısında bulunuyor.

Hitler'in 'Kavgam' Kitabı Almanya'da Yeniden Basılacak

‘Kavgam’, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’da bir daha piyasaya çıkmadı 

Kavgam'ın Türkiye'de basılması Almanya'da büyük yankı uyandırmıştı
Kavgam'ın Türkiye'de basılması Almanya'da büyük yankı uyandırmıştı

Adolf Hitler'in ‘Kavgam' adlı kitabının Almanya’da İkinci Dünya Savaşından beri ilk kez Ocak 2016'ta yeniden yayımlanacağı açıklandı. Nazi lideri Hitler'in Münih’te ‘Birahane Darbesi' olarak bilinen darbe girişiminden sonra 1924 yılında tutuklu bulunduğu cezaevinde kaleme aldığı eser, siyasi görüşü olan nasyonal sosyalist ideolojinin yanı sıra o zamana kadarki hayatıyla ilgili anılarını içeriyor. Hitler’in iktidara geldiği 1933 sonrasında Almanya’daki Nazi döneminde 1945’e kadar 10 milyondan fazla basılan ve yeni doğan çocuklara ve evlenen çiftlere bedava dağıtılan ‘Kavgam’, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’da bir daha piyasaya çıkmadı, ancak sanılanın tersine yasaklanmadı. Hitler 30 Nisan 1945’de Berlin’de intihar ederek öldü. Resmi olarak Münih’te ikamet ettiği için mirası ile birlikte kitabın telif hakları da Bavyera Eyaleti’ne geçti. Eyalet hükümeti o zamandan bu yana geçen 69 yıl boyunca çeşitli nedenlerle kitabın yeni baskısının yapılması engelledi. Ancak Almanya’daki yasalara göre bir yazarın ölümünün üzerinden 70 yıl geçince eserlerinin telif hakkı süresi doluyor. Bu yüzden Hitler’in 780 sayfalık kitabının telif haklarının 70 yıllık sürenin dolacağı 31 Aralık 2015’de sona ermesiyle birlikte, isteyenler kitabı yeniden yayımlama hakkını elde edecekler.

Alman yetkililerin korkusu ‘Kavgam’ın Neo-Nazi yayımevleri tarafından piyasaya sürülmesi. Münih Modern Tarih Enstitüsü’nün  kitabı ‘Bilimsel şekilde yorumlanmış bir nüsha olarak’ yayımlanacağını açıklaması bu açıdan başka bir önem kazanıyor. Yapılan açıklamaya göre, enstitünün iki cilt halinde hazırladığı ‘Kavgam’, orijinal metinle birlikte 5 bine yakın bilimsel yorum ve dipnotlara yer verecek ve toplam olarak 2 bin sayfadan oluşacak. Almanya’daki Yahudi temsilcileri, İsrailli siyasetçiler ve Nazi soykırımında hayatta kalanlar kitabın yeni baskısına karşı çıkıyor. Münih Modern Tarih Enstitüsü’nden yetkililer ise, yorum ve dipnotların dünyanın en kanlı diktatörü olarak bilinen Hitler'in özellikle ırkçı ve Yahudi düşmanı düşüncelerini çürüteceğini belirtiyorlar. ‘Kavgam’ın 100 ile 160 Euro arasında bir fiyata satılması planlanırken, kitapta Hitler’in orijinal metinlerin kitabın sağ sayfalarında, enstitünün not ve eleştirilerin ise sol sayfalarda yer alacağı da açıklandı.

Geride kalan dönemde çeşitli ülkelerde ‘Kavgam’ın birçok yeni baskısı yapıldı. İngiltere, Rusya ve İtalya gibi ülkelerdeki baskılardan sonra 2005 yılında Türkiye'de de pek çok yayınevinin telif haklarını ödemeden kitabı basması Almanya ile Türkiye arasında gerilime yol açmıştı.  'Kavgam'  o dönemde Türkiye'de en çok satan kitaplar listesine girerken, Alman Dışişleri Bakanlığı Türk hükümetinden, ‘kitabın kin ve düşmanlığa tahrik yaptığı’ suçlamasıyla yayınları durdurmasını istedi. Dönemin İçişleri Bakanları Otto Schily ve Abdülkadir Aksu’nın ortak bir tavır alamamasından sonra, Bavyera hükümetinin kitabı basan yayınevleri hakkında Türk mahkemelerinde açtığı dava sonunda, kitabın yayımlanması ve satılması yasaklandı.


Ludmila Dalaman

Berlinale'de Altın Ayı Cafer Panahi'nin 'Taksi' filmine verildi  

“Taxi” Berlin’den Altın Ayı Ödülü ile dönüyor.

Panahi'nin yeğeni göz yaşlarını tutamadı.      ©Berlinale
Panahi'nin yeğeni göz yaşlarını tutamadı. ©Berlinale

Darren Aranofsky'nin jüri başkanlığını yaptığı festivalde "Altın Ayı" ödülünü İranlı yönetmen Jafar Panahi'nin "Taksi" adlı filmi kazandı. Panahi, ülkesinden çıkması yasak olduğu için törene katılamadı. İranlı yönetmenin yerine ödülünü yeğeni aldı. Sahneye gelen Panahi'nin yeğeni, "Bir şey söyleyemeyeceğim" diyerek, göz yaşlarını tutamadı. Panahi'nin ailesinin de törene katıldı.

Yarışma bölümünün en iyi ikinci filmine verilen Jüri Büyük Ödülü ise Şili’ye gitti. Yönetmen Pablo Larraín “El Club” ile bir Gümüş Ayı kazandı. Bu dramayla Katolik Kilisesi’ni sert bir şekilde eleştiren Larrain, “Tanrı fikri ekseninde çok şey oluyor. Tanrının adı kullanılarak çok kişinin acı çekmesine neden olunuyor, insanlar öldürülüyor. Umarım bu günün birinde kesin olarak son bulur” şeklinde konuştu.

Festivalin ilk 25 yılında direktörlüğünü yapan sinema tarihçisi Alfred Bauer’in adına konan ve sinema sanatına yeni perspektifler sunan bir yapıma verilen ödülü, Jayro Bustamante imzalı “Ixcanul” aldı. Maya bir genç kadının özgür irade mücadelesini anlatan film, Berlinale’nin yarışma bölümüne Guatemala’dan kabul edilen ilk yapım unvanını da taşıyor.

Bu sene Berlinale güçlü bir yarışma programı hazırlamıştı sinemaseverler için. Altın ve Gümüş Ayı ödüllerine layık olabilecek birçok filmin adı telaffuz ediliyordu kulislerde. Festival direktörü Kosslick, kısa bir süre önce sözleşmesinin yenilendiğini ve bu sözleşmede, festivale sadece iyi filmler davet edebileceği yönünde bir madde olduğunu söyleyerek kapanış törenindeki misafirleri güldürürken, uluslararası jüri başkanı Aronofsky de bu seneki seçkinin çıtasının çok yüksek olduğunu ve o yüzden mümkün olduğu kadar çok filme hak ettikleri ödülü verebilmek için bazı dallarda ödülleri paylaştırdıklarını açıkladı törenin başında.

Bu ödüllerden biri, en iyi yönetmen ödülü oldu. Romen Radu Jude siyah-beyaz bir Western olarak tanımlanabilecek “Aferim” ile seyircileri 1835 yılına götürüyor ve Roma azınlığın maruz kaldığı baskıyı gözler önüne seriyor. İki yıl önce de “...adına” adlı filmi ile Altın Ayı yarışına katılan Malgorzata Szumowska, “Body” filmi ile Polonya’nın iç karartıcı bir tablosunu çiziyor.

İngiliz yönetmen Andrew Haigh’ın çektiği “45 Years” ise, Berlinale tarihinde çok nadir görülen bir başarıya imza attı. 45'inci evlilik yıldönümlerini kutlamaya hazırlanan bir çiftin, adamın 50 yıl önce ölmüş eski kız arkadaşının cesedinin bulunmasının ardından, nasıl kaygan bir zemine doğru yöneldiğini anlatan film, özellikle başroldeki Charlotte Rampling ve Tom Courtenay’in ölçülü, inandırıcı, samimi ve dokunaklı performanslarıyla beğenilmişti. Jüri de aynı kanıya vardı ve festivalin en iyi oyuncu ödüllerini, İngiliz Sineması’nın bu iki usta ismine verdi. Festivalde “olağanüstü sanatsal performans"a verilen Gümüş Ayı ödülü de iki film arasında paylaştırılan ödüllerdendi. Yarışma bölümündeki üç Alman yapımdan biri olan “Victoria” filminin Norveçli görüntü yönetmeni Sturla Brandth Grøvlen, izleyenleri hayran bırakan 140 dakikalık tek plan çekim tekniği ile ödüle layık görülürken, Rus filmi “Pod electricheskimi oblakami”nin görüntü yönetmenleri Evgeniy Privin ve Sergey Mikhalchuk da günümüz Rusya’sının karanlık yanlarını akıllardan çıkmayacak kompozisyonlarla beyazperdeye taşıyan çalışmalarıyla Gümüş Ayı kazandılar.


