YAŞAM


Almanya’da 2017 ‘Süper Seçim Yılı’ Olacak

Eylül ayında yapılacak seçimde, Avrupa Parlamentosu eski Başkanı Martin Schulz’u başbakanlığa aday gösteren Sosyal Demokrat Parti (SPD), anketlerinde onyıllardır ilk kez Hristiyan Birlik partilerini (CDU/CSU) geride bıraktı. Schulz’un adının açıklanmasıyla hızla yükselişe geçen SPD,

kamuoyu desteğini 4 puan artırarak yüzde 31 oy oranına ulaşırken, 1990’lı yıılardan bu yana birinci sırada olan Birlik partileri yüzde 30’a geriledi.

SPD’ye destek daha iki hafta önce yüzde 20’ler düzeyinde seyrediyordu. Araştırmalara göre, başbakan doğrudan halk tarafından seçilse Schulz’a destek yüzde 50, Birlik partilerinin adayı Angela Merkel’e ise yüzde 34 düzeyinde. Berlin’de siyasi dengelerin değişebileceğin sinyali olarak değerlendirilen anket sonuçlarına göre, Almanya’nın en güçlü üçüncü partisi olarak İslam ve göçmen karşıtı 'Almanya için Alternatif Partisi' (AfD) görünüyor. AfD’ye destek yüzde 12 dolayında. Sol Parti’nin yüzde 10, Yeşiller’in yüzde 7, liberal çizgideki Hür Demokrat Parti FDP’nin ise yüzde 6 oranında oy alması bekleniyor.

2017 Almanya’da süper seçim yılı olarak tanımlanıyor. Önümüzdeki 12 Şubat’ta Cumhurbaşkanı seçilecek. Hıristiyan Birlik partileri (CDU/CSU) ile Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) adayı olan Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier’in cumhurbaşkanı seçileceğine kesin gözüyle bakılıyor. 26 Mart’ta Saarland, 7 Mayıs’ta Schleswig Holstein, 14 Mayıs’ta Kuzey Ren Vestfalya’da eyalet meclisleri, 24 Eylül’de ise genel seçimler yapılacak.

Eyalet seçimlerinde alınacak sonuçlar, Eylül ayında yapılacak parlamento seçimleri açısından önem taşıyor. Özellikle de Almanya'da nüfusun en yoğun olduğu eyalet olan Kuzey Ren Vestfalya’daki seçimler barometre niteliğinde görülüyor. Netleşen bir durum, Almanya’nın önümüzdeki aylarda çok çekişmeli bir seçim kampanyasına sahne olacağı. Hıristiyan Birlik partilerinin başbakan adayı Merkel seçilmesi halinde, dördüncü kez başbakanlık koltuğuna oturacak.

SPD’nin adayı Schulz’la yükselişe geçmesine paralel, mülteci krizi ve bu konudaki tartışmaların ardından siyasi tabloda kalıcı hale gelen aşırı sağcı parti AfD’nin alacağı oy oranı Başbakan Merkel’in makamını koruyup koruyamayacağını ve siyasi kaderini belirleyecek. Aktüel anketlerden yola çıktıkta, seçim sonrası olası hükümet formülleri arasında yer alan 'SPD liderliğindeki büyük koalisyon'a Merkel’in katılmayacağına ve Berlin siyasetine veda edileceğine kesin gözüyle bakılıyor.

 

Yeni Berlin Havaalanı Yine Gecikiyor

Almanya’nın başkenti Berlin’de yapımı yılan hikayesine dönen yeni havalimanı ‘Willy Brandt’ın (BER) hizmete girmesi yine gecikiyor. İnşaasına 11 yıl önce başlanan, normal şartlarda 2011 yılında hizmete girmesi beklenen havalimanı bir türlü bitirilememiş, açılışı son olarak 2017 sonbaharına ertelenmişti. Berlin Eyaleti Başbakanı Michael Müller, havalimanının açılışının 2017’ye yetişmeyeceğini açıkladı ve bununla birlikte havalimanının açılışı beşinci kez ertelenmiş oldu. Ülkenin en önemli prestijli projesi olarak tanımlanan yeni Berlin Havalimanı'nın temeli 2006 yılında atılmıştı. Alman gazetelerinin alaycı bir dille yorumladığı gibi, ‘Daha Iphone henüz üretilmemişken’ başlayan inşaattaki mühendislik ve teknik hatalar nedeniyle, önce 2011, daha sonra 2012, 2013 ve 2014'de açılacağı duyurulan havalimanının iki milyar Euro’ya mal olacağı tahmin ediliyordu. İnşaat için şimdiye kadar 6,5 milyar Euro harcandığı, havalimanının boş kalmasının maliyetinin ise her ay 30 milyon Euro’yu bulduğu hesaplanıyor.

Havaalanı İstişare Kurulu, yaşanan skandallar sonrasında yeni bir açılış tarihi vermekten çekinirken, planlandığı dönemde ‘Avrupa’nın en moderni’ olarak reklamı yapılan BER’in en az sekiz yıllık gecikme sonrasında ‘teknik ilerlemenin çok arkasında kalmış’ olacağını savunan birçok uzman, havalimanının yıkılarak yeniden inşaatını öneriyor. İlk başta o yılların en modern donatımlarıyla ve yılda 27 milyon yolcuya hizmet verebilecek bir kapasiteyle planlanan havalimanında, geride kalan yıllarda yangın söndürme sistemindeki eksikliklere paralel, bagaj taşıma bantlarının yetersiz kalması, yolcu kontrol noktası sayısının havalimanın açılmadan az olduğunun saptanması, yürüyen merdivenlerin bazılarının kısa olduğunun belirlenmesi ve şimdideyangın durumunda binadaki bin 200 kapının çalışmaması gibi sayısız sorun yaşandı.

Son erteleme federal hükümetin de sabrını taşırdı ve Başbakan Angele Merkel’in sözcüsü Steffen Seibert, ‘büyük teknik projeleri ile ünlü Almanya’nın, BER havaalanı inşaatı nedeniyle o şöhretini kaybetme riski ile karşı karşıya kaldığını’ belirtti. Yaşanan aksaklıklar basında ve kamuoyunda bir hayli alay konusu olmuş durumda. Yorumlarda Almanya'nın 1970’li yıllardaki efsanevi başbakanı Willy Brandt'ın adı verilen havalimanında yaşanan skandalların ve tarihi gecikmenin 'mezarında Brandt'ın kemiklerini sızlatacak' cinsten olduğu belirtilerek, bu ismin kullanılmamasını öneriyorlar.

Yeni İstanbul Havalimanı tartışılıyor

Almanya’da bu bağlamda çok konuşulan bir diğer olay ise, 2014 yılında temeli atılan 150 milyon kapasiteli Yeni İstanbul Havalimanı’nın iki pisti ile 90 milyon yolcu kapasiteli ilk bölümünün Şubat 2018’de açılacak olması. Geleneksel olarak kendini büyük projeler konusunda daha disiplinli, teknik ve mali açıdan da çok daha başarılı olarak gören Alman mühendisleri, Türk meslektaşlarının bu işi daha iyi ve hızlı şekilde bitirecek gibi olmasına doğruyu söylemek gerekirse biraz bozuluyor. Öte yandan havacılık sektöründen gelen yorumlarda, Lufthansa ve Türk Havayolları arasında yaşanan rekabete paralel, İstanbul’daki yeni havalimanının uluslararası hava trafiğinde çok önemli bir aktarma noktası olacağı ve Berlin’deki gecikmenin Almanya’daki havalimanlarının bu alandaki konumuna da zarar verdiği vurgulanıyor.

 

Ludmila Dalaman

NSU Davasında Son Dönemece Girildi

Aşırı sağcı terör örgütü NSU'nun dört yıla yakın bir süredir devam eden davasında son dönemece girildi. 2000-2007 yılları arasında 8’i Türk 10 kişinin öldürülmesi, 15 banka soygunu ve iki bombalı saldırı suçlarından sorumlu tutulan NSU ile ilgili davanın baş sanığı Beate Zschaepe’nın ruh sağlığı hakkında bilirkişi raporu açıklandı. Almanya’nın en tanınan psikiyatristlerinden Prof. Henning Sass tarafından hazırlanan bilirkişi raporunda, Zschaepe’nin cezai ehliyetinin bulunduğu ve ruhsal açıdan sağlıklı olduğu ifade edildi. Raporda Zschaepe’nin “asosyal eğilimli, ama tamamen suçlu, ayrıca aldatma tekniğinin çok profesyonel” olduğu belirtilirken, mahkemede sergilediği görüntü de ‘inandırıcı değil’ şeklinde tanımlandı.

Zschaepe’nın duruşmalarda yer yer ciddi bir tavır takındığı ve tanık ifadelerini ilgiyle dinlediği, ancak anlatılanlardan duygusal olarak hiç etkilenmediği dikkat çekmişti. Zschaepe’nin ilk duruşmadan bu yana mahkemede sergilediği tüm hareket ve mimikleri izleyip not alan Prof. Sass’a göre, NSU davasının baş sanığının yaptıkları ile ilgili “pişmanlık ya da suçluluk duygusuna sahip değil, sağlam bir psikolojik yapıda, soğukkanlı, egemen ve mücadeleci bir kişiliğe sahip” şeklinde rapor sundu. 177 sayfalık bilirkişi raporunun Beate Zschaepe’nin nasıl bir ceza alacağını belirleyeceğinden yola çıkılıyor. Davayı izleyenler raporun bu haliyle mahkeme tarafından kabul edilmesi durumunda, Zschaepe’nin müebbet hapis cezası alacağına kesin gözüyle bakıyorlar.

Alman hukuk tarihinin en uzun süren davalarından olan NSU Davası 6 Mayıs 2013'te başladığında, davada Türk mağdurların beklentisi adaletin yerini bulması yönündeydi.

Cevap bulmayan sorular

Yakın dönemde başsanık Beate Zschäpe'nin suskunluğunu bozmasına rağmen, şu ana kadar NSU’un derin bağlantıları konusunda önemli bir ilerleme keydedilmedi. NSU terör hücresinin bilinen üç sanıktan ibaret olmadığı, hücreye yardım ve yataklık edenler arasında da tetikçiler olabileceği yönündeki sorular cevapsız kaldı. Yedi yıllık bir zaman dilimine yayılan cinayetlerde, polisin aşırı sağ bağlantıyı aramak yerine kurbanların Türk ve Kürt mafya bağlantıları olup olmadığını araştırması ve yakınların fail olarak zan altında bırakılması büyük tepki çekmişti. NSU terörünün baş zanlıları olarak kabul edilen Uwe Mundlos ve Uwe Bönhardt, 4 Kasım 2011'de Almanya'nın doğusundaki Eisenach kentinde bir banka soyduktan sonra yanan bir karavan içinde ölü bulunmuş, orada ele geçen deliller sonrasında NSU örgütü adeta tesadüfen ortaya çıkmış, hücrenin sağ kalan ve bilinen tek üyesi Beate Zschaepe bu olaydan sonra polise teslim olmuştu.

Almanya'da Obama Dönemi Değerlendirmesi

ABD Başkanı Barack Obama'nın görev süresinin bitimine artık sayılı günler kaldı. Obama'nın başkanlık görevini Donald Trump'a devredeceği 20 Ocak'taki devir teslim töreniyle ilgili hazırlıklar sürürken, ABD’nin en yakın müttefiklerinden sayılan Almanya’da Obama döneminde iki ülke arasında ilişkilerin bilançosu çıkarılıyor.

Berlin’de yapılan analizlerdeki genel kanı Obama'nın sekiz yıllık başkanlık görevi süresince Başbakan Angela Merkel’le yaşadığı bazı pürüzlere rağmen, Batının iki lider ülkesi arasındaki ilişkilerin çok sıkı olduğu şeklinde. Obama 2008’de ilk kez Başkanlığa seçildiğinde Almanya'daki popülaritesi yüzde 90 ile daha önce hiçbir politikacının erişemediği orana yükselmişti.

George W.Bush döneminde Irak ve Afganistan konularında görüş ayrılıkları nedeniyle bozulan ilişkiler, yeniden düzelmeye başladı. Ancak Obama’nın Başkan olarak Berlin’e yaptığı ilk ziyareti 2013’te gerçekleşti. Obama’nın Başkanlığının ilk yıllarında Berlin’e resmi ziyaret yapmaması henüz Başkan olmadan, 2008 yılı yazında Merkel’le yaşadığı sürtüşmeyle bağlantılı görüldü.

Merkel, Obama’nın seçim öncesinde Berlin’in dünyaca tanınan Brandenburg Kapısı önünde konuşma isteğini reddetmiş, Obama da kentte bir başka meydanda yaklaşık 200 bin kişilik bir kalabalığa hitap etmişti. Daha sonra 2009 yılında NATO Zirvesi kapsamında bir kez daha Almanya’ya gelen Obama, Berlin’e uğramadan ülkeden ayrılmıştı.

Yunanistan’ın batmanın eşiğine geldiği süreçte de iki ülke arasında soğuk rüzgarlar esti. Obama, aşırı ihracat fazlası odaklı Alman ticaret politikasının başta Euro Bölgesi'nde olmak üzere tüm dünyada deflasyon etkisi yaptığını savundu.

Bir diğer gerilime ise Merkel'in telefon konuşmalarının yıllar boyu Amerikan istihbaratı tarafından dinlenip kaydedilmesi yol açtı. Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) 2002 yılından beri başbakanın telefonlarını dinliyordu. Başkan Obama'nın bu durumdan haberdar olup olmadığı açıklık kazanmadı. Almanya, gelişmeler üzerine NSA‘nin Almanya şefini sınırdışı etme kararı aldı, Başbakanlık tarafından‚ istihbarat alanındaki işbirliğinin en aza indirilmesi talimatı verildi.

Ancak bu pürüzlere rağmen hem iki ülke hem de iki lider arasında özellikle uluslararası konularda ahenk ağır bastı. Ukrayna, İran ve Suriye politikalarında sıkı işbirliği yapılırken, Obama’nın ısrarla gündeme getirdiği AB ile AB arasında arasında gümrükleri ve ticaret engellerini kaldıran TTİP ticaret anlaşmasına Merkel de destek oldu. Anlaşma Avrupa’da tüketiciler tarafından gösterilen tepkiler nedeniyle imzalanmadı.

Başkanlık görevi sırasında Almanya’ya toplam beş ziyaret yapan Obama son bir yıl içinde Merkel’in sığınmacılara yönelik politikalarının doğrulayan açıklamalar yaptı ve “Doğru zamanda tarihin doğru tarafında durmak” olarak tanımladı. Son olarak geçen kasım ayında Berlin’de Merkel’le bir araya gelen Obama, Almanların Merkel’in kıymetini bilmesi gerektiğin söyledi. ABD Başkanı, Almanya Başbakanı'nı uluslararası politikada, çok güvenilir bir ortak olarak nitelendirdi.

Almanya'da Saldırı Gölgesinde Noel

Hazreti İsa'nın doğumunun kutlandığı Noel Almanya’da en kutsal bayram olarak kabul ediliyor. Normal şartlarda Almanya’ya özgü çok sakin ve sükunet içinde geçen bayramda bu kez, Berlin’de 12 kişinin öldüğü, 48 kişinin yaralandığı Noel Pazarı saldırısı güncelliğini korumaya devam ediyor.

Olayın muhtemel faili olan Anis Amri'nin İtalya'nın Milano şehrinde bir çatışma esnasında polis tarafından vurulmasından sonra konu çeşitli boyutlarıyla ele alınıyor. Terör saldırısının hemen ardından başlayan tartışmalarda, saldırı ile bağlantılı güvenlik hataları ve sığınmacı siyasetine yönelik eleştiriler ağır basıyor.

Yapılan yorumlarda Anis Amri olayında yapılan polis kaynaklı hatalar ön plana çıkarılarak, Almanya'daki kurumların sığınmacıları kontrol edemediği savunuluyor. Amri’nin 2015’te Almanya’ya sığınma talebinde bulunduğu, ancak bu talebin geri çevrildiği, Ağustos ayında da sahte kimlik belgeleri nedeniyle gözaltına alındıktan sonra serbest bırakıldığı ve Berlin’de radikal İslamcı çevrelerle bağlantı kurmasının engellenmediği tespit edilmişti.

Bu hatalar zincirinin, güvenlik açısından tek sorununun yüzbinlerce sığınmacının kontrolsüz bir biçimde Almanya'ya girmesinin olmadığını gösterdiğini, sığınmacıların Almanya'da iken ne yaptıklarının da üzerinde durulması gerektiğini belirten analizciler, özellikle radikal İslamcı olma şüphesi altında bulunan sığınmacıların bir eyaletten diğerine geçmelerinin kontrol altına alınmasını talep ediyorlar.

Amri'nin öldürülmesinden sonra bir açıklama yapan ve Almanya'da saldırıya ilişkin soruşturmanın devam edeceğini ve güvenlik güçlerinin bu yönde çalışmalarını sürdüreceğini vurgulayan Başbakan Angela Merkel, olayın tüm yönlerinin araştırılacağını, ihtiyaç duyulan yerlerde gerekli siyasi veya yasal değişikliklerin yapılacağını aktardı.

Joachim Gauck Cumhurbaşkanı sıfatıyla yaptığı son Noel konuşmasında, mülteci siyasetine ilişkin tartışmalara dikkat çekti. Gauck, “Özellikle terör saldırılarının yaşandığı bir dönemde toplumdaki çatlakları derinleştirmemeli, ne belirli bir grubun tamamını şüpheli ne de siyasetçilerin hepsini suçlu ilan etmeliyiz” dedi.

Öte yandan saldırıyla birlikte aşırı sağcı ve sağ popülist çevreler, Başbakan Angela Merkel’in ülkenin kapılarını sığınmacılara açmakla Almanya’da güvenliğin tehlikeli boyutlara ulaşmasına yol açtığı suçlamasında bulunmayı sürdürüyorlar. Sağ popülist parti Almanya için Alternatif (AfD) mensubu üst düzey bir politikacının paylaştığı Twitter mesajında Berlin’deki saldırıda yaşamını yitirenler için, “Bunlar Merkel’in ölüleri” ifadesini kullandı.

Daha önceki dönemlerde her yıl için alınacak sığınmacı sayısında ‘üst sınır’ saptanmasında ısrar eden CSU Genel Başkanı ve Bavyera Eyalet Başbakanı Horst Seehofer, daha bu kanlı saldırının ardında kim veya kimler olduğunu beklemeden, “Almanya göç ve güvenlik politikasını yeniden gözden geçirmeli. Günümüz koşullarına göre yeniden düzenlemelidir” şeklinde görüş belirtmişti.

Almanya Türk Toplumu eski başkanı Kenan Kolat, konunun işleniş biçiminin kamuoyunda provokasyonlara yol açabilecek bir yol aldığını ve mültecilere yönelik saldırılar yapılması ihtimalinden korktuğunu belirtiyor.

Türk ve Müslüman temsilcilerinin Berlin saldırısı sonrasında Alman toplumuyla başarılı bir dayanışma sergilediğini savunan Kolat, Alman siyasetçilerin açıklamalarıyla bu dayanışmayı kabullendiklerini ifade etmelerini istiyor.

Türkler’in 55 Yıldır Devam Eden Almanya Macerası

31 Ekim 1961, Türkiye’den başka ülkelere işçi göçünün resmi başlangıcı olarak kabul ediliyor. 30 Ekim 1961’de eski Almanya başkenti Bonn yakınlarındaki Bad Godesberg’de Alman hükümeti tarafından hazırlanan, bir gün sonra da Ankara’da Türk hükümeti tarafından kabul edilen, iki sayfadan ibaret 12 maddelik İşgücü Anlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle Türkiye’den bugünlere kadar devam eden bir göç süreci başladı.

 

1960’ların başında Almanya ve batılı birçok devletin sanayileşme hızı nüfus artışından hızlı olduğu için Türkiye gibi ülkelerden işgücü istediler. Türkiye’de ise o yıllarda, hızlı nüfus artışı ve köylerden şehirlere göç nedeniyle işsizlik giderek artıyordu. 1960’lı yıllarda çoğu Türkiye’nin büyük kentlerini dahi görmemiş yüzbinlerce insan kafileler halinde yurtdışına giderek, çalışmaya başladı.

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın verilerine göre Türkiye dışında çalışan ve yaşayan Türkiye kökenli göçmenlerin sayısı 5 milyon civarında. Bunların 3 milyona yakını Almanya’da yaşıyor. Geride kalan 55 yılda Türkiye’den Almanya’ya yerleşenlerin toplam sayısı, geri dönmüş olanlarla birlikte 6 milyonu geçti.

1961’de tahta bavullarıyla Sirkeci Garı’ndan davul zurnalarla uğurlanarak Almanya’ya ucuz işgücü olarak yola çıkanların büyük bölümü bir kaç yıl kalıp, para biriktirdikten sonra geldikleri yerlere geri dönmeyi planlıyordu. Ancak “evdeki hesap çarşıya uymadı” ve büyük çoğunluk Almanya’ya yerleşti, çocukları, onların da çocukları Almanya’da ve diğer göç ülkelerinde doğarak, yurtdışı Türkleri olarak tanımlanan bir kitle oluştu.

Almanya'da Türkler dördüncü nesile ulaştı. İlk başlarda gurbetçiler, sonra “Alamancılar” diye tanımlanan grup artık Almanya Türkleri olarak biliniyor. Almanya’ya iş gücü göçü, Almanya’nın siyasetinde, sosyal ve kültürel hayatında, ayrıca ekonomisinde değişimlere yol açtı. Türk göçmenler, 55 yıldır Almanya’nın bir parçası olma mücadelesini, kısmen dışlanarak kısmen de iki ülke arasındaki siyasi gerilimler arasında sıkışarak verirken, Alman toplumu da göç ve uyum tartışmalarıyla tanıştı. Özellikle ilk kuşaklardaki kalifikasyon eksikliği nedeniyle işsizlik, yoksulluk ve uyumsuzluk konularından en çok etkilen grupların başında gelen Türk göçmenlerle ilgili olarak pek çok Alman, üzerinden 55 yıl geçmesine rağmen Türkler’in topluma uyum sağlayamadığını düşünüyor. Ama Türkler aynı zamanda bugün Almanya'da spordan kültüre pek çok alanda kendilerinden söz ettiriyor. 85 bin Türk girişimci yılda 45 milyar Euro’luk bir ciro ile işyerlerinde 80 bini Alman olmak üzere 400 bin kişiye istihdam sağlıyor. 50 bin Türk üniversite öğrencisi, 10 binin üzerinde mühendis, mimar ve doktor var. Başarı hikayelerinin ve uyum sağlamış Türkler’in genellikle fark edilmediğini, buna karşın uyum sorunu çeken küçük bir grubun sürekli olarak gündeme geldiğini belirten Almanya Türk Konseyi Başkanı Tacettin Yatkın, Almanya’nın göçün 55.yılında Türk göçmenlerle göz hizasında bir ilişki kurması gerektiğini belirtiyor.

 

Ludmila Dalaman

Avrupa Kış Saatine Geçiyor

AB üyesi ülkeler 1996 yılından bu yana ortak saat uygulaması yapıyor. Ancak şimdiye dek bu sisteme dahil olan Türkiye'de bundan sonra bütün yıl boyunca ileri saat uygulaması geçerli olacak. Yani Türkiye'de kış saatinin kaldırılmasıyla birlikte Avrupa ülkeleriyle arasındaki saat farkı 2’ye çıkacak. Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika, İtalya, İsveç, İsviçre, Danimarka gibi Avrupa ülkelerinden 2, İngiltere’den 3 saat önde olacak.

Almanya’da yapılan kamuoyu araştırmalarına göre halkın yüzde 75’i, 1980’den bu yana Almanya’da aralıksız uygulanan yaz-kış saati modelinin kaldırılmasını istiyor.

Almanya’da ilk 1916 yılında 1’inci Dünya Savaşı sırasında uygulamaya konulan yaz-kış saati uygulamasının amacı olan enerji tasarrufu sağlayıp sağlamadığı da tartışılıyor.

Uzmanlara göre uygulama, uyku problemleri ve ona bağlı olarak psikolojik etkileri ile insan sağlığı üzerinde olumsuzluk yaratıyor. Almanya sokaklarındaki vatandaşlar ise en çok Türkiye ile saat farkının ikiye çıkması sonrasında günlük yaşamlarını etkileyecek sonuçlardan şikayetçi.

Başbakan Angela Merkel iki yıl önce yaz-kış saati uygulamasının kaldırılması konusunda Avrupa Birliği çapında bir girişim başlatmış, ancak diğer ülkelerin desteğini alamamıştı.

Uygulama, gün ışığından daha fazla yararlanmak için ilk olarak Amerikalı politikacı, yazar ve mucit Benjamin Franklin tarafından 1784 yılında gündeme getirilmişti.

 

Ludmila Dalaman

Almanya’dan Rekor Silah Satışı

Federal Savunma Bakanlığı raporlarına göre, silah mermisi ihracatı yılın ilk altı ayında rekor bir sayıya ulaşarak 10 kat artı ve 2015’de aynı dönemde 27 milyon Euro olarak tespit edilen mermi ihracatı 2017’nin ilk yarısında 283,8 milyon Euro’ya yükseldi.

Türkiye ile silah ticaretinde gözle görülür artış

11,6 milyon Euro değerinde tabanca ve tüfek gibi hafif silah ihracatı kayıtlara geçerken, Türkiye, Almanya’nın hafif silah sattığı ülkeler sıralamasında 8. sıraya çıktı. Bu dönemde 76,4 milyon Euro karşılığında hafif silah ve merminin yanısıra, uçak parçaları, insansız hava aracı, motor ve yer destek ekipmanları satın alan Türkiye geçen yıl 25. sıradaydı.

Almanya dünyada ABD, Rusya ve Çin’le birlikte en çok silah ihracatı yapan dört ülke arasında bulunuyor. Alman hükümetinin bu yılın ilk altı ayında 4 milyar 29 milyon Euro tutarında silah satışı için onay verdiği bundan kısa bir süre önce açıklanmıştı.

Berlin 2015 yılının ilk yarısında silah şirketlerinin yurtdışına toplam 3 milyar 455 milyon Euro tutarında silah satmasını onaylamıştı. Özellikle Arap ülkelerine ve Kuzey Afrika'ya yapılan silah ihracatında artış yaşanırken, Almanya’nın en çok silah sattığı ülkeler arasında ilk sırada bir milyar Euro değerinde firkateyn alan Cezayir bulunuyor. Suudi Arabistan 484 milyon Euro, Güney Kore 205 milyon Euro ve Birleşik Arap Emirlikleri 85 milyon Euro değerinde silah alımı ile listenin ön sıralarında yer alan ve AB ve NATO üyesi olmayan ülkeler.

Almanya’nın silah ihracat yasaları, NATO ya da AB üyesi olmayan ülkelere silah ihracatında, “çatışmaların yaşandığı kriz bölgelerine silahların satılmasını ve onaylanmasını” federal hükümetin ve Federal Güvenlik Konseyi’nin özel iznine bağlıyor ve Federal Meclis’in ihracat izin sürecinde doğrudan bir nüfuzu bulunmuyor.

Alman hükümetine sert eleştiri

İnsan hakları örgütleri Alman hükümetinin uzun zamandır yasaları çiğneyerek, iç savaş ve çatışmaların yaşandığı ülkelere de silah satmasını eleştiriyor. Sektör temsilcileri ise milyarlık siparişlerin ülkede istihdama yaradığını ve toplam 320 bin kişiye iş olanağı sağladığını savunuyor. Özellikle Suudi Arabistan ve Katar'a yapılan silah ihracatı yapılmasını eleştiren insan hakları örgütleri Alman hükümetini Suriye ve Irak’ta huzurun sağlanamamasının siyasi sorumluluğunu taşımakla suçluyor. Örgütlerin raporlarında hafif silah kategorisinde bulunan Alman yapımı otomatik tabanca ve makineli tüfeklerin aracılar üzerinden ya da Peşmergeler de olduğu gibi doğrudan bu ülkelere ulaştığı öne sürülüyor. Çok sayıda Alman medya kuruluşu, terör örgütü IŞİD'le savaşması için Peşmerge'ye gönderilen silahların karaborsalarda satıldığını ve bu silahların kimlerin eline geçtiğinin bilinmediğini iddia etmişti. Berlin yaklaşık 2 yıldır silah ve mühimmat göndererek Peşmerge güçlerini destekliyor.

 

Ludmila Dalaman

Frankfurt Kitap Fuarında Türkiye’de Tutuklu Yazarlara Dayanışma Mesajı

Frankfurt Kitap Fuarı, kapıları 68’inci kez edebiyat dünyasına açıldı. Kendi alanında dünyanın en önemlisi olarak kabul edilen fuarda 100’den fazla ülkeden 7 bin 100 katılımcı yer alıyor. Yaklaşık 9 bin 300 gazetecinin takip ettiği fuarda yazarları, gazetecileri, sektör temsilcilerini ve kültür iletişimcilerini bir araya getiren 4 binden fazla etkinlik düzenleniyor. Perşembe günü başlayan fuarın bu yılki konuk ülkesi Hollanda. Ancak fuarda Türkiye en az Hollanda edebiyatı ve yazım dünyası kadar gündemde. Türkiye, Kültür ve Turizm Bakanlığı koordinatörlüğü ve yayıncılık sektörü temsilcilerinin katılımıyla ve toplam 24 yayın evi ile temsil ediliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı standında 15 Temmuz darbe girişimi ile ilgili bir sergi çalışması yer alıyor. Sergi, darbe teşebbüsünün Türkiye’nin kültürel gelişimini durduramayacağı tezini ön plana çıkarıyor.Fuar kapsamında yapılan etkinliklerin bir bölümünün konusu da Türkiye’de edebiyatçıların konumu. Fuarın açılışında Alman Kitapçılar Birliği Borsa Kuruluşu Başkanı Heinrich Riethmüller’in, tutuklu yazar Aslı Erdoğan’ın cezaevinden yazdığı mektubu okuması ve Türkiye’de yayınevlerinin, medyanın zor durumda olduğunu belirterek, ‘sözün özgürlüğü pazarlık yapılamaz’ demesi Türk heyetinin tepkisine neden oldu. Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz da, Türkiye’deki darbe girişiminin ardından cezaevine konulan yazar Aslı Erdoğan ve tutuklu diğer yazar ve gazetecilerle ‘tam bir dayanışma içinde’ olduğunu söyledi ve ‘Türk hükümetine açık çağrımdır: Bu insanları serbest bırakın.’ dedi.

Fuarda Türkiye’yi temsil eden Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Nihat Gül, Schulz’un eleştirilerine yanıt vererek, Türkiye’de yargının bağımsız olduğunu, düşünce ve ifade özgürlüğünün de anayasal güvence altında bulunduğunu öne sürdü. Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı’nın verilerine göre yayıncılık sektöründe en hızlı büyüyen ülkelerden biri Türkiye. Ülkede yayıncılık sektörü, 2,5 milyar dolar büyüklüğüne ulaşırken, geçen yıl 50 bin çeşit kitap üretildi ve tahminen 650-700 milyon civarında bandrollü kitap tüketildi. Bilgi Üniversitesi Yayınları Sorumlusu Fahri Aral, tüm olumsuz koşullara rağmen Türkiye’de yayıncılığın doğru yönde ilerlediği görüşünde.

Frankfurt Kitap Fuarı önümüzdeki Pazartesi gününe kadar devam edecek.

 

Ludmila Dalaman

Hitler’in Doğduğu Eve Yıkım Kararı

vusturya’da yıllardır en çok tartışılan konulardan biri Adolf Hitler'in 1889'da Branau am İnn adlı kasabada doğduğu evin akıbeti oldu. Başta Almanya ve Avusturya olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinden Hitler hayranlarının ve Neonazilerin sürekli ziyaret edip, adeta ‘kutsal mekan’ olarak gördükleri ev hakkında Avusturya İçişleri Bakanlığı yıkım kararı aldı.

Avusturya İçişleri Bakanı Wolfgang Sobotka, evin yıkımından sonra temelinin üzerine yeni bir yapı inşa edileceğini, yeni yapılacak binanın ya hayır kurumlarına ya da kamunun kullanımına tahsis edileceğini açıkladı. Kararın bir an önce uygulanabilmesi için evin kamulaştırılmasına öngören yasa tasarısının önümüzdeki haftalarda Avusturya Meclisi'nde oylanacağını duyuran Sobotka, ardından 2017’nin ilk aylarında yıkım işleminin başlayacağından yola çıktığını söyledi. Yukarı Avusturya eyaletindeki Braunau am Inn’deki ev, uzun bir süredir şimdiki sahibi Gerlinde Pommer ile Avusturya hükümeti arasında tartışmalara neden oldu. 17’inci yüzyılda inşa edilen ve mimarisi nedeniyle koruma altında olan evin sahibi Gerlinde Pommer satışa yıllardır onay vermediği için, Avusturya hükümeti ev sahibine tazminat ödeyerek, binaya kamulaştırma yoluyla el koyma kararı aldı.

Almanya’yı Nasyonal Sosyalist Parti NsdAP’nin lideri olarak 1933’ten İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna dek yöneten Adolf Hitler, Braunau am İnn’de 1889 yılında doğmuştu. Irkçı lider babası ve altı kardeşiyle evden üç yaşında ayrılırken, bina daha sonra 1938 yılında Nazi hükümeti tarafından satın alındı ve kültür evine dönüştürüldü. Hitler’in 1945’de intiharı ve Almanya’nın savaştaki yenilgisi sonrasında boşaltılan bina, 1952 yılında kütüphane olarak hizmete açıldı ve daha sonraki yıllarda farklı amaçlar için kiraya verildi. 1977-2011 arası özürlüler için atölye olarak kullanılan bina 2011 yılından bu yana boş bulunuyordu. Çok sayıda Avusturyalı politikacı binanın göçmenler merkezi haline getirilmesini önermişti. Braunau sakinlerinin ise, ‘Hitler turizmini’ ve Adolf Hitler’in doğum tarihi olan 20 Nisan’da Neonazilerin gelenekselleşen bir şekilde gösteri yapmasını istemedikleri ve bu yüzden binanın yıkılmasına büyük oranda destek verdikleri biliniyor. Evin önünde Hitler’in doğduğu yer olduğuna dair hiç bir yazı bulunmazken, 1989’da Hitler’in 100. doğum yıldönümünde Mauthausen Nazi Kampı’ndan getirilen büyük bir taşın üzerinde ‘Barış, Özgürlük ve Demokrasi için. Bir daha faşizm olmasın. Milyonlarca ölünün anısına.’ yazısı yer alıyor.

 

Ludmila Dalaman

Oktoberfest'te Sıkı Güvenlik Önlemleri

Almanya'nın dünya çapında en çok tanınan etkinliklerinden, Ekim Şenliği Oktoberfest, ilk haftasını tamamladı. Geleneksel olarak iki hafta süren festival, Bavyera eyaletinin başkenti de olan Münih’in olduğu kadar tüm Almanya’nın da en fazla turist çeken organizasyonu.

Dev çadırlarda binlerce litre biranın içildiği, yöresel kıyafet olan Dirndl elbiseleri, kareli gömlekleri ve deri pantolonları giyenlerle özdeşleşen dev şenlikte her gün 400 bin kişi eğlencenin tadını çıkarıyor.

Ancak son aylarda yaşanan terör olayları nedeniyle Oktoberfest boyunca Münih’in merkezindeki Theresienwiese adlı devasa şenlik alanı ve çevresinde olağanüstü güvenlik önlemleri alındı.

Bu yıl 183'üncüsü düzenlenen Oktoberfest’in tarihinde ilk defa alanın çevresi güvenlik çitleriyle örüldü. Girişler sadece ana kapılardan kontrollü olarak yapılabilirken, sırt çantaları, büyük el çantaları ve çocuk arabalarının girişine izin verilmiyor.

Ayrıca güvenliği sağlamak üzere İsviçre, İtalya ve Fransa’dan gelen polisler Münih polisine destek oluyor. Özel güvenlik görevlilerinin sayısı da artırılmış durumda. Şenlik alanının hemen her köşesine ve çadırların içlerine de güvenlik kameraları yerleştirildi.

Tüm bu önlemler ve gergin atmosfer yerli ve yabancı ziyaretçileri belirgin şekilde tedirgin ediyor. Normal şartlarda aylar öncesinden tüm yerlerin satıldığı ve önlerinde uzun kuyruklar oluşan çadırlardaki boşluklar dikkat çekiyor.

Lunapark bölümündeki oyun alanlarının ve satış reyonlarının sahipleri şenliğin ilk haftasında büyük zarara uğradıklarını söyleyerek, önlemleri protesto için Perşembe akşamı iş bırakma eylemi yaptılar.

Turizm sektörünün temsilcileri de gelir kaybından şikayetçi; zira Oktoberfest’in Münih’e ekonomik katkısı inanılmaz boyutlarda. Geçen yıl festivalde yerli ve yabancı turistlerin iki hafta boyunca harcadıkları para 850 milyon Euro.

2015’te gelen altı milyon ziyaretçiden sonra bu yıl en iyi şartlarda beş milyon kişi bekleniyor. Yetkililer ise alınan önlemlerin Oktoberfest’te eğlenmeye gelenlerin güvenliği için olduğunu vurgulayarak, yaşanan olayların ve özel koşulların bu durumu gerekli kıldığını savunuyorlar.

22 Temmuz’da Münih’te bir alışveriş merkezine düzenlenen silahlı saldırıda saldırgan dahil 10 kişi ölmüş, 3'ü ağır olmak üzere 16 kişi yaralanmıştı. Saldırıyı gerçekleştiren ve olay yeri yakınında intihar eden kişinin, 18 yaşında İran asıllı Alman vatandaşı olduğu ve saldırıyı IŞİD bağlantılı gerçekleştirdiği öne sürülmüş, sonra ırkçı nedenlerden yaptığı anlaşılmıştı.

Hemen ardından gene Bavyera eyaletinde bulunan Ansbach kentinde, yaklaşık 2 bin 500 kişinin katıldığı bir müzik festivalini hedef alan intihar saldırısında, bombanın erken patlaması sonucunda sadece saldırgan yaşamını yitirmişti. Terör örgütü IŞİD ise saldırıyı üstlendiklerini duyurmuştu.

İlk kez 1810 yılında Bavyera Veliaht Prensi Ludwig ve eşi Prenses Therese‘nin evliliklerinin kutlanması amacıyla yapılan, daha sonra bugünkügeleneksel şekliyle bir halk kutlamasına dönüşen Oktoberfest, bu yıl iki Almanya’nın birleşmesinin günü olarak kutlanan milli bayram 3 Ekim tarihine kadar sürecek.

 

Ludmila Dalaman

Almanya'da Son Bir Yılda Mültecilerin Durumu

Geçen yıl dünyayı sarsan mülteci krizinin doruk noktasına ulaşıp, Başbakan Angela Merkel’in Almanya’nın kapılarını sığınmacılara açmasının üzerinden bir yıl geçti. 

Dünyanın en refah ülkelerinden Almanya’nın başbakanı, AB’deki başka politikacılardan farklı olarak tarihi bir karar alarak, Suriye, Irak ve Afganistan’daki çatışmalardan kaçan yüzbinlerce kişiye 4 Eylül’den itibaren ülkeye sığınma izni verdi. İlk haftalarda tüm Almanya’yı kapsayan mültecilere yönelik yardımseverlik bir süre sonra yerini endişeye bıraktı, kamuoyunun büyük bölümünün mültecilere bakışı değişti. Taciz eylemleri ve terör saldırıları sonrasında Merkel’in ‘açık kapı’ politikası yoğun eleştirilere maruz kaldı.

Birçok kişi sığınmacı akınının ülkenin kabul kapasitesini aştığı, aşırı sağcı şiddeti tetiklediği ve radikal İslamcı terörü Almanya içine de taşıdığı gerekçeleri ile mültecilere karşı çıkmaya başladı. Hükümet bu sürede iltica yasasını sertleştirdi; Türkiye ile bir ittifak oluşturdu, böylece mülteci sayısını hissedilir derecede azalttı.

Uyuma giden yolda, mültecileri barınma, eğitim ve iş olanağı gibi konularda zorlu bir süreç beklerken, diğer tarafta bir yılda yüzde 427'lik bir artışla yaşanan 923 ırkçı saldırı ve mülteci düşmanı Almanya için Alternatif partisinin eyalet seçimlerindeki büyük oy patlaması gündeme damgasını vurdu. Geride kalan bir yılın bilançosuna bakılığında hiç kuşkusuz mülteciler açısından olumlu gelişmelere rastlamak mümkün.

Ancak Berlin’deki yorumlarda Almanya'ya göç eden 1 milyon mülteci konusundaki büyük resme bakıldığında durumun çok iç açıcı olmadığı belirtiliyor. Nitekim sığınmacılar konusunda hatalarının da olduğunu söyleyerek, özeleştiri yapan Merkel’in, Almanya’ya yeni bir sığınmacı akını yaşanmayacağı sözü verdiği belirtiliyor. Basına yansıyan haberlere göre Merkel, Birlik Partileri CDU/CSU Meclis Grubu toplantısında, bundan sonraki hedeflerinin, sığınma başvuruları reddedilenleri sınır dışı etmek olduğunu söyledi. Merkel'in toplantıda, ‘Bundan sonraki aylar için en önemli konu: Sınır dışı, sınır dışı ve bir kez daha sınır dışı’ ifadesini kullandığına dikkat çekiliyor.

 

Ludmila Dalaman

AB-ABD Ticaret Anlaşması Çıkmaza mı Girdi?

Başkan Barack Obama, geçen Nisan ayında dünyanın sayılı sanayi fuarlarından Hannover Fuarı'nın açılışını yapmak üzere Almanya'yı ziyaret etti ve görev süresinin dolmasına az bir süre kala Başbakan Angela Merkel’le bir dizi görüşme yaptı.

Obama’nın temasları sırasında başlıca gündem maddesi AB ile ABD arasında yürütülen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması (TTIP) oldu. ABD ile AB arasında gümrük ve diğer ticari engellerinin kaldırılmasını öngören anlaşmanın bir an önce imzalanmasını isteyen Obama, “En büyük ortağınız ve dostunuz ABD’ye güvenebilirsiniz. İki tarafından da bu anlaşmaya ekonomik büyüme için acil ihtiyacı var” mesajını verdi. AB’nin sözleşmeyle en az 119 milyar Euro, ABD’nin de 95 milyar Euro ek ekonomik kazancı olacağını söyleyen Başbakan Merkel de, TTIP’le ekonominin büyüyeceğine ve istihdam yaratılacağına vurgu yaptı.

Ancak Obama’nın ziyaretini izleyen gözlemciler anlaşmanın Obama’nın görev süresi içinde imzalanacağına ihtimal vermediler. Ağustos ayında iki taraf arasında 14. müzakere turunun sona ermesinden sonra, bu hafta başında Başbakan Yardımcısı ve Ekonomi Bakanı Sigmar Gabriel’in, “TTIP müzakereleri fiilen başarısız oldu” açıklaması, TTIP konusundaki büyük görüş ayrılıklarının aşılmasının imkansız olduğunun ve anlaşmanın yapılamayacağının kanıtı şeklinde yorumlandı.

Alman siyasetinde TTIP’in yıllardır en büyük destekçisi olan Gabriel’in tavrındaki değişiklik, müzakerelerin anlamını yitirmesi anlamına gelirken, Alman basını gelinen noktadan Amerikan tarafını sorumlu tutuyor ve Washington’un hiçbir konuda taviz vermemesi ve kendi taleplerini dayatması nedeniyle anlaşmanın çıkmaza girdiğini savunuyor.

Özellikle tüketici örgütleri TTIP’in en çok etkileyeceği alanlardan tarım ve gıda güvenliği konularında Avrupalılar’ın büyük taviz vermek zorunda kalacağını öne sürüyor. ABD genetik değişime uğratılmış ürünlerini TTIP sayesinde Avrupa'ya satabilmeyi planlarken, gıda maddeleri ve hayvan yemlerini genetik yapısı değiştirilmemiş hammaddeyle üreten AB ülkeleri kendi standartlarını değiştirmek istemiyor.

Sendikalar anlaşmanın Almanya’daki çalışanların ücretlerinin düşmesine ve çevre koruma tedbirlerinin zayıflamasına neden olacağını öne sürerken, kamuoyu tarafından en yoğun eleştirilen nokta, görüşmelerin gizli gerçekleştiriliyor olması.

Geçen Mayıs ayında Greenpeace örgütünün TTIP’in gizli belgelerini ifşa etmesi konuyla ilgili eleştirilerin artmasına neden olmuştu. Belgelerde ABD’nin Avrupa parlamentolarının tüketicileri ilgilendiren kararlarına müdahale hakkı planlandığı ortaya çıkmıştı.

Yapılan kamuoyu araştırmalarına göre, TTIP müzakerelerinin başladığı 2011 yılında Almanya’da TTIP’ye yüzde 80 olan destek oranı bu yıl yüzde 20’ye düştü.

Öte yandan Almanya ile Kanada arasında planlanan CETA anlaşmasının akıbetinin ne olacağı konusundaki belirsizlik de sürüyor. Federal Ekonomi Bakanı Gabriel TTIP’den bağımsız olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunduğu CETA anlaşmasının Ekim ayında AB tarafından kabulü için çalışma yürütüyor. Tüketici örgütleri ve muhalefet partileri ise CETA’nın da Alman anayasası ile bağdaşmadığını, çevreye önemli derecede zarar vereceğini ve günlük hayatın birçok alanını ilgilendiren sosyo-politik standartları budayacağını öne sürüyorlar. Nitekim Anayasa Mahkemesi'nde CETA'ya karşı açılan davaya 125 binin üzerinde kişi vekaletname ile destek verdi.

 

Ludmila Dalaman

'Avrupa'nın En Yalnız Politikacısı Merkel'

Almanya‘nın önde gelen gazetelerinden Frankfurter Allgemeine Zeitung, birkaç gün önceülkenin başbakanı Angela Merkel’i “Avrupa’nın en yalnız politikacısı” olarak tanımladı.

Mülteciler ve Türkiye politikaları nedeniyle Merkel’in diğer AB liderleri ile arasının giderek açıldığını savunan gazetedeki konuyla ilgili yorumda, daha geçen yıla kadar AB’nin gizli lideri konumundaki Alman başbakana olan güvenin büyük ölçüde sarsıldığı öne sürüldü.

Merkel altı günde 15 lider ile buluştu

Angela Merkel’in yaz tatilinden döner dönmez bir haftalık Avrupa Birliği turuna çıkması ve altı gün içinde toplam 15 AB devlet ve hükümet lideri ile buluşması, “Merkel Avrupa’daki lider konumunu tekrardan elde etmek istiyor” şeklinde yorumlandı. Merkel 16 Eylül tarihinde yapılacak AB liderler zirvesi öncesindeki diplomatik atağında hafta başında İtalya Başbakanı Matteo Renzi ve Fransa Devlet Başkanı Francois Hollande ile İtalya'da bir araya geldi.

Çarşamba günü Estonya'ya giderek Başbakan Taavi Roivas ile görüşen Merkel, cuma günü Prag'daki temaslarının ardından Varşova'ya geçti. Merkel, Polonya Başbakanı Beata Szydlo ile ikili görüşmesinin ardından Visegrad ülkeleri olarak tanımlanan Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya ve Slovakya) liderleriyle temaslarda bulundu. Bugün ise Hollanda, Finlandiya, İsveç, Danimarka, Slovenya, Bulgaristan ve Avusturya liderlerini Berlin yakınlarındaki Meseberg Sarayı’ndaki mini zirve kapsamında bir araya getirdi.

Merkel’in temaslarında, geçen yıl ağustos ayının son günlerinde, Almanya’nın sınırlarını sığınmacılara açma politikası sonrası, birlik içinde yaşanan gerilimi yumuşatmayı hedeflediği dikkat çekerken, diğer gündeme gelen konular Brexit sonrasında AB’nin geleceği, radikal İslamcı terör, Ukrayna, Suriye savaşı ve 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye ile ilişkiler oldu.

İngilteresiz AB konusunda güvence

Berlin’deki siyasi gözlemcilere göre Merkel’in görüşmelerinde başarılı olduğu tek konu, İngiltere'nin Brexit ile AB'den ayrılma kararı sonrasında yaşanan krizin, diğer liderlere verdiği olumlu mesajlarla şimdilik aşılması oldu. Merkel görüşmelerinde, AB’nin İngiltere’siz de ekonomik ve politik açıdan güçlü kalacağı yönünde iyimser mesajlar verdi. Alman başbakanın, İngiltere‘ye AB ile gelecekteki ilişkisini nasıl şekillendireceğini netleştirmesi için zaman baskısı yapmayacağı mesajı diğer liderlerden olumlu yankı aldı.

Visegard ülkeleri, Merkel'in sığınmacı politikalarına tepkilerini sürdürüyor

Uzmanlar, Merkel’in, sığınmacı krizi konusunda ise özellikle Visegrad ülkelerinin liderleriyle yaptığı zirveden eli boş döndüğü konusunda birleşiyorlar.

Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya ve Slovakyalı politikacıların, Merkel’in mülteci politikalarına yönelik eleştirilerini artırarak sürdürmeleri ve Avrupa’da son bir yıl içinde yaşanan terör saldırılarını mültecilerle ilişkilendirerek, Alman başbakanını dolaylı olarak sorumlu tutmaları, konuyla ilgili krizi Merkel’in, ‘kulağa hoş gelen beyanatlarıyla atlatmasının zor olduğunu gösterdi.

Kern: "Türkiye’nin AB üyeliği sadece diplomatik bir hayal"

Merkel’in Avrupa’da yalnız kaldığı bir diğer konu da Türkiye ile ilişkiler. Bu hafta içinde yaptığı görüşmelerde 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Türkiye’ye yönelik politikalarını haklı çıkarma çabası içine giren Merkel’i en çok eleştirenlerin başında Avusturya geliyor.

Meseberg Sarayı’ndaki görüşme öncesi bir açıklama yapan Avusturya Başbakanı Christian Kern, Merkel’in Türkiye ile AB müzakerelerinin sürdürülmesinden yana olmasını eleştirerek, “Türkiye’nin AB üyeliği sadece diplomatik bir hayal. O yüzden müzakerelerin sonlandırılmasını ciddi bir şekilde tartışmalıyız” dedi. Kern Merkel’in girişimi ile imzalanan mülteci anlaşmasını da eleştirerek, “AB’nin Türkiye’nin önünde diz çökmeye ihtiyacı yok. Mülteciler sorununu kendimiz de çözebiliriz” şeklinde bir açıklama yaptı.

Merkel'i iç siyaset de zorluyor

Angela Merkel’i, dış siyasetteki sorunlarına paralel iç politikada da huzursuz günler bekliyor. Hristiyan Demokrat CDU’nun ortağı Hristiyan Sosyal Birlik Partisi CSU’nun, Merkel’in 2017’deki genel seçimler için adaylığını bu yıl açıklamasına karşı olduğu basına yansıdı.

Konuyla ilgili haberlere göre CSU lideri Seehofer gelecek aylarda yapılacak eyalet seçimlerinin sonuçlarını ve özellikle İslam karşıtı AfD’nin alacağı oy oranlarını beklemekten yana. AfD’nin yükselmesine paralel Merkel’in partisi CDU’nun oy oranının hissedilir oranda düşmesi durumunda CSU’nun kendi adayı ile seçimlere girebileceği tahmin ediliyor.

Eyalet seçimlerinin ilki 4 Eylül’de Mecklenburg Vorpommern’de yapılacak seçimle başlayacak. Son kamuoyu araştırmalarına göre yüzde 22 oy ile ikinci sırada yer alan CDU’nun, yüzde 21 ile hemen arkasında yer alan ve seçimlere ilk kez katılan AfD’nin bu farkı kapatabileceği tahmin ediliyor.

 

Ludmila Dalaman

Merkel’in ‘Sadakat’ Açıklamasına Türkler Tepkili

Merkel dün bir gazeteye verdiği röportajda, ‘Almanya’da uzun süredir yaşamakta olan Türklerden ülkemize karşı büyük ölçüde bir sadakat geliştirmelerini bekliyoruz’ diyerek, bu sadakatın hayata geçmesi için devlet olarak Almanyalı Türklerin arzularına kulak kabarttıklarını ve Türkleri temsil eden kuruluşlarla sıkı irtibat içinde olmaya devam edeceğini açıklamıştı. Merkel ayrıca Türk kökenlileri Türkiye’deki politik tartışmaları Almanya’ya taşımamaları konusunda uyararak, ‘Fikir ve gösteri özgürlüğü, Almanya’da yaşayan herkes için geçerli, ancak herkes görüş farklılıklarını barışçıl bir yolla dile getirmeli’ diye konuştu.

‘3 milyon insan töhmet altında bırakılıyor’

Merkel’in Türk toplumuna yönelik eleştirel sözleri Alman basınındaki yorumlarda ülkedeki Türklerin Alman toplumuna uyum gösteremediklerinin işareti olarak tanımlanırken, Federal Hükümetin Göçmenlerden Sorumlu Devlet Bakanı Aydan Özoğuz kabine şefi Merkel’i eleştirdi. Özoğuz, Almanya’daki Türklerin ezici çoğunluğun kendini Almanya’nın bir parçası olarak algıladığını ve devlete güvendiğini savundu ve başbakanın sözleriyle 3 milyon insanı genelleştirerek, töhmet altında bıraktığını ifade etti.

‘Gereksiz yere toplum bölünüyor’

Yeşiller Partisi Parlamento Grup Başkanı Katrin Göring-Eckardt da, Merkel’in ‘gereksiz yere toplumu bölerek, dostlar ve düşmanlar diye bir ayrıma gittiğini’ öne sürerek, bu tutumun Almanya’da toplumsal barışa zarar verecek bir boyutu olduğunu söyledi. Türklere yönelik ‘Almanya’ya sadakat talebinin birkaç yıllık aralarla özellikle muhafazakar Alman siyasilerin gündemine geldiğini belirten Almanya Türk Toplumu Başkanı Gökay Sofuoğlu da Merkel’in sözlerini yanlış olarak tanımladı.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra Köln’de gerçekleşen ve onbinlerce kişinin katıldığı darbe karşıtı miting Alman politikacılar arasında ülkedeki Türklerin sorgulanmasına yol açan bir süreç başlattı. Konuyla ilgili tartışmaları başlatan CDU’lu politikacı Jens Spahn, ‘Kimin kalbi Erdoğan için çarpıyorsa, en iyisi bunu Türkiye’de yapsın’ dedi ve Türklerden sadakatlerının hangi ülke için geçerli olduğuna karar vermelerini isteyerek, mitinge katılan ya da destek veren Türkleri adeta Türkiye’ye geri dönmeye davet etti. Son olarak da koalisyon ortağı Hristiyan Sosyal BirlikCSU Genel Sekreteri Andreas Scheuer, ‘Alman pasaportu, herkesin ikinci pasaport olarak alabileceği değersiz bir pasaport değil’ dedi. İstisnai durumlar için geçerli olan çifte vatandaşlığın Almanya’da normal bir hal almaya başladığını kaydeden Scheuer, yeniden tek vatandaşlığa dönülmesini talep etti.

Öte yandan son günlerde Almanya’da özellikle Türklere yönelik dini hizmetleri koordine eden en büyük kuruluş olan Diyanet İşleri Türk İslam Birliği DİTİP de eleştirilerin hedefi oldu. Basında çıkan yazılarda bu kurumun Türkiye’den yönlendirildiği ve AK Parti’nin çıkarlarına hizmet verdiği iddia edilirken, şimdiye dek Alman tarafıyla süren ortak çalışmaların durdurulması talebi dillendirildi. Almanya Türk Toplumu Başkanı Gökay Sofuoğlu, Türklere yönelik tartışmaların yıllar içinde elde edilen kazanımları sorgulanır hale soktuğu ve birçok konuda tekrar başa dönme riskini beraberinde getirdiği görüşünde.

Berlin’deki siyasi analistler Almanyalı Türklerin sadık kalması gereken ülke tartışmasına Merkel’in de dahil olmasını, konunun önümüzdeki aylarda gündemden inmeyeceği şeklinde okuyorlar ve özellikle çifte vatandaşlığın önümüzdeki Eylül ayında ve ardından gelecek yıl gerçekleşecek eyalet ve genel seçimlerde seçim kampanyası malzemesi olarak kullanacağından yola çıkıyorlar. 4 Eylül’de Merkel’in seçim bölgesi Mecklenburg Vorpommern eyaletinde başlayacak eyalet seçimleri 18 Eylül’de Berlin ve gelecek yıl Saarland, Schleswig Holstein ve Kuzey Ren Vestfalya ile devam edecek. 2017 sonbaharında ise genel seçimler yapılacak.

 

Ludmila Dalaman

Sibel Kekilli: En büyük hayalim sinema filmi yönetmek!

Ünlü oyuncu Sibel Kekilli, Alman dergisine samimi bir röportaj verdi. Röportajda kendisine karşı çok katı olduğunu belirten ünlü oyuncu "Kendime karşı katıyım çünkü, kendimden beklentilerim büyük" dedi.

DERGİ İÇİN OBJEKTİF KARŞISINA GEÇTİ

Game Of Thrones ve Tatort dizilerindeki roller sayesinde ünü tüm dünyaya yayılan Sibel Kekilli geçtiğimiz günlerde alman Gala dergisi için objektif karşısına geçti. 36 yaşındaki oyuncu, HamburgElbe sahilindeki çekimin ardından soruları yanıtladı.

"GURUR VERİCİ VE EĞLENCELİYDİ"

Kadınları yönelik namus cinayetleriyle ilgili farkındalık yaratmak amacıyla hayata geçirilen Terredes Femmes organisyonu hakkında bir belgesel çeken Kekilli, çalışması için "Bu işte bir oyuncudan daha fazla sorumluluğumun olması hem gurur verici hem de eğlenceliydi" şeklinde konuştu.

EN BÜYÜK HAYALİ

En büyük hayalinin sinema filmi yönetmek olduğunu belirten Kekilli, bunu bir gün ne pahasına olursa olsun gerçekleştirmek istediğini belirtti.

 

Ludmila Dalaman

 

Almanya'da Burka Yasağı ve Çifte Vatandaşlık İptali Gündemde

Almanya’da muhafazakar Hristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) eyalet içişleri bakanları, terör örgütleri adına yurtdışında cihada katılan çifte vatandaşların Alman vatandaşlıklarının iptal edilmesini, kısmi burka yasağı getirilmesini ve 15 bin yeni polis istihdamını kararlaştırdılar.

Berlin'de iki gün boyunca eyalet içişleri bakanlarının katılımıyla düzenlenen toplantının konusu terör tehlikesine karşı alınabilecek yeni güvenlik önlemleri oldu. Bakanların uzlaştıkları ‘Berlin Açıklaması’ taslağında en çok tartışılan maddeler çifte vatandaşlığın kaldırılması ve burka yasağıydı.

Birlik Partileri eyalet içişleri bakanlarının çoğunluğu, radikal İslamist gruplarla mücadele kapsamında burka, nikap veya tam kapalı çarşaf gibi giyim tarzlarının yasaklanmasını talep ediyordu.

Burka konusunda içişleri bakanları ile Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere burkanın kısmi olarak yasaklanması konusunda anlaştı. Buna göre, burka okullarda, bütün kamu kurumlarında, mahkemelerde, ikametgah kayıt ofislerinde, evlendirme dairelerinde, pasaport kontrollerinde, araba kullanırken, miting ve yürüyüşlerde yasaklanacak.

Burka giymenin ‘dünyaya açık Almanya toplumuna uymadığını’ söyleyen Federal İçişleri Bakanı de Maiziere, burkanın genel olarak yasaklanmasının hukuki nedenlerden ötürü gerçekleşemeyeceğini ve kısmi yasağın başörtüsünü kapsamadığını vurguladı.

Toplantı öncesinde konuyla ilgili bir açıklama yapan Başbakan Angela Merkel, her taraftan kapalı, giyen kadının önünü görmesi için sadece yüz kısmı kafesli olan burka tarzıyla kapanan bir kadının Almanya’ya uyum sağlamasının mümkün olmadığını söylemişti.

Merkel, İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere’nin bu konudaki tavrına tam destek verdiğini de açıkladı.

Sol Partili siyasetçiFerat Koçak ise, Birlik Partili içişleri bakanlarının aldıkları kararlarla, yaklaşan eyalet seçimlerini düşünürek, sağ popülist seçmene yönelik mesajlar verdiklerini, ancak tavırlarının ‘Müslümanlar’a düşmanlık’ olduğunu belirtti.

Öte yandan İçişleri Bakanları, çifte vatandaşlığın tamamen kaldırılması yerine IŞİD ve başka radikal İslamcı gruplara katılanların başka vatandaşlıklarının olması halinde Alman vatandaşlıklarının iptal edilmesine de karar verdiler.

İçişleri Bakanları Berlin’deki güvenlik zirvesi öncesinde, Köln’de düzenlenen ve onbinlerce kişinin katıldığı 15 Temmuz darbe girişimi karşıtı gösteri sonrasında çifte vatandaşlığın tamamen kaldırılmasını gündeme getirmiş, koalisyon ortağı Sosyal Demokrat Parti (SPD) böyle bir öneriye kesinlikle karşı çıkacaklarını açıklamıştı.

Üzerinde uzlaşılan bir diğer öneri, terörle mücadele yasalarının sertleştirilmesini öngören paket kapsamında daha fazla polis istihdamı. İçişleri bakanları 250 bin olan polis sayısının 2020 yılına kadar 15 binlik bir oranda artırılmasını ve polislere daha güçlü silahlar verilmesini amaçlıyor.

 

Ludmila Dalaman

‘Almanya’da Türkçe Eriyor’

Türkiye’den işçi göçü, başta Almanya olmak üzere dünyanın dört bir yanına 1960'lı yıllarda başladı. Politik ve ekonomik gelişmelere paralel, ilk baştaki işgücü nitelemesi zamanla konuk işçiliğe, sonra yabancı hemşehriliğe, göçmenliğe ve bugünlerde yurttaşlığa dönüştü. Dışişleri Bakanlığı’nın verilerine göre yurtdışındaki 5 milyonu aşkın Türk toplumunun 3 milyonla büyük bir bölümü Almanya'da yaşamakta.

Heidelberg Üniversitesi'nin araştırması

Almanyalı Türklerin en önemli sorunlarından biri, çocukların anadili meselesi. Almanya’da Türkçe’yi konuşanların sayısı her geçen gün azalıyor ve yapılan araştırmalar Türkçe’nin mirasının nesilden nesle eridiği gösteriyor. Konuya ilişkin Heidelberg Üniversitesi’ne bağlı Göç Araştırmaları ve Kültürlerarası Pedagoji Merkezi’nin yaptığı araştırmada ortaya çıkan en önemli sonuç Türkçe konuşan çocukların oranının hızla azaldığı ve okullarda ders olarak okutulmazsa Türkçe’nin orta vadede Almanya’da yok olmayla karşı karşıya kalacağı. Araştırmaya göre, anne-babasıyla sadece Türkçe konuşan çocukların oranı yarı yarıya düşmüş durumda. Kardeşler ise kendi aralarında ağırlıklı olarak Almanca’yı tercih ediyor. 6 bin 125 öğrencinin katılımıyla gerçekleştirilen araştırmanın sonuçlarına göre, öğrencilerin yüzde 27,8’i ailede sadece Türkçe, yüzde 7,9’u da sadece Almanca konuşuyor. Öğrencilerin yüzde 56’sı anneleriyle, yüzde 49,7’si de babalarıyla sadece Türkçe konuşuyor. Öğrenciler evde yüzde 83,5 oranla en çok büyükanne ve büyükbabalarıyla Türkçe konuşuyor. Kardeşlerin kendi aralarında konuştukları dil ise çoğunlukla Almanca. Anketten çıkan sonuca göre, öğrencilerin yüzde 51,5‘u kardeşleriyle sadece Almanca konuşuyor. Kardeşler arasında hem Almanca’yı hem de Türkçe’yi kullanan öğrenci oranı yüzde 22,6. Kardeşler arasında sadece Türkçe konuşanlar yüzde 16,1’de kalıyor. Öğrencilerin Türkçe dil düzeyine bakıldığında ise konunun ne kadar aciliyet arz ettiği ortaya çıkıyor. Üçüncü nesilde Türkçe’sinin iyi olduğunu düşünenlerin oranını yüzde 49,4. Bu da okul çağındaki Türk öğrencilerinin yarısından fazlasının Türkçe bilgisine güvenmediğini ortaya koyuyor. İkinci nesle mensup olup Türkçesinin iyi olduğunu düşünenlerin oranı ise yüzde 63,6 ile hayli ileride. Birinci nesilde bu oran yüzde 72,8. Almancayı iyi bilme söz konusu olduğunda ise anket tam tersi bir tablo ortaya koyuyor. Buna göre üçüncü neslin okul çağındaki mensuplarının yüzde 85,4’ü Almanca bilgisinin iyi olduğunu düşünüyor. İkinci nesilde bu oran yüzde 77,8 ile bir miktar geride. Birinci neslin yüzde 72,8’i Almancasına güveniyor. Araştırmada öğrencilerin devam ettikleri okul modellerine göre dil kullanma alışkanlıklarını da incelenmiş. Buna göre okulun eğitim düzeyi arttıkça aile içinde Türkçe konuşanların oranı önemli ölçüde düşüyor. Alman okullarında 500 bin Türkiye kökenli öğrenci olduğunu hatırlatan eğitim uzmanları, Türkçe’nin İngilizce ve Fransa ile birlikte müfredata alınmasını talep ediyor.

Engin: Yeterli ilgi gösterilmemesi durumunda Türkçe Almanya'da unutulur

Türkçenin birinci ve ikinci nesilde hala birinci iletişim dili olduğunu söyleyen Heidelberg Göç Araştırmaları ve Kültürlerarası Pedagoji Merkezi Direktörü Prof. Havva Engin, yeterli ilginin gösterilmemesi durumunda Türkçe’nin Almanya’da orta vadede unutulan diller arasına gireceğini ifade ediyor. Havva Engin ‘İki dillilik büyük bir zenginlik. Almanya’da insanlar en az iki dili günlük hayatta kullanıyor. Türkçe’nin de okullarda ikinci veya üçüncü yabancı dil statüsü kazanması gerekir’ şeklinde görüş belirtiyor.

 

Ludmila Dalaman

Belgeselin galası Almanya'da yapıldı

Osman Okkan. Türkiye’de, başkent Ankara’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. Türk işgücü göçü başladıktan birkaç yıl sonra 1965 yılında öğrenim yapmak için Almanya’ya geldi. Münster Üniversitesi’nde Ekonomi, Sosyoloji ve Siyasal Bilimler öğrenimi yaptı.

Öğrencilik yıllarında o zamanlar gastarbeiter (misafir işçi) denilen Türkiye kökenli insanların sorunları ve sosyal yaşamları ile yakından ilgilendi. Sendikal faaliyetlerde bulunduğu gibi göçmen kökenlilerin oluşturduğu birçok derneğin kuruluşuna katkıda bulundu. 

1978-1980 yıllarında FİDEF kısa adıyla tanınan Federal Almanya İşçi Dernekleri Federasyonu’nun genel sekreterliğini yaptı. Üniversiteyi bitirdikten sonra da serbest gazeteci olarak çalışmaya başladı. Bazı gazete ve dergiler ile radyo ve televizyonlarda Almanca veya Türkçe haberleri yayımlandı. 

Ağırlıklı olarak Batı Alman Radyo ve Televizyon Kurumu (WDR) için haber ve programlar yaptı. Türkiye’deki gelişmeleri, TürkiyeAlmanya ilişkilerini, Almanya’daki çok kültürlü hayatı, eğitim ve sosyal sorunlar ile göç ve uyumu içeren televizyon ve radyo haberleri yaptı. 

1982-1984 yıllarında ünlü Alman yazar Günter Wallraff’ın En Alttakiler adlı kitap çalışmasına aktif katkıda bulundu. 

Wallraf’ın belgesel film olarak da yayımlanan bu projesi için Türkiye kökenli işçiler ile tüm röportajları Osman Okkan yaptı. 

Osman Okkan, 1986 yılında WDR’de kadrolu editör olarak göreve başladı. Her zamanaraştırmacı, sorgulayan ve karanlıkta kalanları aydınlığa çıkartmaya yönelik bir gazetecilik anlayışı sergiledi. Almanya’da 1961’den beri kesintisiz olarak Türkçe yayın yapan ve Köln Radyosu olarak bilinen WDR Türkçe yayınlarında editörlük ve sunuculuk yaptı.

LIVANELI, İBNİ HALDUN’UN SÖZÜNÜ HATIRLATTI

İşte Essen’de Fikret Güneş öncülüğünde bu yıl Kaçış, sığınış ve hasret adı altında 11’incisi düzenlenen Ruhr Kitap Fuarı’nın 29 Nisan’daki açılış akşamı Osman Okkan, kültür elçiliği işlevinden dolayı ödüllendirildi. 

Essen’deki UNESCO Kültür mirası Zeche Zollverein’da düzenlenen törende övgü konuşmasını ise Zülfü Livaneli yaptı. Livaneli, konuşmasında 14’üncü yüzyılda yaşamış tarihçi, düşünür ve toplum bilimci İbni Haldun’un, “İnsanlar birbirlerini tanıdıkça savaşlar azalır” dediğini hatırlatarak, Osman Okkan’ın yıllardır bunu farklı ülkelerden sanatçıları bir araya getirerek yaptığını vurguladı. 

Okkan’ın böylece insanların farklı kültürleri tanımalarına katkıda bulunduğunun altını da çizdi. 

Fuar organizatörü Fikret Güneş de Okkan’ı tebrik ederken, “Gazeteci ve yönetmen Osman Okkan, kültürler arasında anlaşma, kaynaşma, farklı kültürlerin ve toplumların birbirini daha iyi tanıması konusunda elli yılı aşkın bir zamandır çaba gösteriyor. 

Osman Okkan, Türkiye Almanya Kültür Forumu ile köprüler kuruyor. Türkiye ile Almanya arasında, Türkiye’deki farklı etnik gruplar arasında, Yunanistan ya da Ermenistan ve Türkiye toplumları arasında. Kimi zaman bu yolda karşısına çıkan engellere rağmen ya da zaman zaman destek için gereğinden fazla çaba sarfetmek zorunda kalmasına rağmen yorulmadan, usanmadan çalışıyor. Misyonu barış. Çalışmaları, özellikle filmleri bu misyonun bir eseri” dedi. 

Osman Okkan da, “Bu ödülü almak benim için bir onur. Bu ödül beni ve Türkiye Almanya Kültür Forumu ekibini daha kardeşçe, daha barış dolu bir Almanya ve Türkiye için çalışma konusunda destekleyecek. Genç insanların birbirini öldürmedikleri, öldürmek zorunda bırakılmadıkları daha demokratik, daha adil, daha barış dolu toplumlar için mücadelemizi sürdüreceğiz” dedi.

 NAZIM HİKMET’TEN MURATHAN MUNGAN’A

Osman Okkan’ı ber 1987 yılında Hürriyet’in Bonn Temsilcisi olarak göreve başladıktan sonra tanıdım. Araştıran, soruşturan, sorgulayan bir medyacıydı. Bu tutumunu hiç değiştirmedi. Türkiye’den gelen yazarlarla, sanatçılarla hep iç içe oldu. 

Aziz Nesin, Fakir Baykurt, Yaşar Kemal gibi Türk edebiyatının dönemin yaşayan abidelerine hem eşlik etti, hem de tercümanlık yaptı. 

WDR’de çalıştığı yıllarda ilk uzun metrajlı belgesellerini hazırladı. Bu belgeseller arasında Türk kökenli göçmenlerin video tutkusunu içeren Ödünç Hayaller (Hanno Brühl ile 1983), Nazım Hikmet – Şair ve İsyankar (1992), Patlayıcı Fikirler – Türkiye’deki Entelektüeller (1996) ile Yaşar Kemal – Siyaset ve Şiir Dolu Bir Yaşam (1997) vardı. Rusya’da Nazım Hikmet belgeselini çektiği dönemlerde ciddi bir şekilde rahatsızlandığını hatırlıyorum. Ama pes etmeyip, belgeseli tamamladı. 2012 yılında tamamladığı ve toplam altı bölümden oluşan İnsan Manzaraları adlı belgesel dizisi yoğun ilgi gördü. 

Bu dizide Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Elif Şafak, Murathan Mungan ve Aslı Erdoğan gibi altı çağdaş Türk yazarın portresini çizdi. Türkiye’nin uluslararası üne sahip efsanevi fotoğrafçısı Ara Güler ile ilgili filmi Ara Güler – Bir İstanbul Efsanesi bundan kısa bir süre önce İstanbul’da gösterildi. 

Dün akşam da Essen’de. Ara Güler de oradaydı. Okkan, Türkiye’nin yakın tarihini içeren dört bölümlük yeni bir belgesel çekti. Bu aylarda WDR televizyonunda yayımlanacak. Bu yapıtlarıyla Osman Okkan, Almanya ile Türkiye, Türkler ile Almanlar arasında tam bir kültür köprüsü mimarı işlevi görüyor.

LİYAKAT NİŞANI’NI GAUCK’TAN ALMIŞTI 

Osman Okkan, 2004 yılında Simone Sitte ile birlikte hazırladığı Mübadele – Barış İçin Sürgün adlı belgesel için Öngören Demokrasi ve İnsan Hakları ödülü aldı. 2009 yılında yine Simone Sitte ile hazırladığı Hrant Dink Cinayet Dosyası, 2010 World Media Festivali’nde Intermedia Globe Gold ödülüne layık görüldü. 

Osman Okkan, fahri çalışmalarından dolayı 2012 yılında Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti (NRW) Liyakat Nişanı’nı aldı. Ödül kendisine Eyalet Başbakanı Hannelore Kraft tarafından takdim edildi. 2014 yılında da Almanya Federal Cumhuriyeti Liyakat Nişanı’na layık görüldü. Başkent Berlin’deki ödül töreninde Okkan nişanını Alman Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’dan aldı. Evet kültür elçisi, kültür köprüsü mimarı Osman Okkan, bu ödülleri gerçekten hak etti.

KÜLTÜR FORUMU’NUN SÖZCÜLÜĞÜNÜ YAPIYOR

Osman Okkan, 1980’li yıllarda birçok sanatçı, yazar, kültür adamı ve medyacının girişimiyle oluşan ve 1993 yılında resmen Türkiye Almanya Kültür Forumu adı altında kurulan derneğin yıllardır sözcülüğünü yapmaktadır. 

Aziz Nesin, Yaşar Kemal ve Alman yazar Günter Grass, Kültür Forumu’nun onursal başkanlığını yapmışlardı. Yunanlı Mikis Theodorakis ile Zülfü Livaneli’nin onursal başkanlığını yaptığı Kültür Forumu, kuruluşundan beri birkaç dilli medya projeleri de hayata geçiriyor. Örneğin gençler için düşünülen Cafeterra adlı çok dilli internet portalı veya vizyoner proje Yeni Avrupalılar için Yeni Medya, Avrupa Birliği ve Türkiye arasındaki karşılıklı diyaloğun yenilikçi formlarını oluşturuyor. 

Kültür Forumu, Heinrich Böll Vakfı ve Robert Bosch Vakfı ile birlikte Türk - Alman Gazetecilik programını geliştirdi. Bu programa şimdiye kadar 150’den fazla Alman ve Türk gazeteci katıldı. Sayısız birçok farklı organizasyon ile birlikte Kültür Forumu uluslararası alanda basın ve ifade özgürlüğü için de çalışmalar yürütmektedir.

 

Ludmila Dalaman

Küresel Silah Ticaretinde Büyük Artış

Almanya’nın silah ihracatı, federal hükümetin “sıkı denetime tabi tutup azaltacağız” sözüne rağmen rekor seviyeye ulaştı

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) yayınladığı 2015 yılı askeri harcama raporuna göre, küresel silah ticareti katlanarak artmaya devam ediyor.

 

Rapora göre, silah ticareti son 4 yıl içerisinde %14 arttı ve küresel silah ticareti pazarının %33’ünü elinde bulunduran Amerika, dünyanın en büyük silah ihraç eden ülkesi unvanını bu yıl da elinde tuttu. SIPRI’nin raporuna göre Almanya’nın silah ihracatı, federal hükümetin “sıkı denetime tabi tutup azaltacağız” sözüne rağmen rekor seviyeye ulaştı. Amerika, Rusya, Çin’den sonra dünyanın dördüncü en çok silah satan ülkesi Almanya’nın 7,5 milyar Euro’luk silah ihracatı 2014’e kıyasla neredeyse %15 artış anlamına geliyor.

 

Almanya’daki ticari yasalara göre silah şirketlerinin Federal Güvenlik Konseyi’nin izni olmadan sıcak çatışmaların devam ettiği veya insan hakları ihlallerinin olduğu ülkelere satış yapması yasak.

 

Ancak birçok firma ikinci ve üçüncü ülkeler üzerinden silah ticareti yaparak, konuyla ilgili yasağı delebiliyor. Buna ek olarak Federal Güvenlik Konseyi’nin başta Suudi Arabistan olmak üzere Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Irak gibi barış örgütleri tarafından “kriz ülkeleri” olarak tanımlanan ülkelere “özel izin” çıkararak silah satışını onayladığı biliniyor.

 

Uzmanlar 2015 yılında Katar’a 1,6 milyar Euro tutarında Leopard 2 tankı ve parçasının satıldığını, Suudi Arabistan’la da yapılması beklenen benzer hacimde bir silah ihracatı anlaşması olduğunu belirtiyorlar. Bazıları Suudi Arabistan’a Leopard 2 tankı, G36 makinalı tüfeği ve diğer küçük silahların satılmasının onaylandığını ileri sürerken, Federal Savunma Bakanlığı silahsız askeri nakil araçlarının satılmasının söz konusu olduğunu iddia etti.

 

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün raporuna göre, Riyad yönetimi son yıllarda silah ithal eden ülkeler listesinde Hindistan’dan sonra ikinci sıraya yerleşti ve askeri harcamalarını son dört yılda %275 oranında artırdı.

 

Dünyadaki en büyük silah alıcıları sıralamasında 6. Sırada olan Türkiye ise silah satıcıları sıralamasında 16. sırada. SIPRI raporuna göre Türkiye’nin silah alımı dünya toplam silah ticaretinin %3,4’üne tekabül ediyor.

Berlinale'ye Mülteci Krizi Damgası

BaşkanlığınıMeryl Streep’in yaptığı jüri en iyi filme verilen ‘Altın Ayı’ ödülü için, ‘Fuocoammare’ adlı belgesel filmi seçti.

Fuocomare' filmiyle Altın Ayı ödülünü kazanan İtalyan yönetmen Gianfranco Rosi ve Jüri Başkanı Merly Streep
Fuocomare' filmiyle Altın Ayı ödülünü kazanan İtalyan yönetmen Gianfranco Rosi ve Jüri Başkanı Merly Streep

Cannes ve Venedik ile birlikte sinema festivallerinin üç büyüklerini oluşturan Berlin Film Festivali'nin Altın ve Gümüş Ayı ödülleri sahiplerini buldu. Başkanlığını ABD’li oyuncu Meryl Streep’in yaptığı jüri en iyi filme verilen ‘Altın Ayı’ ödülü için, ‘Fuocoammare’ adlı belgesel filmi seçti.

 İtalyan yönetmen Gianfranco Rosi, yıllardır sığınmacıların Akdeniz’i aşarak Avrupa topraklarına ilk ayak bastığı yerlerden olan Lampedusa Adası sakinlerinin hayatlarından bir kesit sunuyor. Filmin yönetmeni Rosi, gösterimden önce düzenlenen basın toplantısında, herkesin gözü önünde gerçekleşen bir trajediyi anlatmak istediğini belirterek, “Hepimiz, sığınmacılar konusunda sorumluluk taşıyoruz. Akdeniz’de yaşananlar, Nazi döneminde Yahudilerin yok edilişinden sonra insanlığın en büyük trajedilerinden biridir” dedi.

2013 Berlin Film Festivali'nde ‘Bir Hurdacının Hayatı’ ile Jüri Büyük Ödülü'nü kazanan Bosna Hersekli yönetmen Danis Tanović ‘Death in Sarajevo’ adlı filmi ile yine aynı ödülü kazandı. Film 1914'te Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesine neden olan suikastın 100. yıldönümünde Saraybosna'da geçiyor ve Avrupalılığı sorguluyor.

Berlinale’nin iyi yönetmen dalındaki ‘Gümüş Ayı’ ödülünü ise Fransız kadın yönetmen Mia Hansen-Løve kazandı. Genç yönetmen ‘L’Avenir’ adlı yapıtında Paris'teki bir üniversitede felsefe dersleri veren Nathalie'nin kocasının kendisini terk edeceğini açıklamasıyla değişmesini ve kendi ayakları üzerinde durma mücadelesini işliyor.

En iyi oyunculuk dalında ‘Gümüş Ayı’ ödülleri Danimarkalı yönetmen Thomas Vinterberg’in yeni filmi ‘The Commune’ daki rolü için Danimarkalı oyuncu Trine Dyrholm ve Tunuslu yönetmen Mohamed Ben Attia'nın ‘Inhebbek Hedi’ adlı filmdeki performansı için Majd Mastoura’ya layık görüldü.

Arap Baharı’nın işlendiği bu filmin yanı sıra Berlinale’de birçok filme sığınmacılar ve göç konuları damga vurdu. O yüzden ‘Fuocoammare’nın başarısı pek şaşırtıcı olmadı.

Festivalde 77 ülkeden 434 film sinemaseverlerle buluşurken, halka açık gösterimleri 300 bine yakın sinemaseverin izlediği açıklandı.

Bu yılki ‘Altın Ayı’ yarışında Türkiye’den film yoktu. Ama Türk Sineması'ndan yeni ve iddialı eserler gösterildi ve eleştirmenler tarafından çok beğenildi, ‘Genç Pehlivanlar’ belgeseli, GenerationK bölümünde Jüri Özel Mansiyon Ödülü kazandı.

Yönetmen Aslı Özge’nin Almanya’da ve Almanca çektiği ‘Ansızın’ adlı filmi, tesadüfi bir olayın insanı kendi zayıflıkları ve korkularıyla karşı karşıya bırakması sonucunda hayatını ve içinde bulunduğu çevreyi sorgulamasını konu alıyor. Eşi iş seyahatinde olan Karsten’in evinde bir partinin ardından, son kalan misafir Anna aniden ölüyor. Bu olay ile şüpheli duruma düşen Karsten’in ufak bir şehirde sürdüğü düzenli hayatı alt üst oluyor. Çevresindeki insanlar da birer birer etrafından uzaklaşıyor. İlk filmi ‘Köprüdekiler’le İstanbul, Adana ve Ankara Film Festivalleri’nde en iyi film ödülleri alan Özge’nin filminde başrolleri Quentin Tarantino’nun ‘Soysuzlar Çetesi’ filminde rol alan Sebastian Hülk ve şu anda en çok beğenilen Alman kadın oyuncuların başında gelen Julia Jentsch paylaşıyor.

Festivalin Forum bölümünde gösterilen Ahu Öztürk’ün ‘Toz Bezi’ adlı filmi de sinemaseverelerin büyük ilgisini topladı. İstanbul’un farklı yaşamları arasında sıkışıp kendilerine bir çıkış arayan iki gündelikçinin mücadelesini anlatan film, Türkiye’de kadınların yaşadığı zorlukları ele alıyor. Ahu Öztürk’ün ilk uzun metrajlı filminde başrolleriNazan Kesal ve Asiye Dinçsoy paylaşıyor.

Festivalin çocuk ve gençlik filmlerinin gösterildiği Generation Kplus bölümünde gösterilen bir diğer Türk filmi ise belgesel 'Genç Pehlivanlar’ oldu. Jüri Özel Mansiyon Ödülü’nü kazanan filmde, yönetmen Mete Gümürhan ailelerinden ayrılıp Amasya'daki yatılı Güreş Eğitim Merkezi'ne yerleşen ve bir gün güreş dalında dünya şampiyonu olmayı hedefleyen çocukların hikayesini işliyor.

Generation KPlus bölümünde gösterilen bir diğer Türk filmi Barış Kaya ve Sonar Caner'in yönettiği 'Rauf’. Film, Kars’ın bir köyünde yaşayan küçük Rauf’un kendi kapalı dünyasında aşkın sınırsızlığıyla tanışmasının hikayesini anlatıyor. Rauf’un şiddet ve çatışmalar tarafından sınırlanan gri dünyasında tek hedefi onun için aşkın sembolü haline gelen ‘Pembe’yi bulmak ve Zana’ya sunmak.

Türk sineması Berlin Film Festivali'ndeki en önemli çıkışlarını 1964 ve 2010 yıllarında yaptı. Yönetmenliğini Metin Erksan'ın yaptığı ‘Susuz Yaz’ 1964 yılında, Semih Kaplanoğlu'nun ‘Bal’ adlı filmi ise 2010 yılında Berlinale'nın en büyük ödülü olan ‘Altın Ayı’yı kazandı.

 

Ludmila Dalaman

 

Almanlar Hillary Clinton’ı Başkan Görmek İstiyor

Önümüzdeki aylarda maraton gibi geçecek ön seçim dönemi Almanya’dan da ilgiyle izleniyor

 

Almanya’da yapılan bir kamuoyu yoklamasına göre, Almanlar'ın yüzde 74’ü ABD seçimlerinde Demokrat Parti’nin aday adayı Hillary Clinton’ı başkan olarak görmek istiyor.

ABD’de Kasım ayında yapılacak başkanlık seçimine siyasi partilerin hangi adayla katılacaklarını belirleyecek eyaletlerdeki ön seçimler bugün başlıyor. Ön seçim döneminin tamamlanacağı 7 Haziran’a kadar partilerin başkan aday adayları büyük ölçüde netleşmiş olacak, ardından Cumhuriyetçiler 18 Temmuz’da, Demokratlar ise 25 Temmuz'da yapacakları kurultaylarla adaylarını resmen duyuracak.

Önümüzdeki aylarda maraton gibi geçecek ön seçim dönemi Almanya’dan da ilgiyle izleniyor.

Bild gazetesi tarafından yapılan kamuoyu yoklamasına göre, Almanların arzuladığı başkan adayı şimdiden belli. Araştırma, Almanların yüzde 74’le büyük çoğunluğunun Demokrat Parti’den eski ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’u başkan olarak görmek istediğini ortaya koydu.

Cumhuriyetçi Parti’nin aday adayları arasında ise, emlak zengini iş adamı Donald Trump’ı ABD Başkanı olarak görmek isteyen Almanların oranı yüzde 8.

Alman basınında kamuoyu araştırmasının sonucu ile ilgili çıkan yorumlarda Clinton’a olan destek, eski ABD Başkanı Bill Clinton'un eşi olarak daha iyi tanınması, polemikleriyle adından bahsettiren Donald Trump’ın ise Alman kamuoyu için “kuşkuyla yaklaşılan bir isim” olmasıyla gerekçelendiriliyor.
Alman kamuoyunun daha önceki seçimlerde deDemokratların adaylarını tercih ettikleri biliniyor. Nitekim 2008 ve 2012’deki Amerikan başkanlık seçimleri öncesinde Barack Obama’nın uluslararası kamuoyundan en çok destek aldığı ülkelerin başında Almanya geldi.

Siyaset uzmanları Almanya’daki bu “geleneği”, Demokrat Parti’den eski Başkan John F. Kennedy’nin Berlin Duvarı’nın dikilmesinden kısa bir süre sonra 1963 yılında Berlin’e gelerek yaptığı konuşma ve gösterdiği angajmanın yarattığı ve unutulmayan atmosferle ilişkilendiriyorlar.

Bunun yanında Almanya’da derin iz bırakan 68 gençlik hareketinin de, Vietnam Savaşı’ndan Cumhuriyetçileri sorumlu tuttuğu, aynı şekilde 1990’lı ve 2000’li yıllardaki Irak Savaşları’nın da Alman kamuoyu tarafından Cumhuriyetçilerin sorumluluğu altında değerlendirildiği şeklinde görüşler ağır basıyor.

Bu arada gazetelerde Amerika’daki kamuoyu araştırmaları ile bağlantılı çıkan yorumlarda, Cumhuriyetçi Parti'den aday adayı Trump'a olan desteğin artması, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerindeki sağ popülist parti ve politikacıların zafer serisi kapsamında değerlendiriliyor ve mülteci kriziyle de bağlantılı dünya çapında sağ siyasi görüşlere desteğin çoğaldığı öne sürülüyor.

Başbakan Angela Merkel ve Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier’in adayların kesinleşmesine kadar konuyla ilgili açıklama ve değerlendirme yapması beklenmiyor. Merkel’in, 2008 seçimleri öncesinde, o dönemde aday olan Barack Obama’yı Berlin’de kabul etmeyi reddetmesi politik bir tavır olarak nitelenmişti.

Eski ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, 2014’de çıkan ‘Kararlar’ adlı kitabında, Merkel'e olan hayranlığını anlatmış, Merkel’in Avrupa'nın ‘erkekler kulübünde’ sesini duyurmasını övmüştü.

Öte yandan, Berlin’deki siyasi gözlemciler, Avrupa Birliği ile ABD arasındaki Serbest Ticaret Anlaşması TTIP müzakerelerinde yeni başkan seçilip, koltuğuna oturuncaya kadar ilerleme kaydedilemeyeceğini düşünüyor. Taraflar anlaşmanın 2015’de ya da en geç 2016’da imzalanmasını hedefliyordu, ancak birçok ekonomik ve hukuki sorunun çatışması nedeniyle bu konuda ilerleme olmadı.

Konunun Başkan Obama'nın nisan ayı sonunda dünyanın en önemli teknolojik etkinliklerinden biri olan Hannover Fuarı’na yapacağı ziyarette ve Angela Merkel’le görüşmesinde gündeme geleceği tahmin ediliyor.

800 milyonluk nüfusuyla dünyanın en büyük serbest ticaret bölgesini oluşturacak anlaşma AB için yıllık 120 milyar Euroluk ekonomik büyüme ve yaklaşık 400 binlik ek istihdam anlamına geliyor.

Almanya’da 5 Çocuktan Biri Yoksul

15 yaşın altındaki her beş çocuktan biri, başka bir deyişle 3 milyona yakın çocuk yoksulluk sınırında yaşıyor

Almanya ekonomik olarak dünyanın en güçlü ülkeleri arasında yer alsa da, yeni bir rapor Almanya’da 15 yaşın altındaki her 5 çocuktan birinin yoksulluk sınırı altında yaşadığını ortaya koydu.

 

Diğer Avrupa ülkelerinde ekonomide durgunluk devam ederken, dünyanın en büyük üçüncü ekonomisi olan Almanya’da uzmanlar bu ve önümüzdeki yıl ekonominin yüzde 1,8 oranında büyüyeceğini tahmin ediyor. İşsizlik oranı da yüzde 6,3 ile Almanya'nın birleşmesinden bu yana ölçülen tarihi düşük seviyesini koruyor.

 

Ancak tüm bu olumlu verilere ve refaha rağmen yoksulluk sınırının altında yaşayanların sayısı günden güne artıyor ve özellikle çocuklar arasında gözlenen yoksulluğun boyutları giderek endişe verici seviyelere ulaşıyor.

 

Alman Çocuk Yardım Kurumu’nun konuyla ilgili son raporuna göre 15 yaşın altındaki her beş çocuktan biri, başka bir deyişle 3 milyona yakın çocuk yoksulluk sınırında yaşıyor.

 

Almanya'daki ortalama gelir seviyesinin yüzde 60'ı ve daha azına sahip ailelerde yaşayan çocuklar “yoksul” kategorisine giriyor. Yoksulluk sınırı yalnız yaşayan tek çocuklu bir birey için 1.300 Euro seviyesindeyken, iki çocuklu bir ailenin yoksulluk sınırı ise 2.070 Euro.

 

Ülkeye gelen mülteci ailelerinin büyük çoğunluğunun orta ve uzun vadeli yoksulluk tehlikesi altında yaşayacağı, dolayısıyla yoksul çocuk sayısının daha da artacağını belirten uzmanlar, çocukların sosyal ve ekonomik mağduriyetlerinin birçok alanda kendini gösterdiğini belirtiyor.

 

Söz konusu çocukların yüzde 11'i kışlık giysilere sahip değil, yüzde 15’i sağlıksız konutlarda yaşıyor. Bu çocukların yüzde 76’sı tatile gidemiyor, yüzde 14’ünün evde internet kullanma olanağı yok.

 

En önemli sorunlarından biri de maddi durumu iyi olmayan ailelerin, çocuklarının eğitimine yeteri kadar olanak sağlayamaması. Ailenin sosyo-ekonomik koşullarına bağlı olarak yoksul çocuklar kötü eğitim ve öğretim koşulları ile karşı karşıya kalıyor ve yoksulluk döngüsünden çıkma şansı daha küçük yaşta daralıyor.

 

Birçok uzman, Alman devleti tarafından yoksul çocuklar için sunulan olanakları yeterli görmüyor ve yıllardır 0-16 yaş grubu çocuklara ücretsiz bakım, vasıflandırma ve eğitim programları sunulması talebini dile getiriyor.

 

Yeşiller Partisi Federal Meclis milletvekili ve eğitim politikaları sözcüsü Ekin Deligöz de, göçmen kökenlilerin yoksullaşma olasılığının göçmen olmayanlara göre iki kat daha fazla olduğunu belirten, iyi bir eğitim alamayanları gelecekte işsizlik ve buna bağlı olarak yoksulluğun beklediğini vurguluyor.

Dövizli Askerlikte İndirime Onay

Yeni yasa öncesi ilk taksidi yatıranlar da başka ödeme yapmayacak

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yurtdışında yaşayan vatandaşlar için dövizli askerlikte kolaylık sağlayan yasayı imzaladı.

 

Askerlik Kanunu ve kanun hükmümdeki kararnamelerde gidilen değişikliğe göre; yurt dışında oturma veya çalışma izniyle en az 3 yıl süreyle bulunan Türk vatandaşları, 6000 Euro yerine 1000 Euro ödeyerek askerlik yapmış sayılacak.

 

Türk vatandaşlarının bundan sonra yapması gereken, 38 yaşını tamamladıkları yılın sonuna kadar durumlarını gösteren belgelerle birlikte konsolosluk aracılığıyla askerlik şubelerine başvurmak.

 

Askerlik Kanunu’ndaki değişiklik, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 7 Haziran ve 1 Kasım seçim vaatlerinin yurtdışında yaşayanları en çok cezbedeni olarak görülüyordu. Yeni hükümetin 100 günlük eylem planında da yer alan konu Aralık ayındaki ilk torba yasa tasarısında yurtdışında 10 yıl kalma şartı tepkilere neden olmuştu. 6000 Euro’yu ödemeye başlayanların paralarının iade edilip edilmeyeceği ve 38 yaş üzerindekilerin durumu ilk tasarıda yanıtsız kalmıştı. Birçok vatandaş ve Türk derneği yasa bu şekliyle kabul edilirse haklarını mahkemede arayacaklarını duyurmuştu. 10 yıl yurtdışı maddesi, yeni tasarıdan çekildi.

 

Yeni anayasayla daha önce para yatıranların durumuna da açıklık getirildi. Düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten önce başvuran ve genelde 1250 Euro olan ilk taksiti yatıranlar, yaptıkları 250 Euroluk fazla ödemeyi geri alamayacaklar, ancak 6000 Euro’ya tamamlamaları da gerekmeyecek.

 

38 yaşının sonuna kadar başvuruda bulunmamış veya başvurdukları halde ödemelerini tamamlamadıkları için dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkarılan yükümlüler de 2017 Aralık sonuna kadar 1000 Euro ödemeleri durumunda affedilerek, askerlik hizmetini yerine getirmiş sayılacak. Yurtdışında üniversiteden mezun olma durumda Türkiye’ye hemen dönenler ise yurtdışında çalışmadıkları için yasadan yararlanamayacak ve askerlikten muaf tutulmayacaklar.

Berlin Selefiler'in Yeni Merkezi Oldu

Anayasayı Koruma Örgütü yetkilileri, Berlin’deki Selefi sayısının son beş yıl içinde iki kat arttığına dikkat çekiyor

Selefiler gibi cihat yanlısı grupların Almanya’da hızla yayılmaları siyasetçileri ve güvenlik birimlerini endişelendirmeye devam ediyor. Alman iç istihbaratı Anayasayı Koruma Örgütü'nün elindeki bilgilere göre başkent Berlin Selefi hareketinin yeni merkezi haline dönüşüyor. Kentte en az 690 kişinin kendini Selefi olarak tanımladığını ve bunlardan en az 360’nın ‘şiddeti destekleyen militan kesim’ olarak sınıflandırıldığını belirten Anayasayı Koruma Örgütü yetkilileri, Berlin’deki Selefi sayısının son beş yıl içinde iki kat arttığına dikkat çekiyor.

 

Yapılan tüm aydınlatıcı kampanyalara ve özellikle gençlere yönelik projelere rağmen, Selefilere katılanların sayısındaki artışı kaygıyla değerlendiren yetkililer, Selefiliğe karşı daha güçlü bir şekilde mücadele edilmesi gerektiğini vurguluyor. İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere geçen Aralık ayında konuyla ilgili yaptığı açıklamada, Almanya genelinde de artış tespit edildiğini ve 7 bin 900 Selefi bulunduğunu, bunlardan en az 850’nin şiddet yanlısı olduğunu, 760 kişinin ise IŞİD saflarında savaşmak üzere Suriye ve Irak’a gittiğini duyurmuştu. Yetkililer uzun bir süredir IŞİD kamplarından geri dönen kişilerin, olası terör eylemleri karşısında dikkatli olunması gerektiği konusunda uyarıda bulunuyorlar.