Ludmila Dalaman

Berlinale üç Türk filmine ev sahipliği yapıyor

Yarışmada Türk filmi yok, yan programlarda üç film iddialı 

Esme Madra çok iyi bir performansla kendini beğendirdi
Esme Madra çok iyi bir performansla kendini beğendirdi

19 film, Altın ve Gümüş Ayı ödülleri için mücadele veriyor. Bu yılki Altın Ayı yarışında Türk filmi yok. Ama Türk Sineması'ndan üç ilginç ve ilgi gören eser festival programında yer aldı. Bunlardan biri İstanbul’da bir tekstil atölyesinde ortacılık yapan Serap'ın hikayesini işleyen ‘Nefesim Kesilene Kadar’. Emine Emel Balcı imzalı film Forum bölümünde en iyi 18 ilk film kategorisinde yarışıyor. Serap'ı, genç oyuncu Esme Madra'nın canlandırdığı filmin oyuncu kadrosunda ayrıca Rıza Akın, Sema Keçik, Gizem Denizci ve Uğur Uzunel yer alıyor. Filmde Serap’ın en büyük hayali TIR söfürü olarak çalışan babası ile birlikte parasal nedenlerden birlikte yaşamak zorunda oldukları ablası ve eniştesinin evinden ayrılarak ayrı bir eve çıkmak. Bunun için aldığı maaşı biriktirmeye çalışan Serap, babasının yaşama olan küskünlüğü nedeni ile sonunda kendi hayatını kurma kararı veriyor. Çekimleri tümüyle İstanbul'da ve uluslararası bir ekiple gerçekleştirilen film Türk toplumunun alt kesimlerinden dokunaklı bir baba-kız ilişkisini ve kendi kaderini belirlemeye çalışan bir gençlik portresini sundu Berlinale seyircisine. 

Nefesim Kesilene Kadar’ın ‘En İyi İlk Film Ödülü’nün sahibi olup olmadığını, 14 Şubat Cumartesi akşamı öğrenebilecek sinemaseverler.

Berlinale’nin çocuk ve gençlik filmleri bölümünde gösterilen ‘Kar Korsanları’ da festival de çok beğenilen yapıtlar arasında. Yönetmen Faruk Hacıhafızoğlu’nun ilk uzun metrajlı filmi, 12 Eylül dönemi sonrasında Kars’ta yaşayan 3 çocuğun evlerini ısıtabilmek uğruna verdikleri mücadeleyi anlatıyor, ama aynı zamanda askeri cunta ile birlikte toplumun yaşadığı sıkıntıları da ele alıyor. Kars’ın benzersiz atmosferini, şiirsel bir görsellikle izleyiciye aktarmayı başaran filmde Serhat, İbo ve Gürbüz adlı çocuk rollerini paylaşan Taha Özdemir, Yakup Kurtal ve Ömer Uluç çok başarılı bir performansla seyirciler tarafından çok beğenildi. İzlemeye kesinlikle değer bir film ‘Kar Korsanları’. Film Türkiye'de ilk kez İstanbul Film Festivali'nde gösterilecek, ayrıca Kars'ta da bir gala düzenlenecek. 

Bu arada festival yönetiminden yapılan açıklamaya göre bu yıl Berlin Film Festivali’ne Türkiye’den 93 film başvurmuş. Bu rakam geçen yıl 66 idi. Festival yetkilileri, Semih Kaplanoğlu’nun 2010 yılında Bal adlı filmiyle Altın Ayı’yı kazanması sonrasında Türk sinemacıları arasında Berlinale’ye olan ilgilin her geçen yıl arttığını belirtiyorlar.


Ludmila Dalaman

Berlin Film Festivali bu akşam start alıyor

Festivalde 19 film Altın Ayı için yarışacak

Berlin'de Berlinale heyecanı başlıyor
Berlin'de Berlinale heyecanı başlıyor

Önümüzdeki on gün boyunca sinema dünyası Berlin’de dönecek. Cannes  ve  Venedik  ile  birlikte  Avrupa’daki  sinema  festivallerinin  üç büyüklerinden birini oluşturan Uluslararası  Berlin Film Festivali  Berlinale başlıyor. Festıval yöneticisi Diter Kosslick’in yaptığı açıklamaya göre Berlinale’de 72 ülkeden toplam 441 film sinemaseverlerin beğenisine sunulacak. Festivale bu yıl Cate Blanchett, Natalie Portman, Stellan Skarsgard, Charlotte Rampling ve Christian Bale' gibi ünlü oyuncuların katılmasının beklendiği de ifade edildi. Festivalin açılışını başrolünde Juliette Bınoche’un oynadığı ve yönetmeniğini ise İspanyol Isabel Coixet'in üstlendiği  "Nobody Wants the Night" filmi yapacak. Altın ve Gümüş ayıların verildiği yarışmalı bölümde ise bu yıl 19 film var. Bu bölümünde Peter Greenaway, Werner Herzog, Wım Wenders, Terrence Malick gibi kült yönetmenlerin yapımları da yer alıyor. İranlı  rejim  karşıtı ve yurtdışına çıkması yasak olan  yönetmen  Jafar  Panahi de yarışmada ‘Taksi’  filmi  ile temsil edilecek. Festivalin  diğer  bölümlerinde  kısa  filmden, belgesele, müzikalden siyah-beyaz filmlere kadar sunulacak film buketini on gün boyunca yarım milyona yakın seyircinin izlemesi bekleniyor. Berlinale’nin Cannes ve Venedig festivallerine kıyasla özelliği sinema sektörünün temsilcileri, gazeteci ve eleştirmenlerin yanısıra halka da açık olması. Berlin o yüzden şu sıralar dünyanın dört bir yanından buraya gelen sinemaseverle dolu bir görünüm veriyor. Festivalde Emine Emel Balcı'nın yönettiği "Nefesim Kesilene Kadar" filmi "Forum" bölümünde yer alırken, "Generation Kplus" bölümünde Faruk Hacıhafızoğlu'nun "Kar Korsanları", "Generation 14plus" bölümünde kısa filmler arasında da Derya Durmaz'ın "Gri Bölge" filmi yer alıyor.


Ludmila Dalaman

Berlinale'de yan programlarda iddialı Türk filmleri var

Kar Korsanları ve Nefesim Kesilen Kadar merakla beklenen filmler

Emine Emel Balcı ilk uzun metrajlı filmi ile Forum'da
Emine Emel Balcı ilk uzun metrajlı filmi ile Forum'da

Emine Emel Balcı'nın ilk filmi 'Nefesim Kesilene Kadar', bu yıl 5-15 Şubat tarihlerinde düzenlenecek 65. Berlin Film Festivali'nin resmi bölümlerinden Forum'a seçildi. Filmin başrolünde 'Çoğunluk'la çıkış yapan genç oyuncu Esme Madra var. Daha önce kısa filmleri ve uzun metrajlı belgeseli ‘Ich Liebe Dich’le çok sayıda festivale katılan ve pek çok ödül alan Emine Emel Balcı’nın ilk uzun metrajlı filmi ‘Nefesim Kesilene Kadar’, bir tekstil atölyesinde ortacılık yapan Serap’ın hikayesini konu alıyor. Serap’ı, ‘Çoğunluk’taki rolüyle dikkat çeken genç oyuncu Esme Madra’nın canlandırdığı filmin oyuncu kadrosunda ayrıca, Rıza Akın, Sema Keçik, Gizem Denizci, Ece Yüksel ve Uğur Uzunel yer alıyor. Çekimleri tümüyle İstanbul’da, uluslararası bir ekiple gerçekleştirilen filmin yapımcılığını Nadir Öperli ile Titus Kreyenberg üstleniyor. Film, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün yanı sıra, Avrupa Konseyi’nin ortak yapım fonu Eurimages, Almanya’nın Kuzey Ren-Vestfalya bölgesi yapım fonu Film und Medien Stiftung NRW ve İstanbul Film Festivali’nin ortak yapım platformu Köprüde Buluşmalar kapsamında verilen Türkiye-Almanya Ortak Yapım Geliştirme Fonu tarafından da desteklenmişti. Berlin Film Festivali’nin önemli bölümlerinden Generations’da bu yıl Türkiye ’yi ‘Kar Korsanları’ temsil edecek. Faruk Hacıhafızoğlu’nun ilk uzun metrajlı filmi ‘Kar Korsanları’, dünyaprömiyerini 5-15 Şubat 2015 tarihleri arasında gerçekleştirilecek 65. Berlin Film Festivali’nde yapacak. Üç çocuğun evlerini ısıtabilme uğruna kömür bulmak için verdikleri mücadeleyi, 12 Eylül darbesinin gölgesinde, Kars’ın benzersiz atmosferinde, şiirsel bir görsellikle izleyiciye aktaran ‘Kar Korsanları’, İngiltere, Kanada, İsveç, Almanya, İtalya, Danimarka, Hindistan, ABD , Avustralya ve İrlanda’dan 13 filmle birlikte Kristal Ayı Ödülü için yarışacak. 