 

Yapılan yorumlarda, Berlin’in radikal İslamcılar için bir merkez haline gelme sebebinin kentteki artan mülteci sayısı ve yoğun Arap nüfus olduğu ifade ediliyor. Selefi grupların son aylarda koordineli bir şekilde mülteci kampları önünde bedava Kur’an dağıtma bahanesiyle, IŞİD ve diğer radikal oluşumların propagandasını yürüttüğünü gözlemleyen güvenlik birimleri, mültecilerin kaldıkları yurtlardaki özel güvenlik görevlilerinin arasında da Selefi yanlısı olanların bulunduğuna dair bilgileri değerlendiriyor.

 

Öte yandan Almanya’nın diğer kentlerine oranla Berlin’de çok daha fazla caminin bulunduğu, Arap cemaatine hizmet veren bazı camilerin son zamanlarda Mısır, Suriye ve Libya gibi ülkelerden IŞİD’e yakınlığı ile bilinen ‘konuk imam’ davet ederek, radikal görüşlerin yayılmasına olanak sağladıkları belirtiliyor.

 

Geçen yıl Berlin’deki El Nur Camii'deki vaazlarında bir kadının eşinin cinsel ilişkide bulunma talebini hiçbir şekilde geri çevirmeye hakkı olmadığını, eşinin izni olmadan dışarı çıkamayacağını ya da çalışamayacağını söyleyen bir Mısırlı imam, gelen tepkilerden sonra soruşturma açılması üzerine ülkesine geri dönmüştü. Yine geçen yıl başka ‘konuk imamların’ camilerde nefret vaazları vermesi, cihat ve Yahudilerin öldürülmesi çağrısında bulunması sonrasında, Berlin eyalet hükümeti camilerde görev yapacak imamların ve okullarda ders verecek din dersi öğretmenlerinin eğitileceği bir enstitü kurulması için çalışmalara başladı. Planlanan eğitim enstitüsünde yalnızca imam eğitimi verilmeyerek, Müslüman gençlere yönelik sosyal çalışma yapacak kişiler de eğitilmesi hedefleniyor. Eyalet hükümeti söz konusu enstitünün 2017’den itibaren eğitime başlamasını amaçlıyor.

 

‘Selefilik konusunda daha fazla önlem alınmalı’ diyen Yeşiller Partisi milletvekili Arif Ünal, buna rağmen Almanya’da yaşayan Müslümanlar içinde şiddet eylemlerini savunanların sayısının yok denecek kadar az olduğunun da unutulmaması gerektiğini belirtiyor. Yaklaşık 4 milyon Müslüman içinde, Sünni çizgiyi savunan aşırı İslamcı Selefilerin yüzde 0,5’lik bir oran oluşturduğunu hatırlatan Ünal, konuyla ilgili tartışmaların Alman kamuoyundaki önyargıları güçlendirecek şekilde yapılmamasına da özen gösterilmesini istiyor.

Ayrımcılık Türkiye'ye Geri Göçü Tetikliyor

Almanya’da meslek sahibi olmayan ya da eğitimsiz Türkiye kökenlilerin sosyal ve ekonomik koşullarının kötüleşmesi de dönüşü hızlandırıyor

Almanya’nın 2014 göç raporu geçen hafta açıklandı. Rapora göre Almanya'dan Türkiye'ye 31 bin 941 kişi dönüş yaptı. Dönenlerin yüzde 42,5'i 18 yaşın altında. Türkiye'den Almanya'ya gelen kişi sayısı ise 27 bin 805.

Son yıllarda artan ‘geri dönenler’ sayısı, çok sayıda araştırmaya konu oldu. Genelde ortaya çıkan sonuç, Almanya’da Türklere yönelik ayrımcılık, ötekileştirme ve İslamofobi, Türkiye’ye dönmede en büyük etkenlerden arasında yer aldığı. Almanya’da meslek sahibi olmayan ya da eğitimsiz Türkiye kökenlilerin sosyal ve ekonomik koşullarının kötüleşmesi de dönüşü hızlandırıyor.

Sakarya Üniversitesi Diaspora Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından yapılan bir yeni araştırma,ilk olarak Federal Almanya’daki Türkiye kökenlilerin yaşadıkları hak ihlallerini irdeliyor. Merkezin direktörü Bünyamin Bezci, araştırmayı yaparken amaçlarının Almanya’yı insan hakları konusunda yargılamak olmadığının altını çiziyor. Ancak Bezci, yabancılar söz konusu olduğunda insan haklarının hukuki metinlerde belirlendiği gibi uygulanmadığını saptadıklarını da açıkladı.

Konuyla ilgili 2014 verilerini temel alan raporda, çifte vatandaşlık hakkı, başörtülü çalışmak isteyen Müslüman kadınların iş yerlerinde ayrımcı muameleye tabi tutulması, cami inşaatlarında yaşanan zorluklar ve İslamofobi gibi birçok başlığa yer verilmiş.

Raporda ayrıca 2000-2007 yılları arasında 8'i Türk 10 kişinin öldürülmesinden sorumlu Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) örgütünün davasındaki ayrıntılara dikkat çekiliyor. Bunlara göre ‘Alman hukuk sisteminin yavaş işlemesi, şahitlerin kaybolması, faillerin bir şekilde intihar ediyorlar olması’ hak ihlali boyutunu gösteren gelişmeler.

Bünyamin Bezci, Almanya'nın hukuksal açıdan gelişmiş insan hakları standartlarına sahip olduğunu söylüyor ancak yetkililerin yaklaşımları olumlu olsa da, bu hakların aynı şekilde göçmenlere uygulanmamasını eleştiriyor.

Diaspora Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi, Almanya’da yabancılara yönelik ayrımcılık iddialarının bürokrasi, eğitim sistemi ve iş hayatında artarak sürdüğünü ortaya koyuyor. Direktör Bünyamin Bezci, Almanya’nın yaşadığı mülteci göçünün konuya daha da duyarlı bir yaklaşım zorunluluğunu getirdiğini vurguluyor. Bezci’ye göre, Alman hükümeti toplumsal zihniyet dönüşümü için bu konuda da olumlu algı oluşturmaya çalışmalı.

'Mülteci Krizi En Çok Çocukları Etkiliyor'

Almanya’da kayıtları yapılan en az 299 çocuğun akıbeti bilinmiyor

Bundan bir süre önce Birleşmiş Milletler Suriye’deki çatışmalarda en fazla etkilenenlerin çocuklar olduğunu ve binlerce çocuğun doğrudan çatışma nedeniyle öldüğünü, 600 bine yakınının işe yetim kaldığını açıkladı.

Yaşanan iç savaştan kaçarak başka ülkelere sığınan ve zor şartlarda yaşamlarını idare etmeye çalışan mülteciler arasında da çocukların sayısının bir milyona ulaştığı tahmin ediliyor. Eylül ayında 4 yaşındaki Aylan Kurdi'nin can verdiği ve dünyayı sarsan Bodrum'daki trajedinin ardından mülteciler arasında kaçarken yaşamlarını yitiren bebek ve çocuklar konusu da sıklıkla gündeme geldi.

Yardım örgütleri son aylarda Batı Avrupa ülkelerine ailesiz gelen mülteci çocukların sayısının dramatik şekilde artığını ve iltica başvurusunda bulunan kimsesiz mülteci çocukların özellikle Almanya’da yetkili daireleri yeni sorunlarla karşı karşıya bıraktığını belirtiyor.

Almanya’da ilticacı olarak kayıtlara geçen kimsesiz mülteci çocuk sayısı resmi verilere göre 65 bin. Yıl sonuna kadar bu rakamın 75 bin olması bekleniyor. Bu sayının gerçekleri yansıtmadığını ve çok daha fazla olduğunu savunan uzmanlar insan tacirlerinin istediği parayı denkleştiremeyen bir çok ailenin hiç olmazsa çocukları kurtulsun diyerek evlatlarını Ortadoğu’dan Almanya’ya uzanan bu tehlikeli yolculuğa gönderdiklerini tespit etmiş.

Almanya ve diğer ülkelere gelmeyi başarabilen kimsesiz mülteci çocuklar için yeni ülkeleri her şeyden önce savaştan kurtulmak ve gelecek umudu demek. Ancak yetimliğin, öksüzlüğün acısına paralel gelen mülteci çocukların bazılarının ortadan kaybolması yetkilileri tedirgin eden bir gelişme.

1 Ekim 2015’deki tespitlere göre, Almanya’da kayıtları yapılan en az 299 çocuğun akıbeti bilinmiyor. Yetkililer çocukların kaybolduğunu doğrulayarak, ülkede yaşayan yakınları tarafından alınmış olabileceği ihtimali üzerinde durduklarını belirtiyor, ancak kaçırılmış veya seks tacirlerinin eline düşmüş olmaları ihtimalini de açık bırakıyorlar. Ekim ayında Berlin’de yaşanan bir olayda 4 yaşındaki Muhammed, bir mülteci kayıt merkezinde beklerken kaçırılmış, polis daha sonra yakalan 32 yaşındaki zanlının çocuğa öldürülmeden cinsel taciz yaptığının belirlendiğini tespit etmişti.

Öte yandan ülkeye gelen kimsesiz mülteci çocukların eğitim sistemine nasıl entegre edileceği de tartışılıyor. Birçok eyalette okullar yeniden düzenlenirken, yaşları çok küçük olan kimsesiz çocuklar ‘bakıcı ailelere’ veriliyor. Yetkililer ve çok sayıda sivil toplum kuruluşu, din farkı gözetmeksizin mültecilere yardım etmeye çalışırken, Müslüman bakıcı aile bulmak ise neredeyse imkânsız.

Almanya'da 'Kavgam' Tartışması

Kavgam, gelen tepkilere rağmen 8 Ocak tarihinden itibaren Almanya’da yeniden satışa çıkacak.

Kavgam, Nazi Almanya'sında 10 milyon kez basılmıştı
Kavgam, Nazi Almanya'sında 10 milyon kez basılmıştı

1933 yılında iktidara gelen ve 2. Dünya Savaşı’nın baş sorumlusu olan Nazi lideri Adolf Hitler’in kaleme aldığı ‘Kavgam’ isimli kitap, gelen tepkilere rağmen önümüzdeki 8 Ocak tarihinden itibaren Almanya’da yeniden satışa çıkacak.

Almanya’nın 2.Dünya Savaşı’nı kaybetmesinden sonra müttefikler tarafından ‘halkı kin ve nefrete teşvik ediyor‘ suçlamasıyla satışı yasaklanan‚ Kavgam’ın telif hakları 70 yıllığına Bavyera eyaletine teslim edilmişti. Almanya’daki yasalara göre bir yazarın ölümünün üzerinden 70 yıl geçince eserlerinin telif hakkı süresi doluyor. Bavyera eyalet hükümeti geride kalan süre içinde kitabın yeniden basılmasını engellerken, telif hakkının 31 Aralık’ta sona ermesiyle ‘Kavgam‘ tekrardan piyasaya sürülebilecek.

Hitler’in özellikle Yahudilere olan kin ve düşmanlığını anlattığı manifestosunun yeniden basılacak olmasının açtığı tartışmalar basımın bilimsel bir kurum olan Münih Çağdaş Tarih Enstitüsü tarafından üstlenilmesine neden olmuştu. Alman Yahudi Cemaati kitabın basılmasına olan çekincelerinin sadece ‘yorumlu‘ bir baskı ile kalkacağını açıklamıştı.

Alman Holokost Kurbanları Derneği ise, kitabın Almanya’daki Neonaziler için bir sembole dönüşebileceğini savunup, yayınlanmasına son ana kadar karşı çıktı ve ‘Bu karar Almanya için bir utanç kaynağıdır‘ şeklinde görüş belirtti. Münih Çağdaş Tarih Enstitüsü çatısı altında iki yıl önce bir araya gelen ve tarihçilerden oluşan komisyon, Hitler’in yazdıklarını yorumlayarak, tezleri arasındaki çelişkileri ve alıntı yaptığı kaynakları ortaya koydu. Komisyon yetkilileri yorumlu ‘Kavgam’ın, dünyanın en kanlı diktatörü olarak bilinen Hitler'in özellikle ırkçı ve Yahudi düşmanı düşüncelerini çürüteceği görüşünde.

Normalde 800 sayfa olan kitap, komisyonun yorumlarıyla 150 sayfa önsöz ve 5 bin detaylı dipnot ilavesiyle toplam 2 bin sayfa olarak 59 Euroya satışa sunulacak. Kitapta Hitler’in orijinal metinleri kitabın sağ sayfalarında, tarihçi komisyonun not ve eleştirileri ise sol sayfalarda yer alacak.

Nazi döneminde Almanya’da toplam 10 milyon kez satılan ve İncil’den sonra en çok okunan kitap rekorunu kıran ‘Kavgam’, Hitler tarafından Kasım 1923'teki Nazi ayaklanmasından sonra, Münih yakınındaki Landsberg Cezaevi'nde hapis yattığı dönemde 9 ayda yazılmıştı. Kitapta, Yahudilerle ilgili ırkçı tezlerin yanısıra, Nazi düzeninin kurulmasından sonra Almanya'nın Avrupa’nın doğusuna yayılma planları ve devletçi ekonomi politikaları ile ilgili görüşler de yer alıyor.

Yıllardır internet ortamında çeşitli dillerde indirilebilen kitap, Hitler’n doğduğu Avusturya’da ve birçok Doğu Avrupa ülkesinde yasak durumda. 2005 yılında Türkiye'de telif haklarını ödenmeden kitabın basılması Almanya ile Türkiye arasında gerilime yol açmıştı. 'Kavgam' o dönemde Türkiye'de en çok satan kitaplar listesine girerken, Alman Dışişleri Bakanlığı Türk hükümetinden, ‘kitabın kin ve düşmanlığa tahrik yaptığı’ suçlamasıyla yayınları durdurmasını istedi. Ardından Bavyera hükümetinin kitabı basan yayınevleri hakkında Türk mahkemelerinde açtığı dava sonunda, kitabın yayımlanması ve satılması Türkiye'de de yasaklanmıştı. 

Ludmila Dalaman

 

 

Obama Yine Almanya’ya Gidiyor

Obama Başkanlık görevi sırasında Almanya’ya toplam beş ziyaret yaptı

aşbakan Angela Merkel, Almanya’nın kendi tarihindeki hatalardan ders çıkardığını belirterek, geride kalan 2015’de gelen bir milyonun üzerindeki sığınmacıyı ‘ülkenin geleceği için bir fırsat’ olarak tanımladı.

Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’un geleneksel Noel konuşmasının hemen tümünü sığınmacılar sorununa ayırmasından sonra, Başbakan Merkel de geleneksel yılbaşı konuşmasında ağırlığı Almanya’nın 2015 gündemine damgasını vuran sığınmacılara verdi. Almanya’nın büyük sorunları aşmakta deneyimli olduğunu belirten ve buna örnek olarak Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra iki Almanya’nın birleşmesi sürecini gösteren Merkel, bu kapsamdaki problemlerin aşılarak, ülkede bugünlerde en düşük işsizlik ve en yüksek istihdam oranının yakalandığını hatırlattı.

Sığınmacıların gelmesi ile yeni sorunlarla karşılaşıldığını ifade eden Merkel, Almanya’nın başka ülkelere kıyasla çok daha zengin olanaklara sahip olduğunu ve mültecilerin topluma uyumu için ‘zaman, güç ve paraya’ ihtiyaç olacağını söyledi. Sığınmacıların Almanya’nın değerlerine saygı göstermesi gerektiğini belirten başbakan, 'Bizim değerlerimiz, bizim geleneklerimiz, bizim hukuk anlayışımız, bizim dilimiz, bizim kanunlarımız, bizim kurallarımız, karşılıklı saygı ile yoğrulmuş ortak bir hayatın temel şartıdır. Bunlar, bu ülkede yaşamak isteyen herkes için geçerlidir.' dedi.

2015’de yaşanan mülteci karşıtı, ırkçı ve İslamofobik saldırıları kınayan Merkel, isim vermeden ‘Batı'nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar’ Pegida hareketini ve Almanya için Alternatif AfD partisini eleştirerek, ‘Alman toplumunu bölmeye çalışan, Almanlığı sadece kendilerine layık görerek, başkalarını ötekileştiren oluşumlara karşı tavır koymalıyız’ dedi. Merkel'in bu seneki yılbaşı konuşması, bir ilke de sahne oldu. Başbakanın konuşması televizyondaki yayına paralel, ZDF adlı televizyon kanalının internet sitesinde, Arapça ve İngilizce altyazı ile yayınlandı. Federal Uyum Bakanı sosyal demokrat politikacı Aydan Özoğuz, mültecilere bir jest olarak, Merkel'in yılbaşı televizyon konuşmasının Arapça altyazı ile yayınlanmasını taleb etmişti. Mültecilerin yılın konusu olduğunu belirten Özoğuz, bu yüzden konuşmaları mültecilerin de anlayabilmelerinin anlamlı olacağını söylemişti. Merkel'in konuşması arabic.ZDF.de ve english.zdf.de linklerinden izlenebilecek.

Bu arada yılın son gününde Berlin’de Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, ABD Başkanı Barack Obama’nın önümüzdeki nisan ayında Almanya’yı ziyaret edeceği bildirildi. Beyaz Saray tarafından da doğrulan açıklamada, Obama’nın ziyaret kapsamında Başbakan Merkel’le birlikte dünyanın en önemli sanayi fuarı olan Hannover Messe’yi açacağı duyuruldu. Hannover Messe’nin açılışı 25 Nisan için planlanıyor. Konuyla ilgili haberlere göre, iki liderin başkent Berlin’e gelmeleri şu an için öngörülmüyor. Hannover’de yapılacak zirvede uluslararası konuların yanısıra, ağırlıklı olarak ekonomik ilişkiler ve AB ile ABD arasında Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı TTİP görüşmelerinin ilerletilmesi hedefleniyor. 800 milyonluk nüfusuyla dünyanın en büyük serbest ticaret bölgesini oluşturacak anlaşmanın 2016’da yürürlüğe girmesi hedefleniyordu. Anlaşma AB için yıllık 120 milyar euroluk ekonomik büyüme ve yaklaşık 400 binlik ek istihdam anlamına geliyor.

Görev süresi 2017'nin sonunda bitecek olan Obama, Almanya'yı muhtemelen son kez resmen ziyaret edecek. Barack Obama henüz başkan olmadan, 2008 yılı yazında Berlin’i ziyaret etmiş, yaklaşık 200 bin kişilik bir kalabalığa hitap etmişti. Başkanlık görevi sırasında Almanya’ya toplam beş ziyaret yapan ve son olarak geçen Haziran ayında Bavyera Eyaletindeki G7 zirvesine katılan Obama, 2013 Haziran ayında ise  başkent Berlin'e gelerek ünlü 'Brandenburg Kapısı' önünde bir konuşma yapmıştı.

Zaimoğlu'nun yeni kitabı ‘Sieben Türme Viertel’ (Yedikule Mahallesi) Alman edebiyat eleştirmenlerinden tam not aldı 

Zaimoğlu, göç olgusunun kendi yaşamını olduğu gibi edebiyatını da etkilediğini belirtiyor 

Almanya’da Türk edebiyatı denince akla ilk olarak Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’un yanısıra, Nazım Hikmet ve Yaşar Kemal gibi yazarlar gelir. Ancak Almanya’da yaşayan ya da burada doğup büyümüş Türkiye kökenli yazarlar son yıllarda edebiyatseverler tarafından takip edilerek, okunanlar listelerinde kendilerine yer bulmaya başladı. Eleştirmenler Emine Sevgi Özdamar, Zafer Şenocak ve Hilal Sezgin gibi genç isimlerin Alman edebiyatını zenginleştirdiğini belirtirken, Almanca yazan Türkiye kökenlilerin kısa süre içinde bir edebiyat geleneği oluşturduğu da biliniyor. Söz konusu isimler arasında en çok tanınanı ise kuşkusuz Feridun Zaimoğlu. 1964‘de Bolu’da dünyaya gelen ve bir yaşından bu yana ailesiyle birlikte Almanya’da yaşayan Zaimoğlu, ‘Kafa örtüsü‘ adlı ilk eserini yayımladığı 1995 yılından bu yana çağdaş Alman dilinin kitapları en çok satan yazarları arasında yer alıyor. Zaimoğlu‘nun çok sayıda roman, hikaye ve denemesi bulunuyor. ‚Kafa Örtüsü’nün yanısıra ‚Leyla‘, ‚Aşk Yanığı‘ gibi romanları Türkçe’ye de çevrilen yazar Almanca'nın sözdizimini, kalıplarını ve lügatini bilinçli bir şekilde bozarak yeni kuşak Türk göçmenlerin kullandığı kırık dili de kendi eserlerine yansıtıp, eserlerinde 'karşı dil' kullanıyor. Zaimoğlu'nun yeni kitabı ‘Sieben Türme Viertel’ (Yedikule Mahallesi) Alman edebiyat eleştirmenlerinden tam not aldı ve ülkenin bu yıl çıkan en iyi 20 romanı listesine seçildi. Yazar yeni romanında babasının İstanbul’da Yedikule’de geçen gençlik döneminden yola çıkarak, bir ülkeden bir başka ülkeye göçmenin hissiyatını anlatıyor.

Bilgisayar kullanmayan ve kitaplarını daktiloda yazan Zaimoğlu, göç olgusunun kendi yaşamını olduğu gibi edebiyatını da etkilediğini ve kimlik arayışının yeni kitabına yansıdığını belirtiyor. 

 

Ludmila Dalaman

Türkiye'nin adayı 'Sivas' Oscar'dan elendi; Türk yönetmenli Fransa adayı 'Mustang' ön finalde

Berlinli yönetmen Kaan Müjdeci'nin "Sivas" filmi son 9 yapıt arasına giremedi

88. Oscar Ödülleri "Yabancı Film" dalında Türkiye'yi temsil eden Kaan Müjdeci'nin "Sivas" filmi son 9 yapıt arasına girmezken, diğer Türk yönetmen Deniz Gamze Ergüven'in Fransa adına yarışan "Mustang"ı ön finale kaldı.

"Yabancı Film" dalında yarışacak son 5 film 8 Ocak'ta açıklanacak. Ön finale kalan 9 aday film şöyle:

- "The Barand New Testament" (Belçika)
- "Embrance of the Serpents"  (Kolombiya)
- "A War" (Danimarka)
- "The Fencer" (Finlandiya)
- "Mustang" (Fransa)
- "Labyrinth of Lies" (Almanya)
- "Son of Saul" (Macaristan)
- "Viva" (İrlanda)
- "Theeb" (Ürdün) 

Ludmila Dalaman

Almanya’da ‘Irkçı Şiddet’ Artıyor

Bu yıl içinde sığınmacı yurtlarına 800’den fazla saldırı yapıldı

Almanya’da bir yandan Başbakan Angela Merkel’in sığınmacılara yönelik ılımlı politikaları tartışılırken, diğer taraftan sığınmacı yurtlarına yönelik saldırılar adeta rekor seviyeye ulaştı.Federal İçişleri Bakanlığı’nın konuyla ilgili bir soru önergesine verdiği cevaba göre, bu yıl içinde sığınmacı yurtlarına 800’den fazla saldırı yapıldı ve geçen yıla kıyasla 4 kat artış tespit edildi. Bu saldırıların bir kısmı yabancı düşmanı ve aşırı sağcı sloganların duvarlara yazılması, molotof kokteyli ve taş atma gibi saldırılar olurken bir çok yerde sığınmacı yurdu ateşe verildi, saldırılarda toplam 104 sığınmacı yaralandı. Öte yandan sığınmacılara yönelik doğrudan şiddet olaylarında da büyük bir artış yaşandı.

Kasım ayına kadar bin 610 olay kayda geçerken, eldeki verilere göre her dört saldırıdan sadece birisinin failleri mahkeme karşısına çıkarılarak yargılandı, açılan soruşturmaların hemen hepsi delil yetersizliğinden kapatıldı ve ikisi dışında hiçbir bir saldırı tam olarak aydınlığa kavuşturulamadı. Yapılan yorumlarda Almanya’da ırkçı şiddetin‚ yeni ve ürkütücü bir boyuta’ ulaştığı vurgulanırken, çoğunluğu can güvenliği olmadığı için Almanya’ya sığınmak zorunda olan mültecilerin yaşamlarının bu saldırılar nedeniyle Almanya’da da tehlikede olduğu belirtildi.

Kamuoyunda tedirginliğe neden olan bir diğer sayı ise sığınmacı sayısının bir milyon sınırını geçmesi ve yurtlara yerleştirilmelerinin yol açtığı tartışmaların göçmen düşmanı eylemlere de ivme kazandırması. Aşırı sağcı ve ırkçı kişi ve grupların göçmenlere karşı kayda geçen suçlarının sayısı yılın ilk 11 ayında 3 bin 625 oldu. Bu sayı geçen yıla kıyasla yaklaşık iki kat arttı. Son olarak Pazartesi gecesi Stuttgart kentinde Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne ait Feuerbach Camisi‘ne kundaklama girişiminde bulunuldu. Yanıcı ve patlayıcı madde kullanılarak gerçekleştirilen saldırıda caminin kitap satış bölümü, market ile bürolar yandı. Güvenlik kameralarına yansıyan görüntülere göre, dört maskeli kundakçı gece yarısı ellerindeki taşlarla caminin pencerelerini kırarak binanın içine molotof kokteyli attı. İtfaiyenin olay yerine çok hızlı ulaşması sonrasında daha büyük çaplı yangının önüne geçildiği aktarılırken, polis kundaklama girişiminin nedeninin araştırıldığın, ancak güvenlik kamerası kayıtlarından kimlik tespiti yapılamadığı belirtti. Geçtiğimiz günlerde Stuttgart Başkonsolosluğu’na boyalı saldırıda bulunulmuş, kentteki bir başka caminin duvarına ise gamalı haç çizilmişti.

Öte yandan  İslam ve göçmen karşıtı, Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar ‘Pegida' hareketinin düzenlediği gösterilerde bu yıl en az 29 gazetecinin saldırıya uğradığı açıklandı. Avrupa Basın ve Medya Özgürlüğü Merkezi’nin Leipzig kentinde yaptığı açıklamada, birçok gazetecinin yürüyüşlerde tehdit edildiği, 29’una ise fiziki saldırı yapıldığı aktarıldı. Geçen Nisan ayında Pegida taraftarlarının Berlin’de düzenlediği bir gösteride İslam karşıtı iki  gösterici taşıdıkları bayrak direğini Türk kameraman Metin Yılmaz’ın sırtına saplayarak, yaralanmasına yol açmışlardı.

Berlin´de Star Wars çılgınlığı başladı

Dünyayı etkisi altına alan Star Wars çılgınlığı, renkli görüntüler yaşanmasına neden oldu

Starwars bu kez J.J.Abrams´dan
Starwars bu kez J.J.Abrams´dan

Dünyayı etkisi altına alan Star Wars çılgınlığı, Berlin’de de renkli görüntüler yaşanmasına neden oldu. Hayranlardan bazıları, serinin son filmi Güç Uyanıyor’u Star Wars karakterlerinin kostümlerini giyerek karşıladı. Geç olsun da güç olmasın diyelim. Star Wars hayranları olarak 32 sene bekledik, ve sonunda baştan sona heyecanlandıran, nefes kesen, yaratıcı, yetenek dolu, ve her anlamıyla harikülade bir Star Wars filminin vizyona girmesine şahit oluyoruz. On sene önce biten, George Lucas’ın kontrolü altında yaratılan prequel üçlemesi, her ne kadar teknik olarak Star Wars havasını, teknolojisini, karakter arketiplerini seyirciye sunmuş olsa da yaratıcılık, hikaye, ve kinetik görsellikler bakımından sınıfta kalıyordu.

Ta kariyerinin başından beri yönetmenlikten pek haz almadığını itiraf etmiş olan Lucas, sıra prequel’lara geldiğinde belki de kendi prodüksiyon stüdyosu Lucasfilm’in imparatoru olarak yavan ve enerjisiz bir yönetim sunmak yerine, bu efsane serinin kontrölünü orjinal üçleme ile büyümüş yeni yeteneklere verseymiş daha hayat dolu bir üçleme çıkarabilirdi.

 

Hikaye bakımından Güç Uyanıyor, bir bakıma orjinal üçleme ve yeni üçleme arasında bir köprü görevi görüyor.Jurassic World gibi nostalji pornolarındaki ‘Sırf seyircinin ilk filmlerde sevdiği elementlere göndermede bulunarak parayı koparalım’ tarzı sinik bir yaklaşım yok Abrams’ın Star Wars’unda.

Evet, hikaye neredeyse adımı adımına ilk Star Wars filmi A New Hope’u takip ediyor: Bu sefer adı First Order olan yeni İmparatorluk bir droid’in içinde saklanmış olan önemli bilgilerin peşinden gidiyor, Luke Skywalker gibi unutulmuş bir çöl gezegeninde yaşayan mütevazi bir karakter Joseph Campbell’in ‘The Hero’s Journey’ şablonunu takip ederek Güç’le olan bağını keşvediyor, Han Solo tarzı bir karakter hikayeye bencil motivasyonlarla başlamasına rağmen evrende bir değişiklik yapabileceğinin farkına varıyor vs... Ve evet, eski Death Star’dan on kat büyük yeni bir Death Star bile var.

Sıra teknik tarafa geldiğinde, oyuncuları yeşil perde önünü koyup her sahneyi banal uzun çekimlerle yaratan prequel’lara kıyasla bariz bir görsel yaratıcılık dopingi var Güç Uyanıyor’da. Gerçek mekanlar ve CGI elementler arasında muazzam bir bileşim yaratılmış. Savaş sahneleri boyunca karakerlerin uzun planlarla gerçek mekanlarda koşturmasını izlemek orjinal üçlemenin cazibesini yeniden yakalattırıyor. Pratik kuklalar ve CGI animasyonu bir araya getirerek yaratılan yaratıklar ise prequel’lara kıyasla daha gerçekçi bir havaya sahip.

Abrams, ekibin belki de aylarca üzerinde çalıştığı bazı yaratıkları arka planlara sokuşturup iki saniyede geçen çekimlerde kullanıyor, bu sayede orjinal üçlemenin yarattığı detaya saygı, burada da yakalanıyor. Tahminim o ki, hayranlar filmi tekrar tekrar izlerken bir sürü yeni detaylar keşvedecek. Ha, ayrıca Abrams hakkında dalga geçilen ‘lens flare’ efekti hemen hemen hiç yok filmde, bu konuda rahat bir nefes alabiliriz.

Güç Uyanıyor ile yeni ve eski arasındaki köprü muazzam bir biçimde yaratılıyor. Artık bundan sonraki filmlerin görevi, bu köprüden geçerek Star Wars efsanesini hem hikaye içinde, hem de gerçek dünyada, yeni jenerasyonlara aktarmak.

 

Ludmila Dalaman

 

 

Merkel “Yılın Kişisi” Seçildi

29 yıldan bu yana Time'ın ‘Yılın Kişisi’ seçtiği ilk kadın olan Merkel, Almanya’da mülteci krizi nedeniyle zor günler geçiriyor

Merkel Time tarafından 'Yılın Kişisi' seçildi
Merkel Time tarafından 'Yılın Kişisi' seçildi

Son beş yıldır Forbes dergisi tarafından dünyanın en güçlü kadını seçilen Almanya Başbakanı Angela Merkel şimdi de dünyanın en saygın haber dergilerinden olan Time tarafından 'Yılın Kişisi' seçildi.

Her yıl yapılan konuyla ilgili ankette finale kalanlar arasında terör örgütü IŞİD lideri Ebubekir Bağdadi ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in önünde yer alan Merkel’in, Yunanistan’daki kriz, mülteci sorunu ve terör örgütü IŞİD’le mücadele konularındaki başarıları nedeniyle ön plana çıktığını açıklayan dergi, Merkel'i ‘Özgür dünyanın başbakanı’ olarak tanımladı. Merkel’in liderlik özelliklerini öven Time Baş Editörü Nancy Gibbs, “Almanya başbakanını beğenebilirsiniz ya da beğenmeyebilirsiniz. Ama bilinmesi gereken kolay yolu seçmeyen bir politikacı olduğu” görüşünü savundu. Merkel için “Çoğu Alman politikacının cesaret bile edemediğini isteyen ve zorbalığa karşı taviz vermeyen bir siyasetçi” ifadelerini kullanan Gibbs, bu yıl Merkel’in Avrupa’da yaşanan her krize sahip çıktığını belirtti.

 

Federal Hükümet Sözcüsü Steffen Seibert, Merkel’in bu seçimle onurlandırıldığını ve “Almanya ile Avrupa’nın ilerlemesi için yaptığı çalışmaların ivme kazanacağını,” söyledi.

29 yıldan bu yana Time'ın ‘Yılın Kişisi’ seçtiği ilk kadın olan Merkel, Almanya’da mülteci krizi nedeniyle zor günler geçiriyor. Birlik Partilerinden çok sayıda siyasetçi Merkel’in mülteci politikasında değişiklik istiyor. AB’nin Türkiye ile mülteci politikaları konusunda daha sıkı işbirliği yapmasına önayak olan Merkel'in, önümüzdeki haftasonunda Karlsruhe'de gerçekleşecek CDU Kurultayı'nda delegelerin desteğini almak için mültecilerle ilgili yeni bir taslağı gündeme getirmesi bekleniyor.

Bu yıl içinde Almanya'ya 1 milyon sığınmacı geldi. Merkel Ağustos ayında Macaristan’da yaşanan olaylardan sonra hiç tereddüt etmeden zorda kalan mültecilere kapıları açarak, halkın sevgi ve desteğini kazandı. Başlangıçtaki coşku kısa sürede yerini tepkilere bıraktı. Geride kalan haftalarda göçmen ve mülteci karşıtı “Almanya için Alternatif” adlı parti güçlenirken, Merkel'e ve partisi CDU’ya kamuoyu desteğinin azaldığı belirlendi. Bundan kısa bir süre önce Almanların %71’i 2017'de federal seçim sonrası yeniden başbakan olmasına destek verirken, bu oran %48'ye düştü.

1954 yılında dünyaya gelen Angela Merkel, eski Doğu Almanya'da büyüdü. 2000 yılından bu yana CDU'ya liderlik eden Merkel, 22 Eylül 2013'te yapılan genel seçimlerin ardından üçüncü dönem başbakanlık koltuğuna oturdu.

Ludmila Dalaman

 

Almanya’da İşçi Açığını Mülteciler Çözer mi?

Almanya’daotomotiv, metal ve imalat alanlarının yanı sıra sağlık sektöründe en az 610 bin iş yeri kalifiye eleman eksikliği nedeni ile doldurulamıyor

Avrupa Birliği’nde Yunanistan, İspanya ve Fransa gibi ülkelerde işsizlik rekorları kırılırken, Almanya tam anlamıyla istihdam mucizesi yaşıyor. Federal İstatistik Dairesi’nin açıkladığı resmi rakamlara göre bu yılın Kasım ayında Almanya'da işsizlerin sayısı yüzde 6,3 oranı ile 2 milyon 633 bine geriledi.

Bu sayı Ekim ayına kıyasla 16 binlik, geçen yılın aynı dönemine kıyasla da 84 bin kişilik bir azalma anlamına geliyor. İşsiz sayısı Doğu ve Batı Almanya'nın birleştiği 1991 sonrasının en düşük seviyesine gerilerken, iş sahibi olanların sayısı da 43 milyon 418 binle yeni bir rekor kırdı.

Uzmanlar bu gidişatla Almanya’da tam istihdam hedefine ulaşılabileceğini belirtiyorlar. Almanya’nın ihracat alanında yüksek teknoloji ürünleri ile dünyada liderliğe oynaması, aynı zamanda enerji ve hammadde fiyatlarında yaşanan gerileme istihdam piyasasını olumlu etkileyen unsurlar arasında yer alıyor. Konjonktür tahminlerinde Alman ekonomisinin önümüzdeki yıl büyüme hızını arttıracağından ve bunun diğer Avrupa Birliği ülkelerine de olumlu yansıyacağından yola çıkılıyor. Berlinli işadamı Nihat Sorgeç, Başbakan Merkel’in 2008 sonrasında yaşanan ekonomik krizde ihracata yönelik aldığı tedbirlerin bugünkü istihdam mucizesine yol açtığı görüşünde. 

Almanya’da şu anda birçok sektörde iş gücü açığı da artıyor. Otomotiv, metal ve imalat alanlarının yanı sıra sağlık sektöründe en az 610 bin iş yeri kalifiye eleman eksikliği nedeni ile doldurulamıyor. Demografik dönüşüm ve yaşlanan nüfus nedeniyle bu açık önümüzdeki dönemde de büyümeye devam edecek. Birçok uzman emeklilik politikaların iş piyasasındaki duruma uydurulmasından yana tavır alıyor ve normalde 67 olan emeklilik yaşının 69’a çıkarılmasını öneriyor. Almanya’da metal ve madencilik gibi bazı meslek gruplarında 45 iş yılının ardından 63 yaşında emekli olmak mümkün.

Bu arada istihdam piyasının iş gücü ihtiyacı konusunda kısa ve uzun vadeli değerlendirmelerde sığınmacıların katkısının ne olacağı çok tartışılan bir konu. İşverenleri temsil eden kurumlar sığınmacı akınını olumlu olarak değerlendirerek, iltica başvurusu kabul edilenlerin kalifiye eleman açığınının kapanmasında önemli bir görev üstleneceğini savunuyor.

Başta Suriye olmak üzere Irak ve Afganistan gibi ülkelerden gelen sığınmacıların teknik meslek ve hizmet sektörü alanlarında eğitim almaları durumunda istihdam piyasasına kazandırılabileceğinden yola çıkan uzmanlar, sığınmacıların yüzde 50'sinin beş yıl, yüzde 70 ila 80’inin ise en geç on yıl sonra istihdam piyasasına girmiş olacağını öne sürüyor ve mültecilere yönelik harcamaları ‘Almanya’nın geleceğine yatırım’ olarak isimlendiriyor.

Mülteci akınının Almanya'nın devlet bütçesine kısa vadeli maliyeti ise tahminlere göre bu yıl 21,1, gelecek yıl ise 22,6 milyar Euro olacak. Bu yılın sonuna kadar toplam 1,1 milyon sığınmacının ülkeye geleceğinden yola çıkılıyor.

Yurtdışındaki Türkler Hükümet Programından Memnun mu?

Davutoğlu’nun açıkladığı hükümet programında özellikle genç erkekleri ilgilendiren dövizli askerlik bedelinin 6 bin Eurodan bin Euroya düşürülmesinin yanısıra, emeklilere yeni haklar dikkat çekti

Yurt dışında yaşayan milyonlarca Türk, uzun yıllardır Türkiye’deki seçimlerde oy kullanmak istediklerini dile getiriyorlardı. Türkiye sınırları dışındaki 2 milyon 800 bin civarındaki Türk vatandaşı, bulundukları ülkede Türkiye’deki seçimler için oy kullanma hakkının verilmesi sonrasında ilk kez geçen yıl cumhurbaşkanlığı seçimlerine, bu yıl da 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerine katılabildi.

Şimdilik sadece ‘seçme hakkı’ olan Avrupalı Türklerin sayısının 2,5 milyon olması, Türkiye’deki siyasi partilerin iştahını kabartırken, özellikle 7 Haziran seçimleri öncesinde partiler yurt dışındaki Türklere yönelik vaat yarışına girdi. AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli Almanya’da düzenledikleri seçim mitinglerinde iktidara gelmeleri durumunda yurt dışı Türkleri için neler planladıklarını anlattılar.

AKP bu yıl yapılan her iki seçimde yurtdışında da açık ara birinci parti oldu. Partilerin vaat yarışında da ön sırada yer alan AK Parti’nin vaatlarından bir bölümü Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, Çarşamba günü okuduğu 64. Hükümet Programı’nda da yer aldı.

Programda, borçlanarak emekli olanların yarı zamanlı çalışabilmesi, askerlik bedelinin bin Euroya düşürülmesi, yeni başkonsolosluklar açılması ve yurtdışındaki Türk dernek ve kuruluşlarının güçlendirilmesi yer alıyor.

Davutoğlu’nun açıkladığı programda özellikle genç erkekleri ilgilendiren dövizli askerlik bedelinin 6 bin Eurodan bin Euroya düşürülmesinin yanısıra, emeklilere yeni haklar dikkat çekti.

‘Türkiye’den borçlanarak emekli olan yurtdışındaki emeklilerin bulundukları ülkelerde yarı zamanlı çalışabilmeleri için ikili anlaşmalarımız çerçevesinde gerekli çalışmaları yapacağız.’ denilen programda, Türkiye’de emeklilik aylığı alanların yaşadıkları ülkelerde de çalışabilmeleri hedefleniyor.

Yurt dışı öğretmen sayısının artırılması hedefi, anadil eğitiminin yaygın olarak verilmesi ve kültürel kimliklerin korunması için yurtdışındaki sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerini desteklenmesi de hükümet programına yansırken, yükseköğrenimlerini Türkiye’de görmek isteyen gençlere yönelik kontenjanlarının artırılması da hedefler arasında yer aldı.

1 Kasım seçimi öncesinde Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun duyurduğu aynı soyadını taşıyan aile mensuplarının beraber seyahat etmesi durumunda THY uçuşlarında yüzde 20 indirim geçen günlerde yaşama geçirilmişti.

Son yıllardaki zamlarla 217 Euro’ya çıkan pasaport harcını 100 Euro’ya düşürme vaadi ise vaat olarak kaldı, tersine harçların 1 Ocak 2016’dan itibaren daha da artacağı açıklandı.

Başta AK Parti olmak üzere tüm partiler seçimi kazanmaları durumunda yurt dışındaki seçmenlerine yaşadıkları ülkelerin seçim bölgesi ilan edileceği sözünü verdi. Ancak hükümet programında bu vaadin de sözde kaldığı ortaya çıktı.

Yurtdışındaki Türk seçmenin seçimlere katılımın daha fazla olabilmesi için başta oy verme merkez sayısının artırılması ve yurt dışının seçim bölgesi yapılarak kendi milletvekillerini seçmelerine imkan tanınması Almanya’daki Türk dernek ve kuruluşlarının da sürekli olarak dile getirdiği talepler. AK Parti’nin Avrupa’daki teşkilatlanması olarak görülen Avrupalı Türk Demokratlar Birliği UETD’nin Genel Başkanı Süleyman Çelik, bu iki konunun programda yer almamasını hata olarak tanımlıyor.

Bu arada ihtiyaç duyulan ülkelerde yeni başkonsoloslukların açılması ve yetersiz kalan başkonsolosluk binalarının yenilenmesi hükümet programına yansıyan diğer hedefler arasında.

Berlin'i Soğuk Savaş Günlerine Götüren Film

‘Casuslar Köprüsü’ adlı film izleyiciyi, 1950'li yıllarda Soğuk Savaş'ın henüz başlarında, ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki tansiyonun yükseldiği döneme götürüyor

Berlin 1950’li yıllardan sonra yaşanan Soğuk Savaş döneminin dünya çapında tanınan merkezlerinden biri. Doğu ile Batı Almanya’yı, ve o dönemdeki sosyalist ülkelerin Varşova Paktı ile batılı müttefiklerin NATO’sunu ayıran Berlin Duvarı ve iki tarafın casuslarının değiş tokuşunun gerçekleştiği Glienicke Köprüsü konuyla ilgili tüm tarih kitaplarının vazgeçilmezleri arasında yer alıyor.

Berlin Duvarı 9 Kasım 1989’da Doğu Almanya’daki halk ayaklanması sonrasında yıkıldı, bugün kente gelen turistler sadece birkaç yerde ‘müzelik atraksiyon’ olarak korunan alanlarda duvarın anlamını ve önemini kavramaya çalışıyorlar. Soğuk Savaş’ın diğer simgesi Glienicke Köprüsü de turistlerin ‘Berlin’de mutlak görülmesi gereken yerler’ listesinde üst sıralarda yer alıyor.

Havel nehrinin ayırdığı Berlin ile hemen yanıbaşındaki Postdam kentleri arasında ulaşımı sağlayan köprü bugünlerde beyazperde de Amerikan yönetmen Steven Spielberg'in son filmi ile adeta eski günlerine dönüyor. Üç Oscar ödülü sahibi Spielberg’in 2010 yılında kaleme alınan aynı isimli romandan uyarladığı ‘Casuslar Köprüsü’ adlı film izleyiciyi, 1950'li yıllarda Soğuk Savaş'ın henüz başlarında, ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki tansiyonun yükseldiği döneme götürüyor.

Gerçek bir hikayeye dayanan ve senaryosunu Oscar ödüllü Joel ve Ethan Coen kardeşlerin yazdığı filmde Sovyetler Birliği için casusluk yapan Rudolf Abel'in 1957 yılında FBI tarafından yakalanması ve 1962 yılında ABD ajanlarıyla takas edilmesi anlatılıyor.

Casus Rudolf Abel'e İngiliz aktör Mark Rylance hayat verirken, Abel'in avukatını Tom Hanks canlandırıyor.

Gerçekte 1960’da Adana İncirlik üssünden havalandıktan sonra Sovyetler Birliği hava sahasında U-2 casus uçağı düşürülen ve esir alınan ABD pilotu Francis Gary Powers 1962’de ABD’de tutuklu bulunan KGB ajanı Rudolf Abel’le Glienicke Köprüsü’nde takas edilmişti.

Soğuk Savaş’ın sıcak savaşa dönme tehlikesi nedeniyle o günlerde tüm dünyanın nerdeyse nefesini tutarak izlediği bu takas sonrasında Glienicke Köprüsü ilerleyen yıllarda başka ajan takaslarına da sahne oldu. Haziran 1985’te çoğu CIA üyesi olan 30 ajan, köprünün tam ortasındaki sınırı belirleyen beyaz çizgiyi geçerek, tekrardan özgürlüklerine kavuştu.

Akıllarda en çok kalan son takas ise 11 Şubat 1986'da tarihinde gerçekleşti. Sovyetler Birliği’nde ihanet ve casusluk iddiasıyla 1977'de hapse atılan Yahudi kökenli rejim muhalifi Anatoli Şaranski ve üç batılı casus karı-koca, KGB ajanı olan Karl ve Hanna Koecher adlı Alman çifti ile takas edildi.

Buz gibi bir havada televizyon kanallarının canlı yayınladığı takas daha sonra çevrilen hemen tüm casus filmlerine ilham sağlayan bir atmosferde gerçekleşti ve Glienicke Köprüsü’nü tarihe geçirdi.

CIA başkanlarından William Colby’nin, anılarında ‘Köprünün yarısı bizimdi, yarısı onların. İki devlet bazı sorunları gizlice çözmek istediklerinde, buluşmaları için en uygun yer orasıydı.’ şeklinde anlattığı Glienicke Köprüsü 1907 yılında inşa edildi.

1945’de, 2.Dünya Savaşı’nın son günlerinde Sovyet Ordusu’nun Berlin’e girişine sahne olan köprü, 1961 yılında Berlin Duvarı’nın dikilmesiyle trafiğe kapatıldı. William Colby’nin belirttiği gibi, köprünün bir yarısı Doğu, diğer yarısıysa Batı Berlin sınırları içerisindeydi.

Berlin Duvarı’nın yıkılmasının hemen ertesi günü, 10 Kasım 1989’da Berlinliler ve Postdamlılar köprü üzerindeki nöbet kulübelerini ve köprüyü ayıran bariyeri yerle bir ederek, tekrar bir araya geldiler.

O gün sonrasında köprü yeniden normal trafiğe açıldı. ‘Casuslar Köprüsü’ adlı filmin hemen tümünü Potsdam’daki Babelsberg stüdyolarında çeken Spielberg, filmin en önemli sahneleri olan takasın çekimi için köprüyü bir haftalığına kiralayıp, trafiğe kapattı.

O günlerde böyle bir tarihi olayı kaçırmak istemeyen Başbakan Angela Merkel, çekimleri yerinde izleyerek, yönetmen Spielberg ve oyuncu Tom Hanks’le sohbet etmiş ve ardından da hatıra fotoğrafı çektirmişti. ‘Casuslar Köprüsü’ Almanya’da 26 Kasım, Türkiye’de ise 27 Kasım günü vizyona giriyor.

Ludmila Dalaman

Almanya'da Terör Tehdidi Maç İptal Ettirdi

Almanya ve Hollanda A milli futbol takımları arasında yapılması planlanan dostluk maçının, radikal İslamcı terörist saldırı tehdidi sebebiyle iptal edildi

 

Paris’te 132 kişinin ölümüyle sonuçlanan terör saldırılarının yankıları ve ardından alevlenen güvenlik tartışmaları, Almanya’nın gündeminin bir numaralı konusu olmaya devam ediyor. Paris’teki saldırıdan sonra oluşan tedirgin hava, dün akşam Almanya ve Hollanda A milli futbol takımları arasında yapılması planlanan dostluk maçının, radikal İslamcı terörist saldırı tehdidi sebebiyle iptal edilmesiyle yeni bir boyut kazandı.