Ludmila Dalaman

Berlinale için geri sayım devam ediyor

Berlinale için geri sayım devam ediyor

Berlinale'de bu yıl 19 film "Altın Ayı" ve "Gümüş Ayı" ödülleri için yarışacak. Uluslararası Berlin Film Festivali (Berlinale) Ofisi'nden yapılan açıklamaya göre, Berlin'de 5-15 Şubat tarihlerinde düzenlenecek Berlinale'de bu yıl 19 film "Altın Ayı" ve "Gümüş Ayı" ödülleri için yarışacak. Yarışma bölümünde bu yıl Türkiye'den film bulunmuyor. Festivalde "Altın Ayı" ve "Gümüş Ayı" ödülleri için yarışacak filmler şöyle: "Almanya ve ABD yapımı Werner Herzog'un 'Queen of the Desert', Almanya’dan Sebastian Schipper’in 'Victoria', Andreas Dresen'in 'Als wir traeumten', ABD'den Terrence Malick'in 'Knight of Cups', İspanya'dan Isabel Coixet'in 'Nobody Wants the Night', İngiltere'den Peter Greenaway'in 'Eisenstein in Guanajuato', Andrew Haigh'in '45 Years', İran'dan Cafer Panahi'nin 'Taksi', Fransa'dan Benoit Jacquot'un 'Journal d'une femme de chambre', Guatemala'dan Jayro Bustamante 'Ixcanul Volcano', Rusya’dan Aleksei German'ın 'Under Electric Clouds', Polonya'dan Malgorzata Szumowska’nın 'Body', Vietnam’dan Di Phan Dang’ın 'Cha va con va', Çin’den Wen Jiang’in 'Yi bu zhi yao', Romanya’dan Radu Jude’nin 'Aferim!', Şili’den Patricio Guzman’ın 'El botón de nácar' (The Pearl Button), Pablo Larrain’in 'The Club', Japonya’dan Sabu’nun 'Chasuk’s Journey' ve İtalya’dan Laura Bispuri’nin 'Sworn Virgin". Festivalin açılışını Isabel Coixet’in "Nobody Wants the Night" adlı filmin yapacağı bildirilmişti. Ödüller, 14 Şubat Cumartesi günü sahiplerini bulacak. Yarışma bölümünde Kenneth Branagh’ın yönettiği ve Cate Blanchett, Lily James’in oynadığı "Cinderalla", Bill Condon’un "Mr. Holmes", Oliver Hrischbiegel’in "Elser" ve Wim Wenders’in "Every Thing Will Be Fine" filmlerinin yarışma dışı gösterileceği, "Altın Ayı" için yarışmayacağı kaydedildi. Festivale bu yıl ünlü oyuncular Cate Blanchett, Natalie Portman,Stellan Skarsgard, Charlotte Rampling ve Christian Bale'in katılmasının beklendiği ifade edildi.


Ludmila Dalaman

Berlinale'nin açılış filmi belli oldu

Isabel Coixet “Nobody Wants the Night” adlı filmi ile festivali açacak

Isabel Coixet festivali açacak    ©Isabel Coixet
Isabel Coixet festivali açacak ©Isabel Coixet

65’inci kez düzenlenecek olan Uluslararası Berlin Film Festivali’nin (Berlinale) açılışını, İspanyol yönetmen Isabel Coixet’in “Nobody Wants the Night” adlı filminin yapacağı bildirildi. Almanya’nın başkenti Berlin’de 5-15 Şubat tarihleri arasında düzenlenecek olan Berlinale’nin açılışında gösterilecek İspanya, Fransa ve Bulgaristan ortak yapımı filmin başrollerini Juliette Binoche, Rinko Kukuchi ve Gabriel Byrne paylaşıyor. Festivalde Türkiye’den Faruk Hacıhafızoğlu’nun “Kar Korsanları” filminin “Generation Kplus” bölümünde gösterileceği bildirildi. Berlinale’de bu bölümde yer alan filmler “Kristal Ayı” ödülü için yarışacak. Festivalin kısa film jürisinde sanatçı Halil Altındere de bulunuyor.

Uluslararası Berlin Film Festivali ile 5 - 15 Şubat günleri arasında sinemanın kalbi Berlin’de atacak. Festival Hollywood pırıltılarının yanı sıra dünya sinemasının ve Alman sinemasının da aynası olarak biliniyor. Altın ve Gümüş Ayı ödülleri, 14 Şubat akşamı yapılacak galada açıklanacak.

Berlin Film Festivali’nin atmosferi ise organizatörlerin gurur kaynağı oldu. Zira Berlin Film Festivali, gerçek anlamda bir halk festivali, insanlar yıldızlara dokunamasalar bile en azından yakından seyredebiliyorlar.


Ludmila Dalaman

Fatih Akın: Sanat için ölmeye değer

Yönetmen Fatih Akın,'The Cut' filminden ötürü aldığı ölüm tehditlerine ilişkin, "Sanat için ölmeye değer" ifadelerini kullandı.

Fatih Akın'ın filmi merakla bekleniyor           ©LD
Fatih Akın'ın filmi merakla bekleniyor ©LD

Türkiye 'de daha gösterime girmeden aşırı milliyetçi bazı grupların tehdidiyle karşılaşan 'The Cut (Kesik)' filminin dünya prömiyeri, Venedik Film Festivali'nde yapılmıştı.

Osmanlı dönemindeki 1915 olayları sırasında iki kızıyla bağlantısı kopan Ermeni bir demirci ustasının öyküsünü anlatan film ile ilgili yaptığı açıklamaların ardından aldığı tehditlere ile ilgili olarak Akın, " Sanat için ölmeye değer. Filmin yol açacağı tüm bu polemiklere hazır olmak için 7-8 yılımı verdim ve şimdi buna hazırım. Sadece şunu söyleyebilirim: şimdiden tehditler aldım, ama bu konuya ağırlık vermek istemiyorum" diye konuştu. Akın, "Ben Türklerin, bir Ermeni kahraman hakkındaki bir filmi sindiremeyeceğini çok iyi biliyorum. Bu nedenle onlarla bir empati yaratmak için yerlilerin soykırımını da ekledim" dedi.

 

Ludmila Dalaman

Kreuzberg ‘36 BOYS’ çetesi film oluyor

36 Boys’ çetesinin mücadelesi yönetmen Yelda Yanat tarafından filme çekildi.

“Birleşen Gönüller” Berlin'de vizyonda

Toplam 9 Avrupa ülkesinde 80 kopya ile gösterimde olacak filmin Avrupa galası Mannheim'da yapıldı.

Hande Soral ve Serkan Şenalp filmin başrollerinde   ©SERFilm
Hande Soral ve Serkan Şenalp filmin başrollerinde ©SERFilm

Türkiye’de vizyona girdiği 24 Ekim’den itibaren savaş sahnelerindeki kalitesi, kurgu tekniği ve gerçek hikayeye sahip senaryosu ile dikkatleri üzerine çekmeyi başaran ‘Birleşen Gönüller’ adlı film, Almanya ve Avrupa’da da seyirci ile buluşmaya hazırlanıyor. Sinema eleştirmenlerinden de pozitif notlar almayı başaran filmin kalbe dokunan konusu ve görsel seyir zevki iddiasıyla gişeleri zorlaması bekleniyor.

 2. Dünya Savaşı’nın gölgesinde yaşanan destansı bir aşkı ve demirperdenin ayırdığı hayatları konu alan film, yarın Almanya ve Avrupa’da izleyiciyle buluşuyor. 

Filmde Cennet ile Niyaz’ın gençlik zamanlarını oynayan iki oyuncu, Hande Soral ve Serkan Şenalp göz dolduruyor. Ve tabii ki finale doğru devreye giren usta oyuncu Fikret Hakan’ı perdede görmek ayrı bir güzellik. Kilit bir rolde karşımıza çıkan Hakan, filmin oyuncu kalitesini yukarıya taşıyor. Dilek rolündeki Yağmur Kaşifoğlu, karakterin duygusal gel-gitlerini iyi yansıtırken Atılgan Gümüş de ‘Yunus Öğretmen’de üzerine düşeni yapıyor. 

Yapımcılığını SER Film’in, yönetmenliğini ise Hasan Kıraç’ın üstlendiği filmin çekimlerine, 27 Kasım 2013′te Bulgaristan’da başlandı. Savaş sahneleri, Holywood’un ABD dışındaki platolarından biri olan, Cehennem Melekleri, Herkül, 300 Spartalı, Conan gibi filmlerin çekimlerinin yapıldığı Nuboyana stüdyolarında çekildi.

Gerçek bir hikayeden alınan, senaryosunu Serkan Birlik ve Özge Aras’ın yazdığı filmdeki 1940′lara ait sahnelerin büyük bölümü, olayların geçtiği mekanlara uygunluğu bakımından Bulgaristan’ın Sofya, Lukoit, Zherevna gibi çeşitli şehirlerinde çekildi.

1992′lere ait sahneler için Gürcistan Batum, Balıkesir, Tuz Gölü, Eskişehir, Kayseri, Erciyes, Nevşehir, Göreme, Ürgüp, Kocaeli ve İstanbul’un çeşitli mekanlarında set kuruldu.

Bütçesi 10 milyon lirayı aşan ve çekimleri 16 haftada tamamlanan sinema filminin sürgün sahneleri ve esir kampı için İstanbul’da özel platolar kuruldu.

Özellikle Nazi kampları, 2. Dünya Savaşı sahneleri ve Kafkasya bölümlerindeki set tasarımı, sanat yönetimi, dekor ve kostüm tasarımı Hollywood ayarında. Uzun araştırmaların ürünü olarak dikkat çeken kostüm tasarımları 1940′ler Nazi Almanya’sı, Sovyet Rusya, Kuzey Kafkasya, Kazakistan ve Türkiye gibi geniş bir coğrafyayı yansıtıyor.

Filmin müzikleri, dünyada ‘Bir tutam baharat’ ve Türkiye’de ‘Babam ve Oğlum ‘ filminin müzikleri ile tanınan ünlü Yunan müzisyen Evanthia Reboutsika tarafından bestelendi.


Ludmila Dalaman

''Die Mannschaft'' filminin galası Berlin'de yapıldı

Alman Futbol Federasyonu (DFB) tarafından hazırlanan ‘’The Mannschaft’’ filminin dünya prömiyeri Berlin’deki Sony Center’de bulunan Cinestar sinemasında gerçekleşti.

Almanya Futbol Milli Takımı filmin prömiyerinde Berlin'de bir araya geldi   ©DFB
Almanya Futbol Milli Takımı filmin prömiyerinde Berlin'de bir araya geldi ©DFB

Brezilya’nın ev sahipliğinde düzenlenen 2014 Dünya Kupası’nda Almanya Milli Takımı’nın şampiyonada yaşadığını anlatan ‘’Die Mannschaft’’ (Takım) adlı belgesel filmin galası yapıldı. Filmde, Almanya Futbol Milli Takımı'nın 2014 Dünya Kupası'nda şampiyonluğa nasıl ulaştığının hikayesi anlatılıyor. Mario Götze'nin kupayı getiren golünden, kaptan Lahm'ın kupayı havaya kaldırmasına dek bütün unutulmaz anlar gösteren filmde, ayrıca Brezilya'da çekilen ilginç görüntüler de mevcut.

Türk asıllı futbolcu Mesut Özil’in de yer aldığı Alman Milli Takım, Teknik Direktör Joachim Löw, FIFA Başkanı Sepp Blatter, Alman Futbol Federasyonu Başkanı Wolfgang Niersbach ve çok sayıda davetli gösterim öncesi kırmızı halıda yürüdü.

Alman Futbol Federasyonu Başkanı Wolfgang Niersbach, burada yaptığı açıklamada, formada dünya şampiyonu armasını taşımanın Alman Milli Takımı için bir onur olduğunu belirterek, bunun Brezilya’da büyük bir şey başarıldığının kanıtı olduğunu söyledi.

Filmdeki en dikkat çekici sahne, Thomas Müller'in kadın elbisesi giyip arkadaşlarını eğlendirmesi. Kupada attığı gollerle şampiyonlukta büyük payı bulunan ünlü futbolcu, "Dirndl" adlı geleneksel Alman kadın elbisesi giyip takım arkadaşlarını eğlendirdi.

''Oflu Hoca'nın Şifresi'' Berlin sinemalarında

Adem Kılıç’ın yönettiği, başrol oyunculuğunu Çetin Altay’ın oynadığı "Oflu Hoca’nın Şifresi" adındaki film gösterime girdi.

Daha önce Sümela'nın Şifresi filmine imza atan Adem Kılıç'ın yönetmenliğini üstlendiği komedi filmi, yerel bir futbol takımı olan Doğanspor'un yeni başkanınlık seçimleri için iki aday arasında gelişen eğlenceli rekabeti konu ediniyor. Oflu Hoca'nın günleri karmaşayla geçmektedir. Yerel bir kanalın programında çıkar, fırında çalışır ve babasıyla başı sürekli derde gider. Gençliğinde yer aldığı Doğanspor futbol kulübünde yaşanan son gelişmeler de işlerin tuzu biberi olur. Oflu Hoca ve diğerlerine göre kulübün yeni başkanı olmak isteyen Müeahhit Ahmet bu koltuk için uygun isim değildir. Bu nedenle Oflu Hoca da başkanlık için adaylığını koymak zorunda kalır ve aralarında esaslı bir rekabet başlar.

Çetin Altay ve Ahmet Varlı'nın başrolleri paylaştığı filmde ikiliye Didem Balçın, Köksal Engür ve Tarık Papuççuoğlu eşlik ediyor.


Ludmila Dalaman

Unutursam Fısılda Berlin sinemalarında

Muhteşem Yüzyıl kadrosundan Mehmet Günsür filmin baçrolünde

Nostaljik yolculuk - Unutursam Fısılda   ©AF Media
Nostaljik yolculuk - Unutursam Fısılda ©AF Media

Birbirlerine aşık olan iki gencin her şeyi geride bırakarak müziğin, aşkın ve hayallerinin peşinde verdikleri mücadeleyi konu alan Çağan Irmak filmi, Almanya`da izleyicisiyle buluşacak.

Farah Zeynep Abdullah’ın Ayperi karakteri ile kamera karşısına geçtiği filmde; Ayperi’nin şöhret yolculuğundaki en büyük destekçisi ve aşkı olan Tarık rolünü ise Mehmet Günsür canlandırıyor.

Kaymakam olan babasının tayin edilmesi üzerine ailesiyle birlikte şehirden kasabaya giden Tarık, sıkışıp kaldığı bu kasabada hayallerini gerçekleştireceği kişiyle, Ayperi ile tanışır.

Erkek çocuklarıyla sokakta futbol oynarken, kadınlığını ve müziğe olan sevdasını keşfetmesine, artık topun değil de hayallerinin peşinde koşmasına yardımcı olacak o gitar çalan şehirli çocuk Tarık’ı görmesi, Ayperi’nin de tüm hayatını değiştirir.

Müzik aşkının bir araya getirdiği Tarık ve Ayperi’nin çıktıkları şöhret yolculuğunda onları bir an olsun yalnız bırakmayacak yol arkadaşları Erhan karakterini ise Kerem Bürsin canlandırıyor.

Erhan, Tarık ile Ayperi'nin İstanbul'a kaçışlarında onlara yardımcı olurken, artık tüm masal, Ayperi, Tarık ve Erhan arasında yaşanacak, özgürlüğe şarkı söyleyip besteleyerek giden bu üçlü hayatı da birlikte sırtlayacaktır.

 

Ludmila Dalaman

12. Berlin Türk Filmleri Haftası başladı

Festival yönetmen Çağan Irmak'ın “Dedemin İnsanları” adlı filminin gösterimiyle başladı.

Türk sinemasının 100. yılı, Berlin'de anılıyor    ©TFW
Türk sinemasının 100. yılı, Berlin'de anılıyor ©TFW

UCI Kinowelt Colesseum'da yapılan açılışa, "Dedemin İnsanları" filminin başrol oyuncuları Gökçe Bahadır ve Yiğit Özşener'in yanı sıra yapımcılar Mustafa Oğuz, Ekrem Çatay katıldı.

Berlin Film Haftası organizatörü Selçuk Sazak ise 12 yıldır Berlin'de film festivali düzenlediklerine işaret ederek, festivalin adeta bir insan gibi her geçen gün daha da büyüdüğünü anlattı. İlk festivallerinde ne Almanca altyazı ne de bir bütçeleri olduğunu dile getiren Sazak, Berlinlilerin desteği ve ilgisiyle bugünlere geldiklerini kaydetti.

 

Türkiye'de çeşitli etkinliklerle kutlanan Türk sinemasının 100. yılı, Berlin Türk Filmleri Haftası'nın bu yılki ana temalarından birini oluşturuyor.

Film festivali çerçevesinde Berlin Türk Evi'nde bir panel düzenlenecek.

 

"Türk Sineması 100 yaşında" konulu panelde son dönemlerde giderek büyüyen televizyon dizi sektörünün sinemaya etkisi de ele alınacak. Panelin konukları Most Production'dan Mustafa Oğuz ve Ay Yapım'dan Ekrem Çatay ile oyuncu Uğur Polat ve sinema tarihçisi Burçak Evren olacak.

 

Türk sinemasının 100. yılı kapsamında bir de sergi düzenlenecek. 29 Ekim'de BerlinBüyükelçiliği'nde verilecek Cumhuriyet resepsiyonunda "Afiş ve Fotoğraflarla Türk Sineması" adlı serginin açılışı yapılacak.

 

Türk Filmleri Haftası kapsamında "Bir Eylül Meselesi, Ummah, Eve Dönüş Sarıkamış1915, Yozgat Blues, Zerre, Sesime Gel, Güzelliğin On Par Etmez, Willkommen Bei Habib, Daire, Batıdan Doğuya Akan Nehir, Gömülü Sesler, Die Erbin, Einmal Hans MİT scharfer Sosse, Köksüz ve Kusursuzlar" seyirciyle buluşacak.

 

Ludmila Dalaman 

Frankfurt Kitap Fuarı açılıyor

Dünyanın alanındaki en büyüğü olan Frankfurt Kitap Fuarı'nın bu seneki 'Konuk Ülkesi' Finlandiya.

 

© Frankfurter Buchmesse/Frankfurt Book Fair
© Frankfurter Buchmesse/Frankfurt Book Fair

Dünyanın en büyük kitap fuarı olan 'Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı', 8-12 Ekim tarihleri arasında 65. kez edebiyatın sihirli dünyasına kapılarını aralayacak. İlk üç gününü sektör temsilcilerine ayıran fuarın son iki günü tüm ziyaretçilere açık olacak. Bu senenin 'Konuk Ülkesi' ise Beyaz zambaklar ülkesi olan Finlandiya.

12 Ekim’e kadar sürecek fuara 102 ülkeden 7 bin 275 yayıncı, kurum ve kuruluş ile 631 edebiyat ajansı katılıyor. 1000’i blog yazarı olmak üzere 9 bin 300’ü aşkın gazeteci akredite oldu. Londra ve Moskova ile birlikte dünyanın en büyük kitap fuarlarından olan Frankfurt Kitap Fuarı’nı 172 bin civarında yayıncı, sektör temsilcisi ile 280 bini aşkın kişinin ziyaret etmesi bekleniyor.