Maçın oynanacağı Hannover kentinde polis, karşılaşmanın güvenlik gerekçesiyle iptal edildiğini açıkladı ve 50 bin seyirci kapasiteli HDI Arena adlı statta bulunan taraftarlar ve gazeteciler dışarı çıkarıldı. Açıklamada “somut tehlike içeren bir durum” nedeniyle güvenlik konusunda çekinceler olduğu ve iptal kararının alındığı kaydedildi.

Karşılaşmayı Başbakan Angela Merkel ve çok sayıda bakanın izlemesi de planlanıyordu. Merkel ve bakanlar uçakla Berlin’e geri dönerken, başlama düdüğünden yaklaşık bir saat önce verilen alarmla stadın boşatılmasında panik yaşanmadığı duyuruldu. Akşam saatlerinde basının önüne çıkan Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, gelen somut bir tehdit üzerine maçın iptali ve stadın boşaltılması şeklinde bir karar almak zorunda kaldıklarını bildirdi. Stadyum ve çevresinde şüpheli şahıslar olduğu iddialarını yanıtlamayan de Maiziere, “Ayrıntıları açıklamamız kamuoyunda büyük korkulara neden olabilir” şeklinde bir açıklama yaptı. Almanya’da “ciddi bir terör tehlikesi” olduğunu söyleyen Federal İçişleri Bakanı, terör tehdidi istihbaratının Fransız yetkililerden geldiğini de doğruladı.

Öte yandan dün Paris saldırılarıyla bağlantılı olduğu iddia edilerek gözaltına alınan yedi kişi akşam saatlerinde serbest bırakıldı. Belçika ve Hollanda sınırlarına yakın Aachen kentinin civarında gün boyunca üç operasyon düzenleyen polis, ikisi kadın yedi kişiyi şüpheli gerekçesiyle gözaltına almıştı. İçişleri Bakanı de Maziere, “Bir market çalışanın Paris’teki saldırıda kullanılan aracı kiralayan Salah Abdeslam’i gördüğü ihbarı üzerine gözaltına alınan kişilerin Paris’teki terör saldırısıyla ilişkisi olmadığı anlaşıldı.’ şeklinde bir açıklama yaptı. Bu arada ülkede havaalanları ve tren istasyonları gibi kalabalık alanlarda güvenlik artırıldı.

Alman Futbol Federasyonu hafta sonunda planlanan Bundesliga’daki futbol maçlarının iptal edilebileceğini duyururken, son günlerde sinema, tiyatro ve konserlere olan ilginin hissedilir şekilde azaldığı dikkat çekti. Ülkeyi esir alan terör paranoyası, Müslümanlara ve özellikle de Müslüman mültecilere yönelik tartışmaların gerginleşmesine ve Müslümanlar üzerindeki baskının artmasına da neden oluyor. Gazete yorumlarında ve sosyal medyadaki tartışmalarda Almanya'da İslam ve Müslümanlar ne kadar tehlikeli sorusu yeniden tartışılmaya açılırken, İslami kuruluşların temsilcileri teröre karşı tavır koymaya devam ediyor. Almanya Diyanet İşleri Türk İslam Birliği sözcüsü Zekeriya Altuğ, Paris’teki terör olaylarının Avrupa ve Almanya’da yaşayan Müslümanlara mal edilmek istendiğini ama terörist grupların İslam adına hareket ettikleri iddiasına rağmen bunun yalan olduğunun bilinmesi gerektiğini açıkladı.

Almanya’daki İslami dernekler ve Türk sivil toplum kuruluşları geçen Pazartesi ortak bir açıklama yaparak, terör saldırılarını sert şekilde kınadıklarını ve yapılanları lanetlediklerini duyurmuştu. Terörün her türlüsüne karşı olduklarını dile getiren örgüt yetkileri Fransa halkına başsağlığı dileyerek, “Paris’in yanındayız” mesajı verdiler.

8 Türk Öldüren Alman Teröristin Davası Ertelendi

NSU’nun lideri Beate Zschaepe’nin davası, yaşanan son sürpriz gelişmeler yüzünden ertelendi


2000–2007 yılları arasında 8’i Türk 10 göçmen esnafı öldüren aşırı sağcı terör örgütü NSU’nun lideri Beate Zschaepe’nin davası, yaşanan son sürpriz gelişmeler yüzünden ertelendi

2000–2007 yılları arasında 8’i Türk 10 göçmen esnafı öldüren aşırı sağcı terör örgütü NSU’nun lideri ve konuyla bağlantılı davanın baş sanığı Beate Zschaepe’nin bugün için planlanan duruşmada sessizliğini bozması bekleniyordu. Ancak dün yaşanan sürpriz gelişmeler sonrasında duruşma son anda iptal edildi ve Münih Eyalet Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın hakimi Manfred Götzl tarafından gelecek haftaya ertelendi.

Zschaepe’nin, dava başladığından bu yana sürdürdüğü suskunluğunu avukatı Mathias Grasel’in 245. duruşmada okuyacağı yazılı ifade ile bozacağını açıklaması, NSU tarafından yakınlarını kaybedenlerin ailelerinin ve kamuoyunun duruşmaya kilitlenmesine neden olmuştu. Zschaepe’nin yazılı ifadesinden sonra mahkemenin sorularına vereceği yanıtlar da büyük bir merakla beklenirken, dün davayı başından bu yana izleyenler tarafından skandal olarak tanımlanan bir olay yaşandı ve Zschäpe'nin avukatlarından üçü görevlerinden azledilmek için mahkeme başkanına dilekçe verdi.

Dava başladığından bu yana stratejilerini Zschaepe’nin konuşmaması üzerine kurduklarını açıklayan avukatlar, Zschaepe’nin mahkemede konuşmak istediği haberini basından öğrendiklerini, oluşan yeni durum sonrasında müvekkilleri ile güven ortamın sarsıldığını ve artık görevlerini sürdüremeyeceklerini belirterek davadan çekilmek için başvuru yaptı. Bunun üzerine Mahkeme Başkanı, duruşmayı iptal etti ve önümüzdeki Salı gününe ertelediğini açıkladı. Söz konusu üç avukatla Zschaepe arasındaki ilişkilerin uzun bir süredir kopuk olduğu, hatta Zschaepe’nin bir süredir avukatları ile konuşmadığı ve geçen Temmuz ayında dördüncü bir avukatla çalışmaya başladığı biliniyor. Diğer üç avukat, Zschaepe’ye yeni bir avukat daha verilmesi üzerine, görevi bırakmak için dilekçe vermişler, ancak dilekçeleri mahkeme tarafından reddedilmişti.

2013 yılının Mayıs ayından bu yana Münih Yüksek Eyalet Mahkemesi'nde görülen davada, Beate Zschaepe ile örgüte yardım ve yataklık yapan 4 kişi yargılanıyor. Davada şimdiye kadar 244 duruşma geride kaldı. Ancak başsanık Zschaepe’nin susma hakkını kullanarak konuşmaması nedeniyle NSU’nun sadece üç kişiden mi oluştuğu sorusu cevap bulunamadı.

Konuyla ilgili yapılan yorumlarda, Zschaepe'nin yeni avukatının eski avukatların savunma stratejisinden vazgeçerek, müvekkillerini ifade vermesi gerektiği konusunda ikna ettiği vurgulanıyor.

Gelecek haftaki ifadesinin bir saat sürmesi beklenen Zschaepe’nin NSU’nun cinayetleri, kendilerine yardım edenler, istihbarat ve güvenlik birimleri içindeki bağlantıları üzerine bilgiler vereceği sızan bilgiler arasında. Bugüne kadar 244 duruşma yapılan davada 600’den fazla uzman, istihbarat elemanı, bilirkişi, kurban ve kurban yakını tanık olarak dinlendi, ancak NSU terör örgütünün eylemleri ve özellikle bağlantıları bugüne kadar ortaya çıkarılamadı.

Almanya'da Eski Başbakan Schmidt Öldü

96 yaşında yaşama veda eden Helmut Schmidt ülkenin 5. başbakanlığını yapmıştı


Almanya’nın eski başbakanlarından ve Sosyal Demokrat SPD'nin efsane genel başkanlarından Helmut Schmidt'in ölümü ülkede büyük üzüntüye yol açtı. Almanya'nın yakın tarihine damgasını vuran ve 96 yaşında yaşama veda eden Helmut Schmidt ülkenin 5. başbakanlığını yapmıştı. SPD’nin bir diğer efsanevi ismi Willy Brandt’ın adının karıştığı casusluk söylentileri sonrasında istifa etmek zorunda kalmasından sonra, 1974 yılında Hür Demokrat Parti ile koalisyon hükümetinde başbakanlık koltuğuna oturan 1976 ve 1980 seçimlerini kazanan Schmidt, 1982’de Hür Demokrat Parti'nin Hıristiyan Birlik partilerinin safına geçmesi sonrasında görevden ayrılmıştı.

Alman ekonomisinin ve Avrupa Birliği'nin gelişmesinin mimarı sayılan Schmidt, 1977 sonbaharında Kızıl Ordu Fraksiyonu adlı aşırı solcu terör örgütünün eylemlerine karşı koyduğu taviz vermeyen sert tavırlarıyla da Alman tarihine geçti. Schmidt’i SPD’nin en başarılı ve sevilen genel başkanı olarak tanımlayan Almanya Halkçı Devrimci Birliği’nin Başkanı SPD üyesi Ahmet İyidirli, Schmidt tarzında tüm kamuoyunu etkileyen ve kucaklayabilen siyasetçilerin sayısının giderek azaldığını belirtiyor.

Son yıllarda çıktığı televizyon programlarında ve katıldığı konferanslarda, Avrupa’nın geleceğini parlak görmediğini vurgulayan Schmidt, Türkler'in Almanya’ya uyum sağlamakta güçlük çektiklerini ve bu nedenle de Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine sıcak bakmadığını da söylemişti. Türkler'in işçi olarak Almanya’ya gelmeye başladığı 1960’lı yıllardaki Başbakan Ludwig Erhard’ı kast ederek, “Erhard, ‘misafir işçileri’ ülkeye getirdi. Bu çok büyük bir hataydı. Aslında Almanlar bunu istemiyorlardı. Çünkü içimizde bir yabancı düşmanlığı var” şeklindeki sözleri ile bilinen Schmidt, Türkiye’yi çok sevdiğini ama Müslüman bir ülkenin AB’de yeri olmadığı tezini de sıklıkla dile getirdi.

Ağır sigara tiryakiliğiyle tanınan Schmidt son yıllarda sık sık sağlık problemleri yaşıyordu. Televizyonda bile sigara içmesine izin verilen tek kişi olan Schmidt'in, tiryakisi olduğu mentollü sigaraların Avrupa Birliği tarafından yasaklanması ihtimali üzerine, iki yıl önce 200 kutu sigara stokladığı ortaya çıkmıştı. 

Almanya’daki Mültecileri Ne Bekliyor?

Merkel mülteci krizinin kontrol altına alınabilmesi için Türkiye ile diyaloğun da büyük önem taşıdığını bir kez daha vurguladı

Almanya gündemini belirleyen mülteci krizinde ayrı düşen ve dağılmanın eşiğine gelen koalisyon ortakları CDU/CSU ve SPD liderleri, bir araya geldikleri zirvede, son anda sığınmacılara yönelik uygulamalar konusunda ortak bir çizgi üzerinde uzlaştı.

Zirveye Hristiyan Demokrat Birlik lideri Angela Merkel, Hristiyan Sosyal Birlik Partisi lideri Horst Seehofer ve Sosyal Demokrat Parti lideri Sigmar Gabriel katıldı. Uzlaşıya göre Almanya’ya gelen mülteciler bundan sonra kurulacak özel başvuru merkezlerinde kayıt olacaklar ve haklarında kalıp, kalamayacakları konusunda karar verilene dek söz konusu merkezlerden ayrılamayacaklar.

Konuyla ilgili bir açıklama yapan Başbakan Merkel, Almanya'da kalma şansı düşük olan sığınmacıların başvurularının yeni kabul merkezlerinde hızla sonuçlandırılmasını amaçladıklarını söyledi. İltica prosedürünün en fazla üç hafta içinde tamamlanacağını bildiren Merkel, bu süre sonrasında başvuruları reddedilenlerin merkezlerden doğrudan ülkelerine geri gönderileceklerini duyurdu.

Avusturya üzerinden ülkeye giriş yapan sığınmacıları ilk durağı olan Bavyera eyaletinde hükümette olan ve Berlin’de de koalisyonun küçük ortağı olan Hristiyan Sosyal Birlik CSU, sınırlarda transit bölge oluşturulması talep etmiş ve bu talebin kabul edilmemesi durumunda hükimetten ayrılabileceği tehdidinde bulunmuştu. Koalisyon ortağı SPD CSU’nun önerdiği gini sınırda transit bölge kurulmasına karşı çıkmış ve mültecilerin kayıt altına alınacağı giriş noktaları hazırlanmasını talep etmişti. Varılan uzlaşının SPD’nin pozisyonuna yakın olduğu ve Merkel’in CSU lideri Seehofer’i kapalı kapılar ardından ikna etmeyi başardığı belirtiliyor.

Merkel mülteci krizinin kontrol altına alınabilmesi için Türkiye ile diyaloğun da büyük önem taşıdığını bir kez daha vurguladı. Üç hafta önce Türkiye’yi ziyaret ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile bir araya gelen Merkel, ‘Sığınmacı sorunun çözümünde Türkiye kilit role sahip. Sığınmacı akınıyla başedebilmek için Türkiye en iyi şekilde desteklenmeli’ şeklinde konuşmuştu.

Bu arada Federal İçişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre, geride kalan ekim ayında Almanya'ya gelen sığınmacıların sayısı 54 bin 877 olarak kayıtlara geçti. Böylece yılın ilk on ayında toplam 758 bin kişi sığınmacı olarak kaydedildi. Başbakan Yardımcısı Sigmar Gabriel ellerindeki tüm verilerin 1milyon mültecinin Almanya'ya geleceğini gösterdiğini açıklamıştı. Mültecilerin ekonomiye maliyetinin 45 milyar Euro’yu bulması bekleniyor. Ekonomi uzmanları mültecilerin beslenme, konaklama, günlük ihtiyaçları, uyum çalışmaları ve sağlık giderleri ile birlikte iş piyasasına girişileri için en az üç yıllık bir sürece ihtiyaç olduğunu ve bu sürede harcanak paranın 45 milyar Euro’yu bulacağını öne sürüyorlar.

Almanya’da Irkçı Örgüt Mercek Altında

NSU isimli terör örgütünün 4 Kasım 2011'de ortaya çıkmasından bu yana 4 yıl geçti

8’i Türk 10 kişiyi öldüren, bombalı saldırılar ve banka soygunları yapan Nasyonal Sosyalist Yeraltı NSU isimli terör örgütünün 4 Kasım 2011'de ortaya çıkmasından bu yana 4 yıl geçti. Bu süre içinde kurulan araştırma komisyonları, hazırlanan iddianame ve devam etmekte olan davaya rağmen, şimdiye dek NSU’lu teröristler ve örgütle ilgili sayısız soru cevapsız kaldı. Yetkililer NSU’nun sadece üç kişiden ibaret olduğu tezinden hareket ediyor, ancak konuya yoğunlaşan uzmanlar ve gazeteciler ortaya çıkan bilgi ve belgelerin NSU’nun bilinenden çok daha büyük bir örgüt olduğunu savunuyor. 

NSU üyeleri Uwe Mundlos ve Uwe Bönhardt, 4 Kasım 2011’de Almanya’nın doğusundaki Eisenach kentinde bir karavanda ölü bulunmuş, diğer üye Beate Zschaepe ise dört gün sonra teslim olmuştu. NSU hücresinin kullandığı evde yapılan aramalar sonrasında o zamana kadar nedeni bir türlü anlaşılmayan seri cinayetlerle ilgili bilgiler ifşa olmaya başladı. Irkçı ve Neonazi olduğu anlaşılan NSU’nun, 2000 – 2007 yılları arasında 8’i Türkiye kökenli, biri Yunanistan kökenli olmak üzere toplam 9 esnafı ve bir Alman polisi katlettiği ortaya çıktı.

Örgütle ilgili ayrıntıların kamuoyuna yansımasından sonra Federal Meclis’te, 2012 yılının ocak ayında NSU Araştırma Komisyonu kurulmuştu. Komisyon, yaklaşık 16 ay yaptığı çalışmaylabin 357 sayfalık bir rapor hazırladı. Raporda örgütlemenin devletin istihbarat elemanları tarafından yıllardır bilindiğinin ve muhbirler aracılığıyla planlanan suikastlardan haberdar olunduğu iddialarının ortaya çıkmasından sonra, Anayasa Koruma Örgütü'nün üst düzey birkaç yetkilisi istifa etti. NSU soruşturması ile bağlantılı bazı arşiv bilgilerinin şüpheli bir şekilde imha edilmesine paralel, istihbarat örgütleri ile NSU arasında ‘derin ilişkiler’ olduğu iddiaları devam ederken, 2013 yılının mayıs ayından bu yana Münih Yüksek Eyalet Mahkemesi'nde görülen ilgili davada, Beate Zschaepe ile örgüte yardım ve yataklık yapan 4 kişi yargılanıyor.

Davada şimdiye kadar 243 duruşma geride kaldı. Ancak başsanık Zschaepe’nin konuşmaması nedeniyle NSU’nun sadece üç kişiden mi oluştuğu sorusu cevap bulunamadı. Davanın en fazla iki yıl sürmesi ve 85 duruşma yapılması öngörülüyordu, ancak seri cinayetlerde yakınlarını kurban veren acılı ailelerin avukatları davanın 2016 sonuna kadar uzayacağından yola çıkıyor. Görülen davada ilerleme olmaması sokakdaki vatandaşta da NSU’lu ırkçı katillerin arkasındaki güçlerin açığa çıkarılması konusundaki beklentileri aşağı çekmiş durumda.

Bu arada Almanya’da son zamanlarda mülteci sayısındaki hızlı artışla sığınmacıları hedef alan saldırıların çok ciddi olarak artış göstermesi yeni ırkçı terör eylemlerinin olabileceği şeklinde yorumlara neden oluyor. Bu yılın ilk 10 ayında, sığınmacıların kaldığı en az 74 ev ve yurt kundaklandı. Saldırılarda en az 179 kişi yaralandı. Bundan kısa bir süre önce Alman iç istihbaratı Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Maassen, mültecilere karşı yapılan kışkırtıcı faaliyetler nedeniyle, neonazi gruplar içinden bazı kişilerin radikalleşerek terörist olabileceklerini söyledi.

Pegida Büyüyor mu?

Lutz Bachmann, geçen haftaki PEGİDA mitingindeki konuşmasında, Başbakan Merkel’in sığınmacı politikasını ’Almanya ve Avrupa halklarına karşı başlatılmış bir savaş’ olarak tanımladı

Sığınmacı akının gündemi belirlediği Almanya'da Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar Hareketi, PEGİDA'nın taraftarlarının sayısı hızla artıyor. Adını tam bir yıl önce, ilk kez 20 Ekim 2014’te Dresden’de 300 kişiyle düzenlediği gösteriyle duyuran bu göçmen ve İslam karşıtı hareketin yürüyüşleri neredeyse unutulmuştu. Ancak son haftalarda onbinlerce sığınmacının Almanya'ya gelmesi sonrasında ortaya çıkan mülteciler, toplumdaki önyargıları ve korkuları körükleyerek siyaset yapan PEGİDA ve benzeri sağ popülist oluşumların yararına oldu.

İslam dininin Almanya’da büyüdüğünü iddia eden, mülteci ve göçmen sayısının artmasından yakınan, Alman toplumunun kültürel yozlaşmaya doğru ilerlediğini öne süren hareketin lideri Lutz Bachmann, geçen haftaki PEGİDA mitingindeki konuşmasında, Başbakan Merkel’in sığınmacı politikasını ’Almanya ve Avrupa halklarına karşı başlatılmış bir savaş’ olarak tanımladı. Katılanların Merkel'i ‘Vatana ihanetle’ suçlayan pankartlar taşıdıkları dikkat çekerken, hareketin şiddete başvurmadığı ve bu nedenle de güvenlik birimleri tarafından gösterilerine karşı nasıl bir tavır takınılacağı konusunun tartışma yarattığı da biliniyor.

Başbakan Angela Merkel, oluşum hakkındaki görüşünü yeni yıl mesajında dile getirmiş, vatandaşları PEGİDA gösterilerinden uzak durmaya çağırarak, gösterilerin organizatörlerine ön yargı ve nefretin yön verdiğini savunmuştu.
 

PEGİDA göçmen oranının en düşük olduğu, hatta Müslümanların neredeyse istatistiklere bile giremeyecek kadar az olduğu Dresden kentinde başladı. Kiliselerin, siyasi partilerin ve sanatçıların “PEGİDA gösterilerine katılmayın” çağrılarına rağmen tüm ülkeye yayıldı. Gerçi diğer kentlerde Dresden’deki gibi kitlesel katılımlar yaşanmadı, ancak bir kamuoyu araştırması Almanların yüzde 29'unun İslam'ın Almanya'da yaşam üzerinde büyük etkisi olduğu görüşünde ve PEGİDA gösterilerini haklı bulduğunu ortaya koymuştu.

Uzmanlar sığınmacı tartışmalarına paralel, toplumun her kesiminden insanın PEGİDA gösterilerine destek verdiğini ve katılımın daha da büyüyeceğini öne sürüyorlar. Almanya siyasetinde artık rol sahibi olan PEGİDA’nın manifestosunda suç işlemiş göçmenlere karşı sert bir tutum, aşırı İslam örgütlerine karşı yasalarının sertleşmesi, Kanada'daki gibi kontrollü, puanlı bir göç politikası ve Hristiyan-Yahudi Batı kültürünün ve Alman kimliğinin korunması yönünde talepler yer alıyor.

Ülkenin adeta en büyük sivil hareketinin başında bulunan Lutz Bachmann’ın sicili ise oldukça kabarık. Adam yaralamak, gasp ve hırsızlıktan sabıkalı Bachmann, PEGİDA’nın kısa bir süre içinde partiye dönüşeceğini ve yerel, eyalet ve genel seçimlere katılacağını açıkladı.
 

Merkel İktidarda 10 Yılını Tamamladı

5 yıldır üst üste beşinci kez ‘dünyanın en güçlü kadını’ seçilen Merkel, son haftalarda mülteci kriziyle birlikte siyasi hayatının en zorlu sınavını veriyor

Almanya Başbakanı Angela Merkel, bundan tam 10 yıl önce, 22 Kasım 2005 tarihinde başbakanlık koltuğuna oturdu. Merkel, Almanya tarihinde Helmut Kohl ve Konrad Adenauer’den sonra ‘en uzun süre başbakanlık yapan politikacı’ konumuna geldi.

Forbes dergisi tarafından son 5 yıldır üst üste beşinci kez ‘dünyanın en güçlü kadını’ seçilen Merkel, son haftalarda mülteci kriziyle birlikte siyasi hayatının en zorlu sınavını veriyor.

Yüzyılın mülteci akınını yaşayan Almanya’ya yıl sonuna kadar gelen göçmenlerin sayısının bir milyonu aşacağından yola çıkılıyor. Eylül ayı başında Macaristan’a ulaşan mültecilere, Almanya’nın kapılarını açan ve “Biz Almanlar olarak bu sorunu çözmeyi başarabiliriz” sözüyle siyasi sorumluluk alan Başbakan Merkel’e, kendi partisi Hıristiyan Demokrat Birlik CDU ve kardeş parti Hıristiyan Sosyal Birlik CSU tabanlarından sınırların kapatılması talepleri kısmen çok sert eleştirilerle dillendiriliyor, ancak Merkel her fırsatta kapıların açılması kararını savunarak, mülteci krizini aşacakları vurgusunu yapıyor.

Son olarak Merkel, CSU’nun dün yapılan parti kongresindeki konuşmasında ülkeye kabul edilecek mültecilerin sayısına 'üst sınır' konulmasına karşı çıktı.

Hıristiyan Demokrat Birlik Başkanı olarak 2000’den bu yana üç genel seçim kazanıp partisini üç kez iktidara taşıyan 61 yaşındaki Merkel, tüm eleştirilere ve zaman zaman basında çıkan ‘istifa söylentilerine’ rağmen tam 10 yılını doldurduğu halde koltuğunda sapasağlam oturuyor.

İki Almanya’nın 3 Ekim 1990 tarihinde resmen birleşmesinden sonra 3 Aralık 1990’da yapılan genel seçimlerde Federal Meclis’e CDU’dan milletvekili olarak giren Merkel, dönemin Başbakanı Helmut Kohl kabinesinde önce Aile ve Gençlik Bakanı, sonra da Çevre Bakanı olarak görev aldı.

Kohl’ün 27 Eylül 1998’te yapılan genel seçimleri kaybetmesi üzerine CDU Genel Başkanlığını bırakması, onun yerine geçen
Wolfgang Schaeuble’nin adının bağış skandalına karışması ve ardından istifası ile oluşan tabloda, 10 Nisan 2000’de yapılan kurultayda Angela Merkel, CDU Genel Başkanı seçildi.

Parti içinde ön plana çıkma girişiminde bulunan erkek rakiplerini birer birer devre dışı bırakan Merkel, 18 Eylül 2005 tarihinde yapılan genel seçimlerden CDU/CSU’nun en güçlü parti olarak çıkması sonrasında, 22 Kasım 2005 tarihinde başbakanlık koltuğuna oturdu.

Yunanistan’la yaşanan krizdeki her türlü duygusallıktan uzak, mesafeli ve sert tavırlarıyla uluslararası arenada eleştirilen Merkel, diğer AB ülkeleri son yıllarda ekonomik zorluklarla karşı karşıya kalırken, Almanya’nın ihracatını rekor düzeyde tutması ve işsizlik oranını ise son 20 yılın en düşük seviyesine indirebilmesi nedeniyle de aynı zamanda beğeni topluyor.

Geride kalan dönemin büyük bölümünde Alman kamuoyunda yüzde 70’lere varan destek bulan Merkel’e destek oranı mülteci krizi nedeniyle yüzde 50 civarına düşmüş durumda. Ancak en yakın rakibi sosyal demokrat SPD’nin Genel Başkanı Sigmar Gabriel’e destek ise sadece yüzde 23. CDU’nun Türkiye kökenli Federal Milletvekili Cemile Giousouf, kamuoyu tarafından ‘çelik leydi’ olarak tanımlanan politikacının başarısını, siyasi bilançosuna paralel, mütevazi tavrına bağlıyor.

Muhafazakar Birlik Partileri CDU ile CSU yıllarca ‘Almanya bir göç ülkesi değildir’ tezinde ısrar ettiği halde, Merkel başbakan olunca bu alanda da partisinin tutumunu değiştirdi. Almanya Federal Cumhuriyeti’nin tarihinde ilk kez başbakanlık düzeyinde Uyum Zirvesi’ni ve İslam Konferansı’nı hayata geçiren, eyaletlerde ve federal düzeyde Türkiye kökenli göçmen üyelere büyük destek veren Merkel, gerçi Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olduğunu saklamıyor, ancak ‘Ben Almanya’da yaşayan Türklerin de başbakanıyım’ diyor.

Başbakan Merkel, dün CSU'nun kongresinde yaptığı konuşmada Türkiye ile mülteciler konusunda anlaşmaya varılması gerektiğini belirterek, en kısa zamanda bir AB-Türkiye Zirvesi düzenleneceğini ve zirvede, Ege’deki sınır kaçakçılığı ve insan tacirleriyle mücadele, AB dış sınırlarının korunması, mülteciler için Türkiye’ye mali yatırımlar ve 900 bin mülteci çocuğun Türkiye’de okutulması gibi konuların görüşüleceğini söyledi.

Ludmila Dalaman

Almanya’da Futbolda Rüşvet İddiaları

Almanya Futbol Federasyonu 2006 FIFA Dünya Kupası'nın evsahipliği yapabilmek için düzenlenen oylamada icra komitesi yetkililerine rüşvet mi ödedi ?

Almanya futbol tarihinin en büyük skandalı ile karşı karşıya kaldı. Haftalık Der Spiegel dergisinin haberine göre, Almanya Futbol Federasyonu 2006 FIFA Dünya Kupası'nın evsahipliği yapabilmek için düzenlenen oylamada icra komitesi yetkililerine rüşvet ödedi.

Haberde o dönemde Alman Futbol Federasyonu sözcüsü olan ve şu anda federasyonun başkanlığını yapan Wolfgang Niersbach’ın ve ülkenin efsanevi futbolcusu 2006 FIFA Dünya Kupası Organizasyon Komitesi Başkanı Franz Beckenbauer’in de olayın içinde olduğu öne sürülürken, konuyla ilgili olarak Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği  FIFA ve Almanya Futbol Federasyonu DFB soruşturma başlattı.

Der Spiegel'in ulaştığı belgelere göre, o dönem Adidas şirketinin yönetim kurulu başkanlığını yapan Robert Louis-Dreyfus aracılığıyla Beckenbauer başkanlığındaki  organizasyon komitesinin gizli kasasına, 6,7 milyon Euro para yatırıldı. Kupanın sponsolarından olan ve organizasyonun Almanya’da yapılması için bu şekilde ağırlığını koyan Alman spor malzemeleri üreticisi Adidas’dan gelen para, Dünya Şampiyonası'nın nerede yapılacağına karar verildiği 6 Temmuz 2000'den önce, oylamaya katılan 24 kişilik FIFA İcra Kurulundaki 4 Asyalı delegeye rüşvet olarak yollandı ve bu kişilerin Almanya’dan yana oy vermeleri sağlandı. Almanya  diğer aday Güney Afrika'yı yenerek, oylamayı 12-11 gibi az bir farkla  kazanmış ve 2006'da ev sahibi olmuştu.

Der Spiegel’in haberine göre, Adidas’ın yöneticisi Louis-Dreyfus, 2004 yılında  6,7 milyon Euronun geri ödenmesini istedi. Bunun üzerine Alman Futbol Federasyonu, şampiyonanın Berlin Olimpiyat Stadı'nda büyük bir gala ile açılacağını belirterek, 6,7 milyon Euroluk bir fon oluşturdu. Söz konusu gala sonradan iptal edilirken, tartışmalı meblağ Dreyfus'e ait olduğu belirtilen Zürih'teki bir banka hesabına nakledildi. Mafya filmlerindeki yöntemleri anımsatan bu ağır iddialar Almanya’yı hafta sonunda adeta şoke ederken, Alman Futbol Federasyonu yazılı bir açıklama yaparak rüşvet verildiği iddiasını reddetti. Federasyon Başkanı Niersbach, Almanya'nın hiçbir üyenin oyunu satın almadığını ve şampiyonayı düzenleme hakkını bileğinin gücüyle hak ettiğini bildirdi.  

Organizasyon komitesi başkanlığını üstlenen Franz Beckenbauer ise konuyla ilgili açıklma yapmayacağını açıkladı. Yapılan yorumlarda FIFA'yı sarsan ve ucu başkan Sepp Blatter'e kadar uzanan rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının yankıları devam ederken, Der Spiegel’in yayınladığı Almany a ile ilgili belgelerin çok inandırıcı olduğu ve 2006’daki şampiyonaya büyük bir rüşvet gölgesi düştüğü belirtiliyor.

Şampiyonayı İtalya finalde  normal süresi 1-1 biten maç sonunda Fransa‘yı penaltı atışlarında 5-3 yenerek dördüncü kez şampiyon olarak kazanmıştı. Ev sahibi Almanya ise Portekiz'i 3-1 yenerek 3'üncü olmuştu. ‘Dünya dostlarını ziyaret ediyor’ belgisi altında düzenlenen şampiyona boyunca ülkede muhteşem bir coşku yaşanmış, gözlemciler o zamana kadar Almanya’da pek tanınmayan benzersiz atmosferin, ülkenin uluslararası imajını olumlu olarak değiştirdiğini savunmuştu.

Berlin'de TTIP Protestosu

50 bin kişinin katıldığı yürüyüşte, ABD ile yürütülen görüşmelerin derhal durdurulmasını istendi

Berlin’de onbinlerce gösterici, Amerika ve Avrupa Birliği arasında planlanan ve serbest ticaretin önünü açmayı hedefleyen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTİP) Anlaşmasını protesto etti.

Küreselleşme karşıtı hareketlerin çağrısıyla yapılan ve polisin verdiği sayıya göre en az 50 bin kişinin katıldığı yürüyüşte, ABD ile yürütülen görüşmelerin derhal durdurulmasını isteyen göstericiler, ayrıca AB ile Kanada arasında imzalanan CETA anlaşmasının da iptal edilmesini talep ettiler.

TTİP’nin yürürlüğe girmesi durumunda ABD’deki çalışma kurallarının ve çevreye verilen zararın olduğu gibi Avrupa’ya taşınacağını öne süren konuşmacılar, eğitim, sağlık, iş alanından demokratik haklara kadar tüm kazanımların tehdit altında olduğunu iddia etti.

Anlaşmanın sadece küresel alanda faaliyet gösteren büyük şirketlere yarayacağını savunan göstericiler, TTİP’in hayata geçmesi halinde Almanya’da ve diğer AB ülkelerinde genetiği değiştirilmiş organizmaları içeren besin maddelerinin satılacağı ve birçok tarım işletmesinin kapanacağı şeklinde görüş belirtti.

ABD ve AB arasında 2013 yazından bu yana gizli şekilde yürütülen TTİP müzakerelerin içeriği konusunda tarafların açıklama yapmaması ve kamuoyunu bilgilendirmemesi tartışmalara ve eleştirilere neden oluyor.

Yorumcular Atlantik’in her iki yakası arasında gümrüklerin kaldırılması, mal, hizmet ve sermaye dolaşımın serbest olacağı anlaşmanın ayrıntılarının gizli tutulmasının Almanya kamuoyunda büyük güvensizlik yarattığını belirterek, artan tepkileri bu tutuma bağlıyorlar.

TTİP’in ticaretin önündeki engellerin kaldırılması ve anlaşmaların uyumlu hale getirilmesi kisvesi altında, çevrenin korunması ve sosyal alanda bazı standartları kaldıracağını savunan Berlin Eyalet Parlamentosu Sol Parti milletvekili Hakan Taş, dünyadaki ticaret dengelerini değiştirebilecek anlaşmanın kamuoyuna güven vermediğini belirtiyor.

Almanya’daki Türkler Sandık Başında

Yurtdışında 2 milyon 880 bin 599 seçmen bulunuyor. Bu seçmenlerin 1 milyon 411 bin 198’i Almanya’da yaşıyor 

Türkiye’de 1 Kasım 2015 Pazar günü yapılacak 26. Dönem Milletvekilliği Genel Seçimleri için gümrüklerde ve Almanya, Avusturya, Belçika, Danimarka, Fransa, İsviçre ve KKTC’deki yurt dışı temsilciliklerde oy kullanma işlemi bugün başladı.

Yurt dışındaki seçim süreci 25 Ekim Pazar günü sona erecek, gümrüklerde ise 1 Kasım’a kadar oy verilebilecek. Yurtdışında 2 milyon 880 bin 599 seçmen bulunuyor. Bu seçmenlerin 1 milyon 411 bin 198’i Almanya’da yaşıyor. 7 Haziran seçimlerinde Almanya'da 482 bin 530 kişi oy kullanmıştı. Almanya'da oy kullanma hakkına sahip olan ve ismi YSK seçmen listelerinde yer alan Türk vatandaşları, 13 Başkonsolosluk ile onların belirlediği merkezlere giderek oylarını kullanabileceklar. Bunlardan dokuzu Başkonsolosluk binaları, fiziki koşulları uygun olmayan dört başkonsolosluk ise kiraladıkları binalarda vatandaşların oy vermelelerine imkan sunuyor.

7 Haziran seçimlerindeki gibi bu kez de randevu sistemi yok, geçen yıl Cumhurbaşkanlığı seçiminde büyük kaosa ve tepkilere neden olan randevu ile oy vermenin 7 Haziran seçimleri için kaldırılmasından sonra, oy vermek isteyenler önümüzdeki 18 gün boyunca hafta sonları da dahil 10.00-19.00 saatleri arasında oy kullanabilecek.

Almanya'da yaklaşık üç milyon Türkiye kökenli göçmen yaşıyor, bu nedenle Türkiye seçimleri Almanya'da doğal olarak büyük yankı buluyor ve seçim heyecanı yoğun olarak hissediliyor. Ancak Türklerin seçimle bu kadar yakından ilgilenmesinin nedeni salt nüfus yoğunluğu değil, AKP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş gibi parti liderlerinin geçen günlerde art arda Almanya'ya gelerek, düzenledikleri mitinglerle buradaki vatandaşlardan oy istemeleri heyecanı daha da arttırdı. Berlin Başkonsolosluğu’nda oy kullananlar yurt dışındaki vatandaşların artık seçme hakkının olmasından çok memnunlar.

Türk seçmelerin oy kullanma süreci ve parti liderlerlerin Almanya'da seçim mitingileri düzenlemeleri ilgili Alman siyasi çevrelerden şu ana kadar olumsuz bir tepki gelmiş değil. 7 Haziran seçimleri öncesinde Türkiye’deki siyasi gerilimin buraya taşınmasını sakıncalı gören çok sayıda açıklama yapılmıştı. Anlaşılan konuya kuşkuyla yaklaşan Alman siyasetçiler Türklerin Almanya’da 14 ay içinde üçüncü kez sandık başına gitmesine artık alıştı.

Bu arada seçimlerde oyların güvenliğini sağlamak için Yüksek Seçim Kurulu, devlet memurlarından oluşan sandık kurulu üyelerini Almanya’daki oy merkezlerinde görevlendirmiş durumda. Ayrıca partilerin temsilcileri de sandık kurullarında yer alabiliyor. Oylar kullanılıp akşam sandıklar kapatıldıktan sonra anahtarları sadece başkonsolos ve parti temsillerinde olan bir odadaki mühürlü çuvallar kilitleniyor. Biri olmadan diğerleri kapıyı açamıyor. 25 Ekim akşamına kadar bu şekilde korunacak oylar daha sonra da uçakla Türkiye'ye taşınacak ve Ankara’da 1 Kasım akşamı diğer oylarla birlikte sayılacak.

7 Haziran seçimlerinde Almanya’daki seçmenlerin tercihleri Türkiye’deki sonuçlara göre büyük farklılık göstermişti. Seçimlerde AKP yüzde 53,6, HDP 17,5, CHP yüzde 15,9 ve MHP‘de yüzde 9,7 oranında oy almıştı.

Almanya'nın Birleşmesinin 25. Yıldönümü

Batı ve Doğu Almanya’nın 3 Ekim 1990’da yeniden birleşmesi Soğuk Savaş döneminin sonu şeklinde tarihe geçti

İki Almanya'nın birleşmesinin simgesi Brandenburg Kapısı
İki Almanya'nın birleşmesinin simgesi Brandenburg Kapısı

Doğu Almanya ile Federal Almanya'nın birleşmesinin üzerinden tam 25 yıl geçti. ‘Utanç Duvarı’ olarak da adlandırılan Berlin Duvarı’nın 9 Kasım 1989’da yıkılışı ile başlayan süreçte Batı ve Doğu Almanya’nın 3 Ekim 1990’da yeniden birleşmesi Soğuk Savaş döneminin sonu şeklinde de tarihe geçti.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, savaşı kazanan devletler tarafından iki devlete bölünerek birbirinden kopmak zorunda kalan Almanya’nın doğusu ve batısı, Berlin Duvarı ile 1961’de tümüyle ayrılmıştı.

Bu sürede Batı Almanya pazar ekonomisi ile hızlı bir ekonomik gelişme içine girerken, Doğu ise ekonomik açıdan gelişmeyi başaramadı.

Berlin Duvarı’nın yıkılışından sadece on ay sonra 12 Eylül 1990’da imzalanan ‘İki Artı Dört Anlaşması’ ile iki Almanya’nın birleşmesinin önündeki engeller tamamen kalktı, iki ülke Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin batıya ilhak etmesiyle Federal Almanya Cumhuriyeti adı altında 3 Ekim 1990’da resmen birleşti.

Almanya’da son 25 yılda büyük değişiklikler ve aynı zamanda hala süren sorunlar yaşandı. Uzmanlara göre 40 yıl boyunca iki ülkeye ve iki ayrı sisteme bölünmüş Alman halkının yeniden tam anlamıyla birleşmesi daha uzun bir süre alacak.

Almanya birleşmenin ardından geçen 25 yıla rağmen özellikle aradaki ekonomik farkları giderebilmiş bir ülke görüntüsü sergileyemiyor. Örneğin Doğu, Batı'daki gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 67'sine ulaştı. Eski Batı Almanya sınırları içinde yaşayanların saat başına kazandığı ücret erkeklerde ortalama 22, kadınlarda 18 Euro iken, Doğu’da erkekler saatte 14 Euro, kadınlar ise 13 Euro kazanıyor.

Büyük sanayi kuruluşlarının olmadığı ve yatırımın da az kaldığı doğuda işsizlik oranı da batıdakine kıyasla ortalama yüzde 14’le çok daha yüksek. Doğudaki eyaletlerin en büyük sorunlarından biri, kendilerine gelecek göremeyen gençlerin batıdaki eyaletlere göç etmesi.

Buna karşılık sadece Almanya’nın değil belki de dünyanın en başarılı ve tanınan kadın politikacısı Doğu Alman kökenli olan Başbakan Angela Merkel. Merkel tam on yıldır Almanya’yı yönetiyor ve yönlendiriyor. Avrupa'nın en güçlü ekonomisi olan Almanya‘nın Merkel döneminde dünyada da liderliğe soyunduğu, son olarak Ukrayna, Yunanistan ve göçmenler krizinde Berlin’in ağırlığının hissedildiği siyaset yorumcuları tarafından kabullenen bir durum. Bu arada Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinin getirdiği değişiklikler ülkede yaşayan Türkleri de derinden etkiledi. Çok sayıda fabrikanın kapanması, buna paralel istihdamda Doğu Alman kökenli işçilere öncelik verilmesi sonrasında işsiz kalan Türklerin sayısında artış oldu.

Birinci nesil Türklerin yüzde 40’a varan büyük bir bölümü işlerini kaybederken, buna paralel özellikle birleşen Almanya’nın doğusunda baş gösteren Türk ve göçmen düşmanlığı büyük bir sorun haline dönüştü. 1992‘de Solingen’de, 1993’de de Mölln’de Türklerin yaşadığı evlerin kundaklanması sonrasında sekiz kişinin yaşamını yitirmesi, sonradan ortaya çıkan aşırı sağcı NSU Nasyonal Yeraltı Örgütü’nün de 8’i Türk biri Yunan ve biri polis memurunu öldürene kadar güvenlik birimleri tarafından önemsenmemesi genç nesil Türkiye kökenlilerin Almanya’ya kaynaşma ve uyum sürecini frenleyen gelişmeler oldu.

Almanya Türk İşadamları Derneği’nden Baha Kaya, son aylarda sığınmacılarla bağlantılı ırkçı saldırı ve eylemlerin artmasının, toplumdaki yabancı düşmanlığının, birleşmenin 25. yılında da en önemli sorunlardan biri olduğunu gösterdiğini söylüyor ve konunun algılanışı nedeniyle problemin büyüyeceğini belirtiyor.

Çeyrek yüzyılı geride bırakan birleşik Almanya, bu anlamlı günü Frankfurt kentinde düzenlenen etkinliklerle kutluyor. Kutlama kapsamındaki şenlikleri Cumhurbaşkanı Joachim Gauck ve Başbakan Angela Merkel’in yanısıra bir milyondan fazla ziyaretçinin takip etmesi bekleniyor.

Almanya'da Seçim Heyecanı Başlıyor

7 Haziran Genel Seçimi’nde ise yurtdışı seçmenlerinin verdikleri oylarda AKP yüzde 49,90, HDP 20,29, CHP yüzde 17,23, MHP ise yüzde 9,26 oranında oy almıştı

Almanya'daki seçmenler için seçim heyecanı haftaya başlıyor. 8 Ekim'den itibaren ülkedeki Türk vatandaşları konsolosluklar ya da konsoloslukların belirlediği yerlerde oylarını kullanabilecek. 7 Haziran seçimleri ile oluşan sandalye dağılımı erken genel seçimler öncesi partilerin dikkatini yurtdışında ve özellikle 1,5 milyona yakın seçmenin yaşadığı Almanya’daki Türk seçmene yöneltti.

Burada partilerin aldığı oylar Türkiye geneline bölündüğü için sonuçlar özellikle başabaş olan bölgelerde neticeyi etkilyebilecek önemde. Bu nedenle 1 Kasım seçimleri öncesinde liderler yine Avrupalı seçmenlerden oy istemek için ikna turlarını sürdüyor.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş'ın ardından yarın Başbakan Ahmet Davutoğlu, Düsseldorf’ta vatandaşlarla bir araya gelecek ve AKP’nin seçim mitinglerinin startını bu kentten verecek. AKP’ye yakınlığı ile bilinen ve Davutoğlu’nun toplantısının organizasyonunu yapan Avrupalı Türk Demokratlar Birliği Genel Başkanı Süleyman Çelik, başbakanın seçim çalışmalarına Almanya'dan başlamasının Avrupalı Türklere verdiği önemin bir göstergesi olduğu görüşünde.

Öte yandan MHP lideri Devlet Bahçeli’nin seçimler öncesi yurtdışıyla ilgili bir gezi planlamadığı öğrenildi. Ancak bazı MHP’li vekillerin Avrupa’nın değişik ülkelerinde programlara katıldıkları bildirildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise Pazar günü Fransa’nın Strasburg kentinde ‘Milyonlarca nefes, teröre karşı tek ses’ adı altında gerçekleşecek mitingde Avrupalı Türklere hitap edecek. Avrupa Barış ve Demokrasi Meclisi adlı çatı örgütü ise Recep Tayyip Erdoğan'ının konuşmasını protesto amacıyla mitingin yapılacağı salon önünde gösteri düzenleneceğini açıkladı.

Yurtdışında yaşayan vatandaşlar bulundukları ülkelerde ilk kez 10 Ağustos 2014’te yapılan 12. Cumhurbaşkanı Seçimi’nde oy kullandı. 7 Haziran Genel Seçimi’nde ise yurtdışı seçmenlerinin verdikleri oylarda AKP yüzde 49,90, HDP 20,29, CHP yüzde 17,23, MHP ise yüzde 9,26 oranında oy aldı.

Almanya Sığınmacı Yasasını Değiştiriyor

Mülteciler konusu giderek ülkenin siyasetini sarsan bir krize dönüşüyor

Göçmenlere 'hoşgeldin' diyenlerin sayısı azalıyor
Göçmenlere 'hoşgeldin' diyenlerin sayısı azalıyor

Eylül ayında on binlerce sığınmacının geldiği Almanya'da mülteci yanlısı hava son günlerde tersine dönmeye başladı. Eylül ayı başında Almanya’ya giriş yapan ve özellike Münih tren garında çiçekler ve sevgi seliyle karşılanan mülteciler konusu giderek ülkenin siyasetini sarsan bir krize dönüşüyor.

Müllteciler hakkındaki tartışmalar sonrasında Federal Hükümet İltica Yasası'nda değişiklik yapmaya karar verdi.

Bugün Federal Meclis’te İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere tarafından tanıtılan değişiklik planı, iltica başvurularının daha hızlı sonuçlandırılmasını, bazı ülkelerin güvenli olarak ilan edilmesini ve hızla yeni mülteci yurtları inşa edilmesini öngörüyor. Bakanlar Kurulu'nda kabul edilen ve meclisten de geçmesine kesin gözüyle bakılan yeni İltica Yasası'nın 1 Kasım’da yürürlüğe gireceğinden yola çıkılıyor.

Yeni yasanın en önemli özelliklerinden biri, savaş ve siyasi nedenlerle değil, ekonomik gerekçelerle sığınma başvurusunda bulunanların ülkelerine geri gönderilmesi planı. Buna göre Arnavutluk, Kosova ve Karadağ güvenli ve ‘insan haklarının tehlikede olmadığı’ ülkeler statüsüne alınarak, bu ülkelerden gelen mülteciler bir kaç hafta içinde sınır dışı edilebilecek.

Buna karşılık yeni yasa, Almanya’da kalma perspektifi olanların koşullarının düzeltilmesini hedefliyor. Bu kapsamda sığınmacının ülkeye ilk başvuruyu yaptığı dönemden başvuru sonuçlanana kadar veya en fazla 5 aylık dönem boyunca sığınmacı başına bakım, barınma ve diğer giderler için aylık 670 Euro tutarında yardım yapılması amaçlanıyor. Federal bütçede mülteciler için inşa edilecek konutlara 500 milyon Euro, 18 yaşından küçük sığınmacıların bakımı için de 350 milyon Euro’nun ayrılması yasanın koyduğu başka bir hedef.