Frankfurt Kitap Fuarı'nın tarihçesi tam olarak 15. Yüzyıl'a kadar dayanıyor. 15. Yüzyıl'da Frankfurt'a yakınlığı ile bilinen Mainz kentinde yaşayan Johann Gutenberg'in matbaayı bulması, Frankfurt gibi ticari geçiş yollarının üzerinde bulan bir şehre bu anlamda 17. Yüzyıl'a kadar merkezi bir özellik kattı. O dönemde yaşanan politik ve kültürel değişim Frankfurt'un bu rolü 18. Yüzyıl'ın başlarında Leipzig'e kaptırmasına neden oldu. 1949 yılında bu geleneği tekrar canlandıran Frankfurt, 18-23 Eylül 1949 tarihinde 205 yayınevinin katılımıyla ilk kitap fuarını düzenledi. Aradan geçen 65 yılda Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı dünyanın en büyük kitap fuarı oldu.

 

Ludmila Dalaman

Cem Yılmaz’ın yeni filmi 'Pek Yakında' Berlin'de sinemalarda

‘Pek Yakında’, ailesini yeniden bir araya getirebilmek için film çeken bir adamın öyküsünü anlatıyor.

Pek Yakında : Cem Yılmaz'dan Türkiye Sineması’nın yüzüncü yılına bir armağan   ©© 2014 CMYLMZ|Fikirsanat
Pek Yakında : Cem Yılmaz'dan Türkiye Sineması’nın yüzüncü yılına bir armağan ©© 2014 CMYLMZ|Fikirsanat

‘Pek Yakında’, ailesini yeniden bir araya getirebilmek için sinemaya sarılan bir adamın öyküsünü anlatıyor. Vaktiyle önemli filmlerde figüranlık yapmış Zafer, günümüzde korsan DVD satarak hayatını sürdürmektedir. Kanunsuz işlerinden dolayı karısı ondan boşanmak isteyince “korsana hayır” diyerek tövbe eder. Ancak Zafer, hatırlı patronunun “son bir iş yap, öyle bırak” teklifine hayır diyemez. Sonra işler sarpa sarar ve olaylar Zafer’i bir sinema filminin yapımcısı haline getirir. Ailesini geri kazanmak isteyen Zafer, eski filmci tanıdıklarından oluşan bir ekiple 1970’lerden beri çekilememiş fantastik proje ‘Şahikalar: Kötülüğün Sonu’nu çekmeye başlar.

Yönetmenliğini ve senaristliğini Cem Yılmaz'ın yaptığı ve başrolünde olduğu filmde kendisine Tülin Özen, Zafer Algöz, Özkan Uğur, Ozan Güven, Çağlar Çorumlu, Cengiz Bozkurt, Zerrin Tekindor, Hare Sürel, Ayşen Gruda ,Ülkü Duru, Emin Gürsoy, Metin Coşkun, Tuğrul Tülek ve çocuk oyuncu Ata Berk Mutlu'nun yeraldığı zengin bir oyuncu kadrosu eşlik ediyor.

‘Pek Yakında’ Türkiye Sineması’nın yüzüncü yılına bir armağan, bir vefa borcu içgüdüsüyle yapılmış. Hababam Sınıfı’nın ders zili, Süt Kardeşler’in Gulyabani’si, Yavuz Turgul’un Eşkıya’sı daha neler neler ‘Pek Yakında’yla yad etmek mümkün. Hatta film, 1980’lerin seks film furyasını bile derin bir incelikle anımsatıyor.


Ludmila Dalaman

Türk Filmleri Haftası başlıyor

Türkiye'de çeşitli etkinliklerle kutlanan Türk sinemasının 100. yılı, Berlin Türk Filmleri Haftası'nın bu yılki ana temalarından birini oluşturuyor.

 

Açılış filmi 'Dedemin İnsanları'   ©mostproduction
Açılış filmi 'Dedemin İnsanları' ©mostproduction

Berlin Eyalet Başbakanı Klaus Wowereit'ın himayesinde yapılan 12. Berlin Türk Filmleri Haftası çerçevesinde 16 film sinemaseverlerle buluşacak. Film haftası, 1 Kasım'da sona erecek. Filmler UCI Kinowelt Colesseum'da gösterilecek.

Açılışta, "Dedemin İnsanları" filminin başrol oyuncuları Gökçe Bahadır ve Yiğit Özşener'in yanı sıra yapımcılar Mustafa Oğuz, Ekrem Çatay ile sinema tarihçisi Burçak Evren sinemaseverlerle buluşacak. Alman sinema ve televizyon dünyasından çok sayıda tanınmış Türk kökenli yönetmen ve oyuncu da açılış galasının konukları arasında yer alıyor.

Türkiye'de çeşitli etkinliklerle kutlanan Türk sinemasının 100. yılı, Berlin Türk Filmleri Haftası'nın bu yılki ana temalarından birini oluşturuyor.

Bu bağlamda 24 Ekim'de de Berlin Türk Evi'nde panel düzenlenecek.

"Türk sineması 100 yaşında" konulu panelde son dönemlerde giderek büyüyen televizyon dizi sektörünün sinemaya olan etkisi de ele alınacak. Panelin konukları Most Production'dan Mustafa Oğuz ve Ay Yapım'dan Ekrem Çatay ile oyuncu Uğur Polat ve sinema tarihçisi Burçak Evren olacak.

Türk sinemasının 100. yılı kapsamında bir de sergi düzenlenecek. 29 Ekim'de Berlin Büyükelçiliği'nde verilecek Cumhuriyet resepsiyonunda "Afiş ve Fotoğraflarla Türk sineması" adlı serginin açılışı yapılacak.

Türk Filmleri Haftası kapsamında Dedemin İnsanları, Bir Eylül Meselesi, Ummah, Eve Dönüş Sarıkamış 1915, Yozgat Blues, Zerre, Sesime Gel, Güzelliğin On Par Etmez, Willkommen Bei Habib, Daire, Batıdan Doğuya Akan Nehir, Gömülü Sesler, Die Erbin, Einmal Hans mit scharfer Sosse, Köksüz ve Kusursuzlar seyirciyle buluşacak.

 

Ludmila Dalaman

 

"Istanbul United" sinemalarda

Gezi'de yaşananlara ışık tutan belgesel Alman sinemalarında gösterime giriyor.

© Port-Au-Prince Pictures GmbH
© Port-Au-Prince Pictures GmbH

Belgeselde Gezi protestoları sırasında kolkola giren, yan yana direnen futbol taraftarlarının hikayesi anlatılıyor. Bir belgeselciye muazzam bir malzeme sunan Gezi Protestoları’nın futbol taraftarlığıyla ilişkili tarafına odaklanan İstanbul United, Farid Eslam, Olli Waldhauer ikilisinin kamu tarafından finanse edilen ve proje aşamasında büyük bir merak ve heyecan uyandıran belgeselleri… Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim, İstanbul United, Gezi günlerinde parkta tek yürek olan insanları hiçbir şekilde tatmin etmeyecek. Hafızalarımızı fazla zorlamamıza gerek yok, o günlerde İstanbul’un üç büyük takımının taraftarları, Taksim’in göbeğinde atılan bu özgürlük çığlığına kayıtsız kalmamışlar; hatta bu ortamda yer yer başrolü üstlenmişlerdi. İstanbul United da, bunca zaman birbirine düşman olan taraftar gruplarının birlikteliğine çok şaşıran, bu hale oldukça dışarıdan ve eksik bir bakış atan bir belgesel. Önce, aslında çok küçük bir pencereden baktığı takım tutma aidiyetini –istemli ya da istemsiz olarak- büsbütün küfür ve saldırganlık üzerine kurulmuş, holiganlardan oluşan bir müessese olarak yansıtıyor; sonra da oluşturduğu bu eksik intibanın üzerine Gezi’yi ruhunun taşıdığı değişim rüzgarını kurmaya çabalıyor. Nihayetinde, bu belgesel hem Gezi’yi hem de taraftarlık kültürünü yanlış okuyor. Filmin finali de, yönetmen ikilinin ülkede yaşananlardan ne kadar habersiz olduğunun bir kanıtı niteliğinde. İstanbul United, çok basit bir ‘neden?’ sorusuna karşı bile cevapsız kalan bir belgesel.


Ludmila Dalaman

Fatih Akın NSU filmi çekebileceğini açıkladı

Fatih Akın, “Bir gün ırkçı NSU cinayetlerinin anlatıldığı bir film de çekebilirim” dedi. 

1915 Ermeni olaylarını anlatan The Cut adlı filmle birlikte siyasi filmler yapma işareti veren ünlü yönetmen Fatih Akın (41), “Bir gün ırkçı NSU cinayetlerinin anlatıldığı bir film de çekebilirim” dedi. Der Spiegel’e konuşan Fatih Akın, “The Cut ile birlikte siyasi filmler döneminiz mi başlıyor?” sorusuna, “Almanya’da bir Türk göçmen ailenin çocuğu olarak büyüdüm. Bir gün NSU ırkçı cinayetlerini anlatan bir film çevirirsem şaşırmam. Göçmen kökenli olmamdan dolayı göçmenleri ilgilendiren konularla da iç içeyim” dedi.

“Jin” filmi 14.Frankfurt Film Festivali’nin en iyisi

Reha Erdem’in yönettiği Jin filmi beş farklı dalda ödül kazanarak festivalin en iyi filmi seçildi.

Zerre’ filminin başarılı oyuncusu Jale Arıkan ödülü ile  ©Hüseyin Sıtkı
Zerre’ filminin başarılı oyuncusu Jale Arıkan ödülü ile ©Hüseyin Sıtkı

Frankfurt’ta 14. kez düzenlenen Türk Film Festivali, ödül töreniyle sona erdi. En iyi film, en iyi yönetmen, en iyi oyuncu ve en iyi görüntü gibi yedi farklı dalda ödüller dağıtıldı.

 

Bu sene ki yarışmada Reha Erdem’in yönettiği ‘Jin’ filmi beş farklı dalda ödül kazanarak festivalin en iyi filmi seçildi. En İyi Erkek Oyuncu ödülünü geçen senede ‘Küf’ filmiyle aynı ödülü kazanan Ercan Kesal alırken, En İyi Kadın Oyuncu ödülünü ise ‘Halam geldi’ filminin genç oyuncusu Miray Akay ile ‘Zerre’ filminde oynayan Jale Arıkan paylaştı.

Festival başkanı Hüseyin Sıtkı hedeflerinin içinde yaşadıkları toplumun bir parçası olduklarını ve bulundukları toplumda uyum sağlayabilmek için, barış içinde yaşayabilmek için bir katkı sağlamak istediklerini ifade etti.

Sıtkı “Bunu da en iyi şekilde film aracılığıyla verebileceğimizi inandık” şeklinde ifadeleri kullandı. Festival süresince büyük bir enerji sarf ettiklerini söyleyen Sıtkı hem filmlerin izlenmesi hem de festival kapsamında yapılan etkinliklerin büyük bir ilgi görmesiyle hedeflerine ulaştıklarını belirtti.

Festival’de En İyi Film seçilen ‘Jin’ filminin yönetmeni Reha Erdem yeni projesiyle farklı ülkede olması sebebiyle festivale video mesajı iletti. “Yeni filmler peşinde koştuğum için maalesef orada bulunamıyorum. Üzgünüm.” diyen Erdem ‘Jin’ filmini çekerlerken, bulundukları bölgede kanlı savaşın devam etmekte olduğunu, şimdi ise umutlu bir duruma doğru ilerlediğini gönderdiği mesajda ifade etti.

En İyi Erkek ödülünü alan Ercan Kesal festivale geçtiğimiz sene de aynı dalda ‘Küf’ filmi için ödülü aldığını ifade ederken jüri seçiminin Alman sinemacılarının ağırlıklı olması farklılık olduğunu ifade etti.

Sinema oyunculuğu rejinin ağırlıklı başarısı olduğuna işaret eden Kesal ödül almasında ki sırrın iyi bir yönetmenle çalışması olduğunu söyledi. Bir hafta boyunca süren festival çerçevesinde panel ve konserler düzenlenirken yarışmaya katılan filmler okul ve hapishanelerde izletildi.

 

Ludmila Dalaman

Sivas'ın yıldızına Bakan elinden ödül

Venedik'te 'Sivas' filmi ile 'En İyi Erkek Oyuncu' Ödülü'nü alan Doğan İzci'ye ödülünü Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik verecek.

Doğan İzci'nin ödülünü de Kaan Müjdeci almıştı   ©labiennale
Doğan İzci'nin ödülünü de Kaan Müjdeci almıştı ©labiennale

Venedik Film Festivali'nde uluslararası sinema yazarları tarafından verilen Premio Bastio D'Oro 2014 - En İyi Erkek Oyuncu Ödülü'ne layık görülen 'Sivas'ın başrol oyuncusu Doğan İzci ödülünü bugün İstanbul'da Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik'in elinden teslim alacak. Doğan İzci, Schengen vizesinin kısa süreli olmasından dolayı ödül törenine katılamamış, Yozgat'a erken dönmek zorunda kalmıştı. 5 Eylül Cuma akşamı Lido di Venezia'da düzenlenen törende, Türkiye'ye döndüğü için bulunamayan Doğan İzci'nin ödülünü Kaan Müjdeci teslim almıştı. Bakan Ömer Çelik ile İzci İstanbul'da biraraya gelecek.


Ludmila Dalaman

Berlinli Kaan Müjdeci'nin "Sivas" filmi, Venedig'te jüri özel ödülünü aldı.

Filmin çocuk başrol oyuncusu Doğan İzci de en iyi erkek oyuncu ödülüne layık görülmüştü.

İtalya'da bu yıl 71'incisi düzenlenen Venedik Film Festivali'nde Türk yönetmen Kaan Müjdeci'nin "Sivas" filmi, jüri özel ödülünü aldı. Filmin çocuk başrol oyuncusu Doğan İzci de en iyi erkek oyuncu ödülüne layık görülmüştü.

İlk uzun metrajlı filmi "Sivas" ile Venedik Film Festivali'nde ödül kazanan Müjdeci, ödülü aldıktan sonra yaptığı konuşmada, "Bizim oyuncularımızdan Şahin'in babası vefat etti. Ozan Çelik'in babasına armağan ediyorum. Ayrıca değerli jüriye çok teşekkür ediyorum. Beni destekleyen Angela ve Alberto'ya ve film ekibime teşekkür ediyorum" dedi.

 

Müjdeci Oscar ödülü sinyali de verdi, "Altın mı? Aslında altın değil, altına benziyor ve bu beni mutlu ediyor. 20 yıl sonra belki hepsi altından olan bir ödül alırım" dedi.

 

Bu arada, filmin 11 yaşındaki başrol oyuncusu Doğan İzci, festivali takip eden uluslararası sinema yazarlarının belirlediği "Premio Bisato D'oro"da en iyi erkek oyuncu ödülüne layık görüldü.

 

Altın Aslan İsveçli yönetmene

 

Festivalin en iyi filmine verilen "Altın Aslan" ödülü bu yıl, "Songs From The Second Floor" ve "You, The Living" adlı komedi-drama serisinin üçüncü filmi olan İsveç-Almanya-Norveç-Fransa ortak yapımı "A Pigeon Sat On A Branch Reflecting On Existence" filmine verildi.

 

Yönetmenliğini İsveçli Roy Andersson'un yaptığı, ressam Pieter Bruegel'in "The Hunters in the Snow (Karda Avlananlar)" isimli eserinden ilham alınan film, kuşların insanları izlemesini konu alıyor.

 

Filmde kuşların insanları izlemesiyle insanların sadece ne yaptıkları değil, gerçekte ne yapmak istedikleri farklı bir biçimde anlatılmaya çalışılıyor.

 

Ödülünü Venedik Bienali Başkanı Paolo Baratta'nın elinden alan İsveçli yönetmen Andersson, sinema kariyerinde İtalyan filmlerinden etkilendiğini belirterek "Venedik Film Festivali'nde bu ödülü almak benim için büyük bir onur" dedi.

 

Ödül töreninde, en iyi yönetmene verilen "Gümüş Aslan" ödülünü, "The Postman's White Nights" filmiyle Rus yönetmen Andrej Konçalovskij kazandı.

 

Festivalde diğer büyük ödülleri kazanan isimler şöyle:

 

Jüri büyük ödülü: Joshua Oppenheimer'ın "The Look Of Silence" isimli filmi.

 

En iyi erkek oyuncu: Saverio Costanza'nın "Hungry Hearts" filmindeki rolüyle Adam Driver.

 

En iyi kadın oyuncu: Saverio Costanza'nın "Hungry Hearts" filmindeki rolüyle Alba Rohrwacher.

 

En iyi senaryo: Senaristliğini Rakhshan Banietemad ve Farid Mostafavi'nin yaptığı "Ghesseha (Tales)" filmi.

 

Geleceğin Aslanı Ödülü: Chaitanya Tamhane'nin "Court" filmi.

 

En iyi genç oyuncuya verilen "Marcello Mastroianni" ödülünü, "Le Dernier Coup De Marteau" filmdeki rolüyle Romain Paul aldı.

 

Açılışı, 27 Ağustos'ta Meksikalı yönetmen Alejandro Gonzales Inarritu'nun "Birdman" isimli filmiyle yapılan festivalde geçen yıl "Altın Aslan" ödülünü ise İtalyan Gianfranco Rosi'nin "Sacro GRA" isimli belgesel filmi kazanmıştı.

 

Ludmila Dalaman

Türk Film Festivali 30 filmle başlıyor

Frankfurt Türk Film Festivali'nde 30’un üzerinde film gösterilecek.

Festival Başkanı Hüseyin Sıtkı
Festival Başkanı Hüseyin Sıtkı

Frankfurt Türk Film Festivali çerçevesinde bir hafta boyunca Frankfurt, Offenbach, Mainz ve Langen’de sinemalarda Türk filmleri gösterilecek. Pazar günü başlayıp 13 Eylül’de sona erecek festival programında Türk, Türk-Alman ortak yapımı ve Avrupa yapımı uzun ve kısa metraj filmlerin yanı sıra, belgeseller, uzun metrajli film yarışması, sergiler, paneller, söyleşiler ve konserler yer alıyor.Türk sinemasını tanıtma ve sevdirme amacı taşıyan etkinliği Kültürlerarası Transfer Derneği (Transfer zwischen den Kulturen e.V.) düzenliyor. Alman Liyakat Nişanı ödüllü Hüseyin Sıtkı’nın başkanlığını yaptığı büyük buluşmayı, Deutsches Filmmuseum, Frankfurt Başkonsolosluğu ve Kültür Ataşeliği, Türkiye Kültür Bakanlığı, Filmhaus Frankfurt, Frankfurt Ekonomi Destekleme Birliği, Saalbau, Hürriyet ve TRT gibi pek çok kurum ve kuruluş da destekliyor.