Sığınmacıların barınması ve bakımı konusunda yerel yönetimlere verilmek üzere tasarlanan yardımın bu yıl 2 milyar Euro’ya çıkarılacağı da duyuruldu. Yetkililer yıl sonuna dek 1 milyona yakın sığınmacının Almanya’ya giriş yapmış olacağından yola çıkıyor.

Bundan bir süre önce serbest dolaşımı öngören Schengen Anlaşması'nı askıya alarak sınırlarında yeniden pasaport kontrolu uygulamasına başlayan Almanya, sığınmacıların adil bir şekilde AB ülkelerine dağıtılmasını talep ediyor.

Öte yandan yoğun sığınmacı akını karşısında Alman kamuoyundaki tepkiler ve Başbakan Angela Merkel'in sığınmacılar konusundaki tutumuna Birlik partilerinin tabanından suçlamalar artıyor.

Kamuoyunda destek kaybeden Merkel’e açık bir şekilde, “Sınırların açılması büyük bir hataydı” şeklinde kazan kaldıran CDU’nun kardeş partisi Hristiyan Sosyal Birlik’in Genel Başkanı Horst Seehofer ‚“Ülkede düzen kalmadı, sığınmacı politikalarının sistemi yok ve bu hukuk devletinde kaygı verici bir durum” diyerek eleştirilerini yoğunlaştırdı. Merkel ise şimdiye dek bulunduğu pozisyonu koruyarak, Almanya’nın mülteci krizinin altından kalkabilecek kapasitesi olduğunu ve krizin Alman politikasını bir dönüm noktasına getirdiğini söyledi.

Bu arada Alman basınında mültecilerle ilgili haberlerde son günlerde mülteci ve sığınmacılar arasında yaşanan dinsel ve mezhepsel sürtüşmelerin ön plana çıktığı dikkat çekerken, dün akşam Almanya'nın doğusundaki eyaletlerden Thüringen'in başkenti Erfurt'ta, İslam karşıtı Almanya için Alternatif, AfD tarafından düzenlenen gösteriye aralarında çok sayıda neonazinin de bulunduğu en az 5 bin kişi katıldı.

Erfurt'ta bir hafta önce yine AfD tarafından düzenlenen ırkçı gösteriye yalnızca 500 kişi katılmıştı. Pazartesi akşamı Dresden’de İslam ve göçmen karşıtı Pegida hareketinin düzenlediği gösteriye ise en az 8 bin kişi destek vermişti. Almanya’daki ırkçı gelişmelerle bağlantılı bir rapor yayınlayan Avrupa Konseyi Azınlıkların Korunması Komisyonu, ülkede Müslümanlar, Yahudiler ve diğer halk gruplarına karşı 'düşmanca iklimin' yoğunlaştığına ve son beş yılda yabancı düşmanlığının arttığına dikkat çekti.

Kanada ise Almanya’da yabancı düşmanlığının artması nedeniyle, özellikle Almanya’nın doğusuna gidecek olanlara dikkatli olmaları çağrısında bulundu. Yabancı düşmanı grupların ırkçı tavırları ve dış görünüşleri nedeniyle yabancıya benzeyenleri hedef aldıkları kaydedilen seyahat uyarısında, Almanya’ya gideceklerin gösterilerden de şiddete dönüşme ihtimali nedeniyle uzak durmaları istendi. Amerika’da Ocak ayında benzer bir açıklamada, Pegida’nın eylemlerini gerekçe göstererek ABD vatandaşlarına ‘tehlike altında olduklarını’belirtmiş ve Dresden ve Leipzig’in yanı sıra Berlin, Frankfurt, Münih, Köln ve Düsseldorf şehirlerden uzak durulmasını tavsiye etmişti. 

Almanya'da 'Cihatçı Sığınmacı' Korkusu

Teröristlerin sığınmacıların arasına karışarak Almanya'ya sistematik olarak sızdığı yönünde bir bulgu yok

İkinci Dünya Savaşı sonrasında en büyük sığınmacı akınlarından birine sahne olan Almanya’da ülkeye gelen ve kalacak yer sıkıntısı yaşayan sığınmacıların durumu ve artan tepkiler gündemi belirlemeye devam ediyor. Bu kapsamda son günlerde dile getirilen bir konu, IŞİD militanlarının mülteciler arasında Avrupa’ya ve Almanya’ya sızdığı yönündeki iddialar.

Akdeniz’i aşarak Avrupa’ya ulaşmaya çalışan sığınmacılara yönelik olarak kurulan AB’nin sahil güvenlik birimi Frontex yetkilileri bundan bir süre önce İŞİD’li militanların Avrupa ülkelerine sızabilecekleri uyarısını yapmış, Alman Kriminal Dairesi ise, teröristlerin sığınmacıların arasına karışarak Almanya'ya sistematik olarak sızdığı yönünde bir bulgu olmadığını açıklamıştı.

Ancak Berlin’in yakınlarındaki bir mülteci barınağında kalan bir Suriye vatandaşı hakkında IŞİD için savaştığı gerekçesiyle soruşturma açılması konuyla ilgili tartışmaları tekrardan gündeme taşıdı. Polis söz konusu kişinin birlikte kaldığı diğer sığınmacılara IŞİD adına katıldığı eylemleri anlattığını açıkladı.

Buna rağmen terör uzmanları Suriyeli mültecilerin hemen hepsinin IŞİD teröründen kaçtığını hatırlatarak, IŞİD’in Almanya’da yeterince destekçisi bulunduğunu ve bu yüzden örgüt militanlarının mülteci kılığında Avrupa’ya kaçak girmesine gerek olmadığını savunuyorlar. 

Alman iç istihbarat servisi Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı bir süre önce şu ana kadar en az 800 kişinin Almanya’dan Suriye’ye giderek IŞİD’e katıldığını açıklamıştı.

Öte yandan Federal Kriminal Dairesi Almanya’dan IŞİD'e katılma sebepleri konulu kapsamlı bir araştırmada militanlığı seçenlerin profilini irdeledi.

Geride kalan Haziran ayına kadar Almanya’yı terk ederek Suriye ve Irak’a gittikleri kesin bilinen 670 kişinin verileri ve biyografileri incelenerek ortaya çıkarılan profile göre, bunlardan yarısı orada radikal İslamcı bir terör örgütüne ya da gruba katıldı.

Katılımlarda yüzde 78’le IŞİD birinci sırada yer alıyor. 

Almanya'da Seçim Mitingleri Başladı

AKP Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu 3 Ekim tarihinde Düsseldorf'ta Türk seçmenlerle buluşacak

Almanya'ya gelen ilk lider Kılıçdaroğlu oldu
Almanya'ya gelen ilk lider Kılıçdaroğlu oldu

Türkiye’de 1 Kasım’da yapılacak genel seçimlerin tansiyonu yükseldikçe, seçimlerin heyecanı Almanya’da da hissedilmeye başlanıyor. Siyasi parti liderlerinin Almanya’daki yaklaşık 1 milyon 400 bin civarındaki seçmenin oyunu alabilmek için miting ve toplantı tarzındaki çalışmalarına burada start vermeleri söz konusu atmosferde en büyük pay sahibi.

Nitekim Kurban Bayramı günlerinde CHP ve HDP liderleri çeşitli kentlerde salon toplantılarıyla seçmenlere seslendi. Önce Belçika ve Hollanda’da seçmenlerden oy istemek için ikna turları yapan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Cuma ve Cumartesi günleri Almanya’da katıldığı toplantılarda Avrupa'da yaşayan Türklere seçimde sandığa gidip oy kullanmaları çağrısında bulundu, seçimle ilgili konuların yanısıra yurtdışındaki Türklerin durumu ve mülteci konularına da değindi. Köln, Mannheim, Stuttgart, Frankfurt ve Münih gibi kentlerde seçmenler ile buluşan Kılıçdaroğlu, yaptığı konuşmalarda Türkiye’nin 2 milyondan fazla sığınmacı kabul ettiğini, ancak son yaşanan olaylarla birlikte durumun artık tüm Avrupa’nın sorunu haline dönüştüğü açıkladı.

Kılıçdaroğlu Köln’de yaptığı konuşmada AKP hükümetinin Suriye politikasının yanlış olduğunu ve göçmen sorunun bu boyuta gelmesini beraberinde getirdiğini de öne sürdü. 

Kılıçdaroğlu’nun Almanya’daki temasları ve konuşmaları sırasında belki en çok dikkat çeken açıklamalarından biri yurtdışındaki seçim sandıklarının başında din görevlilerinin bulunması konusunda oldu. Düzenlenen bir basın toplantısında konuyla ilgili bir soruyu yanıtlayan CHP lideri, bu konuda bir endişesi olmadığını ifade etti.

Türkiye'de 1 Kasım erken seçimleri öncesi Almanya'da seçmenlerle bir araya gelen bir diğer lider ise HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş oldu. Demirtaş Berlin, Hamburg ve Leverkusen’de seçmenlere seslendi. Yaptığı konuşmalarda 7 Haziran’dan bu yana Türkiye'de anayasa ve hukukun askıya alındığını öne süren Demirtaş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı eleştirerek, HDP’nin 7 Haziran seçimlerindeki başarısının Erdoğan’ın başkanlık planını bozduğunu iddia etti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çözüm sürecini sonlandırdığını savunan Demirtaş, partisinin ise barış için elinden gelen her şeyi yaptığını öne sürdü.

Liderlerin yurtdışındaki seçmenlere yönelik toplantıları önümüzdeki günlerde de devam edecek. AKP Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu 3 Ekim tarihinde Düsseldorf'ta Türk seçmenlerle buluşacak. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ise Fransa'nın Strasbourg kentinde 4 Ekim'de yapılacak ‘Milyonlarca Nefes Teröre Karşı Tek Ses’ mitingine katılacağı duyuruldu.

1 Kasım'da Almanya'dan Meclise Kimler Gidecek?

Genel seçimlerde milletvekili olabilmek için yurtdışında yaşayan çok sayıda Türk aday adaylığı başvurusunda bulundu

1 Kasım'da yapılacak seçimler için yurtdışında yaşayan seçmenler 8-25 Ekim tarihleri arasında oy kullanabilecek. Gümrük kapılarında ise oy verme işlemi 1 Kasım'a kadar devam edecek. Yurtdışı seçmenler, 53,7 milyonluk toplam seçmen sayısının 2,9 milyonunu oluşturuyor, söz konusu seçmenlerin 1,4 milyon kişi ile yarısı Almanya'da bulunuyor.  7 Haziran seçimlerinde yurtdışı seçmenden, gümrüklerde oy verenlerle 1 milyon 34 bin 917'si oy kullandı, böylece dünya çapında katılım yüzde 36 olarak kaydedilmiş oldu.  

Genel seçimlerde milletvekili olabilmek için yurtdışında yaşayan çok sayıda Türk aday adaylığı başvurusunda bulundu. Ancak adaylığı kesinleşenlerin sayısı bu kez 7 Haziran’dakinin de altında kaldı. Geçen seçimde Adalet ve Kalkınma Partisi ve Halkların Demokrasi Partisi üçer, Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi ise birer aday göstermişti. Bu kez ise AKP önceki seçimlerde İstanbul 3. bölge 10. sıradan aday gösterdiği ve seçilebilen Mustafa Yeneroğlu’nu, yine aynı bölgede seçilebilecek bir yer olan 11. sıradan aday gösterdi. Bir diğer AKP adayı ise 7 Haziran’da listede olmayan Avrupa Türk Demokratlar Birliği UETD Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Kara. Kara, Ordu’da seçilme şansı zor görünen 5. sıradan aday gösterildi.

7 Haziran'da HDP listesinde İstanbul 2. bölge 1. sıradan aday gösterilen ve milletvekili seçilen Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu eski Genel Başkanı Turgut Öker ise bu kez İstanbul 1. bölge 3. sırada yer buldu. HDP Batman 1. sıra adayı olarak seçilen Avrupa kökenli Ali Atalan ise yine Batman’da 4. sıraya kaydırıldı. 7 Haziran’da da milletvekili seçilen eski Avrupa Parlamentosu Milletvekili Feleknas Uca, HDP tarafından yeniden Diyarbakır 4. sıradan aday gösterildi. HDP’li Duisburg kentinden işadamı Ziya Pir geçen 7 Haziran’da seçildiği Diyarbakır 7. sıradaki yerini korudu. 7 Haziran seçimlerinde Mersin’de 3 milletvekili çıkaran CHP, 5.sıraya Hamburg kökenli Sibel Gazi Tebel’i aday gösterdi.

Almanya kökenli gazeteci Necdet Saraç CHP’nin İstanbul adayları arasında 19. sırada yer buldu. Almanya’nın Zimdorf kasabasında ülkenin ilk Türk belediye başkanlığı görevini yapan Murat Bülbül Bayburt 1. sırada CHP’den aday gösterildi. MHP başta olmak üzere diğer partilerden başka yurtdışı kökenli aday bulunmuyor.

Öte yandan yurtdışındaki Türklerin oy potansiyelini göz ardı edemeyen partilerin liderleri tıpkı 7 Haziran seçimleri öncesi olduğu gibi bir yıl içinde ikinci kez seçim kampanyalarında Avrupa ülkelerine gelerek toplantı ve mitingler düzenleyecekler.

Bu kapsamda AKP Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu 3 Ekim tarihinde Düsseldorf'ta Türk seçmenlerle buluşacak. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise bugünden itibaren önümüzdeki dört gün boyunca Bern, Strasbourg, Brüksel, Amsterdam, Köln, Mannheim, Stuttgart, Münih ve Viyana'da vatandaşlarla bir araya gelecek. HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş 25 Eylül Cuma günü Berlin’de, 27 Eylül Pazar günü ise Hamburg'da seçmenlere yönelik toplantılara konuşmacı olarak katılacak. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Avrupa ülkelerini de ziyaret programına alıp almayacağı şu anda kesinleşmiş değil. Öte yandan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Fransa'nın Strasbourg kentinde 4 Ekim'de yapılacak ‘Milyonlarca Nefes Teröre Karşı Tek Ses’ mitingine katılacağı da duyuruldu.

Volkswagen Skandalı Büyüyor

Volkswagen, Amerikan emisyon standartlarını yanıltmalarına neden olan hataları düzeltmek için yoğun bir çalışma içinde olduklarını açıkladı

Volkswagen grubu son senelerdeki atılımıyla Toyota’yı geçerek dünyanın en büyük üreticisi haline gelmişti
Volkswagen grubu son senelerdeki atılımıyla Toyota’yı geçerek dünyanın en büyük üreticisi haline gelmişti

Alman otomobil üreticisi Volkswagen’in 2009'dan bu yana ABD'de satılan dizel motorlu araçlarında emisyon ölçümlerini manipüle etmek için yasal olmayan kontrol yazılımı kullandığının ortaya çıkması Alman ekonomi dünyasını tam anlamıyla sarstı.

Volkswagen yönetimi basına yansıyan suçlamaları kabul ederek, dünya genelinde “EA 189” tipi 11 milyon motorun emisyon testi manipülasyonundan etkilendiğini duyurdu. Söz konusu motor Jetta, Beetle ve Golf, Passat ve Audi A3´ün dizel modellerinde kullanılıyor.

Volkswagen, Amerikan emisyon standartlarını yanıltmalarına neden olan hataları düzeltmek için yoğun bir çalışma içinde olduklarını açıkladı.

VW Yönetim Kurulu Başkanı Martin Winterkorn, olayın boyutunu tümüyle ortaya çıkarabilmek için bir bilirkişi incelemesi başlattıklarını bildirerek, zararı karşılamak için de yaklaşık 6,5 milyar Euro'luk bütçe ayırdıklarını söyledi. Alman basınında çıkan yorumlarda skandalın Winterkorn’un koltuğunu kaybetmesine neden olabileceği savunulurken, bundan kısa bir süre önce görev süresi 2018 yılına kadar uzatılan Winterkorn müşterilerinin güvenini kötüye kullandıkları için çok üzgün olduğunu söyledi.

ABD Çevre Koruma Ajansı EPA, Volkswagen'in sattığı bazı dizel motorlu araçların, yanıltıcı emisyon testleri nedeniyle çevreyi standartlardan 40 kat daha fazla kirlettiğini açıklayarak, şirket hakkında para cezası ve ihtiyati tedbir kararı verilebileceğini duyurmuştu. Konunun uzmanları cezanın 18 milyar dolar tutarında olabileceğini iddia ederken, Frankfurt borsasında işlem gören Volkswagen hisseleri yüzde 20 değer kaybına uğradı. Şirketin piyasa değeri bir günde 14 milyar dolar eridi.

Volkswagen grubu son senelerdeki atılımıyla Toyota’yı geçerek dünyanın en büyük üreticisi haline gelmişti. Grupta Volkswagen’in yanı sıra, Audi, Porsche, Bugatti gibi tanınan markalar da var. Geçen sene 202 milyar dolarlık ciroya ulaşan şirket 2014’te 12,4 milyar dolar kar elde etmişti.

Frankfurt’da devam eden Uluslararası Otomobil Fuarı IAA’da daha geçen günlerde tanıtımlarda yakıt verimliliğinin uyumunu ön plana çıkaran ve ABD’de yayınlanan televizyon reklamlarında da, ’Amerika’nın 1 numaralı dizel otomobil markası’ diye tanıtım yapan Volkswagen'in dizel araçları yıllardır çevreci özellikleri nedeniyle otomobil eleştirmenleri tarafından da övülüyordu.

Volkswagen'in büyük bir sarsıntı yaşamasına kesin gözüyle bakılıyor. Bu arada son olarak Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier skandalın bir an önce aydınlatılmasını ve sorumluların ortaya çıkartılmasını istedi. Federal Ulaştırma Bakanı Aleksander Dobrint ise, Almanya'daki bütün dizel VW'lerin muayeneden geçirileceğini ve Volkswagen hakkında emisyon değerlerini manipüle ettiği suçlamalar ile ilgili Almanya’da da soruşturma açılacağını açıkladı.

Fransa Maliye Bakanı Michel Sapin, Alman arabalarının yanı sıra Fransız arabalarının da tekrar test edilmesi gerektiğini söyledi, ancak Fransız üreticilerinin hile yaptığına dair bir şüphesinin olmadığını ekledi.

Güney Kore, Volkswagen skandalını kendilerinin de inceleyeceğini açıkladı ve şirketin temsilcilerini konuyla ilgili görüşmeler için Seul’a çağırdı.

ABD Adalet Bakanlığı, yaptığı açıklamada Volkswagen’ın ABD’de sattığı yarım milyon dizel aracın emisyon standartlarıyla ilgili hilesi nedeniyle ceza davası açmayı planladıklarını belirtti.

Frankfurt Otomobil Fuarı Başladı

IAA’da 40 ülkeden yaklaşık 1100 katılımcı yakında piyasaya sunulacak toplam 210 modelle görücüye çıktı

Dünyanın en göz alıcı ve önde gelen otomobil fuarlarından Uluslararası Frankfurt Otomobil Fuarı’ndaki yeni model ve trendler, otomobil kullanma alışkanlıklarının önümüzdeki birkaç yıl içinde kökten değişeceğini ve otomotiv sektöründe üretimin batıdan doğuya kayacağını gösteriyor.

Detroit, Cenevre ve Paris otomobil fuarlarıyla birlikte sektördeki gelişmelerin aynası olarak tanımlanan Frankfurt Otomobil Fuarı, kısa adıyla IAA’da 40 ülkeden yaklaşık 1100 katılımcı yakında piyasaya sunulacak toplam 210 modelle görücüye çıkarken, doğaya karşı duyarlı araçlar ve sürücü gerektirmeyen otomatik arabalar fuarın gündemini belirliyor.

Sektörün dev markalarının geleceğe dönük yatırımlarını bu alanlarda yapmaları dikkati çekerken, fuar kapsamında tanıtılan bir araştırmaya göre, dünya çapında otomobil alım kararında bir numaralı etken araç yakıt tüketimi. Yakıt tüketimini güvenlik olanaklarının izlemesi, tüketicilerin prestijli markalar yerine bu konularda bilinçlenmeleri olarak yorumlanıyor.

Bundan dolayı otomobil endüstrisinde yakıt tüketimini en aza indirmek başlıca hedeflerden birisi. Fuarın gözdelerinden elektrikli otomobillerin yakıt ucuzluğu ve çevreye karşı duyarlı olmaları en büyük özellikleri. Ancak bu tarzdaki arabaların fiyatının hala yüksek olması ve tüketicilerin elektrikli bir aracın şarjı ile ortalama 200 kilometre gidebilmeleri satışları olumsuz etkiliyor.

Sektör temsilcileri önümüzdeki birkaç yıl içinde mesafenin ortalama 500 kilometreye çıkacağını, ayrıca şarj olanaklarında da büyük bir patlama yaşanacağını belirterek, satışlarda büyük bir artış bekliyorlar.

Geleceğin otomobilleri araba kullanmayı zevk olarak tanımlayanlar açısından zor bir dönemi beraberinde getiriyor. Neredeyse tüm işlevlerinin bilgisayar sistemleri ile çalıştığı söz konusu modeller sürücüsüz, otomatik olarak hareket edebiliyor. Dijital veri tabanları ve diğer araçlardaki bilgisayar sistemiyle iletişim kurabilen akıllı araç teknolojili bu tarz otomobillerde sürücülerin hataları olmayacağı için kaza riski minimum seviyede. Ancak bu özelliklere sahip otomobillerin kitlesel düzeyde caddelere çıkabilmesi uzmanların görüşüne göre 2020’yi bulacak.

Otomotiv sektörü geleceğe genel olarak çok umutla bakıyor. Özellikle Avrupa’da ekonomik krizin etkilerinin geçmesi ve petrol fiyatlarında düşüş eğilimi ile büyük hareketlilik yaşayan sektör, otomobil satışlarının bu yıl tüm dünyada 60 milyonu aşacağından yola çıkıyor. Olumla hava sadece Avrupa’da hissedilmiyor. Çin başta olmak üzere Amerika ve Japonya’da da satışların yükseldiği haber veriliyor.

Otomotiv sektörü ile dünyanın önde gelen sektörlerinden biri. 50 milyon kişiye istihdam sağlayan sektörünün toplam cirosu yıllık yaklaşık 2 trilyon Euro. Şu an için otomotiv üretiminde ilk sırada Çin var. Çin’iABD, Japonya ve Almanya takip ediyor. Fuarda konuyla ilgili değerlendirmelerde bulunan uzmanlar 2030’a gelindiğinde, otomotiv pazar ve üretiminin yaklaşık yüzde 50’sinin Asya ülkelerine kaymış olacağından yola çıkıyor. Çin’in yanı sıra, Hindistan’ın bu alanda büyük atılım yapması bekleniyor ve üretim payının yüzde 5’ten yüzde 17’ye ulaşacağı tahmin ediliyor. 

230 bin metrekare üzerine kurulu Uluslararası Frankfurt Otomobil Fuarı IAA 27 Eylül’de kapanacak.

Ludmila Dalaman


Almanya Avusturya Sınırını Kapattı

İçişleri Bakanı, son günlerde Avusturya üzerinden Almanya giriş yapan mültecilerin sayısının imkanları zorladığını ve alınan bu önlemin mültecilerin AB içindeki dağılımı konusunda “düzenli bir yöntem” bulunmasını hedeflediğini belirtti

Son günlerde Avusturya üzerinden Macaristan'dan gelen çoğu Suriyeli 40 bine yakın mülteciyi kabul eden Almanya'daki olumlu hava ters dönerek yerini aniden sert önlemlere bıraktı. Bugün sürpriz bir basın toplantısı düzenleyen Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, Almanya’nın Avusturya ile olan sınırında yeniden kontrollere başlandığını ve iki ülke arasındaki tren seferlerinin geçici olarak durdurulduğunu duyurdu. Alınan kararın 22 Avrupa Birliği ülkesi arasındaki serbest dolaşımı garantileyen Schengen Anlaşması'na uygun olduğunu öne süren İçişleri Bakanı, son günlerde Avusturya üzerinden Almanya giriş yapan mültecilerin sayısının imkanları zorladığını ve alınan bu önlemin mültecilerin AB içindeki dağılımı konusunda “düzenli bir yöntem” bulunmasını hedeflediğini belirtti. Almanların mültecilere gösterdiği yardımseverliğin istismar edildiğini ifade eden Bakan, Almanya’nın kendine düşen sorumluluğu üstlenmeye hazır olduğunu, ancak mültecilerle ilgili yükün Dublin Anlaşması kuralları kapsamında adil bir şekilde paylaşılması gerektiğini savundu. Kararın koalisyon ortağı SPD’nin onayı ile alındığını açıklayan Thomas de Maiziere, ayrıca Avusturya ile de istişare edildiğini duyurdu.

2100 polisin sınır kontrölleri için Almanya-Avusturya sınırına yönlendirildiğini belirten Thomas de Maiziere, uygulamanın uzun süre geçerli kalacağından yola çıktığını da söyledi. Karara göre, Almanya ile Avusturya’yı bağlayan otobanlarda ve diğer geçişlerde 1997 yılında kaldırılan kontrol noktaları geçici barakalar kurularak yeniden devreye sokulacak, ayrıca trenlerde de pasaport ve kimlik kontrolleri yapılacak. Almanya Devlet Demir Yolları Bundesbahn Pazartesi sabahı saat altıya kadar iki ülke arasındaki tüm seferlerin karşılıklı olarak durdurulduğunu açıkladı. Yetkililer Avusturya’dan Almanya’ya gelen trenlerde masur kalan yolcular arasında en az 1800 mültecinin de bulunduğunu bildirdi.

Almanya’nın Avusturya’ya yönelik sınır kontrollerine başlama kararı Berlin’de büyük şaşkınlık yaratırken, yapılan ilk yorumlarda söz konusu önlem Avrupa Birliği üyeleri arasında beklenmedik mülteci akını yüzünden yaşanılan bölünmüşlüğün zirvesi olarak tanımlandı. Başbakan Merkel son günlerde konuyla ilgili yaptığı konuşmalarda Avrupa Birliği’nin mülteci sorununun çözümü konusunda uzlaşamamasının Schengen Anlaşması’nın sorgulanmasına neden olacağını belirterek, sığınmacıların Avrupa’da adil dağıtılması gerektiğini vurgulamıştı.

Bu yıl AB çapında iltica başvurularının yüzde 43'ü Almanya'da yapıldı. Yetkililer yıl sonuna dek büyük bir olasılıkla 1 milyon mültecinin ülkeye giriş yapacağından yola çıkıyor. Almanya'ya ulaşan mülteciler imkanlar yetersiz kaldığı için çadır kentlerde ve spor salonlarında barınıyor. Mültecilere yönelik aşırı sağcı saldırılar da artıyor. Berlin Avrupa'ya akın eden mültecilerin üye ülkeler arasında adil bir şekilde paylaşılması gerektiğini belirterek, tüm üye ülkelerin Dublin Anlaşması’ndaki kurallara uymasını istiyor. Dublin Anlaşması, göçmenlerin ilk ayak bastıkları Avrupa Birliği ülkesinde iltica başvurusunda bulunmalarını öngörüyor. Bu talebe Polonya, Macaristan ve Slovakya gibi Doğu Avrupa ülkeleri ile İngiltere karşı çıkıyor. Almanya’nın Avusturya sınırında yeniden kontrollere başlayacağını duyurmasının ardından konuyla ilgili tartışmaların önümüzdeki günlerde gündemi belirlemesi bekleniyor.

Alman Siyasetçiler Mültecileri Tartışıyor

30 bin mülteciyi kabul eden Almanya'daki sığınmacılara yönelik kamuoyundaki olumlu ve yardımsever hava devam ediyor

Almanya'yla birlikte Avrupa Birliği’nin diğer ülkelerinin haftalardır gündemini belirleyen sığınmacı sorununda politik ve ekonomik kaygılar ve radikal İslamcılar'ın mültecilere yönelik kampanya başlattığı haberleri ön plana çıkıyor.

Son iki hafta içinde tren ve otobüslerle Avusturya üzerinden Macaristan'dan gelen çoğu Suriyeli yaklaşık 30 bin mülteciyi kabul eden Almanya'daki sığınmacılara yönelik kamuoyundaki olumlu ve yardımsever hava devam ediyor, ancak bazı siyasetçiler ülkenin bu tür organizasyonları sürekli yapamayacağı da dillendiriyor.

Yetkililer sadece bu hafta sonunda 40 bin mültecinin ülkeye giriş yapacağından yola çıkıyor. Yapılan tahminlere göre, bu yıl içinde Almanya’ya toplam 1 milyon mültecinin gelmesini bekleniyor.

Schengen ülkelerini bağlayan Dublin Anlaşması, mültecilerin AB topraklarına ayak bastıkları ilk üye ülkede iltica başvurusunda bulunmalarını öngörüyor. Ancak mültecilerin çoğu kendilerine kötü muamele edildiği için Macaristan’da kalmayıp Almanya’ya geçiyor.

Buna paralelBirlik Partileri Başbakan Merkel’in CDU’su ile küçük ortak CSU arasında mülteci politikası konusunda uyumsuzluk olduğu dikkat çekiyor. Nitekim Bavyera Eyaleti Başbakanı Horst Seehofer, “Macaristan’dan gelenlere kapıların açılması bizi daha uzun süre meşgul edecek bir hataydı. Şişenin kapağını kapatma imkanı kalmadı“ diye konuştu.

CSU’nun sözü en çok dinlenen politikacılarından Federal İçişleri eski Bakanı Hans Peter Friedrich de, Başbakan Merkel’i ağır sözlerle eleştirerek, mültecilere sınırların açılmasını, “Almanya’nın yakın tarihinde örneği olmayan siyasi bir hata” olarak niteledi. ‘Merkel mülteciler konusunda kontrolü kaybetti’ diyen Friedrich, bunun Almanya’ya ileride çok ağır sonuçları olacağını ve sorumlusunun Merkel olduğunu öne sürdü.

Bavyera eyaletinin Maliye Bakanı CSU’lu Markus Söder de, Merkel’in Suriyeli sığınmacılara sınırların açılmasını önce istisnai olarak tanımladığını, ancak rutine dönüştürdüğünü ifade etti.

Kardeş parti CSU’dan gelen eleştirilere rağmen, konuyla ilgili şimdiye dek izlediği çizgiden ayrılmayacağını ve sınırların daha ne kadar açık kalacağı ile ilgili bir tarih veremeyeceğini belirten Başbakan Angela Merkel ise yaptığı açıklamada, Almanya'nın ekonomisinin çok iyi durumda olduğunu ifade ederek “Sığınmacıların kabul edilmesinin mali yükünü karşılayabiliriz” dedi.


Öte yandan Alman basınında çıkan haberlere göre, radikal İslamcı Selefilerin, ülkeye gelen Suriyeli mültecileri hedef alarak propaganda çalışmalarını yoğunlaştırdıkları ve kendi saflarına çekmeye çalıştıkları saptandı.

Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın kaynak gösterildiği haberlerde, Selefilerin mültecilerin kaldığı yurtlara sızdığı, gıda ve giyecek yardımı yaptıkları mültecilerle temas kurup, kendi gruplarına çekmeye çalıştıkları belirlendi.

Selefilerin ayrıca mülteci yurtlarının çevrelerinde de propaganda yaptıkları öğrenildi.

Alman kamuoyunda Selefilerin liderlerinden olarak bilinen, sonradan Müslümanlığa geçen Pierre Vogel ise YouTube üzerinden yayımladığı bir video ile Selefilerin Suriyelilere hediye götürmelerini, kaldıkları yurtlarda iletişim kurmalarını isterken, ayrıca Selefilerin hakimiyetinde olan camilere de davet etmelerini istedi.

Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın, mültecilerin kaldığı yurtlartaki yöneticileri uyararak Selefilerin propaganda çalışmaları konuda dikkatli olmalarını istediği açıklandı.

Bu arada yayınlanan güncel bir anket sonuçlarına göre Alman halkının yarısı, artan mülteci sayısı nedeniyle ülkede aşırı siyasi grupların ve çatışmaların artmasından dolayı endişe içinde. 

Almanya'ya 30 Bin Mülteci Ulaştı

Cumartesi günü 7 bin civarında mültecinin geldiği Münih Garı’na pazar günü yaklaşık 14 bin, dün de 11 bin civarında mülteci ulaştı


Geçen haftasonunda Avusturya’nın, Macaristan'dan yürüyüşe geçerek gelen çoğunluğu Suriyeli ve Afgan mülteciye sınırlarını açmasıyla Viyana üzerinden son üç gün içinde özel tren ve otobüslerle Almanya’ya gelen mülteci sayısı 30 bini aştı.

Cumartesi günü 7 bin civarında mültecinin geldiği Münih Garı’na pazar günü yaklaşık 14 bin, dün de 11 bin civarında mülteci ulaştı. Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de gara alınmayarak günlerce sokaklarda bekletilen ve kendi deyimleriyle ‘perişan olan’ mültecilere yardım elini uzatan Almanya’da halkın çoğunluğunun insancıl tepkisi, yardımseverliği ve bitkin halde gelen mültecileri üzerlerinde ‘Welcome/Hoşgeldiniz’ yazılı pankartlarla karşılamaları hem şaşkınlık hem de hayranlık uyandırdı.

Vatandaşların mültecilere gıda ve giyecek eşya ve çocuklara da oyuncaklar dağıttığı görüntüler tüm Avrupa televizyonlarında manşetten ve ana haber olarak duyuruldu. Birçok Türk sivil toplum kuruluşu da mültecileri karşılamak, ihtiyaçlarının giderilmesine yardımcı olmak için harekete geçti. Gönüllü yardım yapan örgütlerden DİTİP’ten Murat Karaman, insanlık dramına dönüşen mülteci akını karşısında ellerinden geldiği kadar destek sağlamaya çalıştıklarını belirtti.

Bu arada Başbakan Merkel, sınırların geçici bir süreliğine mültecilere açıldığını söylerken, bu sürenin ne zaman sona ereceği konusunda henüz bir tarih açıklamadı, ancak Berlin’deki yorumlarda Almanya’nın istisnai tavrının kalıcı olmayacağı vurgulanıyor.

Buna paralel Merkel yönetimindeki koalisyon hükümeti sığınmacılara ilişkin bir dizi karar aldı. Sığınmacıların giderlerinin karşılanması için gelecek yılın bütçesinde ayrılan 3 milyar Euro’nun 6 milyar Euro’ya çıkarılması öngörülürken, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Makedonya, Karadağ ve Sırbistan gibi gibi Balkan ülkelerinin ‘AB'ye dahil olmayan güvenli ülke’ kategorisine alınması kararlaştırıldı. Buna göre bu ülkelerden geleceklere sığınma hakkı tanınmayacak, sığınma başvurusunda bulunanlar ise bir hafta içinde sınırdışı edilebilecek.

Bu arada son haftalarda büyük infiale sebep olan mülteci yurdu kundaklama eylemleri de hız kesmiyor. Hafta sonundan bu yana dört mülteci barınağı daha kundaklandı.ınmacılara karşı şiddetin artmasından büyük endişe duyduğunu ve yaşananların aşırı sağcılar arasında daha fazla radikalleşmeye yol açtığını, ileride aşırı sağcı terör örgütlerin ortaya çıkabileceğini söyledi. Yetkililer Almanya‘ya bu yıl toplam 800 bin mültecinin geleceğinden yola çıkıyor. Ülkedeki en yüksek sığınmacı sayısı Yugoslavya Savaşı’nın olduğu 1992 yılında 440 bin olarak kayıtlara geçmişti.

Berlin'de IFA Fuarı'nda 'Akıllı Ürünler' Damgası

Avrupa'nın en büyük tüketici elektroniği fuarı olan IFA’ya, 1400 civarında şirket katılıyor

Her yıl Berlin'de düzenlenen Uluslararası Elektronik Fuarı IFA’ya bu yıl son dönemlerin en büyük teknoloji trendi olan ‘akıllı elektronik ürünler’ damga vuruyor. Sektörün vitrini olarak kabul edilen ve Avrupa'nın en büyük tüketici elektroniği fuarı olan IFA’ya, 1400 civarında şirket katılıyor.

Akıllı telefondan bilgisayarlara, akıllı saatlerden tabletlere son teknolojiiyi yakalayan ürünler ön plana çıkanlar arasında ilk sırada. En çok ilgi çeken başka bir ürün, kavisli ekranlara sahip televizyon ve cep telefonları.

Kavisli ekrana sahip olan yeni nesil televizyonların görüntü kalitesi standart düz ekranlı televizyonlara göre çok daha yüksek. Kavisli ekranlarda hem ekranın ortasına hem de kenarlara olan uzaklık eşdeğer olduğundan izlenilen filmler veya futbol maçları kullanıcıda üç boyutlu izleme hissi yaratıyor. Konunun uzmanları kavisli televizyonların ortaya çıkmasıyla, son yıllarda 3D teknoloji ile piyasaya sürülen televizyonların geri planda kaldığını, kullanıcıların gözlerinin 3D gözlükle yorulduğunu, ancak 3 boyut kalitesi sunan kavisli ekranların gözlüksüz de aynı hissi yarattığını belirtiyorlar.

‘Akıllı’ etiketiyle sunulan ve her geçen gün daha da ucuzlayan ürünler fuarın dikkat çeken dorukları arasında bulunuyor. En çok ilgi gören, evlerde tüm donanımların, bir arada tek merkezden kontrolü ve hayatı kolaylaştıran akıllı sistemler.

Söz konusu sistemler yapay zekayla adeta evin özel sekreteri gibi çalışmaya doğru ilerliyor. Örneğin buzdolabında tereyağınız bittiğinde sistem bunu tespit ederek eksiği kullanıcıya bildiriyor veya kendisi sipariş veriyor.

Fuarda görücüye çıkan akıllı saatler de büyük ilgi topluyor ve hızla yaygınlaşmaya devam ediyor. 2014 yılında dünya çapında yaklaşık 7 milyon adet akıllı saat satışı gerçekleştirildi. Bu rakamın bu yılın sonuna dek yüzde 400 civarında artması ve yaklaşık 30 milyon adet akıllı saatin satılması bekleniyor.

Alışık olduğumuz saat kavramını geride bırakan akıllı saatler ‘akıllı’ kelimesinin hakkını veren özelliklre sahip. İletişim kurabilen, gündelik faaliyetlerin yanı sıra ve nabız, vücut sıcaklığı gibi değerlerini kayıt altına alan söz konusu saatlerin İFA’da atnıtılan son modellerinde Google Translate çevirisi bulunuyor, yani kullanıcılar yanlarında bir tercüman varmışçasına bir hizmete kavuşuyor. Sergilenen yeni modellerin kısa süre içinde piyasaya sürülmesi bekleniyor.

Fuara katılan Vestel ve Beko gibi sektör liderlerinin yanısıra 50'ye yakın çoğu orta ölçekli Türk şirketleri de yeni müşteriler kazanmayı ümit ediyor. İlki 1924 yılında gerçekleşen fuarı bu yıl 200 binden fazla kişinin ziyaret etmesi bekleniyor ve hem sektör temsilcileri hem de tüketiciler birçok Avrupa ülkesini saran ekonomik krizin Uluslararası Elektronik Fuarı’nı teğet geçtiğini belirtiyorlar.

Ludmila Dalaman

Almanya’daki Türkler'den Sandığa Büyük İlgi

Seçmenlerin seçime katılım oranının 7 Haziran seçimlerini geçerek yüzde 44’e ulaştığı belirtiliyor


8 Ekim'de başlayan yurt dışı sandıklarında oy kullanma işlemi Pazar akşamı sona erdi. Seçmenlerin seçime katılım oranının 7 Haziran seçimlerini geçerek yüzde 44’e ulaştığı belirtiliyor. Bir milyon 411 seçmenin bulunduğu ve en çok yurt dışı seçmenin yaşadığı Almanya’da oy verenlerin sayısı gümrüklerin dışında 573 bin 748'i buldu ve geçen seçimlere göre yüzde 19 arttı. Bu sayının gümrüklerde kullanılan oylarla 650 bine ulaşması bekleniyor.

Almanya'da 7 Haziran seçimleri için kullanılan oy sayısı gümrükler hariç yaklaşık 482 bin 530 olmuştu. Yaklaşık 130 bin seçmenin bulunduğu başkent Berlin’de ise kullanılan toplam oy sayısı 49 bin 88'e ulaştı. Yüksek Seçim Kurulu yurtdışında daha fazla oy kullanımı sağlamak amacıyla son hafta sonunda oy kullanım süresini uzatmıştı.

Buna göre daha önce saat 10.00'da başlayıp saat 19.00'da sona eren oy verme işlemi saat 09.00'da başlayıp saat 21.00'de sona erecek şekilde değiştirildi. Uygulama sonucunda sandıklara ilginin arttığı ve temsilciliklerinin önünde akşam saatlerinde uzun kuyruklar oluştuğu tespit edildi. 

Geçen yıl Cumhurbaşkanlığı ve 7 Haziran’daki seçimden sonra 14 ay içinde üçüncü kez yurtdışında oy kullanan seçmenin sandığa ilgisinin giderek artması sevindirici bir gelişme olarak tanımlanırken, yine de unutulmaması gereken, Almanya ve yurtdışındaki katılım yüzdesinin Türkiye ile kıyasladıkta çok daha az kalması. Uzmanlar sadece Almanya’da kullanılmayan yaklaşık 800 bin oyun, Türkiye’deki seçime yaklaşık yüzde 1,5’luk bir etki yapabileceğini belirterek, katılımın oranın ilerideki seçimlerde artması yönünde girişimlerin şart olduğunu belirtiyorlar.

Bu arada Cumhurbaşkanlığı ve Haziran seçimlerinde medyaya yansıyan oy verme işlemlerleri ile bağlantılı sıkıntıların bu defa daha az olduğu dikkat çekti. Yapılan yorumlarda özellikle ABD, Avusturalya ve İsveç gibi ülkelerde sandıkların sadece konsoloklukların olduğu yerlerde kurulması ve oy kullanabilmek için kısmen yüzlerce kilometre yol gidilmesi gerekliliği eleştirilirken, partilerin yurtdışında yaşayanlara yönelik vaatlerinin cılız kalması da seçimlere ilginin daha yüksek seviyeye gelmemesine neden olarak gösteriliyor.

Gümrük kapılarındaki oy verme işlemi ise 1 Kasım Pazar günü saat 17.00'ye kadar sürecek. Öte yandan oy verme işlemlerinin tamamlanmasından sonra, Almanya'da verilen oylar ve diğer yurtdışı oyları bulundukları mühürlü torbalar ve özel uçaklarla Türkiye'ye taşınacak. ‘Gurbetin Oyları’ adlı sivil toplum kuruluşundan Burcu Dartan-Karagözler, oy sayımının Türkiye'de 1 Kasım Pazar günü kurulan sandıklar kapatıldıktan sonra başlayacağını belirtiyor.

Yurt dışında kullanılan oylar seçimlerde partilerin ülke genelinde aldığı oy oranı ve seçim bölgelerinde çıkardığı milletvekili sayısını etkiliyor. Seçim hesabında önce yüzde 10'lik barajı aşan siyasi partiler belirleniyor. Bu partilerin il seçim kurullarından gelen oy miktarlarına, partilerin yurtdışı ve gümrük kapılarında aldıkları toplam oydan her il seçim çevresine isabet eden oy miktarı ekleniyor.

0 Kommentare

Mülteciler Almanya’yı Karıştırdı

Almanya'da geçen aylarda sığınmacıların kalmasının planlandığı binalara yönelik çok sayıda saldırı düzenlendi

Haftasonunda Almanya’da mültecilere yönelik saldırılar ve gösteriler yeni bir boyut kazandı. Saksonya eyaletinde Dresden yakınlarındaki Heidenau kentine mültecilerin getirilmesini protesto eden ve çoğunluğu aşırı sağcılardan oluşan yüzlerce kişi, sığınmacıları taşıyan otobüslere şişe ve taşlarla saldırdı. Polis aşırı sağcı göstericileri dağıtabilmek için biber gazı kullanırken, en az 32 polis yaralandı. Cuma akşamı başlayan ve Pazar akşamına kadar süren olayların yatışmasıyla mülteciler kalacakları binaya yerleştirildi. Yetkililer mülteci yurdunun önümüzdeki günlerde saldırıya uğramasını engellemek için binanın polis ve özel güvenlik güçleri tarafından korunacağını açıkladı.

Adalet Bakanı Heiko Maas ülkeye gelmiş insanların tehdit edilmesi ya da saldırıya uğramalarına asla hoşgörü gösterilmemesi gerektiğini belirtirken, İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, şiddet kullananlara karşı devletin en sert biçimde tepki vereceğini söyledi. Başbakan Yardımcısı ve SPD Genel Başkanı Sigmar Gabriel, Heidanau’daki mülteci yurdunu ziyaret edeceğini açıkladı.

Yorumcular Heidenau’da yaşananları mülteci akınıyla ilgili siyasi tartışmaların ve popülist söylemlerin sokağa yansıması olarak nitelerken, göstericilerin İslam karşıtı Pegida üyelerince kullanılan ‘Biz halkız’ sloganını atmaları, geçen yıl sonbahar aylarında ortaya çıkan Pegida hareketinin kamuoyunun belli bir kesiminde beğeni toplandığının kanıtı olarak tanımlandı. Bu yılın ilk 6 ayında mülteci yurtlarını hedef alan 202 saldırı düzenlendi. Anayasayı Koruma Teşkilatı, mültecilerin sayısının artmasıyla aşırı sağcı ve ırkçıların saldırılarının artabileceği uyarısında bulunmuştu.

Almanya gündeminin ilk sırasında uzun süredir Ortadoğu, Afrika ve Balkan ülkelerinden gelen mültecilerin artan sayısı ve yetkililerin bu alandaki birçok konuda çaresizliği yer almaya devam ediyor. 

AB’ye gelen mültecilerin neredeyse yarısı Almanya’ya iltica başvurusunda bulunurken, Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maziere’nin açıkladığı rapora göre daha önce 2015’de toplam 450 bin olarak tahmin edilen ilticacı sayısının yıl sonunda 800 bini bulabileceği ifade edildi.

Almanya IŞİD'e Katılımları Engelleyemiyor

Thomas de Maiziere, 2012 yılından bu yana IŞİD’e Almanya’dan katılanların sayısının 700’ü bulduğunu söyledi

Geçen Şubat ayında yürürlüğe giren yasal değişiklikler sonrası Almanya’dan terör örgütü IŞİD’e katılmak isteyenlerin pasaport ve kimliklerine el konuluyor. Ayrıca Suriye veya Irak’taki terör kamplarına gitme girişimi bile terör saldırısına hazırlık olarak suç unsuru kabul ediliyor ve yasal işlemler başlatılabiliyor.

Ancak yurtdışı yasağına rağmen Almanya’dan IŞİD’e katılım engellenemiyor. Son yıllarda özellikle Müslüman göçmen ailelerin kabusu haline bu gelişmeyle ilgili son verileri açıklayan Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, 2012 yılından bu yana IŞİD’e Almanya’dan katılanların sayısının 700’ü bulduğunu söyledi. Bakan de Maiziere, IŞİD saflarında çarpışan teröristlerin 100’ünün öldürüldüğünü belirtti. Bakan, IŞİD’e katılanların üçte birinin Almanya'ya tekrar geri döndüğünü de açıklarken, katılımları önlenmeyi hedefleyen yasal önlemler kapsamında 800 şüpheli hakkında toplam 600 soruşturma açıldığını da duyurdu.

Terörizm uzmanları Almanya’nın IŞİD açısından önemli bir merkez olduğunu ve yalnızca Irak ve Suriye'deki savaşçıların değil grubun Almanya’daki destekçilerinin de tehdit oluşturduğunu dile getiriyorlar. IŞİD içinde Almanya’dan gidenlerin oluşturduğu tugaylar bulunduğunu belirten uzmanlar, ‘IŞİD'in arka bahçesi’ olarak tanımladıkları cihat yanlısı Selefilerin özellikle Almanya’da Müslüman ailelere ve gençlere yönelik dinci kampanyalar yürüttüğünü ve IŞİD’e yeni eleman kazandırdığını savunuyorlar. Aşırı İslamcı Selefilerin fikirlerini benimseyenlerin sayısının yaklaşık 7 bin olduğu tahmin ediliyor.

IŞİD bundan kısa bir süre önce ilk kez Almanca bir video yayınlayarak, Almanya’yı tehdit etmiş ve Başbakan Angela Merkel’den intikam alınacağını öne sürmüştü. Sosyal ağlar üzerinden yayınlanan ve elleri arkadan bağlı iki tutuklunun öldürülmesinin de gösterildiği söz konusu videoda, Merkel, Almanya Afganistan savaşını desteklediği ve Suriye’de de Kürt Peşmergelere silah yardımı yaptığı için intikamla tehdit ediliyor. Suriye'deki antik kent Palmira'da çekildiği tahmin edilen videoda Almanca konuşan iki teröristden biri, Almanya’daki Müslüman gençleri hedef alarak ‘Daha ne bekliyorsunuz? Uyanın. Öğlen oldu artık. Tren kalkmak üzere. Elinizi çabuk tutun’ sözleriyle, Suriye'ye savaşa çağırıyor.