Pazar günü Frankfurt Botanik Bahçesi (Palmengarten) Salonu’nda düzenlenen sanatçılar Haluk Piyes ve Nursel Köse’nin sunacağı muhteşem bir gala ile başlayacak festivalde Zuhal Olcay, Perihan Savaş, Halit Akçatepe, Ayla Algan, Füsun Kostak, Farah Zeynep Abdullah, Engin Akyürek, Uğur Polat, ezgi mola, Pınar Bulut, Güven Kıraç, Başak Kıraç, Ufuk Bayraktar, Ercan Kesal, Nazan Kesal, Jale Arıkan, Miray Akay, Hakkı Kurtuluş, Deniz Hasgüler, Savaş Zafer, Erol Babaoğlu ve Kerem Deren’in de aralarında olduğu yönetmen, senarist ile yıldız oyuncular onur konuğu olacak.

 

Ludmila Dalaman

Berlinli yönetmen Kaan Müjdeci Venedig Film Festivali'nde!

Sivas'ın dünya prömiyeri Venedik Film Festivali'nde yapıldı

71. Venedik Film Festivali’nde büyük ödül Altın Aslan ve genç yönetmenlerin ilk filmlerine verilen ‘Geleceğin Aslanı’ olmak üzere iki dalda aday olan Müjdeci, kırmızı halıda filmin başrol oyuncusu Doğan İzci ve muhtar karakterini canlandıran Muttalip Müjdeci ile boy gösterdi.Festivali Direktörü Alberto Barber, Müjdeci’den “Türkiye adına yarışacak ‘Sivas’ filmi olağanüstü bir yapıt. Genç bir yeteneği sinema dünyasına tanıtmak istedik. Bunu fazlasıyla hak ediyor” ifadeleriyle bahsetmişti.Yönetmen Kaan Müjdeci’nin doğduğu Yozgat’ın Yerköy ilçesinde çekilen film, 11 yaşında bir çocuk olan Aslan ile Sivas isimli bir dövüş köpeğinin bozkırda geçen hikâyesini konu alıyor. Oyuncu kadrosunu yöre halkının oluşturduğu Sivas’ta Ozan Çelik, Banu Fotocan ve Okan Avcı dışında profesyonel oyuncu rol almadı.

Filmin başrol oyuncusu Doğan İzci de yöre halkından… Yönetmen Müjdeci, okul okul gezerek keşfettiği 11 yaşındaki Doğan’ı Venedik Film Festivali’ne de götürdü. Filmde muhtar karakterini canlandıran yönetmenin kuzeni Muttalip Müjdeci de yöre halkı kadrosundan “Sivas”a dahil oldu.

 

Ludmila Dalaman

Berlinale’den Wim Wenders’e saygı duruşu

65. Berlin Film Festivali'nin Onur Ödülü, yönetmen Wim Wenders'e verilecek.

Büyük sinema ustası Wim Wenders  ©Donata Wenders
Büyük sinema ustası Wim Wenders ©Donata Wenders

5-15 Şubat 2015 tarihleri arasında düzenlenecek festival, Alman sinemasının usta ismi Wenders'e saygı duruşunda bulunacak. Bu vesileyle yönetmenin on filmi festival kapsamında özel bir bölümde gösterilecek.

Festivalin genel sanat yönetmeni Dieter Kosslick, "Çağdaş ustaların en ünlülerinden Wim Wenders'a saygılarımızı sunuyoruz." dediği yazılı açıklamada şu ifadelere yer verdi: "Wenders, farklı türlerde eser vermiş çok yönlü bir sinemacı, fotoğraf sanatçısı ve author olarak yaşayan sinema belleğimizi biçimlendirmeye ve diğer sinemacılara ilham vermeye devam ediyor."

 Yeni Alman Sineması'nın bir üyesi olarak sinemaya giren Wenders, sinemanın en önemli yenilikçi yönetmenlerinden biri. 1970'te çektiği ilk filmi ‘Şehirde Yaz'dan bu yana 50 filme imza attı. 1976 yapımı ‘Zamanın Akışında / Kings of the Road' fimiyle dünyada tanınan Wenders, 1982 yapımı ‘Olayların Gidişi / Der Stand der Dinge' ile Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan ödülü aldı. Wenders, iki yıl sonra ‘Paris, Texas' filmiyle de Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ödülü kazandı. 1987 yapımı ‘Arzunun Kanatları / Der Himmel Über Berlin' filmiyle de aynı festivalden en iyi yönetmen ödülü aldı.

Wim Wenders son olarak bu yıl, fotoğraf sanatçısı Juliano Ribeiro Salgado ile birlikte çektiği ‘Dünyanın Tuzu' belgeseli ile Cannes Film Festivali'nin ‘Belirli Bir Bakış' bölümüne katılmış ve Jüri Özel Ödülü kazanmıştı.

 

Ludmila Dalaman

Almanya’nın efsane yayıncısı Schirrmacher öldü

Frankfurter Allgemeine Zeitung’un efsane yayıncısı Frank Schirrmacher öldü.

Alman medyası matemde   ©FAZ
Alman medyası matemde ©FAZ

Almanya’nın en saygın gazetelerinden Frankfurter Allgemeine Zeitung’un efsane yayıncısı Frank Schirrmacher hayata veda etti!

Ünlü gazetecinin ölümü, Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ) gazetesi tarafından da doğrulanırken, 54 yaşındaki Schirrmacher’in ölüm nedeni hakkında herhangi bir açıklama yapılmadı.

5 Eylül 1959′da doğan Frank Schirrmacher Almanya’nın en çok tanınan ve dikkate alınan gazetecileri arasında yer alıyordu.

Schirrmacher geçen yıl çıkardığı “Ego” adlı kitabıyla büyük ses getirmişti.

Ünlü gazeteci son kitabında “Soğuk Savaş” sonrasında Wall Street ve Rand Corporation gibi kurumlarda istihdam edilen fizikçilerin, finans piyasalarında oyun teorisine dayalı bir “aldatma-kandırma” sistemi kurduğu tezini tartışmaya açmıştı.

 

Ludmila Dalaman

Berlinale'de zafer Çin filmi Bai Ri Yan Huo'nun

Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı ödülünü Çinli yönetmen Yinan Diao'nun 'Bai Ri Yan Huo' (Kara Kömür, İnce Buz) adlı filmi kazandı.

Diao Yinan Berlinale'den Altın Ayı ile dönüyor        ©Berlinale
Diao Yinan Berlinale'den Altın Ayı ile dönüyor ©Berlinale

Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı’yı sürpriz bir şekilde Çin Halk Cumhuriyeti'nden ‘Bai Ri Yan Huo’ adlı film kazandı. Diao Yinan’ın yönettiği ve klasik ‘film noir’ tarzı polisiye filmlere göndermeler yapan ‘Bai Ri Yan Huo’ 1999 yılında Çin’in kuzeyinde yaşanan bir dizi cinayetin eski bir polis tarafından çözülmesi olayını yaratıcı resimler ve sürükleyici bir senaryo ile anlatıyor. 6 Şubat’ta başlayan festivalin ana yarışmasındaki 20 film arasından sıyrılan ‘Bai Ri Yan Huo’nun başrolünde oynayan Liao Fan ise festivalin en iyi erkek oyuncusu seçilerek Gümüş Ayı’yı kazandı. En iyi kadın oyuncu ödülü ise usta yönetmen Japon Yoji Yamada’nın ‘Chiisai Ouchi’ adlı filmde rol alan Haru Kuroki’ye gitti. Festrivalin en önemli ikinci ödülü Gümüş Ayı’yı festivalin açılış filmi de olan yönetmen Wes Anderson’un ‘Grand Budapest Hotel’ adlı filmi kazandı. Berlinale’nin baştan ön plana çıkan filmlerinden olan ‘Grand Budapest Hotel’, 2. Dünya Savaşı öncesinde ünlü bir Avrupa otelinin kapıcısı Gustave H ile zamanla onun en güvenilir arkadaşı haline gelen lobby-boy Zero Moustafa’nın hikayesini anlatıyor. Eleştirmenler tarafından Altın Ayı için favori gösterilen Richard Linklater’in ‘Boyhood’u en iyi yönetmen ödülü ile Berlin’den ayrıldı. En son Before Midnight filmiyle izleyici karşısına çıkan Linklater'ın senaryosunu yazıp yönettiği film, Teksaslı bir ailenin ve çocuklarının 6 yaşından itibaren 12 yıl boyunca süren büyüme evresini, bu süreç boyunca yaşananları beyaz perdeye aktarıyor. 400 filmin seyirci ile buluştuğu festivalde İngiliz yönetmen Ken Loach tüm sanat yaşamı için Altın Ayı onur ödülünün sahibi oldu.

64. kez düzenlenen bu yılki Uluslararası Berlin Film Festivali programında Türkiye Sineması'ndan dört uzun, bir de kısa metrajlı film yer aldı. Türk Sineması'nın ilk eseri olarak kabul edilen ‘Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı’ adlı belgeselin çekilişinin 100. Yıldönümünde festivalde yer alan Türk filmleri büyük beğeni topladı. Festivalin ‘forum’ bölümünde, yönetmenliğini Melisa Önel'in yaptığı ve Mira Furlan, Timuçin Esen ile Ahmet Rıfat Şungar'ın rol aldığı ‘Kumun Tadı’ adlı yapım seyirciyle buluştu. Eleştirmenler tarafından çok olumlu tepkiler alan film Karadeniz'de bir sahil kasabasında insan kaçakçılığı yapan Hamit’in, botanik bilimcisi olan yabancı bir kadınla ilişkisi ve kasabada birkaç gün mahsur kalan kaçak göçmenlerle hayatlarının kesişmesinin hikayesini anlatıyor. Semih Kaplanoğlu’nun 2010 yılında Berlinale’yi kazanan ‘Bal’ filmini anımsatan sinema dili ve temposuyla dikkati çeken filmin yönetmeni beyazperdeye farklı anlatımları yansıtmayı amaçladığını belirtiyor.