'Yurt Dışı Seçim Bölgesi' Oluşturma Çağrısı

Avrupalı Türk Demokratlar Birliği UETD Genel Başkanı Süleyman Çelik, erken genel seçimde, yurt dışı oylarının kullanımında artış sağlanması için her konsoloslukta oy kullanma imkanının sunulmasının katılım oranını arttıracağı görüşünde

Süleyman Çelik,  yurt dışı oylarının kullanımında artış sağlanması için her konsoloslukta oy kullanma imkanının sunulmasının katılım oranını arttıracağı görüşünde
Süleyman Çelik, yurt dışı oylarının kullanımında artış sağlanması için her konsoloslukta oy kullanma imkanının sunulmasının katılım oranını arttıracağı görüşünde

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na hükümet kurma görevi vermeyeceğini belirterek, seçim tarihini 1 Kasım Pazar günü olarak açıklamasından sonra yaklaşık 2,8 milyon Türk seçmenin yaşadığı yurtdışının ayrı bir seçim bölgesi olması ve yurtdışındaki seçmenin kendi milletvekillerini seçmesi tartışmaları da gündeme geldi. 7 Haziran genel seçimlerinde yurtdışındaki toplam 2 milyon 866 bin seçmenden 1 milyon 60 bini bağlı bulundukları konsolosluklarda ve gümrük kapılarında oy kullanmıştı. Avrupalı Türk Demokratlar Birliği UETD Genel Başkanı Süleyman Çelik, erken genel seçimde, yurt dışı oylarının kullanımında artış sağlanması için her konsoloslukta oy kullanma imkanının sunulmasının katılım oranını arttıracağı görüşünde.

Öte yandan yurtdışının seçim bölgesi olmasını ön gören yasa tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunuldu. Tasarı, yurtdışının ayrı bir seçim bölgesi olmasını ve yurtdışındaki Türklere 15 milletvekili kontenjanı verilmesini içeriyor.

Avrupalı Türk Demokratlar Birliği UETD Genel Başkanı Süleyman Çelik,Yurt Dışı Seçim Bölgesi oluşturulması gerektiğini ve böylece yurt dışında yaşayan vatandaşların, kendilerini TBMM’de doğrudan temsil edecek milletvekillerine sahip olacağını belirtiyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na hükümet kurma görevi vermeyeceğini belirterek, seçim tarihini 1 Kasım Pazar günü olarak açıklamasından sonra yaklaşık 2,8 milyon Türk seçmenin yaşadığı yurtdışının ayrı bir seçim bölgesi olması ve yurtdışındaki seçmenin kendi milletvekillerini seçmesi tartışmaları da gündeme geldi. 7 Haziran genel seçimlerinde yurtdışındaki toplam 2 milyon 866 bin seçmenden 1 milyon 60 bini bağlı bulundukları konsolosluklarda ve gümrük kapılarında oy kullanmıştı. Avrupalı Türk Demokratlar Birliği UETD Genel Başkanı Süleyman Çelik, erken genel seçimde, yurt dışı oylarının kullanımında artış sağlanması için her konsoloslukta oy kullanma imkanının sunulmasının katılım oranını arttıracağı görüşünde.Öte yandan yurtdışının seçim bölgesi olmasını ön gören yasa tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunuldu. Tasarı, yurtdışının ayrı bir seçim bölgesi olmasını ve yurtdışındaki Türklere 15 milletvekili kontenjanı verilmesini içeriyor.

Avrupalı Türk Demokratlar Birliği UETD Genel Başkanı Süleyman Çelik,Yurt Dışı Seçim Bölgesi oluşturulması gerektiğini ve böylece yurt dışında yaşayan vatandaşların, kendilerini TBMM’de doğrudan temsil edecek milletvekillerine sahip olacağını belirtiyor.

Almanya'daki Türkler ve Müslümanlar Kaygılı

Almanya'da göçmenlerin sayısının 2014 yılında 10 milyon 9 yüzbin kişiye ulaşarak rekor seviyeye çıktığı bildirildi

Almanya'da göçmenlerin sayısının 2014 yılında 10 milyon 9 yüzbin kişiye ulaşarak rekor seviyeye çıktığı bildirildi. Ülkede 80 milyonluk nüfusun, beşte birinin göçmen geçmişi bulunuyor. Göçmenlerin yarısına yakın bir bölümünü ise Müslüman ülkelerden gelenler oluşturuyor. Ancak ülke çapında yükselen İslamofobi dalgası ve yabancı düşmanlığı, burada yaşayan Müslümanlar'ın ve Türkler'in endişelerini arttırıyor. Siyasette popülist söylemlerin ön plana çıkmasına paralel olarak, İslam karşıtı PEGİDA hareketinin eylemlerini sürdürmesi tedirginliği daha da arttırıyor.İslamofobi’nin günlük yaşama somut yansıması ise camilere ve Müslümanlar’a ait binalara yönelik saldırılardaki artış. Federal hükümet yetkilileri 2015'in ilk altı ayında camilere ve Müslümanlar’a ait diğer binalara 23 saldırının düzenlendiğini,bu sürede İslam düşmanlığı içeren 64 gösteri yapıldığını açıkladı. Saldırıların aynı şekilde devam etmesi ve şimdiye kadar bildirilmeyen olayların ortaya çıkması durumunda Müslümanlar’a ait binalara yapılan saldırıların 2014 yılındaki toplam 45 saldırıyı geçebileceği kaydedildi.Yapılan analizlerde Selefiler ve IŞİD gibi aşırı İslamcı grupların artan faaliyetlerinin ülkede yaşayan ve ülkeye gelen Müslüman göçmenler konusundaki endişeleri tetiklediği ve ırkçı ve İslamofobik saldırılara zemin hazırladığı belirtiliyor. Hıristiyan Demokratik Birlik Partisi Federal Milletvekili Cemile Yusuf da saldırıların artmasının bir nedeninin, IŞİD’in gaddar eylemlerinin tüm Müslümanlara mal edilerek bu dinin mensuplarına öfke duyulması olduğu görüşünde.Bu arada Almanya Müslümanlar Koordinasyon Konseyi ve polis sendikası GdP Müslümanlara yapılan saldırıların tescil edilmesinde “İslam düşmanlığı” başlığının da kullanılmasını talep ettiler. Müslümanlara yapılan saldırıların sayıları özel olarak kayıt altına alınmadığı için suçların gerçek boyutunun karanlıkta kaldığını söyleyen Birlik Partileri Meclis Grubu Uyum Politikaları Sorumlusu Cemile Yusuf, Yahudi düşmanlığı suçlarının sayıldığına dikkati çekerek, bunun Müslümanlara karşı işlenen suçlarda da mümkün olması gerektiğini açıkladı. İslam karşıtı PEGİDA hareketinin eylemlerini sürdürmesi tedirginliği daha da arttırıyor.

Almanya Bu Yıl 600 Bin Göçmen Bekliyor

Mülteci akını tüm Avrupa ülkelerini etkilerken, Almanya, sığınmacıların en gözde hedeflerinden. Yılbaşından beri 200 bin sığınmacının geldiği ülkeye yıl sonuna dek en az 400 bin mülteci bekleniyor. Sığınmacıların çoğunu Suriye, Afganistan ya da Irak'tan gelenler oluşturuyor

Mültecilerin dramı, tüm Avrupa ülkelerinde gündemin bir numaralı konusu. Ege ve Akdeniz'de sığınmacı facialarına hemen hergün bir yenisi daha ekleniyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin verdiği sayılara göre, yıl başından bu yana en az 224 bin sığınmacı teknelerle Akdeniz üzerinden Avrupa'ya geçti. Bu tehlikeli yolculukta hayatını kaybedenlerin sayısının en az 2.100 dolayında olduğu sanılıyor.

Avrupa Birliği'nin Göç Sorumlusu Dimitris Avramopoulos, 2. Dünya Savaşı'ndan sonraki en büyük mülteci kriziyle karşı karşıya kalındığını belirterek, acil şekilde yardım programlarının devreye sokulmasını talep etti.Ancak Avrupa’nın mülteciler konusunda ortak bir paydada buluşmaya çok uzak olması ve mültecileri adeta kendi kaderleriyle yalnız bırakması kamuoyunda da tepkilere neden oluyor. Bazı ülkeler kendilerini mültecilere karşı tel örgülerle korumaya çalışırken, Yunanistan, İtalya, Avusturya ve Almanya gibi bazı ülkeler ise her geçen güngiderek büyüyen bir sığınmacı akınıyla karşı karşıya kalıyor.

Almanya, Avrupa’da sığınmacıların en gözde hedeflerinden. Bu yılın başından bu yana 200 bin sığınmacının geldiği ülkeye yıl sonuna dek en az 400 bin mültecinin girişi bekleniyor. Sığınmacıların çoğunu Suriye, Afganistan ya da Irak'tan gelenler oluşturuyor. Giderek artan sığınmacı sayısı, sığınmacıların dağılımı ve barındırılması konusunda yaşanan problemler Federal hükümete ve eyalet yönetimlerine büyük zorluklar çıkarıyor. Yerel yönetimlerin elindeki barınak ve yurt imkanların yetersiz kalması sonrasında, çok sayıda pansiyon ve otel sığınmacı yurtlarına dönüştürülürken, mülteciler kurulan çadır kentlerde geçici ikamet olanağı bulabiliyorlar. Okulların spor salonları ilk barınak olarak mültecilere tahsis edildiği için birçok yerde de ders yılının ilk haftalarında spor dersleri yapılamıyor.

Bu gelişmelere paralel, mültecilere yönelik yabancı düşmanı gösterilerin ve ırkçı saldırıların artması sığınmacıların ülkenin bir numaralı siyasi konusu haline gelmesine neden oldu.Siyaset sorunu biraz olsun çözebilmek ve yığılan iltica başvurularıyla başa çıkabilmek için mültecileri, korumaya ihtiyacı olanlar ve kalma şansı olmayanlar şeklinde iki gruba ayırmayı tartışıyor. Muhafazakar Birlik Partileri, Balkanlar gibi güvenli bölgelerden gelenlerin sığınma başvurularının sınırlarda reddedilerek, kabul edilmemelerini ve giriş yaptıkları ülkeye geri gönderilmelerini talep ediyor. Almanya'ya ulaşan mültecilerin yarıdan fazlası “güvenli ülke” olarak sınıflandırılan Sırbistan, Bosna ve Makedonya'dan geliyor. Bu ülkelerden gelen kişilerin, iltica başvurularının kabul edilme şansı yüzde bir. Ancak şu andaki uygulamaya göre, dosyalarının incelenmesi ve reddedilme kararının çıkması yaklaşık bir yılı buluyor ve bu süre içinde söz konusu mülteciler de para yardımlarından ve sağlık hizmetlerinden yararlanabiliyor.

Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, Almanya'ya gelen mültecilere ödenen aylık sosyal yardımın, söz konusu ülkelerde bir memur maaşına eşit olduğunu söyleyerek, mültecilere yapılan para yardımların gözden geçirilmesini ve para yerine temel ihtiyaçlar için kupon verilmesini önerdi. Ancak koalisyon ortağı Sosyal Demokrat Parti ve muhalefet, sığınmacılara karşı önyargıları alevlendireceği gerekçesiyle bu öneriye karşı çıktı. Federal hükümet muhtemelen Eylül ayında Mülteci Zirvesi düzenleyerek, bundan sonraki stratejiyi masaya yatıracak. Bu kapsamda Arnavutluk, Karadağ ve Kosova’nın da “güvenli ülkeler” listesine alınacağından yola çıkılıyor. Almanya Türk Toplumu Eşbaşkanı Gökay Sofoğlu, mültecilerle ilgili tartışmaların yanlış bir yöne gittiğini ve insanları dışladığını belirterek, siyasetin bu konudaki tavrını değiştirmesini istiyor. 

Öte yandan resmi verilere göre, yılın ilk altı ayında mülteci barınaklarını hedef alan 202 saldırı düzenlenirken bunlardan 22'sinin yaralama ve kundaklama gibi şiddet eylemi olduğu belirlendi. Saldırıların 173'ünün de aşırı sağ kaynaklı olduğu ifade ediliyor. Saldırıların bazı bölgelerde yoğunlaştığı, bazı bölgelerde ise hiçbir şey olmadığı gözlemlenirken, aynı zamanda saldırılar karşısında mültecilere destek olanların sayısı da artıyor. Mülteci yurtlarına giden, orada kalanlara gıda maddesi, giyecek hediye eden, akşamları yurtların önünde nöbet tutarak aşırı sağcıların saldırılarına karşı tepki koyan çok sayıda insan var. 

Türkiye Herşeye Rağmen Almanlar'ın Gözdesi

Türkiye, her sene yaklaşık 5 milyon Alman turisti ağırlıyor

Dünya Turizm Örgütü'nün en çok turist kabul eden ülkeler sıralamasına göre Türkiye geçen yıl 36 milyonla 6. sırada  yer aldı. Almanlar için turistik açıdan yıllardır cazibe merkezi olan Türkiye, her sene yaklaşık 5 milyon Alman turisti ağırlıyor. Ancak PKK’nın terör eylemleri ve Türk ordusunun düzenlediği operasyonlara paralel ülkenin özellikle Güneydoğu şehirlerinde meydana gelen olayların Alman turistlerin Türkiye destinasyonuna olan ilgisini orta ve uzun vadeli olarak olumsuz etkileme olasılığı turizm sektöründe keyifleri kaçırıyor.

Sektör temsilcileri Alman basınında Türkiye’deki gelişmelerle bağlantılı çıkan haberlerin ve Federal Dışişleri Bakanlığı’nın uyarılarının endişeye neden olduğunu belirtiyor. Dışişleri Bakanlığı internet sitesinde Temmuz ayının sonunda yer alan duyurularda PKK’nın intikam eylemleri yapabileceği uyarısında bulunarak, özellikle Suriye ve Irak sınır bölgelerine gidilmemesini tavsiye etmiş, ardından da İstanbul'da metro şebekesi ve otobüs duraklarına yönelik olası saldırı uyarısında bulunmuştu. Bu gelişmeler ışığında, yurtdışında 'Türkiye güvensiz bir ülke' algısının oluşturulmaya çalışıldığını öne süren Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Abdurrahman Arıcı, olumsuz tabloyu gidermek için yaptıkları kampanya ile Almanya’dan gelen turist sayısında 200 bine yakın artış sağladıklarını, yıl sonunda gelen turist sayısının önceki yılı yakalayacağını açıkladı.

Turizm Bakanlığı‘nın verilerine göre, 2015'ün ilk 6 ayında Almanya'dan gelen turist sayısında yüzde 11'lik bir artış oldu. Alman turistlerin sayısı ilk 6 ayda 2 milyon 110 bini buldu. Ancak sektör temsilcileri Rusya‘dan gelen turist sayısındaki sert düşüşle birlikte gelen turistlerin harcamalarının, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 40’a varan oranda gerilemesi neticesinde yıl sonu turizm gelirinde yaklaşık 5 milyar dolar kaybın söz konusu olabileceğinden yola çıkıyorlar. Devam eden yaz sezonu için şu ana kadar Almanya’dan kayda değer rezervasyon iptalinin söz konusu olmadığını belirten seyahat acentaları temsilcileri, şiddetin tırmanması halinde rezervasyon akışında iptallerin gündeme gelebileceğini, ama Türkiye’deki turizm sektörünün geçmişte de krizleri çok büyük zarar almadan atlabildiğini savunuyor ve Türkiye’nin Akdeniz’de Yunanistan, İspanya ve İtalya’ya kıyasla çok daha ucuz olduğunu anımsatıyorlar.  

Turizmcileri devam eden sezondan daha çok ileriye yönelik rezervasyon akışı kaygılandırıyor. Almanya’nın en büyük turizm şirketi TUİ sonbahar ve kış aylarına yönelik rezervasyonlarda yüzde 20’lik azalma olduğunu açıkladı. Almanya’daki Türk turizm şirketlerini düşündüren bir diğer gelişme ise, Alman turistlerin ‘her şey dâhil' yani all inclusive sistemiyle hizmet veren otellere olan ilgisinin giderek azalması. Sektör temsilcileri all inclusive otellerde örneğin Rus turistlerin tesislerden hiç çıkmadığını, Almanların ise kültür ve doğa gibi farklı arayışlar içinde olduklarını belirterek Türkiye'deki turizm çeşitliliğinin daha iyi tanıtılmasını talep ediyorlar. İstatistiklere göre Almanların yaklaşık yüzde yetmişi tatillerini yurt dışında, üçte biri de Almanya'da geçiriyor. Tatilini yurt dışında geçirenlerin yarısı da Akdeniz çevresindeki ülkelerde tatil yapıyor.

Almanya'da Federal Başsavcı Görevden Alındı

Basın özgürlüğü tartışması Federal Başsavcı'nın görevinden alınması ile yeni bir boyut kazandı

Marcus Beckedahl'ın  netzpolitik.org adlı haber sitesi  başsavcının kultuğuna mal oldu
Marcus Beckedahl'ın netzpolitik.org adlı haber sitesi başsavcının kultuğuna mal oldu

Almanya'da netzpolitik.org adlı haber sitesinde görevli iki gazeteciye karşı devletin gizli sırlarını sızdırdıkları gerekçesiyle vatana ihanetten soruşturma açılması üzerine başlayan basın özgürlüğü tartışması Federal Başsavcı'nın görevinden alınması ile yeni bir boyut kazandı.

Adalet Bakanı Heiko Maas, soruşturmayı açan Federal Başsavcı Harald Range'ya artık güveni kalmadığını gerekçe göstererek, emekliye sevk ettiğini duyurdu ve görevinden aldı. netzpolitik.org sitesi iç istihbarattan sorumlu Anayasayı Koruma Teşkilatı’na ait ve internet üzerinden iletişimde devlet takibini artırmaya yönelik planları ifşa eden haberler yayınlamış, kurumun gizli belgelerinden alıntılara yer vermişti.

Başsavcı Range söz konusu haberlerin devlet sırrı kapsamına girdiğini savunarak, sitenin yöneticilerini vatana ihanetle suçlayarak, soruşturma başlatmıştı. Federal Başsavcı, kamuoyundan bunun basın özgürlüğüne müdahale olduğu şeklinde gelen yoğun tepkiler üzerine önce soruşturmanın geçici olarak durdurulduğunu ve yayınlanan belgelerin gerçekten devlet sırrı olup olmadığının gözden geçirilmesi ve inceleme başlatılması konusunda bilirkişi heyeti görevlendirildiğini bildirdi.

Range’nin soruşturması geçen günlerde Almanya’da basın özgürlüğü ile bağlantılı tartışmaları alevlendirirken, Başbakan Angela Merkel devreye girdi ve basın özgürlüğünü ‘en yüksek değer’ olarak vurguladı. Ardından Adalet ve İçişleri Bakanları da Başsavcı Range'yi eleştiren açıklamalar yaptılar. Alman Gazeteciler Birliği Başkanı Michael Konken soruşturmanın basın özgürlüğüne bir saldırı olduğunu ve derhal durdurulması gerektiğini açıkladı.

Range ise dün basın toplantısı düzenleyerek, bağlı bulunduğu Adalet Bakanlığı’nı ve genel olarak siyaseti soruşturmayı etkilemekle suçlayarak, “Basın özgürlüğüne sonsuz saygım var, ancak Başsavcılığa yapılan da hukukun bağımsızlığına kabul edilemez bir müdahaledir” şeklinde eleştirdi. Bunun üzerine Adalet Bakanı Heiko Maas, Başsavcının sözlerinin kabul edilemeyeceğini belirtti ve “Kendisine güvenim kalmadı. Görevine derhal son verilmesi için işlem başlattım” dedi. Y

Almanya’da ceza yasası, vatan hainliğini “ülkenin dış güvenliği ve bütünlüğüne yönelik ajanlık, yabancı bir güce ve aracılarına devlet sırlarını sızdırmak veya kamuoyuna açıklamak” şeklinde tanımlanıyor. Gazetecilerin devlet sırlarını kamuoyuna sızdırması kendi başına suç teşkil etmiyor ve haklarında soruşturma açılabilmesi için vatana ihanet şüphesi gerekiyor. Memet Kılıç konuyla ilgili tartışmaların Türkiye’de de büyük yankı bulduğunu, ancak bazı medya kuruluşları tarafından yanlış yorumladığını savunuyor.

Almanya’da en son 1962 yılında Der Spiegel dergisi hükümetin savunma politikasını sorgulayan haberlerle devlete ait gizli bilgilerin ifşa edilmesinden suçlanmış, üç gazetecinin geçici olarak tutuklandığı olaydan sonra, operasyonun arkasındaki kişi olduğu ortaya çıkan dönemin Savunma Bakanı Franz-Josef Strauss istifa etmek zorunda kalmış, ondan kısa bir süre sonra yapılan seçimde Hıristiyan Birlik Partisi’nin yenilgisi bu olaya bağlanmıştı.

Ludmila Dalaman

Almanya'da Basın Özgürlüğü Tartışması

Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Maaßen, netzpolitik.org çalışanlarını istihbarat servislerine ait devlet sırlarını ifşa etmekle suçladı

Almanya'da araştırmacı gazeteciliği ile bilinen netzpolitik.org adlı haber sitesine yönelik ‘vatana ihanet’ suçlamasıyla başlatılan soruşturma ülkede basın özgürlüğü konusunu tartışmaya açtı. Gerçi soruşturma siyaset ve medya dünyasından gelen yoğun tepkiler sonrasında ‘şimdilik’ askıya alındı, ama konu Berlin’in gündeminde kalmaya ve tepki çekmeye devam ediyor.

Federal Başsavcılık haber sitesinde çalışan iki gazeteciyi, iç istihbarattan sorumlu Anayasayı Koruma Teşkilatı’na ait gizli belgeleri yayınladıkları gerekçesiyle geçen Perşembe vatana ihanetle suçlayarak, soruşturma başlatmıştı. Alman ceza hukukuna göre vatana ihanet suçuna ömür boyu hapis cezası verilebiliyor. Söz konusu haberlerin geçen Şubat ve Nisan aylarında yayınlandığını duyuran Başsavcılık, soruşturmaya Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Hans-Georg Maaßen’in başvurusu üzerine karar verildiğini de duyurdu. Söz konusu haberlerin tarih ve başlıkları 25 Şubat'ta 'Gizli para yağmuru: Anayasayı Koruma Teşkilatı internet iletişiminde kitle değerlendirmeleri yapıyor' ve 15 Nisan'da da 'Gizli çalışma grubu: İnterneti takip eden Anayasayı Koruma Teşkilatı yeni çalışma ekibini tanıtıyoruz'.

Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Maaßen, netzpolitik.org çalışanlarını istihbarat servislerine ait devlet sırlarını ifşa etmekle suçlarken, haber sitesinin yöneticisi Marcus Beckedahl, başta Federal Başsavcılık olmak üzere yetkilileri, kendileri hakkında soruşturma açarak ABD Ulusal Güvenlik Kurumu NSA’in Başbakan Angela Merkel ve pek çok Alman siyasetçiyi dinlemesine ilişkin skandalla ilgili gerçekleri örtmeye çalışmakla suçladı.

Alman Gazeteciler Birliği Başkanı Michael Konken soruşturmanın basın özgürlüğüne bir saldırı olduğunu ve soruşturmanın derhal durdurulması gerektiğini açıkladı. Birlik Partileri dışında hemen tüm partiler soruşturmayı kınayan açıklamalar yaptı, koalisyon ortağı SPD ve muhaleffeteki Yeşiller ve Sol partileri Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Hans-Georg Maaßen’in basın özgürlüğüne müdahalede bulunduğunu ve özgür basını yıldırmaya çalıştığını öne sürerek, istifasını istediler.

Birçok başka haber portalı‚ suça konu olan dosyaları sitelerinde yayınlayarak kendileri hakkında da soruşturma açılması için savcılığa suç duyurusunda bulundu. 50 yılı aşkın bir süre sonrasında ilk kez gazetecilere ‘vatana ihanet’ soruşturması açan Federal Başsavcılık tepkiler üzerine soruşturmanın geçici olarak durdurulduğunu ve yayınlanan belgelerin gerçekten devlet sırrı olup olmadığının gözden geçirilmesi ve inceleme başlatılması konusunda bilirkişi heyeti görevlendirildiğini bildirdi.

Der Spiegel 1962 yılında hükümetin savunma politikasını sorgulayan haberlerle devlete ait gizli bilgilerin ifşa edilmesinden suçlanmış, dergi binası polis tarafından basılmış ve yazı işleri büroları aranmıştı. Üç gazetecinin geçici olarak tutuklandığı olaydan sonra, operasyonun arkasındaki kişi olduğu ortaya çıkan dönemin Savunma Bakanı Franz - Josef Strauss istifa etmek zorunda kalmış, ondan kısa bir süre sonra yapılan seçimde Hırisiyan Birlik Partisi’nin yenilgisi bu olaya bağlanmıştı. Der Spiegel skandalı Almanya’da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan en büyük skandallar arasında gösteriliyor. Berlin’deki yorumlarda netzpolitik.org adlı haber sitesine yönelik soruşturmanın da bağımsız ve kritik gazeteciliğe taciz anlamına geldiği ve bu olay sonrasında ‘gazeteciliğe bağlı vatana ihanet suçunun’ kaldırılması gerektiği belirtiliyor.


Ludmila Dalaman


Türkiye’de Eşcinseller Ayrımcılığa Uğruyor

Sol Parti’nin Berlin Eyalet Meclisi’ne seçilen ilk Türk kökenli eşcinsel milletvekili olan Hakan Taş’a göre, Türkiye’de eşcinsel bireyler, cinsel yönelimleri nedeniyle birçok alanda ayrımcılığa maruz kalıyor, temel hak ve özgürlüklerine müdahale ediliyor

Hakan Taş, Türkiye’de eşcinsel bireylerin ayrımcılığa maruz kaldığını söylüyor
Hakan Taş, Türkiye’de eşcinsel bireylerin ayrımcılığa maruz kaldığını söylüyor

Amerika’da eşcinsel evliliklerin yasal hale gelmesinin ardından sosyal medya gökkuşağı renklerine büründü. Eşcinsel evlilik ve eşit haklar Avrupa’nın birçok ülkesinde de gündeme gelirken, İstanbul'da 27 Haziran’da Onur Yürüyüşü’ne katılmak için gelen binlerce kişinin tazyikli su ile dağıtılması ve polisin şiddet kullanması büyük tepkiye yol açtı. Kendilerini ‘Ankara merkezli gençlik hareketi’ olarak tanıtan Genç İslami Müdafaa adlı örgütün, Ankara cadde ve sokaklarında afişle eşcinsellerin öldürülmesi yönünde afişler asması ise Türk toplumunun eşcinsellere bakışı tartışmalarını yeniden başlattı.


Sol Parti’nin Berlin Eyalet Meclisi’ne seçilen ilk Türk kökenli eşcinsel milletvekili olan Hakan Taş, Türkiye’de eşcinsel bireylerin, cinsel yönelimleri sebebiyle birçok alanda ayrımcılığa maruz kaldığını, temel hak ve özgürlüklerine müdahale edildiğini söylüyor. Bu yıl yapılamayan ‘Onur Yürüyüşü’nün eşcinsellerin içinde bulunduğu durum açısından çok anlam taşıdığını ifade eden Hakan Taş, AKP’nin bu konuda daha önceki hoşgörülü yaklaşımını değiştirdiğini ve siyasetini sertleştirdiğini öne sürüyor.

AB Sığınmacıların Paylaşımında Anlaşamıyor

Mültecilerin sığındıkları Avrupa ülkeleri arasında Almanya ilk sırada geliyor

Mültecilere gerçekten 'hoşgeldin' denecek mi?
Mültecilere gerçekten 'hoşgeldin' denecek mi?

Savaştan, ekonomik yıkımdan ve siyasi zulümden kaçıp, evini barkını bırakarak Avrupa’ya sığınmaya çalışan insanların dramı bitmiyor. Özellikle Suriye, Afganistan, Kuzey Afrika ve Sahraaltı Afrika’daki ülkelerden kaçan mülteciler, vardıkları Avrupa ülkelerinde de barınacak yer bulamıyorlar.
 
Bunun başlıca sebebi Avrupa Birliği liderlerinin, mülteci bölüşümü konusunda bir karara varmakta zorlanmaları. En son AB Komisyonu’nun İtalya ve Yunanistan'da bulunan 40 bin mültecinin bir kontenjan planı çerçevesinde tüm üye ülkelere dağıtılması önerisinden vazgeçilmiş, Doğu Avrupa’daki AB üyelerinin karşı tavrı nedeniyle bunun yerine gönüllülük esasına dayanan bir formülde karar kılınmıştı. Ancak bu konuda da bir ilerleme olmadığı biliniyor.
 
Mültecilerin sığındıkları Avrupa ülkeleri arasında Almanya ilk sırada geliyor. Federal hükümetin konuyla ilgili sayılarına göre Almanya'da iltica başvurusu yapanların sayısı geçen yılın ilk yarısına göre yüzde 126,7 oranında arttı ve toplam 141 bin 905 başvuru yapıldı. Bu resmî rakamların yanında kayıt dışı gelen onbinlerce mülteci olduğu tahmin ediliyor.
 
Avrupa Birliği’nin mülteciler politikasını belirleyen Dublin Yönetmeliği’ne göre mültecilerin ilk ayak bastığı ülkede ‘kayıt’ altına alınması gerekiyor. Ancak İtalya ve İspanya üzerinden Avrupa’ya giriş yapan mültecilerin büyük çoğunluğunun hedefi refahın üst düzeyde olduğu Almanya. Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, AB’nin mülteciler konusunda ortak bir çizgisi olmadığını, 28 üye ülke içinde mültecilerin yarısını başta Almanya olmak üzere birkaç ülkenin kabul ettiğini savunuyor ve diğer ülkelerin bu sorunu yokmuş gibi görmelerini eleştiriyor.
 
Konuyu popülist söylemlerle gündemde tutan muhafazakar CSU ve Bavyera eyaleti hükümeti ise mültecileri Alman yasalarını ve sosyal sistemi kötüye kullanmakla suçlayarak, Avusturya sınıra yakın iki noktada mülteci kampı kurulmasını ve Almanya'da kalma hakkı bulunmayan mültecilerin hemen geri gönderilmesini planladığını açıkladı.
 
Bavyera Başbakanı Horst Seehofer Alman halkının kaygılarının da dikkate alınması gerektiğini söyledi. 
 
Siyasilerin mültecilere yönelik açıklamalarına paralel konuyla ilgili kamuoyundaki huzursuzluk artıyor ve hemen her gün mülteci kamplarına yönelik saldırı haberleri geliyor. Bu yılın ilk yedi ayında gerçekleştirilen saldırı sayısı geçen yılın rakamlarını şimdiden geçmiş durumda.
 
Aşırı sağcılar tarafından mültecilere ve kaldıkları yurtlara yönelik 151 siyasi motifli saldırı düzenlendiğini belirten güvenlik birimleri, kayıtlara göre mülteci yurtlarına geçen yılın toplamında 150 saldırı düzenlendiğini anımsattı.
 
Halkı kışkırtmaktan silah ve patlayıcı maddelerle düzenlenen saldırılara kadar bir dizi suç teşkil eden ve 9 kişinin de yaralandığı bilgisine yer verilen eylemler dizisinde son olarak Saksonya eyaleti sınırları içindeki Böhlen’de bulunan mülteci yurduna kimliği belirsiz kişilerce ateş açıldı, yine aynı eyaletteki Meissen’de mülteci yurdu olarak planlanan bina kundaklandı. Ayrıca Lübeck, Tröglitz ve Vorra kentlerinde mülteci yurtlarından sonra Münih yakınlarındaki Reicherthofen’daki bir mülteci yurdu kundaklandı. 

Mülteci örgütleri ve uzmanlar, konuyla ilgili siyasi söylemlerin kışkırtıcı olduğunu ve mülteci yurtlarına yönelik saldırılara zemin hazırlamış olabileceğini savunuyor.

Öte yandan aşırı sağcılar tarafından Google Maps hizmeti ile oluşturulan bir haritada Almanya’daki tüm mülteci yurtlarının yerlerini gösteren ve “Benim mahallemde mültecilere yer yok” başlığı verilen bir haritanın ortaya çıkması, Google’e yönelik eleştirilere neden oldu. Göçmen ve mülteci temsilcileri, Google firmasından mülteci yurtlarına saldırıları teşvik edeceği sakıncasını dile getirilerek haritayı silmesini talep etti. Google haritayı sistem dışı bırakırken, bazı medya kuruluşları ve internet portalları haritayı yayınlamayı sürdürme kararı aldı

Almanya'da 'Bayram' Sıkıntısı

Bayram Almanya’da resmi tatil olarak kabul edilmiyor, o yüzden çalışanlar ancak paydostan sonra bayramlarını kutlayabiliyorlar


İslam dünyasında 11 ayın sultanı olarak tanımlanan Ramazan ayı sona erdi, bugün bayramın ikinci günü kutlanıyor. Türkiye’de yaşam bayram rehavetine girmiş durumda. Almanya’daki Müslümanlar ise bayram sevincini buradaki şartlarda yaşayabiliyor. Eş dost ziyaretleri, bayramlaşmalar iş hayatının elverdiği boyutta bayram günlerine damgasını vuruyor.

Bayramı evlerinde aileleri, çocukları ve akrabalarıyla birlikte yaşamak isteyen vatandaşlar, bayram günü için izin almaya çalıştıklarını fakat bunun her zaman mümkün olmadığını belirtiyorlar.

Bayram Almanya’da resmi tatil olarak kabul edilmiyor, o yüzden çalışanlar ancak paydostan sonra bayramlarını kutlayabiliyorlar. Bu yılın avantajı bayramın bugünkü ikinci ve yarınki üçüncü gününün hafta sonuna rastlaması, yani birçok insan çalışmak zorunda değil.

Almanya’da yaşayan Müslümanlar, yıllardır Kurban ve Ramazan bayramlarının kendileri için tatil günü olmasını istiyor ve bunu Türklerin Müslümanların temsilcileri de her fırsatta dile getiriyor.

Almanya'da dini cemaat olarak tanınmış Hristiyanlık ve Museviliğin kutsal günleri, bayramları o inanç mensupları için resmi tatil olarak uygulanıyor. 4 milyon Müslümanın yaşadığı ülkede 16 eyalet içinde sadece Bremen ve Hamburg'da Müslümanlar ile eyalet hükümetleri arasında, Müslümanlar dini cemaat olarak resmen tanındı. İmzalanan sözleşme kapsamında, bu eyaletlerde, talep etmesi durumunda, Müslüman çalışana dini bayramlarda izin veriliyor. Diğer eyaletlerde böyle bir olanak yok.Bundan kısa bir süre önce Almanya’nın en saygın vakıflarından olan Robert Bosch Vakfı, Müslümanların bayramlarının da resmi tatil olarak tanınmasını istedi.

Tatiller konusunda mevcut hukuki düzenlemenin ‘dinlere giderek artan farklı muamele’ olduğuna dikkat çeken vakıf uzmanları, Müslüman bayramların tanınmasının farklı muameleyi kaldıracağına, Müslümanları ‘teyit, tasdik edilmiş’ hissettireceğine dikkat çekti.

Ancak siyaset ve Hristiyan kiliseleri bu talebe pek sıcak yaklaşmıyorlar. Nitekim Almanya Piskoposlar Konferansı Müslümanların bayramlarının, Hristiyanların dinî günleri ile aynı karaktere sahip olmadığını ifade etti. Katolik Kilisesi’nin bir sözcüsü ise, dinî bayramların sadece tatil günü olmadığını, kültürün ve Hristiyan geleneğinin bir simgesi olduğunu vurguladı.

Hristiyan Sosyal Birlik CSU ise, Almanya'da ‘Hristiyan-Batı kültürünün’ ağırlıkta olduğunu, bunun böyle kalacağını, bu kültürün hoşgörü bahanesiyle sulandırılmaması gerektiğini ifade etti.

Belki de Son Nazi Davası Sona Erdi

Oskar Gröning, '300 bin kişinin öldürülmesine araci olmak' suçundan dört yıl hapse mahkûm edildi

Nazi Almanya’sı döneminin en büyük toplama kampı olan ve an az 1 milyon insanın katledildiği Auschwitz Toplama Kampı’nda görevli Oskar Gröning, '300 bin kişinin öldürülmesine araci olmak' suçundan dört yıl hapse mahkûm edildi.

Almanya'nın Lüneburg kentinde görülen ve Nisan ayında başlayan davada savcı, 94 yaşındaki Gröning'in 3,5 yıl hapis cezasına çarptırılmasını isterken, avukatları ise müvekkillerinin “soykırımı destekleyici bir tutum içerisinde olmadığını” ileri sürerek beraatını talep etmişti.

İddianamede Nazilerin elit milis gücü SS'e üye olan ve Auschwitz toplama kampında 1944 yılının Mayıs-Temmuz ayları arasında görev yapan Gröning’in ana görevlerinden birinin, sevk edilen mahkumların üzerlerinde bulunan nakit paranın kaydını tutarak, Berlin'e yollamak olduğu iddia edilmişti.

Gröning, yaptığı işi itiraf etmiş, ancak Yahudi Soykırımı'nda hiçbir ölümden doğrudan sorumlu olmadığını savunmuştu. Gröning, karar öncesindeki konuşmasında kendini vicdanen suçlu hissettiğini söyleyerek mahkeme önünde Yahudi Soykırımı’ndan kurtulanlar ile kurbanların ailelerinden özür diledi. 

Kamuoyunda ‘Auschwitz'in saymanı’ olarak tanımlanan Oskar Gröning, Der Spiegel dergisine verdiği röportajda “Kamptaki rolümü bir çarkın içindeki küçük bir horoz olarak tanımlıyorum” diyerek kendini savunmuştu. Cezanın kesinleşmesinin ardından Gröning’in sağlık kontrolünden geçeceği ve cezasını hapishanede çekip çekemeyeceğine karar verileceği açıklandı.

Almanya'da Arka Arkaya İftar Davetleri

Başbakan Angela Merkel de göreve geldiğinden bu yana ilk kez bir iftar programına katıldı

Alman toplumunun yaklaşık yüzde 5’i Müslümanlardan oluşmakta. İstatistiklere göre 3 milyona yakını Türkiye’den olmak üzere toplam 4 milyon Müslümanın yaşadığı ülkede, İslamiyet resmi din olarak tanınmıyor. Ancak Alman toplumunun çoğunluğu Müslümanların dini yaşamlarına, gelenek ve adetlerine genel olarak saygı ile yaklaşıyor.

Bunda Müslümanların temsilcilerinin ve özellikle ülke genelinde yaklaşık 3 bin 500 caminin son yıllarda Almanlara yönelik çalışmalarını yoğunlaştırmaları ve kapılarını Müslüman olmayanlara da açmaları büyük pay sahibi.

Nitekim bundan daha birkaç yıl öncesinde sadece Müslüman cemaatlerin kendi içinde geçirdikleri Ramazan dönemi iftar yemekleri ve şenlikler geleneksel hale gelmeye başladı ve Alman toplumunun da ilgisini görüyor.

Camilerin neredeyse tamamında Ramazan boyunca her akşam iftar sofraları kuruluyor. Ramazan sofralarında değişik dinden ve inançlardan insanlar bir araya geliyorlar. Bunun böyle olmasına da Müslüman cemaatleri büyük önem veriyor.

İslamiyet ile ilgili önyargıların giderek arttığı bir dönemde iftarlar dinler arası diyalog, karşılıklı anlayış, tanışma ve kaynaşmaya zemin hazırlayan önemli bir etkinlik olarak algılanıyor.

Çok sayıda Alman kuruluşu da artık iftar yemekleri veriyor. Alman bankaları, sosyal kuruluşlar, işletmeler ve siyasi partiler Müslüman çalışanları ya da üyeleri için iftarlar düzenliyor. Bu yıl Almanya’daki Katolik Kilisesi de bu konuda bir ilke imza atarak, Müslümanlara bir iftar yemeği verdi.

Berlin Başpiskoposluğu tarafından organize edilen iftarda Kur'an-ı Kerim tilaveti ve yemek duası yapıldı. Başpiskoposluk sözcüsü Tobias Przytarski, Müslümanların geleneğine uygun bir davet düzenlenmesinin kilise içinde çok tartışıldığını, ancak Almanya gibi çok kültürlü bir ülkede böyle bir davetin gerekli olduğunu belirtti ve iftar davetinin, dini bir gelenek olarak oruç tutan Hristiyanlar tarafından 'inanç kardeşliği jesti' olduğunu ifade etti.

Diyanet İşleri Türk İslam Birliği DİTİB Yönetim Kurulu Bekir Alboğa, Ramazan'da paylaşmanın dini bir gereklilik olduğunu vurgulayarak, Müslüman, Hıristiyan veya diğer inançlara sahip insanların ya da hiç bir dine inanmayanların bu sofralarda bir araya gelebilmesinin Almanya’daki uyum süreci açısından önemli bir gelişme olduğunu belirtiyor.

Siyasi partiler de iftar yemekleri düzenliyor, siyasetçiler farklı kesimlerin bir araya geldiği iftar sofralarını değerlendirmenin yolunu arıyor. İki yıl önce Federal Dışişleri Bakanı Steinmeier’in iftar daveti vermesi ile yeni bir boyut kazanan bu gelenek, bu yıl yeni ilklere de neden oldu. Münih kentinde 1819 yılında kurulan Bavyera Parlamentosu’nun 196 yıllık tarihinde bir ilk yaşandı. Almanya’nın en muhafazakâr eyaleti olan Bavyera Parlamentosu'nda Alman Sosyal Demokrat Partisi SPD milletvekilleri, kentte yaşayan yaklaşık 110 bin Müslüman'ın temsilcilerine bir iftar yemeği verdi.

Başbakan Angela Merkel de göreve geldiğinden bu yana ilk kez bir iftar programına katıldı. Federal Hükümet'in Göç ve Uyumdan Sorumlu Devlet Bakanı Aydan Özoğuz'un evsahipliğini yaptığı iftar programında Başbakan Angela Merkel ile birlikte farklı inanca sahip 43 davetli hazır bulundu. Merkel yaptığı konuşmada Almanya'da yaşayan Müslümanların büyük çoğunluğunun yasalara ve anayasal kurumlara bağlı yurttaş olduğunu söylerken ‘İslam şüphesiz Almanya'ya aittir’ dedi.

Merkel, Almanya'daki Müslümanların ülke refahına katkı sunduklarını da söyledi. Merkel’in iftara katılması Almanya’daki Türk ve Müslüman çatı örgütlerinin temsilcileri arasında çok olumlu yankı buldu. Almanya Türk Toplumu’nun konuyla ilgili açıklamasında, bu tarzda simgesel tavırların kamuoyunda büyük etkisi olduğu vurgusu yapıldı ve Merkel’in katılımının ‘Müslümanların Almanya’ya ait olduğunun göstergesi’ sayılabileceği ve ‘toplumun da Müslümanları kabulünü hızlandırabileceği’ belirtildi.

ABD’de Başkan Barack Obama’nın her yıl iftar verdiğini hatırlatan Türk sivil toplum kuruluşları temsilcileri, benzer bir uygulamayı bundan sonraki yıllarda Almanya Başbakanı’ndan beklediklerini de açıkladılar.

'Almanya için Alternatif' Partisi Bölünüyor

AfD başkanı Bernd Lucke, istifa ve yeni bir parti kurma sinyali verdi

Almanya’da Euro ve göçmen karşıtıAlmanya için Alternatif partisi AfD bölünmeye doğru gidiyor. Geçen hafta sonunda Essen kentinde düzenlenen olağanüstü genel kurultayda delegelerin yüzde 60 oyunu alan Frauke Petry’nin parti başkanlığa seçilmesiyle, tam bir hezimet yaşayan parti kurucusu ve şimdiye kadarki başkan Bernd Lucke, istifa ve yeni bir parti kurma sinyali verdi.

Kurultayda AfD’nin aşırı sağa kayması konusunda uyarı niteliğinde bir konuşma yapan Lucke’nin sözlerinin delegeler tarafından protesto ıslıklarıyla kesilmesi dikkat çekerken, ekonomik olarak liberal kanadı temsil eden Lucke, partideki geleceği konusunda diğer liberal üyelerinin görüşünü alacağını ve buradan çıkacak karara göre toplu istifa olabileceğini söyledi.

Frauke Petry’nin başkanlığa seçilmesi ‘AfD daha da sağa kayacak’ yorumlarına sebep oldu. AFD'nin yeni lideri Petry aşırı muhafazakar ve İslam karşıtı kanadı temsil ediyor.

Geçen sonbahar aylarında Dresden’de meydana gelen ve aylardır Almanya’nın gündemini oluşturan yabancı ve İslam karşıtı Pegida hareketine destek veren 40 yaşındaki kadın lider, seçildikten sonra yaptığı konuşmada İslam’ın Orta Avrupa’nın değerleriyle bağdaşmadığını ileri sürdü.

Bernd Lucke'yi destekleyen isimlerinden tanınmış işadamı ve Almanya Sanayiciler Birliği eski Başkanı Hans Olaf Henkel, Petry’nin seçimi sonrasında partiden istifa ettiğini açıkladı. “AfD kuzu postu giymiş ırkçı bir partiye dönüştü” diyerek partinin aşırı sağa kaydığını duyuran Henkel, AfD’nin kurucu yönetim kurulu üyesiydi.

2013 Şubatı’nda kurulduğundan bu yana eyalet seçimlerinde sandıklarda zafer üstüne zafer kazanan Almanya için Alternatif Partisi’nin bundan sonraki seçimlerde yabancı ve İslam karşıtı söylemlerle oylarını artıracağı tahmin ediliyor.

Öte yandan İslam ve yabancı karşıtı söylemleriyle büyük tepkilere neden olan Pegida hareketi de eyalet seçimlerine katılma kararı aldı.

Pegida kurucusu Lutz Bachmann, 2016 yılında dört eyalette yapılacak seçimlere katılmak için hazırlıklara başladıklarını açıkladı.

Parti olarak değil, vatandaş inisiyatifi şeklinde ilk olarak 16 Mart 2016’da Baden Württenberg’deki seçime katılacaklarını bildiren Bachmann, Pegida’nın yüzde 25’lik bir oy potansiyeli olduğunu öne sürdü.

Mayıs ayında Dresden Belediye Başkanlığı için yarışan Pegida adayı Tatjana Festerling ilk turda oyların yüzde 9.6'sını alarak beklentilerin çok üzerinde bir başarı elde etmişti.

Adını ilk kez 20 Ekim 2014’te Dresden’de 300 kişiyle düzenlediği gösteriyle duyuran ‘Batının İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar’ Pegida’nın Pazartesi akşamları yaptığı gösterilere zaman zaman 25 bin kişi katıldı. Grup daha sonra Almanya‘nın diğer şehirlerine de yayıldı.

Başbakan Angela Merkel, konuyla ilgili bir açıklamasında Pegida’nın aşırı sağa ve yabancı düşmanlığına karşı çıkılması için çağrıda bulundu. Merkel, “Bayrağımızı gösterip aşırı sağcılık, yabancı düşmanlığı ve Yahudi aleyhtarlığı yapanların toplumun hiçbir kesiminde yer bulamayacağını söyleyebilmeliyiz” dedi.

Türkler Alman Vatandaşlığına İlgi Duymuyor

Almanya vatandaşlığa geçişleri teşvik amacıyla yıllardır kampanya yapıyor. Ancak son veriler, 2014'te, bir yıl öncesine göre daha az yabancının Alman vatandaşlığına geçtiğini gösteriyor. Vatandaşlığı seçenlerin oranı toplamda %3,5 azalırken, bu azalma Türkler’de %19,7’yi buldu

Almanya‘da vatandaşlığa geçişleri teşvik etmek amacıyla yıllardır kampanyalar yapılıyor
Almanya‘da vatandaşlığa geçişleri teşvik etmek amacıyla yıllardır kampanyalar yapılıyor

Almn vatandaşlığına geçme koşullarını yerine getirenlerden sadece yüzde 2,2’sinin geçen yıl Alman vatandaşlığına geçmesi, Alman pasaportuna ilginin genel olarak az kalması geleneğinin sürmesi olarak yorumlanıyor. 

Nüfusu azalan ve aynı zamanda kalifiye eleman ihtiyacı sürekli artan Almanya’nın göçmenler için daha cazip bir ülkeye dönüşmesinin önündeki en büyük engel ülkedeki yabancı düşmanlığı olarak tanımlanıyor. Göçmen kökenli gençlerin son yıllarda eğitimde başarılı olmalarına rağmen çalışma piyasasına girişte zorluk yaşamaları ve genel olarak yabancıları

anya'da istatistiklere göre toplam 7 milyon yabancı ve 8 milyon 500 bin Alman pasaportlu göçmen yaşıyor. Buna göre 80 milyon nüfusu olan Almanya'da yaşayan her 5 kişiden biri göçmen kökenli.

Dünyada en fazla göç alan ülkelerin başında gelen Almanya‘da vatandaşlığa geçişleri teşvik etmek amacıyla yıllardır kampanyalar yapılıyor. Geçen yıl kabul edilerek yürürlüğe giren ve özellikle Türkiye kökenlileri ilgilendiren yeni vatandaşlık yasasına göre, Almanya'da doğup büyüyen ve doğumla Almanya vatandaşlığını kazanan göçmen kökenli ailelerin çocukları 21 yaşına girdiğinde iki ülke vatandaşlığından birini seçmek zorunda kalmıyor, başka bir deyişle sözkonusu gençlere çifte vatandaşlık hakkı veriliyor.

Bu yeni düzenlemenin Alman vatandaşlığına geçiş sayısını yukarılara çekeceğinden yola çıkılıyordu. Ancak konuyla ilgili açıklanan sayılar, 2014'te, bir yıl öncesine göre daha az yabancının Alman vatandaşlığına başvurarak pasaport aldığını gösteriyor. Alman vatandaşlığına geçenlerin oranı toplamda yüzde 3,5 azalırken, bu azalma Türkler’de yüzde 19,7’yi buldu. 2014 yılında Alman vatandaşlığına geçen Türklerin sayısı geçen yıl da, önceki yıllarda olduğu gibi gerileyerek 5 bin 500 azaldı. Ancak genel sayılara bakıldığında, halen en çok geçiş 22 bin 500 ile Türkiye kökenliler tarafından yapılıyor.

Federal İstatistik Dairesi’nin verilerine göre, geçen yıl Alman vatandaşlığı alan yabancı sayısı 108 bin 420 olarak kaydedildi. Geçen yıl Avrupa Birliği ülkelerinden gelerek Alman pasaportu alanların sayısının bir yıl öncesine göre yüzde 12'den daha fazla yükselmesi dikkat çekti. Nitekim Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) ve Avrupa Birliği Komisyonu’nun hazırladığı bir rapora göre, OECD ülkeleri arasında kamuda göçmen istihdamında en düşük seviyede Almanya bulunuyor. Aynı rapora göre göçmen kökenli gençler arasında işsizlik oranı yüzde 15, buna karşılık Alman gençlerde işsizlik oranının yüzde 6’larda. 

Öte yandan Avrupa Birliği İstatistik Ofisi Eurostat’ın 2013 yılında AB ülkesi vatandaşlığına geçenlerin rakamlarına dair raporuna göre, sayı 1 milyonu buldu. AB vatandaşlığına geçenler listesinde ilk sırayı 86 bin ile Faslılar alırken, ikinci sırada 48 bin kişi ile Hintliler ve üçüncü sırada da 46 bin 500 kişi ile Türkler geliyor. 2013 yılında en çok vatandaşlık hakkı tanıyan ilk beş ülke sıralamasında yüzde 4,5 oranıyla İspanya ilk sırada yer aldı. İspanya’yı yüzde 4,2 oranıyla İngiltere, yüzde 2,5 oranıyla Fransa, yüzde 2,3 oranıyla İtalya ve yüzde 1,5 oranıyla Almanya takip ediyor.

Ludmila Dalaman

Almanya'da Yeni Dinleme İddiaları

İnternet platformu WikiLeaks tarafından açıklanan ve Alman basınında bugün yayınlanan gizli belgelere göre NSA, Başbakan Angela Merkel'in yanı sıra Federal Hükümet’teki bakanları ve özellikle mali kurumları dinledi


ABD Ulusal Güvenlik Dairesi’nin (NSA) halen görev başındaki birçok Alman bakan ve müsteşarı dinlediği yönündeki haberler, Berlin’de tepkiyle karşılandı.

İnternet platformu WikiLeaks tarafından açıklanan ve Alman basınında bugün yayınlanan gizli belgelere göre NSA, Başbakan Angela Merkel'in yanı sıra Federal Hükümet’teki bakanları ve özellikle mali kurumları dinledi.

2010–2012 yılları arasındaki dinlemeleri açığa çıkaran belgelere göre, bakanlar da dahil 69 telefon numarasının dinlendiği ortaya çıktı. Söz konusu numaralardan bazılarının hala kullanımda olması ise gizli dinlemenin devam ediyor olabileceği şeklinde yorumlanıyor.

Listede yer alan ve ‘yüksek öncelikli hedefler’ olarak tanımlanan isimler arasında şimdiki koalisyon hükümetinin Başbakan yardımcısı Sigmar Gabriel ve Çevre Bakanı Barbara Hendricks’in yanı sıra, Ekonomi ile Tarımcılık Bakanları, Dışişleri Bakanlığı Ekonomik İşler Müsteşarı, Maliye Bakanlığı Müsteşarı ile birlikte Frankfurt’da bulunan Avrupa Merkez Bankası da dikkat çekiyor. Dinlenen isimler arasında Sol Parti’nin tanınan siyasetçilerinden eski Maliye Bakanı Oskar Lafontaine’de bulunuyor.

Konuyla ilgili çıkan haberlerde, Lafontaine’nin 1998 yılında bakanlık görevinde olduğunu belirtilerek, NSA’nın Alman bakanları 2010 öncesinde de dinlendiğinden yola çıkılması gerektiği savunuluyor.

Dinleme listesinde 1998’den 2002’ye kadar Ekonomi Bakanlığı yapan Werner Müller’in adı da var. WikiLeaks tarafından açıklanan belgelerden, NSA’nın dinlemelerinde ağırlıklı olarak Almanya’nın ekonomik ve dış ticaret ile ilgili bilgilerine ulaşmayı hedeflediği anlaşılıyor.

İçişleri Bakanı Thomas de Maizere, bu belgeleri inceleyeceklerini açıklarken, olaya tepki olarak, ABD'nin Berlin Büyükelçisi John B. Emerson, konuyla ilgili bilgi vermesi için başbakanlığa çağrıldı. İstihbarat birimlerinden sorumlu devlet bakanı Peter Altmaier'in, Emerson’dan NSA'nın Almanya'da dinleme yapması iddialarıyla ilgili bilgi aldığı ifade edildi.

Yine WikiLeaks tarafından açıklanan ve Süddeutsche gazetesi tarafından yayınlanan bir dinleme protokolü ise, Başbakan Angela Merkel’in 11 Ekim 2011‘de yaptığı telefon görüşmesine ait. NSA’nın “çok gizli” damgasını taşıyan protokolde, o günlerde Vietnam’a resmi bir ziyarette bulunan Merkel’in Berlin’deki bürosunu arayarak, danışmanları ile bir saate yakın konuştuğu ve Yunanistan krizi konusunda fikir alışverişinde bulunduğu aktarılıyor.

Almanya'da İlk İslami Banka

Kuveyt Türk Katılım Bankası adıyla Almanya’daki ilk şubesini Berlin’de açtı

Almanya’da İslami kurallara göre çalışan ilk banka olarak faaliyete başladı, ülke böylece faizsiz esaslarda bankacılık modeli ile ilk kez tanıştı.

Beş yıldır temsilcilik statüsünde ve 'Kuveyt Türk Bank AG' adı altında Mannheim şehrinde çalışan banka, bundan bir süre önce tam bankacılık faaliyeti için lisans alabildi ve Kuveyt Türk Katılım Bankası adıyla Almanya’daki ilk şubesini Berlin’de açtı.

Ana merkezi İstanbul olan bankanın Almanya’daki merkezinin ‘bankalar kenti’ şeklinde tanınan Frankfurt olması, ayrıca Almanya’dan sonra diğer Avrupa ülkelerinde de şubelerin açılması planlanıyor.

Almanya ve Euro Bölgesi’nde İslami kurallara göre faizsiz çalışan ilk banka olma özelliğine sahip Kuveyt Türk Katılım Bankası, Mannheim’de şube açılmasının ardından tam bankacılık lisansı almak için Alman Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu BaFin’e başvurmuştu.

Geride kalan yıllarda ruhsatı olmadığı için yatırılan paraları İstanbul'daki merkeze transfer eden ve Türkiye'de faizsiz mevduat hesabı açma olanağı sağlayan bankaya, tam bankacılık lisansı verildi.

Konuyla ilgili bir açıklama yapan Alman Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Almanya’da bankacılık yasalarının faizsiz bankacılık odaklı bir şirkete izin verme konusunda ve İslami kural ve düzenlemelere uygun finans ürünlerinin sunulmasının önünde bir engel görmediğini bildirdi.

4 milyondan fazla Müslüman'ın yaşadığı Almanya’da banka tarafından yapılan bir araştırmaya göre, ülkedeki Müslümanlar’ın yüzde 21'i ‘İslami bir bankayı kendilerinin doğal bankası’ olarak görüyor.

Finans uzmanları ise Müslümanlar’ın yüzde 15'inin parasını bu bankaya yatırabileceğini ve bankanın 5 Milyar Euro'luk mevduata sahip olacağını tahmin ediyorlar.

İslami koşullara göre çalışan bankanın özelliği, mevduatını İslami kurallara göre haram olmayan alanlara yatırması. ‘Şeriata uygun bankacılık hizmetleri’ olarak da reklamı yapılan bankanın temeli, Kur’an'da olduğu gibi faiz alma ve vermenin yasak olmasına dayanıyor.

Faizciliğin yanı sıra şans oyunları, alkol ve tütün ürünleri, domuz üretimi ya da pornografi içeren, yani İslam’ın haram saydığı ticari işlere yatırım yapmak yasak.

Söz konusu finans sisteminde risksiz kazanç da mümkün değil. O yüzden finans piyasalarında spekülasyonu hedefleyen alım satımlar da bankanın girmediği alanlar.

Banka mevduatı ile gayrimenkul ya da şirket hissesi gibi kâr getiren ürünler satın alıyor ve müşteriler faizsiz zam yapma şartıyla bankanın kârına ortak oluyor.

Merkel İlk Kez İftara Katılıyor

Merkel, Federal Hükümetin Uyum Bakanı Aydan Özoğuz tarafından organize edilen iftar programına katılacak

Merkel'li iftar basına kapalı olarak gerçekleşecek
Merkel'li iftar basına kapalı olarak gerçekleşecek

Başbakan Angela Merkel göreve geldiğinden bu yana ilk kez bu akşam bir iftar programına katılacak. Merkel, Federal Hükümetin Uyum Bakanı Aydan Özoğuz tarafından organize edilen ve Federal Dışişleri Bakanlığı’nın Villa Borsig isimli konuk evinde yapılacak iftar programına katılacak.

Basına kapalı olarak gerçekleşecek iftar programına davet edilenler arasında Almanya Protestan Kilisesi Konsey Başkanı Heinrich Bedford-Strohm, Katolik Piskoposlar Konferansı adına Berlin Katolik Bürosu Başkan Vekili Katharina Jestaedt, Almanya Katolikleri Merkez Komitesi Başkanı Alois Glück ve Almanya Yahudileri Merkez Konseyi Başkanı Josef Schuster gibi isimler de var.

Federal Hükümet Sözcülüğü, Merkel’in iftar programına katılmasının Alman hükümetin Müslümanlarla diyaloğu geliştirmeye yönelik açılımları arasında görülmesi gerektiğini ve başbakanın toplumsal birlikteliğin güçlendirilmesi yönünde bir mesaj vermek istediğini ifade etti.

Merkel’in iftara gidecek olması Almanya’daki Türk ve Müslüman çatı örgütlerinin temsilcileri arasında çok olumlu yankı buldu. Almanya Türk Toplumu konuyla ilgili açıklamasında, bu tarzda simgesel tavırların kamuoyunda büyük etkisi olduğu vurgusu yapıldı ve Merkel’in katılımının ‘Müslümanların Almanya’ya ait olduğunun göstergesi’ sayılabileceği ve ‘toplumun da Müslümanları kabulünü hızlandırabileceği’ belirtildi.

ABD’de Başkan Barack Obama’nın her yıl iftar verdiğini hatırlatan Türk sivil toplum kuruluşları temsilcileri, benzer bir uygulamayı ileride Almanya Başbakanı’ndan beklediklerini de açıkladılar. Merkel’le iftara çağrılan isimlerden Almanya Müslümanları Koordinasyon Konseyi Sözcüsü Nurhan Soykan, Başbakan Merkel’in katılımını ‘bu ilk adım’ şeklinde yorumluyor.

Almanya’nın kendini göçmen alan bir ülke olarak tanımlamakta birçok başka ülkeye kıyasla geç kaldığını düşünen Almanya Müslümanları Koordinasyon Konseyi Sözcüsü Nurhan Soykan, buna paralel son zamanlarda radikal İslamist terör eylemlerinin Müslümanların imajına olumsuz yansıdığını ve Merkel’in iftara katılmasının bu açından daha da önem kazandığını ifade ediyor.

Ludmila Dalaman

Almanya'da Bir Eyalet Başörtüsü Yasağını Kaldırdı

Kuzey Ren-Westfalya eyaleti parlamentosu, okullarda kadın öğretmenlere yönelik başörtüsü yasağını kaldırdı


Almanya'da Kuzey Ren-Westfalya eyaleti parlamentosu, okullarda kadın öğretmenlere yönelik başörtüsü yasağını kaldırdı. Buna göre öğretmenler bundan sonra ülkenin en büyük ve nüfusu en fazla eyaletinde başörtülü olarak da mesleklerini icra edebilecek.

Eyalet meclisindeki oylamada yasağın kaldırılmasına, Sosyal Demokrat Parti SPD, Yeşiller ve Hristiyan Demokratlar Birliği CDU ile Korsanlar Partisi 'evet' derken, liberal Hür Demokrat Parti FDP 'hayır' oyu kullandı.

Federal Anayasa Mahkemesi'nin Mart ayında okullarda başörtüsü yasağının prensip olarak yasaklanmasının anayasaya aykırı olduğuna hükmetmesinden sonra eyaletler başörtüsü yasağını kaldırmak için harekete geçti.

Bu konuda ilk adım ülkenin en küçük eyaleti olan Bremen'den geldi ve eyalet Mart ayının sonunda öğretmenlere uygulanan başörtüsü yasağını kaldırdı. Bir milyona yakın Türkiye kökenli göçmenin yaşadığı Kuzey Ren-Westfalya Eyalet Parlamentosu da, Federal Anayasa Mahkemesinin kararından sonra eyaletteki uygulamayı yeniden gözden geçirerek, oylamaya sundu.

Federal Anayasa Mahkemesi 13 Martta aldığı kararla eyaletlerin okul yasalarında Hristiyanlığa öncelik tanınarak Müslüman kadın öğretmenlere okullarda başörtüyle çalışmanın yasaklanmasını hukuka aykırı bulmuştu. Mahkeme, başörtüsünü yasaklayan kanunun anayasal temel hakların en önemli unsurlarından biri olan din özgürlüğüne aykırı olduğuna hükmetmişti. Kararda başörtüsünün sadece okulda huzuru bozacak, ya da devletin tarafsızlığı bakımından somut bir tehlike oluşturması halinde yasaklanabileceği belirlendi.

Birleşmiş Milletler Irkçılıkla Mücadele Komisyonu’nun, Almanya’da başörtülü kadınların başta devlet daireleri ve okullar olmak üzere birçok kurumda çalışamadıkları yönündeki eleştirilerini geçen Mayıs ayında cevaplayan Alman hükümeti, “Başörtüsü konusunda yeni bir aşamaya geçildi” diyerek, başörtülü öğretmenlere yönelik yasağın Federal Anayasa Mahkemesi tarafından kaldırıldığı ve eyaletlerin kararı uygulamaya başladıklarını bildirmişti.

Bundan kısa bir süre önce yapılan bir kamuoyu araştırmasında ise, Almanya’da gençlerin yüzde 70’inin, yetişkinlerin de yarısının öğretmenlere başörtüsü yasağı konulmasına karşı olduğu saptandı
Öte yandan Federal Başbakanlık sözcüsü, Angela Merkel’in önümüzdeki Salı akşamı Berlin’de bir iftar yemeğine katılacağını duyurdu. Sözcü ’Başbakan Merkel iftara iştirak ederek, toplumsal birliktelik açısından bir mesaj vermek istiyor’ şeklinde konuştu.

Federal Dışişleri Bakanlığı’nın konukevi Borsig’de düzenlenecek iftara, Merkel’in yanı sıra Federal Hükümetin Göçmenlerden Sorumlu Devlet Bakanı Aydan Özoğuz’la birlikte Katolik ve Protestan Kiliselerinden üst düzeyde temsilciler, Almanya Musevi Cemaatı Başkanı ve Müslüman kanaat önderleri de davet edildi. Böylece Merkel ilk defa Ramazan ayında bir iftar yemeğine katılmış olacak.

Geçen Salı akşamı Berlin’de sivil toplum kuruluşları tarafından verilen iftar yemeğine ise Başbakan Yardımcısı Sigmar Gabriel de katılmıştı. Geçen günlerde çok sayıda İslam derneği temsilcisi, “Merkel'den, Obama'nın her yıl yaptığı gibi Müslümanlarla iftara katılmasını beklerdik” şeklinde açıklamalar yaptılar.

Örneğin İslam Toplumu Milli Görüş Başkanı Tayyip Sayan, “Başta Amerika'da [Başkan] Obama olmak üzere bir çok dünya lideri, ülkelerinde yaşayan Müslümanlar için iftar davetleri düzenlemektedirler. Maalesef, elli yılı aşkın süredir milyonlarca Müslüman'ın yaşadığı Almanya'da bu yapılmamaktadır. Gönül isterdi ki Başbakan Merkel de iftar davetleri düzenleyip, buradaki Müslümanlara artık buraya ait oldukları duygusunu verebilsin” şeklinde bir açıklama yapmıştı.

Mısırlı Gazeteciden Alman Hükümetine Suçlama

El Cezire televizyonu sunucusu Ahmed Mansur serbest bırakılmasından sonra Almanya’ya yönelik ağır suçlamalarda bulundu  

Berlin'de gözaltına alınan El Cezire televizyonu sunucusu Ahmed Mansur serbest bırakılmasından sonra bugün düzenlediği basın toplantısında federal hükümet ve Almanya’ya yönelik ağır suçlamalarda bulundu.

Mansur, Berlin Tegel Havalimanı’nda gözaltına alınmasını, daha sonra tutuklanmasını sadece kendisi değil, ’Özgür şekilde habercilik yapmak isteyen tüm gazetecileri ilgilendiren’ bir olay olduğunu savundu. Mansur, Mısır Devlet Başkanı Sisi’nin Alman hükümetindeki bazı bakanları etkilediğine ve tutuklanmasının bu şekilde gerçekleştiğine inandığını söyleyerek, “Bu işin arkasında manipülasyon var” şeklinde görüş belirtti.

Şubat ayında İngiliz pasaportuyla Frankfurt üzerinden Berlin’e geldiğini ve bir sorun yaşamadığını aktaran Mansur, bu kez Sisi'nin geçen ayki Berlin ziyaretinden sonra gözaltına alındığını ve bunu manidar bulduğunu söyledi. “Anlaşılan Mısır’daki dikta rejimin etkisi Berlin’e kadar uzanıyor” şeklinde konuşan Mansur, Alman gazetecilerin bu konuyu araştırması gerektiğini belirtti.

Mısırlı gazeteci Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a da desteği için teşekkür etti. Mansur dün serbest bırakıldıktan sonra bir haber kanalına verdiği röportajda da, cezaevinde tutuklu kaldığı sürece Türkiye'den sürekli destek gördüğünü anlatarak, “Tayyip Erdoğan'a çok teşekkür ederim. O ben hapishanedeyken beni dünya üzerinde destekleyen tek liderdi” dedi ve Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun da kendisini iki kere aradığı bilgisini verdi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Mansur'un tutuklanmasına tepki göstererek, “Terörle mücadelemizde bizi yalnız bırakan, terör örgütü mensuplarının ellerini kollarını sallayarak gezmesine göz yuman Avrupa devletleri, ne yazık ki darbecilerin talepleri konusunda çok daha farklı davranıyor” şeklinde konuşmuştu.

Gelecek haftalarda Almanya'ya tekrar gelerek bazı siyasetçilerle röportaj yapacağını açıklayan Mansur’un bugün akşam saatlerinde Tegel Havalimanı’ndan çalıştığı Katar’ın başkenti Doha’ya uçması bekleniyor.

Mansur Cumartesi günü Berlin Tegel Havaalanı'nda Katar’ın Doha şehrine giden uçağa binmek üzereyken Alman polisi tarafından Berlin Havaalanı’nda gözaltına alınmış, ardından nöbetçi hâkim tarafından tutuklanmıştı.

Dün Berlin Eyalet Savcılığı sürpriz bir kararla, Mansur'un Mısır'ın 'arama emri' nedeniyle geçen Cumartesi tutuklandığını, sorgu hâkiminin karşısına çıkmasından sonra durumunun yeniden değerlendirildiğini, kendisi hakkında suç teşkil edebilecek bir delil bulunmadığını ve tahliye edilmesine karar verildiğini duyurdu. 2011 yılında Kahire’nin Tahrir Meydanı’nda bir avukata işkence etmekle suçlanan gazeteci, Kahire Ceza Mahkemesi’nce geçen sene gıyabında yargılanarak 15 yıl ağırlaştırılmış hapse mahkum edilmişti.

IŞİD'e Katılan Kadınların Sayısı Artıyor

Almanya’dan bugüne kadar en az 110 kadın ve genç kızın terör örgütü IŞİD’e katılmak amacıyla Suriye ve Irak’a gittiği belirtildi

Almanya’dan bugüne kadar en az 110 kadın ve genç kızın terör örgütü IŞİD’e katılmak amacıyla Suriye ve Irak’a gittiği belirtildi. Augsburger Allgemeine adlı gazetenin İçişleri Bakanlığı ve eyaletlerdeki Anayasayı Koruma Örgütleri’nin yetkililerinden derlediği verilere göre, IŞİD‘e katılanlardan en az 36’sı 18 yaşın altında.

Yetkililer IŞİD’in son dönemlerde bilinçli olarak kadın ve kızları hedef almaya başladığına dikkati çekerken, sosyal medya üzerinden iletişime geçilen kadın ve kızların evlilik vaadiyle IŞİD’in hakim olduğu bölgelere götürüldüğünü belirtiyor. Konuyla ilgili haberlere göre bölgeye giden kadın ve kızların pasaportlarına el konulurken, çoğunluğu hemen evlendiriliyor.

Alman medyasında konan adıyla 'cihat gelinleri', kurulan sözde İslam Devleti içinde özellikle sağlık alanında başka mesleklerde de çalıştırılıyor. Güvenlik birimleri IŞİD’e yabancı ülkelerden katılanların yüzde 15’inin kadın olduğunu, 14 farklı ülkeden gelen yüzlerce kadınını Suriye ve Irak’taki gruplara katıldığını vurguluyor.

Gaddar metotları ve kadınları aşağılayıcı yaklaşımları ile bilinen IŞİD’e Almanya’daki yaşam standartlarını bırakıp katılan kadınların sayısının artması gözlemcilerin aklını karıştırıyor. Yapılan analizlerde İslami hayat tarzını ve cihada katılmayı idealize eden kadınların çoğunun zorlama olmadan, kendi iradeleriyle Almanya’yı terk etmeleri toplumsal ve bireysel farklı sebeplerle gerekçelendiriliyor.

Son günlerde konuyla ilgili analiz ve tartışmaları adeta ateşlendiren gelişme ise Schleswig Holstein eyaletine bağlı Geestacht kentinden, 18 yaşındaki Ece B. ve 16 yaşındaki Merve Ş. adındaki Türk kızlarının IŞİD’e katılmak için evden kaçmaları ve Ece B.’nin babası Ercan B.’nin olay sonrası intiharı oldu.

Genç kızların Haziran başında ‘Okul gezisine gidiyoruz’ diyerek evlerinden ayrıldıkları, Hamburg’dan İstanbul’a uçarak, ardından Gaziantep üzerinden Suriye’ye geçtikleri tahmin ediliyor. Yetkililer kaçışın önceden planlandığını, Ece B.’nin geçtiğimiz yıl Kasım ayında da IŞİD’e katılmak için evden kaçtığını, Türkiye’de polis tarafından yakalanarak ailesine teslim edildiğini saptamış durumda. Olayı Alman medyasına taşıyan boyut ise, kızının IŞİD’e katıldığını öğrenen baba Ercan B.’nin, geçen hafta sonunda evinde kendisini asarak intihar etmesi oldu.

Dün Geesthacht’da düzenlenen ve 500’den fazla kişinin katılımıyla bir törende intihar eden baba anılırken, katılanlar tören sonrasında insan zinciri oluşturdu. Törende konuşan imam ve papaz, terörün din, dil ve cinsiyet ayrımı yapılmaksızın lanetlenmesini istedi. Bu arada Merve Ş.’nin ailesi ise kızlarının bulunması için 5 bin Euro mükafat koydu.

Tuğçe Albayrak Davasında Karar Açıklandı

Tuğçe Albayrak’ı öldüren Sırp kökenli Sanel M.’ye gençlik cezası çerçevesinde sadece üç yıl hapis cezası verildi


Gelen yıl Kasım ayında Offenbach kentinde tacize uğrayan iki genç kıza yardım etmek isterken uğradığı saldırı sonucu hayatını kaybeden Tuğçe Albayrak’ın ölümüyle ilgili davada karar açıklandı.

Almanya’da başından bu yana kamuoyunun büyük bir ilgiyle takip ettiği davada hakim, Tuğçe Albayrak’ı öldüren Sırp kökenli Sanel M.’ye gençlik cezası çerçevesinde sadece üç yıl hapis cezası verdi. Savcı ise 18 yaşındaki Sanel M. hakkında tecilsiz 3 yıl 3 ay hapis cezası talep etmişti.

Darmstadt Eyalet Mahkemesi'nde görüşülen davada, sanık Sanel M. ‘yaralamaya bağlı olarak ölüme sebebiyet verme’ suçuyla yargılanıyordu. Savcı, geçen Cuma günü sunduğu mütalaasında failin ‘büyük bir suçu' olduğunu ve ‘zarar vermeye meyilli' olduğunu belirterek, Sanel M.'nin cezaevinde bir meslek eğitimi almasını ve kendisinden daha zayıf durumda olanlara karşı empati beslemeyi öğrenmesi gerektiğini ifade etmişti.

Almanya'da yasalar uyarınca 18-21 yaş arasındakiler hem yetişkin, hem de gençlik yasaları uyarınca ceza alabiliyor. Eğer zanlı, gençlik yasalarına göre cezalandırılırsa 10 yıla kadar hapis cezasına çarptırılması söz konusu.

Karar sonrası yapılan ilk yorumlarda, mahkemenin aldığı karar eleştirilirken, sanık Sanel M.’in pişmanlık duyduğunu söylemesi cezanın beklenenden az olmasında neden olarak gösterildi.

Davada bugün 10. duruşma yapıldı. Hakim Jens Assling, sanık Sanel M.'ye son sözünü sordu. Sanel M. daha önce söylediği “Tuğçe’ye attığım tokat hayatımın en büyük hatasıydı” sözünü tekrarladı. Hakim Assling, sanığın “eğitimini tamamlayabilmesi için gençlik cezası çerçevesinde 3 yıl hapis cezasına çarptırıldığını” duyurdu.

Kasım ayından bu yana tutuklu bulunan Sanel M., geri kalan cezasını çekmek için adliyeden yine cezaevine götürüldü. Bundan öncekilerde olduğu gibi bugün yapılan son duruşmaya da medya ve Tuğçe'nin arkadaşları büyük ilgi gösterdi. Kararın açıklanmasından sonra televizyon haber kanalları canlı yayınlarla mahkeme önünden gelişmeleri yorumladılar, Tuğçe'in arkadaşları, binanın önünde genç yaşta ölen arkadaşlarının anısına mumlar yaktı.

Tuğçe Albayrak ve arkadaşları 15 Kasım Cumartesi günü, Offenbach'da bir hamburgercide tuvaletten iki genç kızın yardım çığlıklarını duydu. Olay günü Tuğçe Albayrak aşağıya indiğinde üç gencin, iki Alman kızı taciz ettiğini gördü ve araya girerek genç kızları kurtardı. Ancak söz konusu tacizci gençlerden Sanel M. restoranın bahçesinde Tuğçe Albayrak'ı tokatladı, başını yere çarpan Tuğçe komaya girdi, hastanede tedavi gören Tuğçe'nin 26 Kasım'da beyin ölümü gerçekleşti. Doğum günü olan 28 Kasım'da ise genç kızın bağlı olduğu ve yaşama bağlayan makinenin fişi çekildi. 

Eğitim fakültesi öğrencisi olan genç kızın ölümü Almanya’da büyük şok ve üzüntüye yol açmıştı. Aynı zamanda medeni cesaret göstermenin bedeli de tartışılmıştı. Alman kamuoyu ve medyası ölümü sonrasında Tuğçe Albayrak’ı bu konuda örnek kişilik olarak ilan etti. Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck, Albayrak'ın ailesine yazdığı mektupta “Tüm ülkemiz sizinle birlikte yas tutuyor” mesajını verdi. 

Almanya'da Siber Saldırı Sanılandan Büyük

Alman Federal Meclisi’nin bilgisayar ağına geçen Mayıs ayı ortalarında yapılan siber saldırı gizemini korurken, olayın boyutunun ve yol açtığı zararın sanıldığından çok daha büyük olduğu anlaşıldı

Uzmanlar, meclis tarihinde eşine rastlanmayacak kadar etkili olduğu belirtilen saldırıda, tüm parti gruplarına mensup milletvekilleri ve meclis idaresinin şifrelerinin çalındığı ve çalışanlara ait verilere ulaşılabildiğini belirtti. Alman medyasında çıkan haberlerde yetkililerin hâlâ siber saldırının kaynağını tespit edemedikleri, bu yüzden ‘Truva atı’ olarak adlandırılan casusluk programı üzerinden verilerin dışarı akımının da önüne geçilemediği iddia edildi.

Şimdiye kadar yapılan soruşturmada saldırının elektronik postaya iliştirilen bir link aracılığıyla meclisin merkezi bilgisayar şebekesine yönelik düzenlendiği, yollanan elektronik postanın en az iki kullanıcı tarafından açılması sonrasında ise virüsün şebekede yayıldığı saptandı.

Federal Meclis’teki 20 bini aşkın bilgisayar, tek bir merkez üzerinden organize ediliyor. Uzmanlar saldırganların ‘administrator’ yani yönetici haklarını da ele geçirdiklerinden yola çıkıyor ve bu nedenle meydana gelen hasarın giderilmesi için tüm bilgisayar ağının yenilenmesine alternatif olmadığını savunuyor. Meclisteki merkez sistemin ve bağlantılı bilgisayarların değiştirilmesinin bir yıl süreceği ve ortaya çıkan zararın 10 milyon Euro’yu bulacağı da açıklandı.

Bilgisayar korsanlığının kimler tarafından gerçekleştiği ve arkasında hangi ülkenin bulunduğu tespit edilemedi. Ancak güvenlik uzmanları, meclise şimdiye kadar yapılan en büyük siber saldırının arkasında Rus hackerlerin ya da Rus dış istihbarat servisi SWR’in olabileceği olasılığını dile getiriyor. Nitekim Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Hans Georg Maassen’in, ‘İlgili birimlerim bana sürekli olarak Rus siber saldırılarının yüksek kalitesinden söz ederek bu durumdan endişe ettiklerini belirtiyorlar’ şeklindeki açıklaması, resmi yetkililerinde de siber saldırının arkasında Rusya'nın bulunduğuna dair şüphe duydukları şeklinde yorumlandı.

Ocak ayı başında da Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı ve Federal Meclis'in internet siteleri ağır bir hacker saldırısına uğrayarak saatlerce erişime kapatılmıştı. Saldırıyı Ukrayna'dan Rusya yanlısı hacker grubu ‘CyberBerkut’ üstlenmişti.

Öte yandan Almanya Başbakanı Angela Merkel’in cep telefonunun Amerikan Ulusal Güvenlik Dairesi NSA tarafından dinlenmesiyle ilgili başlatılan soruşturma ‘delil yetersizliğinden’ kapandı. Soruşturmayı yürüten Karlsruhe'deki Federal Başsavcılık, ‘suça konu edilen olayın zamanı, yeri, koşulları ve kimler arasında gerçekleştiğinin teknik olarak tespit edilemediğini’ açıkladı. Merkel’in telefonunun NSA tarafından dinlendiği iddiası 2013'ün ekim ayında kamuoyuna yansımıştı. Olay, Berlin ve Washington arasında soğuk rüzgarlar esmesine neden olmuş, Merkel, “Dostlar birbirini dinlemez” diyerek tepki göstermişti.
 

Almanya G7 Zirvesine Hazırlanıyor

Zirve öncesi gündeme protestolar ve toplantının maliyeti ile ilgili tartışmalar damga vuruyor


Almanya Pazar ve Pazartesi günlerinde G7 Zirvesi’ne ev sahipliği yapacak. Zirve öncesi gündeme protestolar ve toplantının maliyeti ile ilgili tartışmalar damga vuruyor. Münih'te ‘TTIP'i durdur - İklimi kurtar - Yoksullukla mücadele et’ sloganıyla düzenlenen protesto gösterisinden sonra gözler hafta sonunda zirvenin yapılacağı Elmau yakınında planlanan ve militan aşırı solcu grupların katılacağı gösterilere çevrildi. Yeşiller ve Sol Parti başta olmak üzere çeşitli sol gruplar tarafından yapılan protesto gösterisine organizatörler 15 bin kişi beklerken, yaklaşık 35 bin kişi katıldı. Yürüyüşte hiçbir olay meydana gelmezken, düzenlenen kapanış mitingindeki konuşmaların odağında ABD ile Avrupa arasında imzalanması planlanan serbest ticaret anlaşması TTIP vardı.

Güvenlik birimleri zirveyi protesto etmek için oluşan küreselleşme karşıtı ‘Stop G7 Elmau’ eylem komitesinin plandıkları yürüyüşlere ise Almanya ve başka ülkelerden aşırı solcu göstericilerin katılacağını, bu gösterilerde olay çıkmaması için 17 bin polisin görevlendirildiğini açıkladı. Geçen Mart ayında Frankfurt kentinde bulunan Avrupa Merkez Bankası'nın yeni binasının açılışı sırasındaki gösterilerde polisle protestocular arasında şiddet olayları yaşanmıştı. Olaylara katılan gruplardan bazıları, Elmau Sarayı’ndaki zirveyi de benzer eylemlerle protesto edeceklerini açıklamışlardı. Protestolar kapsamında bugün zirvenin yapılacağı Elmau Sarayı'na yakın Garmisch-Partenkirchen'de, Pazar günü ise Elmau’da gösteriler planlanıyor. Şiddet eylemlerine karşı polis sarayın etrafına 14 kilometrelik güvenlik çemberi kurdu, orman yolları kesildi. Zirve öncesi protestolarla ilgili bir açıklama yapan Başbakan Merkel, gösterileri ‘demokratik hak’ olarak tanımladı ve ‘insanların fikirlerini beyan edebilmeleri demokrasinini iyi işlediğini gösterir’ dedi. Başbakan şiddet eğilimli gösterilere ise izin verilmeyeceğini açıkladı.

Bavyera Eyaleti'ndeki Elmau Sarayı'nda düzenlenecek zirvenin maliyeti ise Almanya’da büyük tartışmalara neden oluyor. İki günlük zirve için 360 milyon Euro harcanacak, zirve için yapılacak masraflar tahmin edilirken, Elmau Sarayı’nda yapılan tadilat ve polislere ödenen fazla mesai ücretleri hesapların temelini oluşturuyor. Elmau Sarayı’na herhangi bir su sorunu ihtimaline karşı ikinci bir su tesisatı kuruldu, ayrıca Başkan Obama’nın helikopteri için de ayrı bir helikopter pisti yapıldı.

Almanya Başbakanı Angela Merkel başkanlık yapacağı zirveye dünyanın en zengin 7 ülkesinin devlet ve hükümet başkanları katılacak. Masanın etrafında ABD Başkanı Obama, Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, İngiltere Başbakanı Cameron, İtalya Başbakanı Renzi, Japonya Başbakanı Abe ve Kanada Başbakanı Harper katılacak. ‘Yarını düşün, ortak hareket et’ başlığı altında düzenlenecek zirvenin gündeminde iklimin değişmesine karşı alınacak önlemler, ticaretin dünya genelindeki standartları ve sağlık sisteminin güçlendirilmesi gibi konular yer alıyor. Bunların dışında Ortadoğu’daki gelişmelerin, Rusya ile Ukrayna arasındaki gerilimin ve gündemdeki ekonomik konuların da ele alınacağı duyuruldu.

G7 grubu, Kırım'ın referandumla Rusya'ya bağlanması sonrasında ikinci kez Rusya'nın katılımı olmadan zirve yapacak. Hükümet ortağı sosyal demokrat SPD ve muhalefetteki Sol Parti’den çok sayıda siyasetçi, Rus lider Putin'in G7ye davet edilmemesini yanlış bir karar olarak eleştirdi. Nitekim Alman-Rus Forumu'nun Sosyal Demokrat Partili Başkanı Matthias Platzeck, Rusya'nın G7'ye geri dönemsi gerektiğini belirterek ‘Yakın ve Ortadoğu'daki ülkelerde yaşananlar, İran, Afganistan ve Suriye'deki sorunlar sadece Rusya ile birlikte çözülebilir’ değerlendirmesinde bulundu.

Yurtdışı Oyları Seçimin Kaderinde Etkili

Türkiye'nin önümüzdeki 5 yıllık dönemde kaderini belirleyecek 7 Haziran genel seçimleri için artık saatler sayılıyor

Türkiye'nin önümüzdeki 5 yıllık dönemde kaderini belirleyecek 7 Haziran genel seçimleri için artık saatler sayılıyor. Yarın 53 milyon 765 bin 231 seçmen 172 bin 687 sandıkta oy kullanma hakkına sahip.

Türkiye tarihinde ilk kez genel seçimlerde oy hakkı olan yurtdışındaki Türkiye vatandaşları ise, 7 Haziran seçimleri için oylarını kullandı. Gerçi gümrüklerde yarın sandık kapanma saatine kadar oy kullanmak mümkün. Ancak yurtdışında özellikle de Türkiye kökenli nüfusun en yoğun olduğu Almanya’da oy verme işlemleriyle ilgili olarak şimdiden bir bilanço çıkarmak mümkün. Genel Seçimler için yurt dışında 54 ülkede toplam 112 temsilcilikte oy kullanıldı.

25. Dönem Milletvekilliği Genel Seçimi için sandık başına gidenlerin oranı ilk seçim olan Cumhurbaşkanlığı Seçimi’ne kıyasla oldukça yüksek oldu. Yüksek Seçim Kurulu verilerine göre, yurtdışında 2 milyon 848 bin 652 Türk seçmen bulunuyor. Bu seçmenlerden 931 bin 454'ü oy kullandı. Böylece dünya çapında 2015 Genel Seçimleri'ne katılım yüzde 32,5 olarak kaydedilmiş oldu. Seçimlerde kullanılan yurtdışı oyları ile Türkiye’deki oyların yüzde 2’si civarında bir oran yakalanırken, oyların seçmen sayısına göre dağıtılacağı illerde son milletvekillerinin belirlenmesine önemli rol oynayabileceği ifade ediliyor.

Almanya'daki seçmenler ilk kez geçen yıl Ağustos ayındaki Cumhurbaşkanlığı seçiminde oy kullanmış, ancak katılım yüzde 8,1 oranı ile çok düşük kalmıştı. Yüksek Seçim Kurulu’nun verilerine göre Almanya'da 8-31 Mayıs tarihleri arasında oy kullanma hakkına sahip 1 milyon 405 bin 8 T.C. vatandaşından 482 bin 530'u sandık başına gitti ve seçime katılım oranı yüzde 34,3 olarak gerçekleşti. Almanya Türk Toplumu Eşbaşkanı Safter Çınar, genel içinde bakıldığında Almanya’da yüzde 65 oranda, yani üç kişiden ikisinin sandık başına gitmediğini hatırlatıyor, ancak oy kullanma sisteminin kolaylaştırılması ile bağlantılı olarak seçmenlerin Cumhurbaşkanlığı Seçimi’ne kıyasla bu seçime daha fazla ilgi gösterdiğini belirtiyor.

Yurtdışındaki seçim sürecini yakından takip eden Gurbetin Oyları adlı bağımsız örgütün sözcüsü Seçil Üstünkol’da seçime katılımı olumlu değerlendiriyor, ancak oyların kullanıldığı yer yerine Türkiye’ye taşınmasının birçok seçmende güvensizlik yarattığını ve bu yüzden sandığa gitmeyen seçmenlerin sayısının göz ardı edilemiyeceğini savunuyor.

Avrupa’da kullanılan oylar geçen günlerde mühürlü çuvallar içinde Yüksek Seçim Kurulu’nun kiraladığı THY uçaklarıyla Türkiye’ye gönderildi. Avrupa dışındaki 80 dış temsilcilikte kullanılan oylar da toplam 184 diplomatik kurye ile Türkiye’ye gönderildi. Ankara Yurtdışı İlçe Seçim Kurulu’nda kilitli bir odada bekletilen oylar yarın akşam, ülke içindeki oylarla birlikte Ankara Ticaret Odası binasında sayılacak.

Yurtdışı Oylarının Seçim Sonucuna Etkisi

Genel Seçimi için sandık başına gidenlerin oranı ilk seçim olan Cumhurbaşkanlığı seçimine kıyasla oldukça yüksek oldu

8 Haziran Pazartesi sabahı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde nasıl bir aritmetikle karşılaşılacağına yönelik tahminler aldı başını gidiyor. Bu arada başta Almanya olmak üzere pek çok ülkede yaşayan yüzbinlerce Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı seçmenin genel seçim için oyunu vermesi sonrasında yurtdışında kullanılan oyların sonucu etkileyebileceği savunuluyor.

25. Dönem Milletvekilliği Genel Seçimi için sandık başına gidenlerin oranı ilk seçim olan Cumhurbaşkanlığı seçimine kıyasla oldukça yüksek oldu. Almanya’da 24 gün süren oy verme işleminde 1 milyon 404 bin 987 seçmenden yaklaşık 535 bininin oy kullandığı öğrenildi. Gümrüklerde verilen yaklaşık 60 bin oy da dahil edildiğinde Almanya'dan oy kullananların sayısı 600 bin sınırına yaklaştı. Böylece katılım Almanya’da yüzde 35’i buldu. Bu oransal ortalamanın bütün yurt dışı oyları için de geçerli olacağı tahmin ediliyor. Dolayısıyla yuvarlak hesapla yurtdışında 1 milyon seçmenin oyunu kullandığını söylemek mümkün.

Öte yandan yurt dışındaki Türklere oy verme hakkı tanıyan yasal düzenlemelerin ardından gözler Türkiye dışında aday gösterilecek siyasetçilere çevrilmişti. Ancak yüze yakın başvuru arasından adaylığı kesinleşenlerin sayısı beklenenin çok daha altında çıktı. Ayrıca partilerin açıkladıkları aday listelerinde adayların yerleri de Almanyalı Türklerde hayal kırıklığı yarattı.

Bugüne kadar yapılan anketlerin ortalaması dikkate alınırsa önümüzdeki dönemde Avrupalı Türkleri TBMM’de en fazla beş milletvekili temsil edebilecek. Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimi için oy kullanan Avrupalı Türkleri temsil için Adalet ve Kalkınma Partisi ve Halkların Demokrasi Partisi üçer, Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi ise birer aday gösterdi. AKP, eski Avrupa Parlamentosu Milletvekili Ozan Ceyhun’u İzmir 5. sıradan, Milli Görüş Avrupa Teşkilatı IGMG’nin eski Genel Sekreteri Mustafa Yeneroğlu’nu İstanbul 3. bölge 10. sıradan aday gösterdi. Ceyhun ve Yeneroğlu seçilebilecek yerlerden aday gösterildikleri için milletvekili olacaklarından yola çıkılıyor. HDP‘nin yüzde 10 barajını aşması durumunda da İstanbul 2. Bölge 1. sıradan aday Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu eski Genel Başkanı Turgut Öker ve Diyarbakır’da 1. sıradan aday gösterilen Ali Atalan Batman ve 4. sıradan, eski Avrupa Parlamentosu milletvekili Feleknas Uca da meclise girebilecekler. Cumhuriyet Halk Partisi, Hamburg kökenli Sibel Gazi Tebel’i çok büyük ihtimalle seçilemeyecek bir yer olan Mersin 6. sıradan aday gösterdi. MHP’den işadamı İsa İlyasoğlu ise İstanbul 3. Bölge 19’uncu sıradan yarışacak. Söz konusu milletvekileri seçilebilirlerse yurt dışında yaşayan Türkleri Ankara'da temsil edecek, sorunlarını Türkiye siyaseti ve kamuoyu nezdinde gündeme getirecek.

 Avrupa'da Oy Verme İşlemi Bitti

Türkiye tarihinde ilk kez genel seçimlerde oy kullanan yurtdışındaki Türk vatandaşları için dün son seçim günüydü

Türkiye tarihinde ilk kez genel seçimlerde oy kullanan yurtdışındaki Türk vatandaşları için dün son seçim günüydü. Yurt dışında oy verme işlemi başladığında en çok merak edilen sorulardan biri, 2 milyon 8 bin seçmenden ne kadarının sandık başına gideceğiydi. Geçen yıl Cumhurbaşkanlığı seçiminde yurt dışındaki sandıklarda ve gümrüklerde toplam 526 bin oy kullanılmıştı. 25. Dönem Milletvekilliği Genel Seçimi için sandık başına gidenlerin oranı ise Cumhurbaşkanlığı seçimine kıyasla oldukça yüksek oldu.

1 milyon 400 bin 987 seçmenle Almanya, kuşkusuz Avrupa'daki seçimlerin en fazla odaklanıldığı ülkelerin başını çekti. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Almanya’da sadece 111 bin 933 seçmen sandığa gitmiş, katılım oranı, siyasi partileri hayal kırıklığına uğratarak, sadece yüzde 8,15'te kalmıştı. Bu seferki seçimler ise haftalardır Almanya’daki Türklerin en önemli gündem maddelerinden biri haline geldi. Ülkede 24 gün süren oy verme işleminde 1 milyon 404 bin 987 seçmenden yaklaşık 535 bininin oy kullandığı öğrenildi.
Gümrüklerde verilen yaklaşık 60 bin oy da dahil edildiğinde Almanya'dan oy kullananların sayısı 600 bin sınırına yaklaştı. Böylece katılım Almanya’da yüzde 35’i buldu. Şimdiye dek oylarını kullanamayanlar 7 Haziran tarihine kadar gümrük kapılarında sandık başına gidebilecek.

Almanya’da kullanılan oyların sayımı ise diğer ülkelerde verilen oylarla birlikte tıpkı Cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi yine Türkiye'de yapılacak. Seçmenlerin verdiği oylar geçen günlerde başkonsolosluklarda hazırlanan özel bölümlerde seçim süresince saklandı. Oyların bulunduğu zarf adedi sayılarak tutanak altına alındı, zarflar çuvallara yerleştirildi. Bundan sonraki aşamada ise oy torbaları partilerinin ve Yüksek Seçim Kurulu temsilcilerinin eşliğinde mühürlü çuvallarla önümüzdeki günlerde 3 uçakla Ankara'ya taşınacak. Yurtdışında kullanılan tüm oyların 3 Haziran’da Türkiye’de olması bekleniyor. Ankara‘daki Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulu’na getirilecek oylar, 7 Haziran akşamı, tüm yurtta oy verme işleminin tamamlanmasının ardından diğer oylarla eş zamanlı açılarak, Ankara Ticaret Odası binasında sayılacak.

‘Boşnak Ajan’dan Çarpıcı İddialar

‘Terror-Made in Germany’ adıyla çıkan ve eski radikal İslamcı İrfan Peci’nin kaleme aldığı kitapdaki iddialar iç istihbarat teşkilatını büyük töhmet altında bırakıyor 

Amerikan Ulusal Güvenlik Kurumu NSA adına yıllardır başta Alman olmak üzere Avrupalı politikacıları ve şirketleri gizlice dinlediği ve haklarında bilgi topladığı yönündeki haberler yüzünden eleştirilerin odak noktasında olan Alman Dış İstihbarat Servisi BND’den sonra şimdi de iç istihbarat teşkilatı Anayasayı Koruma Örgütü Verfassungschutz’e yönelik ağır suçlamalar gündeme damgasını vurdu.