Kumun Tadı’nın Türkiye’de ilkbahar aylarında vizyona girmesi planlanıyor.

Festivalin Panorama bölümünde ise Kutluğ Ataman'ın Almanya ve Türkiye yapımı 'Kuzu’ filmi büyük ilgi gördü. Prestijli ‘Cicae Art Cinema Award’ ödülünü kazanan filmde başrolleri paylaşan Nesrin Cavadzade, Cahit Gök ile Erzincanlı küçük oyuncular Mert Taştan ve Sıla Lara Cantürk Berlinale’deki prömiyerde büyük alkış aldı. Kutluğ Ataman’ın Erzincan’da doğduğu köyde çektiği film, babası İsmail'in sünnet düğününün masraflarını karşılayacak parası olmaması nedeniyle korkular geçiren Mert’in bakış açısından Anadolu’nun birçok yerinde devam eden toplumsal baskılara, gelenek ve törelere eleştirisel bir bakış getiriyor. Son yıllarda özellikle video enstalasyon alanındaki çalışmaları ile dünya çapında tanınan bir sanatçı olan Ataman bu kez sinemaya yönelmesini beyaz perdenin doğrudan duygulara hitap eden özelliği ile gerekçelendiriyor. ‘Kuzu’ filminin Türkiye'deki ilk gösteriminin Adana Altın Koza Film Festivali'nde yapılması hedefleniyor.

Öte yandan Berlinale’de ‘Generation 14plus’ bölümünde Türkiye, Almanya, Hollanda ve Yunanistan ortak yapımı olan, Zeynep Dadak ile Merve Kayan'ın ‘Mavi Dalga’, ‘Generation Kplus’ bölümünde Türkiye, Almanya ve Fransa yapımı Hüseyin Karabey'in Kürtçe çektiği ‘Were Denge Min’, kısa metrajlı filmler arasında da Hasan Serin'in ‘Ağrı ve Dağ’ filmi de gösterime girdi.

 

 

Ludmila Dalaman

 

Nymphomaniac Berlin Film Festivali'nde

Festivalin şimdiye dek en çok konuşulan olayı tahmin edildiği gibi ‘Nymphomaniac Vol.1’in özel gösterimi oldu.

Shia LaBeouf'den protestolu mesaj: Ben artık ünlü değilim           ©Berlinale
Shia LaBeouf'den protestolu mesaj: Ben artık ünlü değilim ©Berlinale

Berlin Uluslararası Film Festivali sinema dünyasının en önemli festivallerinden biri. Galalarıyla, Altın Ayı için yarışan filmleriyle ve yan yarışmalarıyla tıpkı Cannes ve Venedik gibi sinema dünyasının nabzını belirleyen festivallerden biri. Ancak 64. Berlin Film Festivali birkaç film hariç son yılların en sönük yarışmasına sahne oluyor. Festivalin şimdilik en çok konuşulan olayıysa tahmin edildiği gibi ‘Nymphomaniac Vol.1’in özel gösterimi oldu. Danimarkalı yönetmen Lars von Trier’in filmin basın toplantısı ve galasında ise Shia LaBeouf, von Trier’in sessizlik yemini olduğu için filmin basın toplantısında ön plana çıktı. Son iki aydır tuhaf tavırlarıyla bir performans sanatı icra ettiğini söyleyen LaBeouf intihal serilerine bir yenisini ekledi. Eric Cantona’nın 1995’teki bir basın toplantısını terk edişini aynı cümle ve hareketlerle yeniden canlandıran aktör, filmin kırmızı halısında ise yüzüne geçirdiği bir kese kağıdı ile boy gösterdi. Üzerinde ise son zamanlarda sürekli tweet attığı “ben artık ünlü değilim” yazısı vardı. Kuşkusuz bu yıl sinema dünyasına damgasını vuran filmlerin başında ‘Nymphomaniac’ gelecek. Lars von Trier, 24’üncü filmiyle öncekilerden çok daha fazla tartışmaya neden olacak gibi görünüyor. Filmi kısaca özetleyecek olursak kendini nemfoman olarak niteleyen bir kadının üç-dört yaşından 50 yaşına dek süren cinsel dürtülerinin yönlendirdiği zorlu yaşamı anlatılıyor.

Öte yandan Altın Ayı yarışında olmasa bile, Türk Sineması bu yıl Berlinale'de dört uzun metraj film ve bir kısa film ile Berlin Film Festivali'nde temsil ediliyor. Deneysel filmlere ağırlık verilen Forum bölümünün programında ise Melisa Önel'in Karadeniz sahilinde geçen 'Kumun Tadı' adlı filmi yer alıyor. Gençlere yönelik filmlerin gösterildiği Generation 14plus adlı bölümde ise 'Mavi Dalga' adlı yapım bulunuyor. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi İlk Film Ödülü'nü alan film, Zeynep Dadak ve Merve Kayan imzasını taşıyor. Film, bir taşra kentinde yaşayan iki genç kızın yetişkinliğe adım attıkları dönemdeki hayatlarından bir kesit içeriyor. Hüseyin Karabey de 'Were Denge Min/Sesime Gel' filmi ile Gençlik filmlerine ayrılmış bölüme davet edildi. Seyirciyi 90'lı yıllara, Doğu Anadolu'nun dağlarına götüren film, oğlu haksız yere gözaltına alınan yaşlı bir Kürt kadının, torunuyla birlikte onu kurtarma çabalarını konu ediyor. Kutluğ Ataman'ın son yönetmenlik çalışması 'Kuzu' da Panorama bölümünde özel bir gösterim ile seyircilerin karşısına çıkacak. 1999'da da 'Lola ve Bilidikid' ile festivale konuk olan Ataman'ın son çalışması, Doğu Anadolu'nun bir köyünde oğullarının sünnet düğünü için gerekli parayı bir araya getiremeyen bir anne babanın hikayesini anlatıyor. Gençlik filmlerine ayrılmış bölümün kısa metraj film programında yer alan 'Ağrı ve Dağ' ise Hasan Serin imzasını taşıyor. Film, izleyiciyi doğuda, kuş uçmaz kervan geçmez dağlık bir bölgeye götürüyor ve Rojda adlı küçük bir kızın hikayesini konu alıyor.

 

Ludmila Dalaman

Berlinale 2014 heyecanı başladı

Berlinale perdelerini Wes Anderson’un yönettiği ‘Grand Budapest Hotel’ filminin gösterimiyle açtı.

Wes Anderson‘un Grand Budapest Hotel‘i, oyuncularının da katılımıyla Berlinale'yi açtı        ©Berlinale
Wes Anderson‘un Grand Budapest Hotel‘i, oyuncularının da katılımıyla Berlinale'yi açtı ©Berlinale

Uluslararası Berlin Film Festivali Berlinale’de kırmızı halı heyecanı başladı. Bu yıl 64.sü düzenlenen festival perdelerini İngiliz ve Alman yapımı Wes Anderson’un yönettiği ‘Grand Budapest Hotel’ filminin gösterimiyle açtı. Berlinale Palast’taki açılış filmi galasında oyuncular Bill Murray, Ralph Fiennes, Jeff Goldblum, Saoirse Ronan, Tilda Swinton, Adrian Brody, Willem Dafoe ve Edward Norton hazır bulundu. Wes Anderson’ın filmi daha şimdiden bu yılın istisna filmlerinden birisi olmaya aday. Merakla beklenen film, yönetmenin klasik tarzını seven sinemaseverleri fazlasıyla tatmin edecek. Kısacık kariyerine rağmen her yıl yeni bir film çıkaran, hem de her seferinde biraz farklı bir şey deneyerek sınemaseverleri ters köşeye yatırıp estetik zekasıyla hayretler içinde bırakan Wes Anderson‘un sihri hâlâ yerinde. Film, Doğu Avrupa’da yer alan hayali bir ülkede, iki dünya savaşı arasındaki zaman diliminde geçiyor ve Avrupa’nın o dönemdeki politik durumuna da önemli göndermelerde bulunuyor.

Bu yıl Berlinale’de değişik kategorilerde toplam 400 film gösterilecek. İçlerinde Christoph Waltz’in de bulunduğu jüri ise yarışma kategorisinde yer alan 20 filmin içinden Altın Ayı ve Gümüş Ayı ödüllerinin sahiplerini belirleyecek. Yarışan yapımlar arasında büyük Hollywood yapımları olduğu gibi dünyanın dört bir yanından yarışmaya layık bulunmuş büyüklü küçüklü yapımlar, deneyimli yönetmenlerin filmleri olduğu gibi ilk filmler de var. Berlinale 15 Şubat’ta düzenlenecek gala ile sona erecek. 2010 yılında Türkiye'den Semih Kaplanoğlu imzalı ‚Bal‘ filmi Altın Ayı'ya layık görülmüştü. Ancak bu yılki ödül yarışına herhangi bir Türk filmi katılmıyor.

 

Ludmila Dalaman