‘Terror-Made in Germany’ adıyla çıkan ve eski radikal İslamcı İrfan Peci’nin kaleme aldığı kitapdaki iddialar iç istihbarat teşkilatını büyük töhmet altında bırakıyor. Bosna kökenli 26 yaşındaki İrfan Peci, 2000’li yılların ortasında Berlin’de radikal İslamcı gruplara katıldığını, o dönemde internet üzerinden cihatçı propaganda yapan ‘Global İslami Medya Cephesi’ adlı grubta liderlik yaptığını, 2008 yılında ‘şiddet eylemlerine destek’ suçundan tutuklandığını ve istihbarat teşkilatının 2009 yılında bulunduğu cezaevinde kendisi ile bağlantı kurarak, serbest bırakılması karşılığında ajanlık önerdiğini iddia ediyor.

2009 kışında istihbarat örgütü adına 1400 Euro aylık maaş karşılığında muhbir olarak çalışmaya başladığını aktaran İrfan Peci, bilgi aktarımı için aldığı para miktarının kısa bir süre sonra 3000 Euroya çıktığını, teşkilatın ev kirasını ve seyahat gibi ekstra harcamalarını da üstlendiğini belirtiyor. Eski muhbir bu dönemde ‘Alman Taliban Mücahitleri’ isimli Berlin merkezli bir grupta da yer aldığını, söz konusu grubun El Kaide ile ilişkide olduğunu ve iç istihbarat teşkilatından aldığı ekstra ödenekleri, El Kaide ile irtibattaki kişilerin güvenini kazanabilmek için bu kişilere aktardığını anlatıyor. Kitabında başta ‘Alman Taliban Mücahitleri’ örgütü gibi radikal İslamcı gruplarda faal olanların cep telefon numaralarını ve fotoğraflarını istihbarattaki elemanlara teslim ettiğini yazan İrfan Peci, 2010 yılında Bosna’da radikal İslamcı bir grubun terör kampına katılarak eğitim aldığını da açıklıyor.

Peci’nin iç istihbarat teşkilatına yönelik bir başka iddiası Temmuz 2010’da radikal İslamist tanıdıkları ile bir metro istasyonunda karşılaştıkları bir ABD askerini dövüp ağır yaraladıkları, ancak kendisinin deşifre olmaması için bağlı bulunduğu istihbarat şefinin olayı polise kapattırdığı şeklinde. ‘Alman istihbaratı James Bond gibi bir yaşam sürmeme olanak sağladı ve destek verdi’ şeklinde o dönemdeki yaşamını özetleyen ve radikal İslamcı gruplarla bağlantısını kopardığını, bu gibi gruplara katılmayı düşünen egnçleri uyarmak için kitabı yazdığını anlatan İrfan Peci, ‘Global İslami Medya Cephesi’ adlı gruba yönelik bir operasyon sonrasında 2010 sonbaharında deşifre olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığını ve o yüzden muhbirlik işinin sona erdiğini de öne sürüyor.

Kitabın yayınlanması sonrası iç istihbarat teşkilatı Anayasayı Koruma Örgütü konuyla ilgili açıklama yapmayı red ederken, Federal Başsavcılık İrfan Peci’nin söz konusu dönemde iç istihbarat teşkilatının ajanı olduğunu doğruladı. Berlin’de konuyla ilgili yorumlarda, istihbarat örgütünün Peci’ye verdiği maaşın ‘teröre mali destek’ olduğu ve ‘terör faaliyetlerinin devletin parası ile finansmanın suç teşkil ettiği’ vurgulandı. Amerikan askerinin dövülmesi olayında istihbarat teşkilatının ‘bilinçli bir şekilde bir suçun üzerini örttüğü’ ifade edilirken, başsavcılığın istihbarat örgütünde konunun sorumlularına karşı harekete geçmesi gerektiği de belirtildi.

Sekizi Türk dokuz göçmeni ve bir Alman polisi öldüren Neonazi NSU terör örgütüyle ilgili soruşturma da, Thüringen ve Sachsen eyaletlerinin iç istihbarat dairelerinin aşırı sağcı gruplar içerisinde paralı muhbirleri bulunduğu ve söz konusu cinayetleri işleyen Neonazilerin istihbarat tarafından yıllarca izlendikleri, cinayetlerin bilinmesine rağmen tutuklama girişimde bulunmadıkları iddiaları gündeme gelmişti. 2012’de NSU ile ilgili bazı dasyaların ve belgelerin yakılarak imha edildiğinin ortaya çıkmasından sonra ise, istihbarat örgütünün başkanı Heinz Fromm istifa etmek zorunda kalmıştı.

Ludmila Dalaman

Alman Ordusundan IŞİD'e Katılım Kaygı Konusu

Kuzeyren Vestfalya eyaletinden Kevin ve Mark K. adlı ikiz kardeşler, 2014 Ağustos’unda IŞİD’e katıldı ve geçen Nisan ayında da Bağdat’ın kuzeybatısında bulunan bir Irak askeri üssüne intihar saldırısı düzenledi

Alman Der Spiegel dergisinin Almanya’dan IŞİD terör örgütüne katılanlarla ilgili bir röportajı konunun şimdiye dek pek bilinmeyen ve konuşulmayan bir boyutunu gündeme taşıdı.

IŞİD'in yayın organı Dabuk dergisindeki bir propaganda yazısından yola çıkılarak aktarılan habere göre, Kuzeyren Vestfalya eyaletinden Kevin ve Mark K. adlı ikiz kardeşler, 2014 Ağustos’unda IŞİD’e katıldı ve geçen Nisan ayında da Bağdat’ın kuzeybatısında bulunan bir Irak askeri üssüne intihar saldırısı düzenledi.

Der Spiegel’in, adını 1516'da Osmanlı İmparatorluğu ile Memlükler arasında Mercidabık Savaşı'nın yapıldığı Suriye'nin Dabık kentinden alan dergiyi kaynak gösterdiği, ama aynı zamanda kendi araştırmalarına da dayandırdığı habere göre terör eyleminde çok sayıda askerle birlikte ikiz kardeşler de öldü.

Haberde 25 yaşındaki Kevin ve Mark K.’ın Kuzeyren Vestfalya’daki Castrop-Rauxel’de akademisyen ve varlıklı bir ailede büyüdükleri, Kevin K.’nin ABD’nin California eyaletinde liseye gittiği, daha sonra Almanya’da Ruhr Üniversitesi’nin Hukuk Fakultesi’nde okuduğu belirtiliyor.

Diğer kardeş Mark K. ise 2010 yılında profesyonel subay olarak Alman ordusuna katılmış, Afganistan’daki çatışmalarda yer aldıktan sonra Almanya’ya geri dönmüş.

Güvenlik birimlerinin elindeki bilgilere göre, ikiz kardeşlerin 2012 sonrasında İslam’a yöneldikleri ve radikal gruplarla bağlantı kurdukları biliniyor.

Geçen yıl Ağustos ayında Türkiye üzerinden Suriye’ye geçerek IŞİD’e katıldıkları tahmin edilen Kevin ve Mark K.’dan son terör eylemine kadar haber alınamamış.

Konuyla ilgili Almanya Askeri İstihbarat Birimi kaynaklı haberlere göre, bugüne kadar askerliğini Alman Ordusu’nda yapan en az 20 eski asker IŞİD saflarına katıldı.

Aşırı İslamcı grupların Alman Ordusu içerisinde Müslüman askerlerle bağlantı kurmaya çalıştığına dikkati çeken Alman Askeri İstihbaratı’nın aşırı İslamcılara karşı alarm durumunda olduğu belirtiliyor.

Bundan bir süre önce askerliğini orduda başçavuş olarak yapan bir kişinin İslamcı tavırları nedeniyle ordudan atıldığı, güvenlik birimlerinin bu kişinin IŞİD’e katılımını son anda önlediği duyurulmuştu.

Almanya’dan IŞİD’e katıldığı bugüne kadar tespit edilen 680 dolayında militan bulunuyor.

Bu arada Alman Silahlı Kuvvetleri ordu içindeki Müslümanların dini ihtiyaçlarını rahatça yerine getirebilmeleri için tarihinde ilk kez imam istihdam etme kararı aldı.

Savunma Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada Alman Ordusu içinde her beş askerden birinin göçmen kökenli ve genelde de Müslüman olduğu belirtildi. Almanya Müslümanlar Konseyi ve Almanya İslam Konseyi'nin başını çektiği Müslüman sivil toplum kuruluşları Alman ordusundaki Müslümanlar içim imam istihdam edilmesi talebinde bulunmuşlardı.

İmam istihdamı radikal İslamcı grupların ordudaki Müslüman askerlere olan etkisine karşı önlem olarak yorumlanıyor

İsviçre Gizli Hesapları Açıklıyor

İsviçre, kendi ülkelerinde vergi soruşturması nedeniyle aranan ve vergi kaçırdığı tahmin edilen uluslararası kişi ve şirketlerin adlarını internet üzerinden açıklamaya başladı 

Dünyanın birçok ülkesinden varlıklı kesimin hatırı sayılır servetlerini mevduat olarak elinde bulunduran İsviçre bankalarının uzun yıllar en büyük özelliklerinden biri hesaplarındaki gizlilik oldu. Başta ABD olmak üzere Almanya ve İngitere gibi ülkeler ise çok uzun bir süredir İsviçre bankalarının vergi kaçakçılığına karşı mücadelede daha şeffaf olmasını talep ediyordu.

Uluslararası siyasi baskılar sonucunda İsviçre, kendi ülkelerinde vergi soruşturması nedeniyle aranan ve vergi kaçırdığı tahmin edilen uluslararası kişi ve şirketlerin adlarını internet üzerinden açıklamaya başladı. İsviçre Resmi Gazetesi’nin internet sayfasında yer alan listede söz konusu kişilerin isim, doğum tarihi ve milliyetlerine ilişkin bilgiler yer alıyor. ABD vatandaşlarının ise isimlerinin sadece baş harfleri veriliyor.

Konuyla ilgili bir açıklama yapan İsviçre Maliye Bakanlığı sözcüsü İsviçre bankalarında hesabı bulunan ve hakkında vatandaşı oldukları ülke tarafından bilgi istenen kişilerin listesinin yayımlanmaya başlamasının amacının insanları deşifre etmek olmadığını, tersine söz konusu kişilere haklarındaki vergi soruşturmasına itiraz, gerektiğinde avukat tutma ve hukuki girişimde bulunma şansının verilmesi olduğunu söyledi. Yayınlanmaya başlayan isimler arasında çok sayıda Alman da var, ayrıca Almanlara ait firma isimleri ve adresleri de listede bulunuyor. Bu tarzda dünya çapında ilk kez yapılan girişimi vergi kaçakçılığı konusunda tabuları yıkmak olarak niteleyenlerin yanısıra, eleştirenler de var. Eleştirilen nokta söz konusu listedeki isimlere sadece maliye ve vergi birimleri değil, isteyen herkezin bakabilmesi.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı OECD’nin tahminlerine göre İsviçre bankalarındaki gizli hesaplarda 2 trilyon Euro bulunuyor, sadece Almanya, paralarını İsviçre’de tutan ve dolayısıyla vergi kaçıran zenginlerin paralarını İsviçre bankalarına yatırmasından dolayı, her yıl 5 milyar Euro vergi kaybına uğradığını savunuyor. İsviçre bankalarında 100 binin üzerinde Alman vatandaşının hesabı bulunduğu tahmin ediliyor. Berlin son yıllarda bu hesapların kimlere ait olduğunu belirlemek için İsviçre nezdinde yoğun girişimde bulundu.

Federal Maliye Bakanı Wolfgang Schaeuble’nin 2010 ve 2013 yıllarında içinde Alman vergi kaçakçılarının ismilerinin bulunduğu CD'leri yüklü miktarda paralar ödeyerek satın alması, ardından Alman futbolunun efsanevi isimlerinden Bayern Münih’in eski Başkanı Uli Hoeness’in İsviçre’ye vergi kaçakçılığı suçlamasıyla yargılandığı davada 3,5 yıl hapse mahkum olması sonrasında kendilerini Alman maliye dairelerine ihbar edenlerin sayısında patlamaya neden oldu.

Bu arada İsviçre merkezli UBS Bankası hakkında Rheinland Pfalz Eyaleti Yüksek Mahkemesi' tarafından ‘vergi kaçırmaya yardımcı olmak’ açılan soruşturmada banka 300 milyon Euro cezaya çaptırıldı.

Öte yandan Türkiye ile İsviçre arasında 2013’de yürürlüğe giren ‘Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması’na göre, Türkiye Maliyesi Türklerin İsviçre’deki mevduatları, temettü gelirleri ve diğer gelirleri hakkında, İsviçre’den bilgi alabiliyor. Uzmanlar İsviçre’deki hesapların artık gizli olmaması sonucunda, binlerce hesabın başka ülkelere kaydığını, özellikle gelişmekte olan ülkelerden varlıklı müşterilerin İsviçre bankalarındaki varlıklarını daha güvenli başka offshore adreslere aktardığını savunuyor.


74 Yaşındaki Muhabir IŞİD'in Kitabını Yazdı

Jürgen Todenhöfer, IŞİD’in Suriye’deki kamplarına giren ilk batılı gazeteci oldu

74 yaşındaki Jürgen Todenhöfer, IŞİD’in Suriye’deki kamplarına giren ilk batılı gazeteci oldu © Jürgen Todenhöfer
74 yaşındaki Jürgen Todenhöfer, IŞİD’in Suriye’deki kamplarına giren ilk batılı gazeteci oldu © Jürgen Todenhöfer

Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) terör örgütüyle ilgili haber ve gelişmeler dünya gündemini belirlemeye devam ediyor. Son üç gün içinde Amerikan ordusuna bağlı özel birliklerin Suriye’nin doğusunda düzenledikleri operasyonda IŞİD komutanlarından Ebu Seyyaf’ı öldürmesinden sonra, Bağdat’ın batısında ülkenin en büyük eyaletinin başkenti olan Ramadi’nin, şiddetli çatışmaların ardından kısmen IŞİD’in kontroluna geçtiği ve örgütün kentte 503 kişiyi infaz ettiğini ileri sürüldü.

Bugünkü Alman basınında büyük yankı bulan bir haber ise, IŞİD militanlarının Akdeniz'deki göçmen krizinden faydalanarak Avrupa'ya kaçak göçmen olarak sızdığı iddiaları. Konuyla ilgili olarak konuşan Libyalı bir yetkili, radikal İslamcı IŞİD militanlarının göçmen teknelerini kullanarak gelecekte Avrupa'da eylemler planladığı şeklinde açıklama yapmıştı. Almanya, IŞİD üyelerinin ve sempatizanlarının terör tehditleri ve iç istihbarat uzmanlarının bu tehditleri çok ciddi olarak değerlendirmesi nedeniyle adeta diken üstünde.

Bu arada Almanya’nın ünlü terör uzmanlarından gazeteci ve Hristiyan Demokrat Parti CDU eski federal milletvekili Jürgen Todenhöfer’in, IŞİD’le ilgili izlenimlerini derlediği ‘IŞİD ile 10 Gün’ adlı kitabının en çok satan 100 kitap listesinde altıncı sıraya yükselmesi kamuoyunun konuya olan ilgi ve duyarlılığının işareti olarak yorumlanıyor.

74 yaşındaki Jürgen Todenhöfer, IŞİD’in Suriye’deki kamplarına giren ilk batılı gazeteci oldu. IŞİD’in lider kadrosu ile internet üzerinden gerçekleştirdiği görüşmeler sonrasında, kendisine bir şey yapılmayacağı garantisi ile yanında 31 yaşındaki kameraman oğluyla Türkiye üzerinden Suriye’ye geçen Todenhöfer, geçen Aralık ayında Musul ve başka kentlerde IŞİD liderleri ve militanlarıyla görüşmüştü. Döndükten sonra çeşitli televizyon kanallarında izlenimlerini aktaran ve oğlunun çektiği röportajları gösteren deneyimli gazeteci, ardından IŞİD militanlarıyla geçirdiği 10 günü kitaplaştırdı.

Geçen ay ortasında çıkan kitabında örgütün Batılı politikacıların ve medyanın sandığından çok daha güçlü ve tehlikeli olduğunu savunan Todenhöfer, IŞİD’in Kobani’yi kaybetmesinin Batı’da yenilgi olarak algılandığını, ancak örgütün Suriye ve Irak’ta İngiltere büyüklüğünde bir alanda hakimiyet kurduğunu, ayrıca son zamanlarda da Libya'da çok geniş bir bölgeyi kontrolü altına aldığını aktarıyor. 

50 yıldan bu yana savaş muhabirliği yapan Alman gazeteci, IŞİD’i kitabında ‘belki de tarihin en güçlü, en tehlikeli terör örgütü ve terör ordusu’ olarak isimlendiriyor ve ‘İbrahimi dinlerin dışında tüm dinleri yok edecek dini bir soykırım planlıyor. Yahudi olmayan, Hıristiyan olmayan ve IŞİD'in anladığı tarzda Müslüman olmayan herkesi yok etmek istiyorlar’ şeklindeki iddiasını gündeme getiriyor. Gözlenimlerine göre IŞİD’de Suriye'de yüzde 70, Irak'ta yüzde 30 yabancı savaşçı olduğunu anlatan Todenhöfer, her gün dünyanın dört bir yanından militanların IŞİD’e katılmak için bölgeye gittiğini de savunuyor.

Karşılaştığı yabancı savaşçılar arasında IŞİD’e katıldığı için pişman olduğunu söyleyene rastlamadığını ifade eden Alman gazeteciye göre, ‘dünyayı fethetmek isteyen’ IŞİD’e karşı sürdürülen mücadele ve hava operasyonları ‘yanlış bir metot’ ve örgütün daha da güçlenmesine neden oluyor.

Bölgede IŞİD’e verilen desteğin kendisini şaşırttığını ve savaş muhabirliği kariyerinde bu tarz bir olaya tanık olmadığını belirten Todenhöfer, beyin yıkama ve interneti propaganda için kullanma konusunda da oldukça ileri düzeyde olduğunu savunduğu örgütü yenmenin tek yolunun Batı'da Müslümanların dışlanmasının sona erdirilmesi ve buna paralel Irak’taki ılımlı Sünnilerle ortak cephe oluşturulması olduğu görüşünde. Todenhöfer’in bu bağlamda dikkat çeken bir tezi ise, Almanya kökenli IŞİD militanlarının geçen sonbahar aylarından bu yana Almanya’da artan aşırı sağcı eylemleri ve Pegida hareketini kendileri açısından çok olumlu olarak değerlendirdikleri. Buna göre Almanya’daki ırkçı hareket Müslümanların tepki vermesine ve bu yolla IŞİD’e katılımın artmasına yol açıyor.

Hristiyan Demokrat Birlik Partisi CDU’nun 1972-1990 yıllarında Federal Meclis'te milletvekili olan Todenhöfer, kitabından elde ettiği gelirin tamamını Suriyeli ve Iraklı mülteci çocuklara bağışlayacağını açıkladı.

Ludmila Dalaman


Almanya'da Camilere Saldırılar Artıyor

Birleşmiş Milletler’in, Almanya'ya ırkçılığı önlemede yetersiz kaldığı eleştirisinin yankıları sürüyor

Almanya’da camilere yönelik saldırılar bu yılın ilk üç ayında rekor seviyeye ulaştı. Federal hükümet tarafından konuyla ilgili yapılan bir açıklamasına göre, üç ay içinde 13 camiye politik nedenlerle saldırı yapıldı. Uzmanlar söz konusu rakamın kundaklama gibi büyük çaplı olayları içerdiğini, ancak duvarlara küfür ve hakaret içerikli yazı yazma, telefon terörü gibi olayların kaydedilmediğini, o yüzden gerçekleri tam olarak yansıtmadığını savunuyor.

Birçok cami, cami dernekleri ve diğer İslami kuruluşların kendilerine yönelik, cami duvarlarına idrar yapılması, kesik domuz başlarının cami bahçelerine ve avlularına atılması, telefonla tehdit gibi küçük çaplı saldırıları polise bildirmediklerinden yola çıkılıyor.

Almanya'da Müslümanlara ve camilere bu tarz saldırılar, polis tarafından hakaret, maddi hasar ya da haneye tecavüz şeklinde kaydedilirken, Yahudilere ve havralara yapılan tüm saldırılar “antisemit” saldırı olarak ayrı bir kategoride tescil ediliyor. 

Alman hükümeti, 2001’den 2014’e kadar 297 camiye saldırı yapıldığını, 2001 ila 2011 yıllarında yılda ortalama 22 saldırı düzenlendiğinin tespit edildiğini, bu sayının 2012 yılında 35, 2013 yılında da 37'ye çıktığını ifade etmişti.

Geçen yıl ise en az 38 camiye saldırı polis kayıtlarına geçmişti. Almanya'da 10 gün önce ‘Oldschool Society'’ adlı aşırı sağcı terör örgütüne yönelik düzenlenen bir operasyonla 4 kişi gözaltına alınmış, örgütün cami ve mülteci yurtlarına terör saldırıları planladığı belirtilmişti.

Öte yandan Birleşmiş Milletler’in, Almanya'ya ırkçılığı önlemede yetersiz kaldığı eleştirisinin yankıları sürüyor. Birleşmiş Milletler Irkçılıkla Mücadele Komisyonu Almanya'nın yabancı düşmanlığı ve ırkçılıkla mücadele konusunda yetersiz kaldığını belirterek, yetkililerin sığınmacılara yönelik artan saldırılar, yabancı düşmanlığı söylemleri ve bu yönde yapılan gösteriler ile ırkçılıkla mücadele konusunda daha fazla çaba sarf etmesi gerektiğini açıklamıştı.

İslam ve göçmen karşıtı hareket Pegida, ırkçı terör hücresi NSU bu eleştirinin gerekçeleri arasında yer aldı. BM Irkçılıkla Mücadele Komisyonu, kurumsal ırkçılığın da yeteri kadar ciddiye alınmadığı uyarısında bulundu.

Buna örnek olarak polislerin sokaklarda, tren istasyonlarında ve havalimanlarında yılda yaklaşık 700 bin insanı dış görünüşlerine bakarak kontrol edip, şüpheli konumuna itmesini gösteren komisyon, bu tarzdaki davranışların hükümetin onayı ile gerçekleştiğini ve insan haklarına aykırı olduğunu belirtti.

Komisyon sekizi Türk biri Yunan biri de Alman polis 10 kişiyi öldüren ‘Nasyonal Sosyalist Yeraltı’ NSU adlı terör hücresinin yıllarca ortaya çıkarılamamasının da kurumsal manada ırkçılığın olduğunu belirtti.

Alman hükümeti ise Irkçılıkla Mücadele Komisyonu’nun raporuna cevap olarak, Başbakan Angela Merkel’in NSU’nun aydınlatılmasını en üst düzeyde takip ettiğini ve NSU’nun ortaya çıkması sonrasına çok sayıda tedbir alındığını ve güvenlik birimlerinde reforma gidildiğini duyurdu.

Uluslararası Af Örgütü Birleşmiş Milletler’in Almanya’ya yönelik suçlamalarının doğru olduğunu, nitekim birçok siyasetçinin ve partinin ırkçı yaklaşımlara karşı mesafe koymadığını ve kamuoyundaki önyargıları bilinçli şekilde desteklediğini ileri sürdü.

Bu arada ırkçı terör örgütü NSU’nun hikayesinin beyaz perdeye aktarılacağı açıklandı. Daha önce aşırı solcu 'Kızıl Tugaylar Örgütü' RAF'ı anlatan ve Adolf Hitler’in Berlin’deki sığınağındaki son günlerini işleyen ‘Çöküş’ filmini çeken film şirketi Constantin tarafından yapılan açıklamada, NSU filminin senaryosuna kaynak olarak Der Spiegel degisinin eski Yazı İşleri Müdürü Stefan Aust’un kalem aldığı 'Vatan Koruması – Devlet ve NSU'nun Cinayet Serisi' isimli kitabın esas alınacağı belirtildi. Filmde hangi aktörlerin rol alacağı ise henüz açıklanmadı.

Avrupalı Türkler'de Seçim Heyecanı

Seçim sürecini takip eden ‘Gurbetin Oyları’ adlı kurumun verdiği sayıya göre seçimin ilk günü Almanya’daki sandıklarda 2955 seçmen oyunu kullandı

Yurtdışında verilecek oylar başkonsolosluklardaki güvenli odalarda saklanacak
Yurtdışında verilecek oylar başkonsolosluklardaki güvenli odalarda saklanacak

Yurtdışında yaşayan 2,5 milyon seçmen konumundaki Türkiye vatandaşının ikinci seçim heyecanı dün başladı. Türkiye’de 7 Haziran’da yapılacak 25. Dönem Milletvekili Genel Seçimi için seçim sandıkları 1 milyon 404 bin 987 seçmenin bulunduğu Almanya başta olmak üzere Fransa, Belçika, Avusturya, İsviçre ve Danimarka’da dün saat 10.00’dan itibaren açıldı.

İlk günde seçime ilgi oldukça yüksek oldu. Seçim sürecini takip eden ‘Gurbetin Oyları’ adlı kurumun verdiği sayıya göre seçimin ilk günü Almanya’daki sandıklarda 2955 seçmen oyunu kullandı. En fazla yurtdışı seçmen sayısına sahip olan Almanya'da 12 Konsolosluk ve Dortmund'da kiralanan bir binada kurulan seçim sandıklarında 31 Mayıs'a kadar aralıksız yani hafta sonları ve resmi tatillerde de sürecek olan oy verme işlemi 10 ile 19 saatleri arasında gerçekleştiriliyor.

Başkonsolosluklar hafta sonu veya tatil günlerinde yığılmalar olabileceğini düşünerek, seçmenlere hafta içi mesai saatlerinde gelmelerini tavsiye ediyor.

Geçen yıl yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Almanya’daki yedi bölgede kurulan sandıklarda, dört gün içinde, randevu sistemiyle oy kullanma zorunluluğu katılımın tahminlerin çok altında kalmasına neden olmuştu.

Bu kez seçimin okulların devam ettiği bir döneme gelmesi nedeniyle de katılımın yüzde 40’lara varabileceği ve yurtdışındaki oyların seçim sonucunu etkileyeceği tahmin ediliyor.

Ayrıca yurt dışındaki seçmenler, 7 Haziran'a kadar 33 gümrük kapısında da dünden itibaren oy verme hakkına sahip. Berlin’deki sandıklarda ilk oy veren Berlin Büyükelçisi Hüseyin Avni Karslıoğlu oldu. Vatandaşların siyasi iradelerini sandığa yansıtmak için oy haklarını kullanmalarını tavsiye eden Büyükelçi Karslıoğlu, seçimlere katılımın ilk gün yoğun olmasından duyduğu memnuniyeti de dile getirdi.

Yurtdışında Türkiye’den yaklaşık bir ay önce başlayan oy verme işlemi 31 Mayıs Pazar günü son bulacak. Berlin’in ünlü Türk mahallesi Kreuzberg’de bugün Amerika’nın Sesi Türkçe’nin mikrofonunu tuttuğumuz vatandaşların büyük bölümü önümüzdeki günlerde oy vermeyi düşünüyor.

Yurtdışında verilecek oylar başkonsolosluklardaki güvenli odalarda saklanacak, oy verme işlemi bitince belirli bölgelerde toplanacak ve 31 Mayıs’dan sonra Türkiye’den gelecek siyasi parti temsilcilerinin de bulunduğu ayrı bir heyet tarafından uçaklarla Türkiye’ye götürülecek. 7 Haziran’da yurt içindeki oylarla birlikte sayılacak oylar Türkiye’nin genel oylarına eklenecek ve sonra oransal şekilde partilerin oylarına şehir şehir eklenecek.

Öte yandan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yarın Karlsruhe kentinde ‘Gençlik Buluşması’ adı altında düzenlenecek programda Almanyalı Türklere seslenecek. Cumhurbaşkanı 14 bin kişilik bir salonda konuştuktan sonra Belçika’ya geçecek ve Hasselt kentindeki ‘Belçika Gençlik Buluşması’ etkinliğinde de Belçikalı Türklere seslenecek.

Yurtdışındaki Türkler Oy Vermeye Başladı

Almanya'da  tam bir milyon 408 bin 550 seçmen sandık başına gidebilecek

ürkiye’de 7 Haziran’da gerçekleşecek genel seçimler için oy verme işlemleri Almanya’da önümüzdeki 8 Mayıs Cuma günü başladı. Burada tam bir milyon 408 bin 550 seçmen sandık başına gidebilecek. 31 Mayıs’a kadar ülke genelinde toplam 13 kentte 80 sandık kurulurken, seçmen randevuya ihtiyaç duymadan oy kullanabilecek. Yurtdışında en çok seçmen Almanya'da olduğu için en fazla sandık da burada kurulacak. Almanya'da oluşturulan bölgeler seçmenlerin yoğunluğuna göre belirlendi. En fazla seçmenin kayıtlı olduğu Baden Württenberg eyaletinde Stuttgart’da 10 sandığa oy atılacak. Berlin, Frankfurt ve Düsseldorf'da sekizer, Essen, Münih ve Hannover'de yedi, Karlsruhe, Köln ve Nürnberg'de beş, Hamburg'da dört, Mainz'da da iki sandık seçmenlerin oy kullanması için hazır olacak.

Yurtdışında yaşayan Türk vatandaşları ilk kez geçtiğimiz yıl yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde oy kullandı. Ancak seçimin başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinde okul tatiline rastlaması ve daha da önemlisi sadece dört gün boyunca ve randevu sistemiyle oy kullanma zorunluluğu nedeniyle katılım siyasi partileri hayal kırıklığına uğratarak, sadece yüzde 18’te kaldı. Bu kez katılımın çok daha yüksek olacağından yola çıkılıyor. 

Almanya’da bu seçimelerde ‘havaalanı prensibi’ uygulanacak. Seçmen dilediği gün ve saatte gelip oyunu kullanabilecek. Oy kullanma işlemleri hafta sonları da dahil yerel saatle saat 10.00-19.00 arasında yapılacak. Yurtdışı seçmen kütüğüne kayıtlı seçmenler bu tarihlerde bağlı bulundukları başkonsolosluk bölgesinde nüfus cüzdanı ya da pasaport ile oy verebilecek.

Son günlerde en çok dikkat çeken tartışma konularından biri de yurtdışı oylarının hangi partiye yarayacağı yönünde yapılan tahminler. Şu anki mecliste yer alan AKP, CHP ve MHP’nin yanısıra HDP, Vatan Partisi ve diğer partilerin liderlerinin Almanya’da mitingler düzenleyerek oy istemeleri de bu açıdan başka bir anlam kazanıyor. 

Genel seçimler öncesi, Türkiye'den partilerin önde gelen lider ve politikacılarının Almanya'da da miting ve seçim etkinlikleri düzenlemelerine paralel, bazı Alman siyasetçiler ve yorumcular, Almanya'daki Türkiye kökenliler için bu durumun uyumu olumsuz etkileyebileceği endişelerini dile getiriyor. Berlin Başkonsolosu Şen, bu tarzdaki söylemleri ‘haksız ve çağdışı’ olarak tanımlıyor.

Almanya’da verilen oylar 31 Mayıs tarihinden sonra uçaklarla Türkiye'ye transfer edilecek ve 7 Haziran’da yurtiçindeki oylarla birlikte açılıp sayılacak.

Almanya'da Gençler Radikalleşiyor

Suriye ve Irak'taki radikal İslamcı gruplarla birlikte savaşa katılan Almanların sayısının 700'e çıkması “gençlerin savaşa gitmelerini nasıl engelleyebiliriz?” sorusunu yeniden gündeme getirdi

Almanya'dan gidip Suriye ve Irak'taki radikal İslamcı gruplarla birlikte savaşa katılanların sayısının 700'e yaklaşması ve bunların yaş ortalamasının 25 olması, “gençlerin savaşa gitmelerini nasıl engelleyebiliriz?’ sorusunu yeniden gündeme getirdi.

Son olarak Saksonya-Anhalt eyaletinde yaşayan 15 yaşındaki iki kız öğrencinin Türkiye üzerinden Suriye'ye geçip IŞİD'e katıldığı iddia edildi. Alman yetkililer, özellikle Müslüman gençlerin Selefi ve diğer radikal grupların tuzağına düşmesini engellemek için son aylarda hemen her eyalette danışma merkezleri açıyor. Söz konusu danışma merkezleri Selefi çevrelere girip radikalleşme ve şiddet tehdidi altında bulunan genç ve yakınları için giderek önem kazanıyor.

Bu merkezlerden biri de Berlin’deki ‘Violence Prevention Network’, yani Şiddeti Önleme Ağı adlı oluşum. Berlin Şehitlik Camisi’nde hizmet veren oluşumun yöneticisi Pınar Çetin, aşırı dinci görüşleri olan Türkiye kökenli gençlerin sayısının 'sürekli ve dinamik' şekilde arttığını ve bunun endişe verici olduğunu belirterek, toplum tarafından kabul edilmeme sorunu olan gençlerin kolaylıkla Selefi ve diğer radikal gruplar tarafından kandırıldığını belirtiyor.

Yaklaşık iki aydır hizmet veren ‘Violence Prevention Network’’ün yöneticisi Pınar Çetin’e göre, Selefi ve diğer radikal grupların ağına takılarak cihat için Suriye veya Irak’a giden gençlerin ortak özelliği Almanya’da büyümüş olmaları. Çetin aşırı dinci çevrelere kapılıp bunlardan ayrılmak isteyen gençlere yardımcı olmayı arzulayan öğretmen ve ailelerin kendilerine başvurduğunu belirtiyor.
Gençleri dini inançlarından uzaklaştırmayı hedeflemediklerini belirten Pınar Çetin, tersine mücadele ettikleri anlayışın 'gençlerin aşırı hedefleri hayata geçirmek için şiddet kullanmayı öneren ve bunun propagandasını yapan gruplara katılmasını engellemek’ olduğunun altını çiziyor.

Federal Anayasayı Koruma Dairesi’nin verilerine göre Almanya’dan Suriye'ye savaşmaya giden genç kız ve kadınların sayısı 70 civarında. Son zamanlarda genç kızlar arasında radikal İslamcılığın adeta ‘bir protesto kültürü’ olarak algılandığını savunan Pınar Çetin, kendilerini toplumun eşit değere sahip bir üyesi olarak algılamayan genç kızların aşırı grupların içine düştüğünü anlatıyor.

Şiddete meyilli Müslüman gençlerin tekrar topluma kazandırılmasının uzun soluklu bir çalışma gerektirdiğini ifade eden Pınar Çetin, Müslüman kökenli sosyal pedagog ve konunun uzmanlarının söz konusu gençlere daha iyi ulaşabileceği görüşünde.

Yurtdışı Seçmenler İçin Hazırlıklar

Yurtdışında yaşayan Türkler, genel seçimler için Avrupa'da 57 noktada oy kullanabilecek.

Türkiye’de 7 Haziran günü yapılacak genel seçimler öncesinde yurtdışında bulunan seçmenlerin oy kullanmaları için hazırlıklar tamamlanma aşamasına geldi. Yurtdışında yaşayan Türkler, genel seçimler için Avrupa'da 57 noktada, diğer ülkelerde ise 55 noktada oy kullanabilecek.

Geçen yılki Cumhurbaşkanlığı seçiminin aksine bu seçimde vatandaşlar, yaşadıkları ülke için belirlenen yerlerde randevu almadan oy kullanabilecek.

Yurtdışındaki en büyük seçmen kitlesinin yaşadığı Almanya'da, 1 milyon 404 bin 987 Türk vatandaşı Berlin, Düsseldorf, Frankfurt, Hamburg, Karlsruhe, Köln, Mainz, Münster ve Stuttgart başkonsolosluklarında 8-31 Mayıs tarihleri arasında toplam 67 sandıkta oy hakkından yararlanabilecek.

Yüksek Seçim Kurulu, Almanya'daki seçim bölgeleri için ayrı ayrı Sandık Saklama ve Ulaştırma Komisyonları oluşturdu. Ayrıca oy verme işleminin süreceği 24 gün boyunca sandık kurulları da oluşturulacak.

Sandık başında görev alacak kurulda devleti temsilen iki görevlinin yanı sıra, son seçimde en yüksek oyu alan üç partinin yine birer temsilcisi de görev yapacak. 

Sandık kurulları, oy zarflarını oy torbalarına koyarak mühürledikten sonra saklama kuruluna teslim edecek. Oylar, oy verme işleminin tamamlanmasının ardından, yani 31 Mayıs sonrasında uçaklarla Türkiye'ye götürülerek 7 Haziran’da yurtiçindeki oylarla birlikte açılıp sayılacak.

Yüksek Seçim Kurulu, seçimlerde olası hileleri önlemek için bir dizi önlem alındığını açıkladı. Bunlardan biri seçim sonuçlarının siyasi parti genel merkezlerine anında iletilmesi kararı. 

Geçen yıl Türkiye’deki yerel seçimlerde AKP lehine hile yapıldığına yönelik iddialar sonrasında, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ‘güvenilir ve şeffaf’ olması için kurulan 'Gurbetin Oyları' girişimi, genel seçimler için de seçimin gerçekleşeceği yerlerde vatandaşları müşahit olmaya davet ediyor.

Almanya'da Yeni Telekulak Krizi

Der Spiegel dergisi tarafından ortaya atılan iddialara göre, NSA 2005 yılından bu yana ekonomi alanında BND ile birlikte ortak sistem çalışmaları yaptı

Alman Dış İstihbarat Servisi BND’nin, Amerikan Ulusal Güvenlik Kurumu NSA adına yıllardır başta Alman olmak üzere Avrupalı politikacı ve şirketleri gizlice dinlediği ve haklarında bilgi topladığı yönündeki haberler Almanya’da hükümet ortakları arasında krize neden oldu.

Der Spiegel dergisi tarafından ortaya atılan iddialara göre, NSA 2005 yılından bu yana ekonomi alanında BND ile birlikte ortak sistem çalışmaları yaptı, Alman İstihbarat Servisi de kendi arama sistemleri üzerinden siyasetçilerin ve firmaların bilgisayarlarına girerek, iletişimlerini dinledi ve e-posta trafiğini takip etti, elde ettiği bilgileri de ABD gizli servisine iletti. BND’nin dünyanın çeşitli noktalarında günde 220 milyon telefon ya da mesajın üstveri bilgilerini topladığından yola çıkılıyor. Verilerin ‘kayda değer’ olarak sınıflandırılanları 10 yıl boyunca saklanıyor.

NSA ile BND arasındaki ortak çalışmalar 11 Eylül terör saldırılarından sonra istihbarat paylaşımı konusunda yapılan anlaşma ile başlamıştı. Ancak söz konusu anlaşma terör faaliyetleri konusundaki bilgileri paylaşmayı ve olası terör saldırılarının engellenmesini hedefliyordu.

Der Spiegel’in konuyla ilgili haberine göre, ekonomik amaçlı casusluk anlaşmada yer almıyor. BND’nin gizlice takip ettiği ve bilgi topladığı firmalar arasında Airbus uçaklarının üreticisi Alman-Fransız ortaklığındaki EADS ve helikopter üreticisi Eurocopter de bulunuyor. Gelişmeler Alman basınında ‘telekulak skandalı’ olarak tanımlanırken, gizli casusluk faaliyetlerinin hükümetin bilgisi dahilinde gerçekleşmiş olması ihtimali konuya başka bir boyut getiriyor.

Federal İçişleri Bakanlığı, Federal Meclis’te siyasetçilere ve işverenlere ait hassas sırların toplanması ile ilgili verilen bir soru önergesine Mart ayında verdiği cevapta, BND’nin faaliyetleri konusunda birkaç hafta önce bilgi sahibi olduklarını ve iddiaların değerlendirildiğini açıklamıştı. Ancak Der Spiegel dergisi, Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığı’ndan yetkililerin ortak casusluk faaliyetlerini 2008 yılından bu yana bildiğini belgeledi.

Ortaya çıkan belgelere göre, Alman Dış İstihbarat Servisi BND, Başbakan Merkel’i NSA girişimleri konusunda 2008 yılında haberdar etti ve ekonomi alanında da casusluk girişimleri olduğu konusunda uyardı.

Basındaki haberler üzerine bir açıklama yapan ve haberleri yalanlamayan Federal Hükümet sözcüsü Steffen Seibert, olayın tüm detayları ile aydınlatılması için direktif verildiğini söyledi. Başbakan Merkel konuyla ilgili açıklama yapmazken, koalisyonun ortağı SPD’nin Genel Başkanı Sigmar Gabriel, BND’nin NSA’ye ekonomik alanda casusluk konusunda yardım etmesinin kabul edilemez olduğunu ve BND’nin buna bir an önce son vermesi gerektiğini söyledi.

Muhalefet partileri ise eleştirilerinin dozunu her geçen gün yükseltiyor. Başbakan Merkel’i olayları ‘örtbas etme taktiği izlemekle’ suçlayan muhalefet partileri, BND Başkanı Gerhard Schindler’İn istifasını talep ediyor.

Ayrıca dönemin İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere ile Başbakanlıktan sorumlu Devlet Bakanı Roland Pofalla’nın Federal Meclis’teki NSA Araştırma Komisyonu’nda ifade vermeleri gerektiğini savunuluyor. Söz konusu komisyon NSA'nın eski sistem analisti Edward Snowden'ın iki yıl önce sızdırdığı belgelerle NSA’in Başbakan Angela Merkel'e varıncaya kadar birçok üst düzey yetkiliyi dinlediğinin ortaya çıkmasından sonra kurulmuştu. Gelişmeler üzerine Merkel tarafından ‘istihbarat alanındaki işbirliğinin en aza indirilmesi’ talimatı verilmişti.

MHP Almanya Mitinglerini Başlattı

Oberhausen kentinde konuşan MHP llideri Devlet Bahçeli Recep Tayyip Erdoğan’ı ‘tek adam diktatörlüğü, tahtsız ve taçsız sultanlık peşinde koşmakla' suçlarken başkanlık sisteminin Türkiye’yi bölünmeye götüreceğini de öne sürdü

Bahçeli konuşmasının ağırlıklı bölümünü   ‘başkanlık’ sistemine ayırdı
Bahçeli konuşmasının ağırlıklı bölümünü ‘başkanlık’ sistemine ayırdı

Türkiye'deki 7 Haziran genel seçimleri öncesi Türk siyasilerin Almanya'daki mitinglerinin startını dün Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Düsseldorf kentinde gerçekleştirilen mitingle verdi. Bugün ise Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli meydanlara inişini Almanya’da başlatan isim oldu.

Avrupa Türk Konfederasyonu tarafından Oberhausen şehrindeki 13 bin kişilik Arena salonunda düzenlenen ‘Türkiye Sevdası Kutlu Yürüyüş Şöleni’ etkinliğine katılan Bahçeli, Avrupa’da yaşayan Türklerin ‘başkalaşmaya, erimeye, asimilasyona cesaretle’ direndiğini ve göçün üzerinden 54 yıl geçmiş olmasına rağmen ‘ülkelerinden kopmadığını, kimliklerinden ödün vermediklerini’ söyledi ve ‘Türk milletinin Avrupa’ya mühür vurmuş güçlü nefesi, yılmayan neferlerisiniz’ şeklinde konuştu.

Oberhausen Arena'da sahnenin arkasında Türk ve Alman bayraklarının yanı sıra Mustafa Kemal Atatürk, Alparslan Türkeş ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin posterlerinin asılı olduğu dikkati çekerken, Bahçeli 1915 olaylarının birçok ülke tarafından ‘soykırım’ olarak tanımlanmasını ve bu bağlamda AKP hükümetinin tavrını sert sözlerle eleştirdi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen yıl Başbakan olarak Ermenistan’a bir ‘özür mektubu’ yazdığını savunan MHP Genel Başkanı Bahçeli, ‘Ermeni çetelerinden özür dileyenlere karnımız toktur. İstanbul'daki Meryem Ana Kilisesi'nde 1916'dan bu yana ilk kez bakan takviyeli ayin düzenleyenlerden öğreneceğimiz bir şey de yoktur.‘ şeklinde konuştu.

Alman Cumhurbaşkanı Gauck’u Berlin Katedralinde düzenlenen törende yağtığı konuşmadan ötürü eleştiren Bahçeli ‘Almanya Federal Cumhurbaşkanı’nın, Türk tarihine ve Türk milletine karşı suçlama yarışına girmesi kabullenilmesi mümkün olmayan bir gaflettir. Akıl hastanelerinde gaz verilerek katledilen 80 bin hastanın, çingene diyerek kıyılan 500 bin kişinin ve toplama kamplarında soykırıma tabi tutulan milyonlarca farklı inanç grubundaki insanların kanı ve vebali bizi suçlayanların üzerindedir.’ dedi.

Devlet Bahçeli konuşmasının ağırlıklı bölümünü ise, ‘başkanlık’ sistemine ayırdı. Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Tek adam diktatörlüğü, tahtsız ve taçsız sultanlık peşinde koştuğunu’ iddia eden Bahçeli, ‘başkanlık’ sisteminin Türkiye’yi bölünmeye götüreceğini de öne sürdü.

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin konuşmasında partisinin seçim vaadlerine ve projelerine girmemesi dikkat çekti. MHP’nin seçim beyannamesinin '3 Mayıs Türkçülük Günü'nde tanıtılması bekleniyor.

 Bu arada Bahçeli, Oberhausen’deki konuşması öncesinde, Avrupa Türk Konfederasyonu’na bağlı Mönchengladbach Türk Kültür Ocağı'nın yeni hizmet binasının açılışını yaptı. Bahçeli, buradaki kısa konuşmasında da 7 Haziran Genel Seçimlerini çok önemsediklerini, bu seçimlerde Türkiye'nin geleceğinin belirleneceğini ifade etti.

Almanya’da Devlet Bahçeli’den sonra, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu olacak. Davutoğlu, gelecek hafta 3 Mayı Pazar günü Dortmund'ta 15 bini aşkın kapasiteli Westfalenhalle'de partililere hitap edecek.

Yurtdışındaki Türk vatandaşları ilk kez milletvekili seçimlerinde Türkiye'ye gitmek zorunda kalmadan ya da gümrük kapıları dışında yaşadıkları ülkelerde oy verebilecekler. Yurtdışında yaşayan 2 milyon 848 bin 652 seçmen oy kullanabilecek.

Almanya'da oy kullanacak seçmen sayısı tam bir milyon 408 bin 550. Yüksek Seçim Kurulu'nun aldığı karar uyarınca, yurtdışında oy verme işlemi 8 Mayıs'ta başlayacak, 31 Mayıs'ta sona erecek.

Kemal Kılıçdaroğlu Almanya'da

Yurtdışındaki seçmen sayısı iki milyon 867 bin 658. Almanya'da oy kullanabilecek seçmen sayısı ise tam bir milyon 408 bin 550

Kılıçdaroğlu, Düsseldorf’da partisinin Almanya’daki temsilcilerinin düzenlediği toplantıya katıldı
Kılıçdaroğlu, Düsseldorf’da partisinin Almanya’daki temsilcilerinin düzenlediği toplantıya katıldı

Türkiye’de 7 Haziran’da yapılacak genel seçimlerin tansiyonu yükseldikçe, partilerin seçim propaganda çalışmaları da hız alıyor. Nitekim seçimlerin heyecanı Türkiye dışındaki seçmene de taşınıyor.

Yurtdışındaki seçmen sayısı iki milyon 867 bin 658. Almanya'da oy kullanabilecek seçmen sayısı ise tam bir milyon 408 bin 550. Birçok yorumda katılımın yüksek olması durumunda yurtdışı oyların seçimlerin kaderini belirleyebileceği öne sürülüyor.

Söz konusu oy potansiyelinin cazip hale gelmesi sonrasında Almanya bugünlerde Türkiye’den parti liderlerin adeta çıkarmasına sahne oluyor. Almanya’ya ilk olarak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu geldi.
Kılıçdaroğlu, bir milyona yakın Türkiye kökenli göçmenin yaşadığı Kuzey Ren Vestfalya eyaletindeki Düsseldorf kentinde ISS Dome’da partisinin Almanya’daki temsilcilerinin düzenlediği toplantıya katıldı. 13 bin kişi kapasiteli salonda konuşan ve ‘Başbakan Kılıçdaroğlu’ sloganlarıyla sahneye çıkan Kılıçdaroğlu, ilk olarak yurtdışında yaşayan ve çalışanların Türkiye’nin gururu olduğunu söyledi.
Yurtdışı seçim çevresi oluşturma sözü veren Kılıçdaroğlu, yurtdışında yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını temsilen 10 milletvekili seçileceğini belirtti.

CHP’nin geçen hafta tanıtılan seçim vaadlerini kısaca takrarlayan Kemal Kılıçdaroğlu, konuşmasında AKP hükümetinin dış politikalarını da eleştirdi. Türkiye’nin Ortadoğu’daki ülkelerle ilişkilerinin bozulduğunu ifade eden CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, kendi iktidarlarının hedefinin AB’ye tam üyelik olacağını açıkladı.